Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Yunanistan ::::: Meis ::::: Kastel Rosso        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Yunanistan Meis 05 Eylül 2018 22 Ağustos 2018
25 Ağustos 2018
2642 0 Artemis 

 Kastel Rosso
 (Tanıtım)

Doksanlarda bir tarihte Fethiye-Alanya güzergahında yaptığımız tatilin bir gecelik duraklarından biriydi Kaş. İlkokul çağlarındaydım. Kaldığımız pansiyon,  Likya lahitine çıkan yokuş üzerinden aldığım yeşil hamur bebek hala aklımda. Ve bir şey daha vardı aklımda kalan: karşıdaki ada. Bir avuç dağınık ışık, karanlıkta bir silüet... Hayat deniz kenarında bir beldede, bir adada nasıl olur? Her zaman eşsiz olabileceğini düşündüm. Susuz, denizsiz yerlerin insanları denize, maviye imrenir. Ben de öyleyim. Deniz görünce heyecan duyan, denizden ayrılınca üzülen, denize arkasını dönemeyen...O gün o adanın insanlarını düşündüm. Dört yanının lacivert kristal sularla çevrili olması ne büyük bir ayrıcalık!



Aslında işin aslının böyle olmadığını yıllar sonra öğreneceğim. Turizm denilen şey keşfedilene kadar yokluk içinde geçen hayatları, şarkılara folklora yansıyan trajik hikayeleri. Eski bir Yunan şarkısındaki gibi:

"Sana söyledim ve tekrar söylüyorum,

İnme sahile...

Bir fırtına çıkar, seni alır götürür..."*

Balıkçılar, sünger avcıları, denizciler... Vurgun yiyenler, boğulanlar, gemisi batanlar, gidip de dönmeyen erkekler...Dul kadınlar, yetim çocuklar, melankolik şarkılar, yas rengi siyaha boyanan evler...

Dalga çıkar ana karayla bağın kesilir. Meyve gelmez, sebze gelmez, su gelmez... Balığa çıkamazsın... Belki yağmur yağar... Belki salyangozlar kaplar etrafı ve yiyecek bir şey buldum diye sevinirsin.

Öğretmen gelmek istemez, doktor gelmek istemez...

Askerliği ücra adalara çıkan erler, onların aileleri karamsarlığa kapılırlar...

Onlardan biridir işte karşı ada. Komşu ülkenin en doğuda, ana karaya en uzak, en unutulmuş köşesi. Üzerinde kışın üç yüz kişi ya var ya yok. Nüfusun çoğu bu hiçliğin ortasında askerliğini yapan ana karalı erkeklerden oluşuyor.

Aynı ülkenin en yakın köşesi dört ila altı saat uzaklıkta. Komşu ülkenin turistik beldesi yirmi dakika mesafede.

Hepi topu üç beş çocuk var üzerinde... Öğretmen desen aylardır gelmiyor. Öylesi işte hayat...

Bana bakarsanız hala işin romantizmi peşindeyim. Yirmi dakikalık yolculuğumun sonu film karesini andıran renkli evlere, tatlı Yunan şarkılarına, en sevdiğim deniz ürünlerine çıkıyor.

Gece uyuduğum odanın penceresi açık. Bir tarafta titrek dalga sesleri belli belirsiz...Bir tarafta cırcır böcekleri... Tatlı meltem yaprakları hışırdatıyor. Yolunu şaşırmış dağ keçileri arka bahçede be'liyor... Rüzgar keten perdeyi aralıyor. Renkli evlerden birini görüyorum. Gökyüzü, yıldızlar, ay dolunay olacak birkaç gün sonra. Uykuya geçmenin daha iyi bir yolu olabilir mi?

Her gün aynı insanları görüyorum. Marketteki çocuk artık bazen para bile almıyor. Yaşlı balıkçı kırık dökük Türkçe'siyle tuttuğu balığı anlatıyor. Balığı temizlerken denize attığı solungacı bir caretta caretta kapıveriyor.




Böylesi huzurun içinde, bu küçücük adada insan hayatlarının geçmişte büyük trajedilere sahne olduğunu öğreniyorum. Zaten hissediyordum başından. Bir şeyler vardı burada. Beni ona çeken... Bir hüzün, bir şeyler işte...

