Berline 4.gidişim.
Pandemi bile durduramadı torun özlemimi. Daha önce gezi âlemi sitesine Berlin: 40. Sanat
Yılımız..." başlıklı ayrıntılı sanatsal gezi yazısı yazmıştım. Şimdi 15 günlük
kalışımda birazda buradaki yaşama bir büyüteç tuttum. Ankara'dan Berlin'e yeni
havalimanı Willy Brandt'a direk uçuşla vardım. Yeni havaalanı 2 bin futbol
sahası büyüklüğündeymiş. Kolaylaştırıcı yönergeler sayesinde sorunsuz canlarıma
kavuştum.
15 gün torunumu her gün kreşe bırakıp alma sürecinde tek başıma
Berlin gezmelerim ve gözlemlerim sürdü. "Almanya bizi kıskanıyo" cümlesi
kafamda dönerken; Berlin'in parklarını, pandemi sürecindeki kolaylaştırıcı ve
ücretsiz hizmetlerini, her mahallede olan devletin kreşlerini, mahalle baskısı
olmadan insanların yaşamlarını özgürce sürdürmeleri, bisiklet yollarının araba
yolları gibi her yerde olması, patronunda işçisinin de bisikletle işlerine
gitmesi, evsizlere yaşlılara sunulan devletin olanaklarını, ücretsiz sunulan
resim, müzik, drama, kütüphane gibi hizmetlerin olduğu aile yaşam merkezleri, kısacası sosyal devlet anlayışını kıskanırken
buldum kendimi...
Neden neden soruları kafamda uçuşup durdu. Bu kadar eğitimli,
çalışkan, üretken, yurtsever insanlarımız varken, coğrafyamız bu kadar
zenginken biz neden bu hizmetlerin bir çoğunu "paramız olduğında alabiliyoruz" diye sorgulayıp durdum.
Ankara'da pandemi sürecinde aciliyet gerektiğinden 2 kez ücret ödeyerek pcr
testi yaptırmıştım. Berlin'de sadece kimliğimle her semtte bulunan ve herkese
açık test merkezlerinde ücretsiz testimi yaptırıp, 15 dakika sonra sonucumu bile
aldım.
5 yaşındaki torunum bu testlere o kadar alışmış ki, birlikte gittiğimiz
merkeze, kendisi kapıdan girerek,
koltuğa oturup testini yaptırıp uygun yönergeyi takip ederek dışarıda onu
beklediğimiz kapıya gelebiliyor.
Torunumun haftada 3 gün, kreşe gitmeden
önce evde test kitiyle (15 dakika sonra
sonucu gösteren) yapılan covid testi sonucunu kreşe girerken öğretmenine uzatıp
arkadaşlarının yanına gitmesini şaşkınlıkla izledim.
Bu test kitleri de
çalıştıkları şirketler, kurumlar tarafından ücretsiz sağlanıyor. Torunumun gittiği
kreş (kita) 3 yaşından 6 yaşına kadar gidilen
Kindergarten. Berlinde çocuklar
birkaç aylıktan itibaren Kita'ya gidebiliyor, ilk 3 yaşına kadar farklı bir
bakım gerektiği için bu tip kita'lara Kinderkrippe diyorlar.
Sosyalleşmeleri
aslolan, ödevler, v.b. sorumlulukları ilkokula bırakıyorlar ve fakat kreşte her
gün çocukları parklara, çarşılara, müzelere, v.b yerlere götürüp hayata karıştırıyorlar. O kadar çok farklı
konseptlerde çocuk müzeleri var ki, bu müzelerde interaktif etkinliklerle
çocuklar hayata hazırlanıyor. Kitalara çocuklar anne ya da babalarıyla yürüyerek
yada bisikletle geliyorlar. Berlin
merkezinde kiralar çok pahalı olduğu için şehir merkezindeki kitalar
genellikle apartmanların girişindeler. 45
yıllık eğitimciliğimde ülkemizde okul sürecinde yüzde 80 annelerin çocuklarla
ilgilendiğine tanık oldum. Veli toplantılarında tek tük babalar olurdu. Berlin
de bu eşitlenmiş. Babalar anneler kadar çocuklarıyla beraberler. Anne babalar
ailede her işte ortaklar.
