Tura geldi, Tura Gittik – 6 (Brugge)

Gezimizde hepimizi en çok etkileyen,
Brugge’ye gidiyoruz,
Yolun sağı solu,
Yeşil mi yeşil,
Yeşillik olan yerde otlayan hayvanlar,
Uçsuz bucaksız çiftlikler…

Bir gece Brugge(brüj okunur)’da kalıcaz
Otelin adı, Academia,
Dört yıldız,
Son derece basit ve mütevazı,
Burada bir tane internet terminali koymuşlar,
Hem de bedava!
Diğer otellerden farkı.



Brugge/Belçika,
Gezinin en güzel şehri bence,
Kanal şehri, çok güzel sarmış,
Binaların hepiciği tarihi,
Nostaljik faytonlar, genelde bayanlar kullanıyor.
Zaten bir atı idare eden, eşini daha iyi idare eder!
Beş kişi, yarım saat, otuz Euro,
Pazarlık yok!
Belediye koymuş bu fiyatları,
Hayvanlar haftada iki kere,
En fazla sekiz saat çalışırmış!
Biz hala insan hakları derken onlar hayvan hakları diyor!
Yaklaşık otuz fayton var,
Başlarında, kovboy şapkası,
Küçük ama çok sevimli.
Hikâye bu ya
O devrin krallarından biri Brugge halkına,
Kuğu bakın diye ceza vermiş,
Onlar da o zaman bu zaman kuğu bakarlarmış!
Şimdi de kuğu şehrin sembolü.
Restoranlarda menü, ortalama 16-20 Euro,
Yollar taştan ama çok dar, bir araç zor geçer,
O yüzden tek yön uygulaması var,
El emeği göz nuru işlerinde,
En iyilerden biri olarak bizi bilirken,
Brugge görünce,
Ya bizimkiler buraya geldi,
Ya da bunlar çok şey kapmış,
İşlemeler, kanaviçeler, örmeler, perdeler
Neler neler...

Bisikleti ulaşım vasıtası olarak,
Çok yaygın kullanıyorlar.
Bir afiş var, yolda,
Diyor ki
1000 yıldan fazla süren gelenek,
Kumdan heykeller yapma festivali.
Şu tarihler arası, Brugge’de.....
Tok nal sesleri,
Bir fayton,
İki beygir gücünde,
Arkasında, bir araç en az yüz beygir gücünde,
Ama beygirleri görünmüyor.
Guido Gezelle adına büyük bir heykel yapmışlar,
Hani deriz ya
Sen heykeli dikilecek adamsın.
Kanalın kenarındaki evler,
Çiçeklerle öyle güzel bir bezenmiş ki
Cennet sanki.





Bizde trafik akmasın,
Hemen kornalar devreye girer,
Sanki korna ötünce bir şey olacak?
Tanımı soyut olan kültürün, somut bir ölümsüz örneği!
Ya da,
Olmayacak yerde anormal hız yapmak,
Avrupa bunu aşmış,
Adına ne dersek, diyelim,
Sosyal kültürleri, var bu konuda.
Havalı havalı korna çalan görmedim.
Şehir içinde, asfalta lastik yediren görmedim.
Bisiklet ve motosiklet sürerken, kask takılıyor,
Bunlar güzel şeyler,
Hiç bir komplekse girmeden alalım bunları.

Motoru icat eden Avrupalı,
Neden bisiklete biner?
Sağlık için.
Alalım bunları.
Bizler her yere asfalt döküp
Üzerine bu asfalt Büyükşehir tarafından dökülmüştür,
Hayırlı olsun derken,
Avrupalının yolları neden taştan?
Bir zamanlar bizim milli vasıtamız fayton,
Neden yok oldu?
Onlar neden faytonu kullanıyorlar?
Alalım bunları.

Sessizlik, sakinlik, huzur,
Kendinizi bambaşka hissetmek istiyorsanız,
Brugge’e gidin.
Adamları tebrik etmek lazım,
Bambaşka bir şehir yaratmışlar.

Paris’teki dükkânlarda,
O zarafeti göremedim.
Kepenkler çok soğuk ve görüntüleri pek hoş değil,
Ama Brugge’deki, dükkânlar çok sıcak,
Gel bana diyor, gel…
Bak bana diyor, bak…
Almasan da olur,
Çekici mi çekici.