Bir zamanlar karşıdaki Kaş henüz bir köy kadar küçük, belki unutulmuş bir ücra iken, bu adada on beş bin insan gösterişli evleri, altın gümüş işlemeli giysileri içinde yaşıyor, Mısırla ticaret yapıyor, kazandıkları parayla adalarına hizmet ediyorlardı. Büyük kiliseleri, muhteşem okul binaları vardı.

1913'te kendi kendilerine Yunanistan'a bağlanma mücadelesi verdiler. Ana karanın konuya ilgisi azdı. Hayatlarını kökten değiştiren ise savaşlar oldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. 1915-1921 yılları arasında Fransızlar Kilikya ve Suriye operasyonları için adayı işgal ettiler. Fransızların varlığından ötürü ada karadan Türkler tarafından bombalandı. Hal böyle olunca adadan ciddi bir göç yaşanmaya başlandı. Nereye mi? Pasifik'e, Avustralya'ya... Melbourn, Sydney, Perth... 1921'de ada İtalyanlara terk edildi. 1926'da büyük bir deprem oldu, pek çok ev yıkıldı. Ada insanlarını önce Kaş'a yolladılar, sonra Orta Doğu'ya. Tekrar dönüşe geçtiklerinde bindikleri gemi alev aldı. Pek çok insan hayatını kaybetti.  İtalyanlar işgal süresince yerlileri asimile etmek için ellerinden geleni yaptılar. 1941'e gelindiğinde on beş bin nüfustan sadece 1110 kişi kalmıştı. Tüm bu talihsizliği İkinci Dünya Savaşı izledi. Almanlar 1943'te adayı bombaladılar. 1926'da geriye birkaç bina kaldıysa onlar da yıkıldı. Üzerine bir de Britanya bombaladı adayı. Adanın kalan nüfusunun önce Kıbrıs'a sonra da Filistin'e gönderilmesine karar verildi. 1945'e gelindiğinde bir avuç insan talihsiz topraklarına dönmeyi başarabildiler.



Adanın okul binası... Çemberin içinde 23 Nisan 1917'de tam olarak oraya bomba düştüğü yazıyor. 


Artık ada nüfusunun büyük çoğunluğu uzaklarda, çok uzaklarda Avustralya'da yaşıyorlardı ve kardeşlik cemiyetleriyle kültürlerini yaşatmaya çalışıyorlardı. Doğu Akdeniz'den Pasifik'e uzanan hayatlar...


 


İşte doksanlarda bir tarihte ben karşıdan bakıp, bir avuç dağınık ışık görürken, birileri adayı eski canlı haline kavuşturma telaşına çoktan düşmüşlerdi. İtalyanlar gelip, o meşhur filmi çektiler. Taksiratlarının bedelini ödediler. Avustralyalıların bir kısmı emekli olup, adalarına döndüler. Yaz için bile olsa şenlendirdiler adalarını.


Dükkanın üzerindeki tabelada "Sydney-Meis yeniden canlanma bağlantısı" yazıyor. Türkçe hali kulağa biraz tuhaf gelse de ne denilmek istendiği sanırım açık.


Türk turistler günlük geziler yapmaya başladılar. Hatta ada ile Kaş hattında ilk evlilik birkaç sene önce gerçekleşti. İtalyanlar kotralarını demirler oldular. Bazıları ev satın aldılar. Adada çok kültürlü bir düzen oluştu.

Acılar, gurbet, savaşlar unutulmadı ama yaraları acıtmıyor. Yazlıkçıların çocukları dar sokaklarda koşuşturuyorlar. Yaşlılar kapı önlerinde turistleri selamlıyor. Kafelerde turistler ve askerler...

Kader biraz da Kaş'a bağlı. Kaş'a çok turist gelsin, onlara da düşsün. İki ülke ilişkileri iyi olsun... Kim bilir belki bir gün Türkiye'den su da çekilir.

Likya ülkesinin insanlarıyız neticede, fark eder mi konuşulan dil... Şu antik Lahitlerin, kristal suların hatırı yok mu hiç?



Ada, the island, το νησί....



*Yukarıda bahsi geçen şarkıyı bu linkten dinleyebilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=U9crT6RJ8gM















 Yazılan Yorumlar...
  Henüz Yorum Yazılmamıştır
 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.