Devlete ait ücretsiz Kunstraum Kreuzberg Bethanien. İçinde çağdaş sanat galerisi, müzik okulu, sanatçı stüdyoları, restoran ve tiyatro alanları
Gezdiğim yerlerde, özellikle Türkler arasında küçük
İstanbul dedikleri Kreuzberg
semtine yakın kaldığım için çok sayıda Türklerle sohbet olanağım
oluyordu. Şikâyetleri (pahalılık, ayrımcılık, fazla özgürlük gibi) epeyce vardı.
Yine de Türkiye'ye dönmeye niyeti olan pek kimse yoktu
diyebilirim. Yeni kuşak Türklerin adaptasyonu, fırsatları değerlendirmeleri,
eğitimden yararlanmaları dedelerine nenelerine göre daha iyi. Komşumuz Lale
hanımla bir kahve içtik. Çok genç yaşta Berlin'e gelip 3 çocuğu olduğunu,
boşandığını ancak yılmadığını ve 3 çocuğunu da okuttuğunu çok güzel işlerde
çalıştıklarını anlattı. Kendisi de hala sevdiği bir işte çalıştığını umutla
anlattı. Eğitime bu kadar gönül vermesi, babasının köy enstitülü bir öğretmen
olmasından kaynaklandığını düşündüm.
Şansıma Ankara'da kar yağarken Berlin de havalar iyiydi. Hatta güneş sıkça yüzünü gösterdi. Güneşi gören
Berlinliler parkları, açık hava kafelerini, nehir kenarlarını dolduruyorlar.
Zaten kentin yarısı park, yürüyüş alanları. Her parkta çocukların bağ
kurdukları hayvanlar, ahşap oyun alanları ve bisiklet alanları mevcut.
Parklarda hiçbir şekilde plastik kaydırak, salıncak, v.b.oyun parkı setleri
görmedim. Hepsi ahşap, ip, doğal malzemelerdendi.
Sevdiğim heykel, Spree nehri üzerinde bulunan 30 metre yüksekliğindeki Molecule Man karşıda.
Farklı etnik yapıların çoğunlukta olduğu bu Başkentin
birbirlerine olan hoşgörüsü alkışa değer. Ukrayna Rus savaşına dair çokça
protestolara ve savaşa hayır afişlerine rastlıyorum. Hatta bizzat tanık olduğum,
Odesa'dan savaştan kaçanları trenden
indiklerinde evlerini açan Berlinlileri gördüm.
İşgal evlerinin yaygın
olduğu Berlin'de artan kiralara ve konut sorununa tepki olarak gerçekleştirilen,
özellikle Doğu Batı Berlin birleşince bu belirsizlik sürecinde 'karşı-ev'ler oluşmuş. Bu ev işgalleri farklı yaşama
kültürleri ortaya çıkarmış. 1970'lerde başlayıp
1980'lerde yaygınlaşan ev işgallerinin ana meselesi emlak piyasası
spekülasyonlarına karşı çıkmak, daha demokratik ve katılımcı bir şehir kültürü
oluşturmak ve geleneksel evin dayattığı aile ve birey tanımına alternatif
olarak bir 'karşı ev' oluşturmakmış. İşgal evlerinin çoğu günümüze kadar polis
baskınına uğramış, çoğu evlerden çıkarılmış. Ele geçirilemeyen bazıları ise
belediyelerin dernek vakıf gibi kurumlar üzerinden işgalcilere teslim edilmiş. Bu evlerin bazılarını görmüştüm,
bu gelişimde içinde yaşayanların Ukrayna Rusya savaşı karşıtı etkinliklerine
rastladım.
Berlin de Yozgatlı Osman Kalının gecekondusuna bir selam.
Birde ünü dünyaya bile yayılmış Yozgatlı Osman Kalın'ın gerçek hikayesi var. Soğuk Savaş'ın simgesi
duvarlar örülüyken ölüm şeridi denilen duvarın dibinde önce sebze meyve
yetiştiren, sonrasında gecekondu konduran halkın Osman amcası
canla başla direnmiş önceleri Doğu ve Batıya. Almanların lügatinde bile
bulunmayan gecekondusunu da kondurunca
Berlin Belediyesi müdahale etmiş ve Osman Kalın insanlarında desteğiyle
büyük bir direniş göstermiş. 1991'de duvar yıkılırken Kalın'ın 25 metrekarelik toprağı 500
metrekareye ulaşmış. Alman yasalarına göre de bu gecekondudaki ev sahipliği 30
yılı doldurduğu için tapusunu vermek zorunda kalmışlar. Berlin'e her gittiğimde
bu yoldan geçerken bu cesur Osman amcanın roman gibi direnişi aklıma gelir ve
yeniden birkaç fotoğraf çekmeden
duramam.