Gece karanlığında ilerleyen fayton,
Işıklarını yakmış,
Nasıl olsa, nal sesimi duyarlar demiyor.
Bizde sağa çekmiş ışıksız traktör
Ya da kamyon,
Nasıl olsa görürler diyor!
Hemen ardından pek çok cana mal olan kazalar...

Her yerde bisiklet var ama
Park yerleri de var.
Emniyete alınması için gerekli tedbirler de var.





Avrupa’da güneş ender görülüyor,
Onun için
Güneş topla benim için diyorlar.
Bizler güneşin değerini bilelim, nimet!

Dışarıda oturmayı çok seviyorlar,
Kafe demek; büyük çoğunluğu dışarıya taşmış işletme demek.
Restoranlar da öyle.
Ama hava soğuk?
Nasıl olacak bu?
Bir yerde gördüm,
Dışarısını elektrikli ısıtıcılar ile ısıtıyorlar.
Buzulları eritmeye benziyor bu!
Olsa olsa psikolojik etkisi vardır, her halde.

Belki el işi bizde daha iyi ama
Brugge el işlerini çok iyi pazarlıyor,
Bu işi yapan çok mağaza gördük,
Vitrinler çok güzel dekore edilmiş,
Pazarlama ticaretin anahtarı,
Bizde de bu işi çözmüş,
Önemli devlet büyüklerimiz yok değil!

Şehrin bir haritasını caddeye koymuşlar,
Çepeçevre nehir ile çevrili,
İç kısımları ise kanal ve kanalcıklar ile
Örümcek ağı gibi örülmüş.

Sokak lambaları hem aydınlatıyor,
Hemi de o gece karanlığında,
Hoş bir nostalji yaratıyor...

Zabalan otelde kahvaltıya indik,
Hizmet var,
Personel yok!
İn cin top oynuyor ama ligleri yok!
Filhakika istediğin her şey hazır!
Gezide, biri demez mi?
Benim canım kaz ciğeri çekti, Karslı mı ne?
Sabah sabah kahvaltıda,
Nereden bulucan kaz ciğerini?
Kahvaltılarda,
Uyarı yazıları da olsa
Kibarca, çalmayın ama!
Bizim doğuştan zeki halkımız, dinler mi be!
Sinekten yağ çıkarır zihniyeti ile
Öğle ve akşam yemeklerini bir güzel ayarlıyor,
Kimsenin ruhu duymuyor…

Bizim bir yemek kültürümüz var,
Ki bu kültür çok zengin,
Çok sağlıklı,
Bu arada günlük yaşamda her şeyde tasarruf yapılmalı diyen ben;
Çok sağ ol yerine, az sağ ol,
Çok öptüm yerine, az öptüm demeye başladım.
Çorbalarımız ise bir tane,
Hele tarhana.
Ama anamın tarhana çorbası, burnumda tütmesin mi?
Bundan olsa gerek hemoroitim azmasın mı?
Kıvrandım durdum,
Yanınızda hazır da olsa çorba götürün,
Sık sık için,
Benden söylemesi.





Otel idaresi demiş ki
Dışarıya malzeme çıkarmayın,
Ama kim takar?
Onlar farkında,
Biz farkında.
Bu konuyu ne zaman açacak olsam,
Aman canım sen Rusları görmemişsin.
Adamlar, kasa kasa ülkelerine yiyecek götürüyorlar,
Bizimki de neymiş canım,
Onların yaptıkları yanında lafı bile olmaz!

Otelin avlusuna çok güzel doğal bir akvaryum yapmışlar,
Çevresini çiçeklerle süslemişler,
Bende bir incelik var, der gibi.
Avlunun ortasına da
‘Ben böyle eserin içine tükürürüm ‘ türünden bir bayan heykeli.
Kadın iki kolunu yana açmış,
Sol bacağı geride,
Çırılçıplak.
Tüm dikkati ile göğe bakmakta.

Fiyatlar 110 Eurodan, 193 Euroya kadar gidiyor,
Tabi bunlar resmi rakamlar.
Turun fiyatları çok daha avantajlı,
Otelin önüne bir masa koymuşlar,
Broşürden geçilmiyor,
Bakarken bronşit oldum!
Pazarla da nasıl pazarlarsan pazarla.
Kanalın üzerine bir tane ev yapmışlar,
Bina üzerinde Sancta Elizabeth 1776 diyor,
Ben bu eve bittim.
Deseler ki dile benden ne dilersin,
O evi isterim,
Aklım hala o evde.
Başıma bir talih kuşu konsa, o evi almak isterdim,
İnsana bu kadar huzur veren bir ev olabilir mi?
Altından kanal suları akanken,
Su sesi ile uyumak?
Kanalın hemen çevreninde ördekler,
Yeşillik, en koyuşundan.

