Mayıs'ın son günü, bulutsuz ve pırıl pırıl bir havada Şili-Arjantin sınırına geldik. Burada da pasaport ve gümrük işlemlerinin yapıldığı nokta, Arjantin'in sınırından içeride ve gerçek sınır çizgisinin geçtiği sarp dağlık bölgeye nazaran nispeten mülâyim bir coğrafyaya kurulmuş. Şili'den çıkış işlemleri -beklenildiği gibi- son derece kısa sürüyor. Arjantin'e giriş için doldurduğumuz birkaç evraktan sonra, pasaport işlemlerimiz de hızla tamamlandı. Lando'nun gümrük işlemleri için ise biraz bekliyoruz. Burada da ülkeye sokulmasına müsaade edilmeyen 'yasak yiyecekler' listesi var. Birkaç meyveyi torbaya koyup polise gösteriyorum, çöpü işaret ediyor. Halbuki, Buket muzlarını daha yeni almıştı. Gümrük görevlisi gayet güzel İngilizce biliyor.
Arabayı Arjantin'de bırakıp, uçakla Türkiye'ye gitmekle ilgili derdimi anlatıyorum; problem yokmuş. Bana 6 aylık geçici giriş izni veriyor. Böylece sorunlar kendiliğinden halloldu. Direkt Buenos Aires'e gidip, arabayı bıraktıktan sonra Buket'le birlikte İstanbul'a döneceğim.
Şili'de Santiago'dan çıktığımızdan beri And Dağları'nın arasında yemyeşil vadilerden geçtik. Kuzeyden Santiago'ya gelene kadarki çorak görüntü Andlar'ın eteklerinde yerini yemyeşil verimli topraklara bırakmıştı. Sınırdan sonra da, Mendoza'ya doğru aynı şekilde vadileri takip ederek ilerliyoruz. Aşağılara doğru aynı yeşillikler burada da başladı. Düzlüğe indikten sonra da, göz alabildiğine üzüm bağları... 'Göz alabildiğine' derken, abarttığımı sanmayın. Şöyle yüksekçe bir yere çıktığınızda çevrenize bir bakıyorsunuz ve ufuk çizgisine kadar bağ görüyorsunuz; öyle bir 'göz alabildiğine' yani. Son yıllarda dünyada şarap üretimi konusunda adını duyurmaya başlayan Şili ve Arjantin, işte bu bahsettiğim yeşil düzlüklere ve tabii zamanın Cizvit Misyonları'na borçlular, şarap ihracatçısı konumlarını. Arjantin dünyanın şarap ihracatçıları arasında 8. sırada bulunuyor. Üreticiler arasında ise, Avustralya'nın bile önünde yer alarak 5. sırada... İki gece konaklamayı düşündüğümüz Mendoza, Arjantin şarap üretiminin en önemli merkezlerinden birisi. Buradaki üzüm bağları ve şarap fabrikalarının çoğu, uzun geçmişleri olan yerler. Yine bunların bir kısmı da şarap meraklılarına açık. Hele bağ bozumu zamanı, Mendoza turistlerle dolup taşıyor.
Vardığımızda, bulduğumuz otelin fiyatına hafiften ağzımı yamultunca, bana bir apartman dairesi önerdi, odayı gösteren kız. Resepsiyondaki çocuk, arabasıyla, yine kendilerine ait olduğunu isminden anladığım 'apart otel'in önüne kadar eskortluk etti bize. Apartmanın arkası da kocaman bir otopark ve otel müşterilerine ücretsiz. Bir oda-bir salon -ve tabii, banyo ve mutfaktan- müteşekkil dairemiz, Buenos Aires'e kadar rölantiye aldığımız seyahatimizin iki gecesini geçirmek için ideal görünüyor. Ama, Mendoza'da görülecek bir şey yok, üzüm bağlarından başka... Biz de (hele Buket) pek hevesli değiliz, bağ ve şarap fabrikası gezmeye. Onun yerine dinlenmek, biraz sokakları arşınlamak dışında ben de biraz yazılarla ilgileniyorum.