Zaten her geçtiğimde rehberlerin turistlere bu gecekondunun
hikayesini anlatırken bulurum. Berlinin ünlü bir turistik yeri olmuş bu
gecekondu ve bahçesi. Yıllardır Hukuk Fakültelerinde
anlatıldığını duyduğum Alman atasözü olan
"Berlin'de hâkimler var" başlıklı yazıyı okuyunca, önceki Berlin'e
gelişimde 1 saat uzaklıkta olan
Potsdam'a trenle gidip değirmeni görmek farz olmuştu. Merak edenler bu yaşanmış
müthiş etkileyici yazıyı rahatlıkla internetten bulabilirler.
8 Mart'ın Berlin'de 2 gün resmi tatil kabul edilmesi
ve soğuğa rağmen güneşli bir gün olması nedeniyle insanlar sokakları, parkları,
meydanları doldurdular. Mariannenplatz Meydanı
bize yakın olduğu için 'Purple Ride' etkinliğine gittik. Binlerce kadın mor
renkli kıyafet, fular, v.b. aksesuarlarıyla bisikletleriyle alanı doldurdu. Daha
az araba, daha çok bisiklet afişleri vardı. İki kadın şarkıcı güne özel temalı mini rep tarzında
konser verdi.
Hatta bu etkinliğe paralel olarak İstanbul'da aynı anda Purple
Ride kutlaması yapıldığı için destek ve
dayanışma adına Türkçe olarak İstanbul'dan gelen mesaj okundu ve büyük alkış
aldı. Berlin'de kadınların alacağı haklar pek kalmamış bence. Bizim
kardeşliğimiz Avrupa'nın sınırlarını aşıyor sloganıyla, Berlin'de yaşayan
mülteci Afrikalı kız çocuklarının eğitimi yararına mor renkli maskeler, minik
aksesuarların satışları yapıldı.
Ataerkil düzene karşı söylemlerin yanı sıra direklere daha radikal
guruplar afişlerini astılar ve alanda bulunan birkaç kadın polis sadece
izlemekle yetindi.
Binlerce bisikletli kadın neşeyle, düzenli bir şekilde
Leopoltz Meydanına doğru yola çıktılar. Aynı anda Türkiye'deki kutlamaları da
takip ettim ve kadınlarımızın hak etmediği görüntülerle karşılaştım, çok
üzüldüm.
Havaalanı artık bir park/Tempelhof Parkı
Berlinlilerin
kullanımına açık devasa bir parka dönüştürülmüş olan eski Tempelhof Havalalanına
pikniğe gittik ve ucu bucağını bile göremediğim bu parka hayran kaldım. Bisiklete binenler, paten yapanlar,
uçurtma uçuranlar, dans edenler, piknik yapanlarla doluydu. Zaten
zamanında bir kilometreden uzun terminali ile Pentagon'dan sonra dünyanın en uzun
binası olarak bilinen, 'bütün havaalanlarının anası' olarak kabul edilen bir
mimari yapıtmış Tempelhof Havaalanı.
Tempelhof Parkında bir aile
Ülkemizde olsaydı gökdelenler dikilip 40,
50 bin nüfuslu bir şehir inşa edilirdi bu
eski havaalanı bölgesine diye düşünmeden
edemiyorum. Burayı parka dönüştüren etkili ve yetkilileri kutluyorum. İlham
verici olsa bizim gibi beton sever
ülkelere!
Almanya'da yaşayan
Türkler belki benim gözlemlediklerimin birçoğunu önemsemeyebilirler. Sosyal
devlet anlayışına karşı özlemim ve ilgimden ötürü ilgimi çekti doğal olarak.
Belki
benim göremediğim ayrımcılığı onlar sürekli orada yaşadıkları için
hissediyorlardır. Her türlü zor koşullarımıza karşın; ülkemizin dinamizmi,
insanların umutlarının peşinden cesaretle yürümeleri, zengin coğrafyamız anlamında
şanslı olduğumu düşünüyorum. Yine de Berlin gözlemlerimi pandemi
sürecinde gezginlerle paylaşmak istedim. Umutlarımız hep kalsın güzellikler
bizimle olsun.
(Almanya tarihinin bir sembolü 'Trabi' sembolü-sosyalist rejimin statü sembolüydü)
Geze kalın sağlıkla kalın sanatla kalın umutla kalın.