Bir heykel görüyoruz,
İki el birbirine kenetlenmiş,
Sanattan pek anlamamak ta
İki eldeki damarlar göze çarpıyor.
O kadar güzel yapmış ki
Ben sanatçıyım diyor, heykeltıraş.
Ucube değil yani!
Bu arada,
Heykeli traş edene heykeltıraş dersem, yer misiniz?

Yüce Mevla’ın vardır bir bildiği,
İnsanlar farklı farklı,
Ama hayvanlar her yerde aynı,
Yeşilbaşlı gövel ördek,
O da aynı.
Ama yeşilbaşlı gövel ördek türküsü bize ait.
Hele Müzeyyen Senar söylerse...

Bitkiler ve ağaçlar da aynı.
İnsanoğlu ben buralıyım der,
Kediler her yerde miyav,
Köpekler hav hav.
Brugge’de de durum buydu.


Ben kuşlara özenirim,
Dünya vatandaşıdır, onlar.
Kanatları ceplerinde,
Canları istedikleri yerde.
Şu dalın tepesindeki balıkçıl kuşu,
Kim bilir kaç ülke gördün?
En çok nereyi beğendin?
Şimdi nereye gideceksin?
Keşke bana söylesen,
Şurayı mutlaka gez desen,
Hiç düşünmeden giderim.
Hele sen demişsen, seni kıramam…
Senin yorumun doğa kokar,
Senin gibi doğaldır.
Benim memleketi de görmüşsündür,
Keşke senin de elin ayağın tutsaydı,
İnternetten anılarını yayınlaya bilseydin?

İnsanın iki yakası bir araya zor gelir,
Ama köprü iki yakayı her zaman birleştirir.
Şu kanalın üştün deki tarihi köprü,
Kaç gelin geçti üstünden?
Ama bir türkünüz yok!
‘’Köprüden geçti gelin!

Kimler geldi,
Kimler geçti, diyen bir Ajda Pekkan’nınız yok.
Gerçi son zamanlarda,
Hadise sizi de idare ediyor, bizi de.
ABD’nin Irak’ı işgalinden çok önce,
Aman petrol, canım petrol demişti de, Eurovision’da,
Yine de dereceye girmemişti.

Bir dilin olsa da desen bize;
Neler gördün?
Neler geçirdin?
Ben olmasam, nasıl iki yakanız bir araya gelirdi?
Yatın kalkın bana dua edin.


Avrupa’da yamaç paraşütü yapmayın,
Ya da
Uçaktan atlamayın, derim.
Çünkü
Allah göstermesin,
Bir kaza yaşar da
Kilisenin şöyle uzayı gösteren,
Gotik tarzındaki ucu sivri mi sivri, hacın üzerindeki çubuğa,
Kazıklı Voyvoda usulü oturma riskiniz,
Maalesef bulunmaktadır,
Benden söylemesi.





Gördüğüm her tip çöp bidonunu çektim,
Çöp deyip geçmeyin,
Ki bizler;
Çöp şiş yemeden duramayız.
Çöp medeniyettir,
Tuvalet te öyle.
Bu ikisini aşmış milletler medenidir,
Ortalığı kokoreç götürüyorsa,
Geri kalmış,
Medeniyetten nasibini almamıştır.

İkinci zevkim de
Faraş koleksiyonu yaparım,
Bende farkındayım
Böyle bir koleksiyon olmaz,
Ama dostlar koleksiyon görsün!
Koleksiyon yapar mısınız?
Yaparım,
Ne yaparsınız?
Faraş!
Neden?
Kokoreci çok severim de.

Bir heykel görüyoruz Brugge’de, Maunts Sabbe(1873–1938),
Atamızla aynı yıl rahmetli olmuş,
Kendisini bilmem tanımam ama
O’nun da ruhuna bir fatiha okudum,
Farklı dinler olsa da yaradan bir.

Tam o sırada köprüden doksana yaklaşmış,
Bir nene geçiyor.
Konuşabilseydim, keşke diyorum içimden,
Canlı tarih dedikleri bu olsa gerek.
Neler gördün?
Neler geçirdin?
Kaç kişiyi sevdin?
Sevdiğinle evlenebildin mi?
Kaç evlat,
Kaç torun?
Nurdan Torun’u tanır mısın mesela!
Sağlığın yerinde Allah uzun ömürler versin, nine
Ellerinden öperim.