Cordoba
Mendoza'dan Cordoba'ya kadar olan 680km'lik yol ufak tefek iniş-çıkışların ve geniş kavisli dönüşlerin dışında yeknesak ve heyecansız. Üzüm bağlarının yerini tarlalar ve otlaklardan oluşan çiftlikler aldı. Cordoba'ya girişimiz gecenin geç saatlerinde oluyor ancak. Lonely Planet'ta bulduğumuz, koloniyel bir binadan bozma bir hostelde kalacağız. Hostel şehrin merkezinde ama, tek problem bulunduğu sokağın araç trafiğine kapalı olması (ymış. Bunu da oraya vardığımızda öğrendik). Sokağın başında arabayı parkedip, eşyalarımızı hostele taşıyoruz. Sonrasında, benim yaklaşık 1 saat süren 'yüksek kapılı otopark' arama serüvenim başlıyor. Hostelin tarif ettiği ve kendi müşterilerine özel indirim uygulayan katlı otoparkın kapı girişi, Lando'nun servi boyuna uygun yükseklikte değil, çünkü. Bu kötü bir haber, tabii. Cordoba gibi Arjantin'in en büyük ikinci şehrinin merkezinde otopark demek, gecesine 80 Arjantin Pesosu ödemek demek ki, bu da yaklaşık 15 Amerikan Doları'na karşılık geliyor. Neredeyse otelde kişi başı bu kadar ödüyoruz. Tek farkı, bizde kahvaltı da var. Ama, zaten Lando kahvaltı etmiyor. Otoparkta da kahvaltı dahil olsa, bir şey fark etmeyecekti yani.
Cordoba, dediğim gibi, Arjantin'in ikinci en büyük kenti. Şehir, tarihî merkezinden çevreye doğru yayılmış, hemen her eski şehirde olduğu gibi. Biz de, yürüyerek her noktasına ulaşabildiğiniz bu eski kısmın ortasında kalıyoruz. O nedenle arabaya ihtiyacımız yok ve ertesi gün de Cordoba'da geçireceğimiz günün tamamını, Buket'i de fazla yormadan, yürüyerek gezmeye ayırdık.
1577'de inşaatına başlanan Katedral Kilisesi 2 yüzyıl boyunca değişik mimarların çizgileriyle şekil değiştirmiş. En güzel tarafı da -bence- ihtişamlı Romanesk kubbenin iç süslemeleri
İşportacılar... DVD'ler -tabii- kopya
Gitar çalan adamın kıyafeti, yaptığı işi ne kadar ciddiye aldığının göstergesi
Falkland Adaları'nı kimler hatırlar? 1982 yılında o zamanki cunta lideri General Leopoldo Galtieri, ülkedeki karışıklıkları dindirebilmek için milliyetçi kartını oynamaya karar verir ve ülkenin güney-doğusundaki Falkland Adaları'nı (Arjantinliler'e 'Falkland' demeyin, onlar orasını 'Islas Malvinas' diye biliyorlar) işgal eder. 74 günlük işgale o zamanki Tatcher hükümeti sert yanıt verir ve adaya gelen İngiliz donanması, Arjantin ordusunu silkeleyip atar. 'Bir musibet bin nasihatten iyidir!' Bu ders Arjantin'i yıllar süren karanlık ve kanlı cunta günlerinden kurtarır. 1983'te ülke uzun zaman sonra ilk kez demokratik seçimlere gider. Ne var ki, her yerde olduğu gibi, Arjantin'de de aşırı milliyetçiler var ve Islas Malvinas'ı hala geri(!) alma hayalleri kurmaktalar. Sokaklarda oluşturulan sergilerde, Islas Malvinas'ın Arjantin'e ait olduğu ve geri verilmesi gerektiği söyleniyor. Sergileri açan ve içlerinde askeri üniforma giyen 'ateşli' milliyetçiler de, vatandaşı (özellikle, gençleri) haklılıkları konusunda ikna çabasındalar.
Cordoba sokaklarında "Falkland Adaları bizimdir, bizim kalacak!"
Yukarıda size karanlık ve kanlı günlerden bahsettim. Aslında daha yeri değil; bu bahse Peron dönemleriyle birlikte ve Buenos Aires başlığı altında değinecektim. Ama, Cordoba'da 'gezilecek yerler listesi'ne aldığım bir müze ve onun fotoğraflarının yeri burası olduğundan, bahsi de burada yapacağım.