Bir kamyon çekilmiş kenara,
İçinde inşaat malzemeleri.
Belli ki
Bir tadilat var.
Yol tıkalı gibi
Tam o sırada siyah Mercedes arabası ile
Bayan bir taksi şoförü,
İğne deliğinden geçer gibi ilerledi, geçti gitti.
Beynin cinsiyeti olmaz,
İşi cinsiyet yapmaz,
Akıl yapar.
Akıl da ikiye ayrılır;
A kıl,
B kıl!
Yani bir kıllık var, bu akılda!


Bir pastane önündeyiz,
Camekânda çeşit çeşit pastalar, kekler…
Turşu görmüş gibi ağzımız sulandı birden,
Birinin tepesinde,4,5 Euro yazıyor.

Restaurant Tanuki diyor,
Bir bina üzerinde,
Şüphe yok ki
Uzak doğulu olmalı,
Farklı kültürler,
Birbirlerini anlamaya,
Tadını çıkarmaya çalışıyorlar,
Bu fani dünyanın.

Bir dükkân vitrininde,
Heykel sanat eserleri ama hepsi seksi.
Ve genelde bayanlar...
Ama vitrin camında tükürük izleri göremedim.
Bu da erkek milletinin ne kadar,
Estetik olduğunu gösteriyor,
Ya da bu işi yapanlardan,
Pek bayan yok!

Bir tarihi binanın üstünde,
Heykel motifleri görüyoruz,
Bizim ipek halısı gibi.
Özenle bezenle döşenmiş.
Dar alanda santimetre kareye,
Birçok heykel düşmekte.

Brugge’de,
Bir hastane görüyoruz,
Bu hastanenin özelliği ilk hastanelerden olması,
Tam bu sırada ben bir sıkıştım,
Bir sıkıştım,
Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım.
Görevli bayan ille para diyor,
Dedim ki
Ya kardeşim sen paradan önce şu kapıyı hele bir aç,
Yoksa altımıza yapıcaz,
Para sorunu çözmez ama kapı çözer.




Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım atmasına ama
Bir de ne göreyim?
Burada da tuvalet kapılarının arkasına bizdeki gibi yazılar yazılmış.
Demek ki insanoğlu,
Yazmayı bu kadar seviyor ki
Tuvalette bile kendini tutamıyor…
Ama bizim yazılar gibisi yok!
Bu konuda,
Dünyanın en iyilerinden biriyizdir, her halde.
Batsın bu dünya,
Ben doğarken ölmüşüm,
Batan güneş beni de al,
Feryada gücüm yok,
Feryatsız duy beni,
Şafak 275,
Gel tezkere gel…
Bunlar masum yazılar.
Bir de popo ve göbekten bahsedenler var.
Cep numaraları da yazmasınlar mı?
Diyelim sizin cebi yazdılar,
Altına da ‘ben götüm’
Birisi aradı ve dedi ki
Ne haber popo
Ne diyeceksiniz?
Kime şikâyet edeceksiniz,
Etseniz nasıl yakalanacak?





Kırmızı bir Skoda görüyorum,
Bizimki de Skoda ya.
Nasıl bir psikoloji ise,
Herkesin arabası kendine en iyi görünür,
Evlat gibi bir şey!

Evlerin dış cepheleri,
Çiçeklerle, yeşilliklerle,
O kadar güzel ve uyumlu hale gelmiş ki
İnşan baka baka doyamıyor…

Köprünün altında bir tekne,
Hep üstünden gelin geçecek değil ya.

Adi lazım değil,
Bir kiliseye girdik,
Yıl 1625 diyor.
Kiliselere girmemizin nedeni;
Nasıl ki
Bizde camiler,
Onlarda da kiliseler…
Mimarileri çok değişik,
Belirgin bir şekilde, dikkat çekici.

Bu kilisede,
İsa’nın çıplak bir heykeli var,
Meryem Anamızın kucağında ama bu durum çok endermiş.
İsa peygamber ve pipisi,
Sen kalk oralardan buralara gel,
Göre göre,
Bunu gör!
Brüksel’de de işeyen çocuk heykelini görmüştük!
Haydar Abi ne der bilemem ama
Bu yabancıların pipi ile başları dertte.



Kilisenin bir köşesinde,
Bir bayan köşede kendinden geçmiş…
Dua etmekte,
Dinlerimiz farklı da olsa da
Yaradan bir,
Allah kabul etsin.