Her ne kadar Juan Peron'un ilk dönemi olan 1946-55 yılları arasında da nedensiz gözaltı ve tutuklamalar; siyasi muhalifler, aydınlar ve gazeteciler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanıldıysa da ve hatta bu durum, Peron'dan sonra da artarak sürdüyse de, Arjantin tarihinde bir dönem vardır ki, kimse hatırlamak ve 'hatırlatmak'(!) istemez. Guerra Sucia ('Kirli Savaş') diye bilinen bu dönem, Peron'un kısa süren ve ölümüyle nihayetlenen ikinci başkanlık döneminin hemen ardından duruma el koyan üçüncü eşi (her döneme yeni eş) Isabel Peron ve onun danışmanı Jose Lopez Rega'nın bir marifetidir, aslında. Başlattıkları Triple A ('Üç A') programıyla (Alianza Argentina Anticomunista; 'Arjantin Antikomünist İttifakı') kurulan ölüm kıtaları, yakaladıkları muhalifleri ağır işkencelerden geçirdikten sonra, ortadan kaldırdılar. Ortadan kaldırma yöntemleri içinde birçoklarının yanı sıra en önemlisi ve kitlesel olanı ise bir nakliye uçağından 20-25 kişilik gruplar halinde topluca Atlas Okyanusu'na atmak şeklindeydi. Bu yok etme faaliyetine 'insanî bir çehre'(!) kazandırabilmek için, denizin derinliklerine gönderecekleri kişilere yolculuğa başlamadan önce uyuşturucu iğne yapıyorlardı, kendi ölümlerine şahit olmamaları için. Yoğun olarak 1976-83 yılları arasında yaşanan bu yoğun 'yok etme' döneminde 30,000 civarında insanın ortadan kaybolduğu tahmin ediliyor. Bu dönemle ilgili geçenlerde 2000 yılı Arjantin yapımı çok güzel bir film izledim; adı "Olimpo Garajı". Orijinal adı da aynı; "Garage Olimpo". Bir yerlerde bulursanız, mutlaka izleyin. Guerra Sucia döneminden bir kesiti, tüm çarpıcı ve dehşete düşüren detaylarıyla gözler önüne seren önemli bir belgesel niteliğinde film.
Falkland hezimetiyle -nihayet- aklı başına gelen Arjantin'de cunta çöktü ve demokratik seçimler yapıldı. Ancak, yakın zamana kadar bu Kirli Savaş döneminin sorumlularına fazla dokunulamadı, bir-kaç üst rütbeli dışında. Ta ki, şimdiki dul başkan Christina Kirchner'in rahmetli kocası Nestor Kirchner dönemi başlayana kadar. Arjantin yakın tarihiyle ancak yüzleşiyor. Darısı başımıza!
Şimdi bütün bunları niye Buenos Aires'i ve Peron'un hikâyesini beklemeden burada anlattığıma gelelim. Burada bir müze gezdik; adı Museo de La Memoria, yani 'Anılar Müzesi'. Anıların, yukarıda bahsettiğim kirli savaş dönemine ait olduğunu söylememe gerek yok, sanırım. Artık müze haline getirilmiş olan bu mekân aslında, o dönemin işkencehanelerinden yalnızca biriymiş. O zaman polis karakolu olan bu yapı, Departamento de Informaciones "D2"nin istihbarat ofisi olarak da hizmet görmüş. Odalarının duvarları, gözaltına alınıp, günlerce işkence gören ve sonrasında da 'yokedilenler'in korkunç kaderlerine tanıklık etmiş, senelerce.
Yorumsuz
Cordoba'da her sabah kahvaltımızı yaptığımız (burada 'her' bir önceki gün için kullanılmıştır, topu topu 2 sabah kahvaltı yaptık yani) mis gibi kahve kokan tarihi kafede yine kruvasanlarımızla kahvaltı ettikten sonra (Buket'in kruvasanlarını da ben yiyorum bu arada, ona dokunmasın diye) yola çıktık. Hedefimiz aslında Buenos Aires ama, çok geç saatlerde girmek istemediğimiz ve öncesinde arabayı yıkatmak istediğimiz için, arada bir gece daha konaklayacak bir yerler arıyoruz. Arada bir gece kaldığımız Rosario sevimli ve fazla kayda değer özellikleri olan bir kent değildi; Ernesto 'Che' Guevara'nın doğduğu yer olması dışında. Ernestito'nun doğduğu ev ise özel mülk ve ziyarete açık değil. Che'nin çocukluğunda taşındıkları ve gençliğini de geçirdiği esas müze-ev Cordoba'nın kuzeyinde yer alan Alta Gracia'da ama, oraya da gitmemiştik zaten. Çok oyalanmadan, ertesi sabah Rosario'dan ayrıldık.
Buenos Aires'te görüşmek üzere.