Melekler kadar,
Kanatları da dikkat çekici,
Her bir kuş,
Melekleri hatırlatır bana,
Kanatlarını çırparken...

Kilisedeki resimler,
Kiliseyi ziyarete gelen,
Önemli devlet adamları ile ilgili.

Zaten bu dünyada önemsizlerin ne işi var?
Anlamadığım,
Adam zaten ünlü,
Ünlü futbolcu,
Ünlü manken,
Ünlü sunucu demeye ne gerek var?

Papaz efendi bir bebeği vaftiz ediyor,
İnanışlar farklı da olsa,
Saygı duymak lazım,
Çünkü
Yaradan bir.

Hoşgörü;
Seçme şansı elimizde olmayan konularda, anlayışla başlar.
Mesela
Kim cinsiyetini,
Anasını, babasını,
Doğduğu yeri,
Doğum tarihini,
Dilini, dinini seçebilir?
Bunların bir kısmı değişmez, bir kısmı belki değişebilir.
Farklılığa saygı duymak lazım.
Doğa bunu söylüyor, zaten.
Aynı yumurta ikizleri farklı düşünüyor,
Bir çeşit balık yok, bin bir çeşit.
Bitkiler de öyle.
Hayvanlar aynı gibi gelse de,
Sürüde nasıl yavrular, hemen annesini buluyor?

Kilisenin duvarına beş dille,
Lütfen sessizlik, yazıyor.
Türkçe göremedim,
Demek ki,
Halkımızın ne kadar sessiz olduğunu biliyorlar,
Ya da,
Ne kadar kültürlü.

Heykelde İsa’nın pipisini görünce,
Sünnetli mi dedim?
Rehberim yalancısıyım;
Sünnetli imiş!





Brugge’e gelinirde, tekneye binilmez mi?
Binelim dedik,
Kelle başı beş Euro.
Dümencimiz dört dille anons yapıyor,
Yapmadan önce mini bir anket,
Kimler hangi dili biliyor?
Türkçe dedik, demesine ama
Ne yapsın adamcağız bilmiyor!
Burası; şurasıdır,
Şurası; burasıdır.
Ama her gün aynı şeyi yapa yapa, bezmiş halinden.
Her gün bal yenmez ama geçim kavgası,
Adama kokoreç bile yedirtir, valla.

Brugge’de,
Tekneye bin, gez,
Faytona bin, gez,
Bisiklete bin, gez,
Gez Allah, gez.
Adamı sürtük yapar, burası.
Öyle bir yer ki
Huzur veriyor,
Cennet mi desem, ne desem?

Bu gibi gezilerde,
İmkân var ise
Havadan, karadan ve denizden gezmek lazım.
Çünkü
Her bir şekil ayrı bir bakış sağlıyor insana,
Üç boyutlu gezmek lazım.

Allah bin kere razı olsun,
Oralara götüren-getirenlerden,
Resimleri, videoları çekmemizi sağlayanlardan,
İnternet gibi vasıtaları bulan herkesten.
Yoksa
Ben sizlere nasıl ulaşabilirdim?
Rahmetli Atam,
Az sabahlamamış, telgraf başlarında.
Mors alfabesi ile
Di, di, da, di, da, da, da...
Şimdi ile mukayese edilmeyecek boyutlarda.
Ve her gün yeni bir şey ekleniyor,
Zaman dahi yetişmekte çok zorlanıyor, teknolojiye.
En son twitter çıktı,
Bakalım daha neler çıkacak?
Mesela bana, shitter tutar gibi geliyor…

Kanal köprüleri yapısı gereği,
Çok yakın oluyorlar, kanala.
Sanki başımız teğet geçecek gibi geçiyoruz, köprü altından.
Ekonomide teğet geçmenin ne olduğunu hala anlamayan varsa,
Geçsin bu köprülerden.
Bu gibi köprülerde köprü altı çocukları da olamaz.



İnşaattan pek fazla anlamam ama
Su bir tehdittir, binalar için.
Hatta kemirir, içten içe.
Alttan alta.
Ama Brugge’de kanalın sağı ve solunda yer alan binalar yüz yıllardır, su içinde,
Vardır bir bilimsel açıklaması, elbet!

Bir tane yeni görsem ya bina, yeni,
Göremedim,
Ama Beypazarı’nda, bırakın yeniyi,
Kooperatif evleri bile yapmışlar, maşallah!
Hem de gelişigüzel.
Tarih derslerinde,
Tarih nasıl korunur bunu da anlatmak lazım.
Hatta yasa ile de sağlanması lazım.
Eski eserlerin elbette bakımlı olması gerekir.
Geçenlerde Pamukkale’ye gittik,
Bakımsız geldi,
Sanki birileri demiş ki
Aman elleşmeyelim, sihri bozulur!
Pamukkale içine, kooperatif olur mu?
Olmaz.
Ama bizde olabilir!
Bakımlı olmalı, bakımlı tıpkı bayanlar gibi, bakımlı.





Amsterdam’da,
Arabalar kanala düşmesin diye
Demir ağlarla örmüşler,
Bizden mi öğrendiler?
Ama Brugge’de böyle bir şey yok,
Demek ki
Burada ya araç yok,
Ya da
İnsanları çok akıllı.

Kanalın hemen yanında,
Bizdeki denize sıfır gibi
Kanala sıfır bir bina yükseliyor, tarihi.
Duvarı doğal sarmaşıklarla yeşil ile örmüşler,
Sanki tropikal ormanda gibiyiz.

Brugge’de, Adanalı yok!
Benim tanıdığım Adanalı,
Ne yapar yapar yüzer o kanalda,
Ölümü göze alır,
Temizmiş, bokluymuş dinlemez,
Yüzer!

Kanal’ın yaklaşık genişliği on metre,
İki küçük sandal karşılıklı geçiş yapabilir.

Karşıya geçmek için
En iyi ve en kestirme yol;
Köprüler…
Bu yüzden köprüler çok sıkça.

Tam bu sırada bizim büyükelçilik,
O da kanalın kenarında,
İyi de bir bina ha!
Ah dedim içimden ah,
Şurada görevli olmak vardı.
Ama bende doğuştan yükseklik korkusu var,
O yüzden asla üst düzey yönetici olamadım!
Bir,
Sinir karakolunda görev yapanlar,
Bir de
Burada görev yapanlar.
Hakkâri nire?
Brugge nire?

Nasıl bir duygu ise bu, bayrağımızı görünce, yine,
Tüylerimiz diken diken oldu,
Memleketimi özlediğimi hissettim,
Hele tarhana çorbası burnumda tüttü,
Kırkağaç kavunu,
Diyarbakır karpuzu,
Karaman koyunu…

Kafa dinleme ihtiyacı mı var,
Brugge’e gidin,
Ben burada dinlenmedim diyen,
Nerde dinlenir, bilemem!


Önceki Yazı: Tura geldi, Tura Gittik – 5 (Brüksel)
Sonraki Yazı: Tura geldi, Tura Gittik – 7 (Antwerp)




 Yazılan Yorumlar...
sema tekeli
(03 Ağustos 2011)
BRÜGGE GEZİ-YORUMYAZI-YORUM YAZINIZI KEYİFLE OKUDUM... YAZI GELİP TURA KATILMADAN.. 2 ARKADAŞ BAŞIMIZA BRÜGGE Bİ GİDİP GELMEK İSTİYORUZ...ÖNERİLERİNİZİ DİKKATE ALIP KONAKLAMA YERLERİ KONUSUNDA ÖNERİNİZİ BİZİMLE PAYLAŞIRMISINIZ... TEŞEKKÜRLER
Erdin İVGİN
(26 Şubat 2011)
Ferudun Bey, bu güzel yazınız için çok teşekkür ederim. Brüksele kadar gidipte Brugge şehrine gidemediğim için oldukca üzülmüştüm. Ama mutlaka bu şehiri görmek için Belçikaya yine gideceğim.
NEŞE
(25 Şubat 2011)
Brugge yi belki on kere gördüm,yine giderim,hiç bıkmam...Çok uzun değil,günübirlik bile zevk verir insana,sakinlikler içinde bir biblo dur Brugge..Ferudun bey,çok teşekkürler bu güzel kenti,güzel üslubunuzla bir kez daha hatırlattığınız için..
Ferudun Babacan
(25 Şubat 2011)
Allah herkese gezmeyi nasip etsin, bize de yazmayı.
Çok teşekkürler...
Size de Bruggeyi, en kısa zamanda.
hakangeziyor
(25 Şubat 2011)
Ferudun Bey, keyifli uslubunuzla geziye devam ediyoruz...Brugge şehrini her gören hayranlık duyuyor...İnşallah en kısa sürede bize de nasip olur...
Kaleminize sağlık...