Figueres ve Girona: Sanat ve Tarih

Barselona’ya kadar gelmişken Figueres’teki Dali Müzesi ile meşhur Girona kasabasını görmeden gitmeyecektik tabi ki…Akşamdan anlaştığımız gibi herkes (16 kişi) kahvaltısını tamamlamış halde saat 08.30’da lobide hazırdı. Neredeyse artık Seyhan’ın dedesi kabul ettiğimiz Ahmet amca da bizimle geliyordu da Seyhan onu ikna ederek tur otobüsüne gönderebildi.

Kapının önünde tek bir taksi görünce resepsiyondan ilave üç taksi çağırmasını rica ettim. Her gelen taksiye dört kişiyi bindirip istasyona gönderiyorduk. Saat 08.50’de istasyona vardık. Allahtan ilk takside giden Cem ve Kürşat doğru bilet gişesini bulmuşlar ve sıraya bile girmişlerdi. Tren tarife panosuna bakınca bugünün tatil günü sayıldığını ve trenin 09.46’da kalkacağını gördüm. Aslında isabet oldu zira herkesin bilet işlemleri 09.25’te tamamlanabildi. Birer sigara içtikten sonra trenin kalkacağı 13/14 no’lu peronlara geçtik. Barselona-Figueres tren bileti (MD) adam başı 12,75 € idi. Eğer tren MD değil de bölgesel tren olsaydı bu rakam 10,50 € olacaktı.

Barcelona-Sants (Estació de Sants) istasyonu banliyö trenleri, şehirlerarası trenler, hızlı trenler ve metro hatlarının (L3 ve L5) birleştiği Barselona’nın en büyük ve önemli tren istasyonu. Trenimiz önce Girona’ya uğrasa da daha önceden bu geziyi trenle yapan Erdin’in tavsiyesine uyarak önce Girona yerine doğrudan Dali müzesinin bulunduğu Figueres’e gitmeye karar vermiştik. Zira Erdin, Figueres’te Dali müzesinden başka kayda değer bir şey olmadığını oysa Girona’nın tarihi dokusu ve ortaçağ kasabası havasının çok daha güzel olduğunu söylemişti. Haklıydı da…


   

Tren saat 11.35’de Figueres istasyonuna vardı. Figueres, Rosas Körfezinden içeriye doğru uzanan verimli bir ovanın yer aldığı Emporda bölgesinin kuzeyinde küçük bir kasaba. Nüfusu 35.000 olan bu küçük kasaba Salvador Dali ile birlikte anılıyor. Girona tren saatlerini de not ettikten sonra istasyonun hemen çıkışındaki şirin parktan devam ederek yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşle müzeye ulaşıyoruz. Neredeyse tüm sokakların başında bulunan tabelalar sayesinde müzeyi bulamamanız mümkün değil. Müzenin önüne vardığımızda kuyrukta bekleyen yaklaşık 100 kişi canımızı biraz sıksa da hızla ilerlediğini görünce rahatlıyoruz. 20 dakikalık bir beklemeden sonra müzeye giriş yapıyoruz. Müze giriş ücreti 11 €. Giriş için iki bilet veriyorlar ve ikinci bilet başka bir binada yer alan Dali Mücevherleri Müzesi için. Müze bu mevsimde 09.30 – 18.00 arası açıkken yaz döneminde 09.00 – 20.00 oluyor. Kalabalık olduğumuzdan herkesin en geç saat 14.15’te hemen binanın çıkışında yer alan ve birkaç tane kafeterya bulunan meydanda toplanmasına karar veriyoruz. Daha sonra ver elini Dali…

1960 yılında Figueres belediye başkanı, yıllar önce Dali'nin ilk sergisine ev sahipliği yapmış ve iç savaşta zarar görmüş olan Belediye Tiyatrosu'nu “Dalí Tiyatrosu ve Müzesi” adıyla restore etmeye karar vermiş. Dali, müzenin her köşesini kendi tasarlamış, inşaatı ve dekorasyonuyla bizzat ilgilenmiş. Müze 1974'te açıldıysa da, Dali 1980'lerin ortasına kadar ufak eklemeler ve değişiklikler yapmaya devam etmiş. İlk günkü gibi korunan, dünyadaki en büyük Dali koleksiyonuna sahip müzeye sanatçının en büyük yapıtı demek de mümkün. Müzede, Dali’nin tasarladığı ve boyama, çizim, yontma, kuyum, hologram, stereoskopi, fotoğrafçılık ve benzeri tekniklerle yapılmış dört binden fazla eseri bulunuyor. (Bu bölümü Erdin’in yazısından çaldım)


   

Dört katlı binanın girişinde, kendi tasarımı Cadillac’ın üzerine yerleştirilmiş bir bereket tanrıçası sembolü ve hemen üstünde de eşi Gala’ya ait teknenin oturtulduğu tasarımı içeren avlu bulunuyor. Dali’nin mezarı sonsuza kadar kalmak istediği müzede cam kubbenin tam altındaki mahzende bulunuyor. Bu salonda devasa bir tablo yer almakta. Dali’nin en büyük ilhamı ise büyük aşk yaşadığı Gala olmuş. Onun Gala’ya olan tutkusu ürettiği eserlerde tüm açıklığı ile görülüyor.


   

Dali müzede ziyaretçilere düşsel bir tiyatro atmosferi kurgulamış. Eserleri kelimelerle anlatmak mümkün değil. Bizzat görülmesi gerekiyor. Hemen ilk girişte sizi devasa Labyrinth tablosu karşılıyor. Bütün duvarı kaplayan bu tablonun sol tarafında Gala’nın çıplak bir portresi gibi görünen ama objektiften baktığınızda Abraham Lincoln portresi olan ilginç bir resim bulunuyor. İlk önce koltuk ve tablolar zannedilen, sıra bekleyerek özel bir projeksiyondan bakıldığında saçları ile beraber bir kadın yüzü haline gelen figür çok etkileyiciydi. (Buradayken tavana bakmayı sakın unutmayın) Aynı bölümde girişin hemen solunda yer alan deliklere baktığınızda da “Cennet” olarak adlandırılan yemyeşil bir manzara görüyorsunuz.


   

Özellikle ikinci ya da üçüncü kattaki taşlardan oluşturulmuş kadın vücudu resimleri de çok değişik geliyor bana. Benim resme olan ilgim ve bu konudaki bilgilerim sizlere Dali müzesini yorumlayarak anlatabilecek kadar değil. Bu yüzden Barselona’ya yolunuz düşerse mutlaka ama mutlaka buraya gelin ve bu müzeyi kendi gözlerinizle görün.

Dali müzesini bir saatten fazla gezdikten sonra çıkış kapısından sağa dönüp Dali Mücevherleri Müzesine giriyoruz. Burada çizimlerini Dali’nin yaptığı eserlerden oluşturulan mücevherler bulunuyor. Zaten her mücevherin yanında onun resmi de yer alıyor. Neredeyse kapkaranlık bir ortamda tek tek camekânların arkasına gizlenmiş pırıl pırıl nesneleri görüyorsunuz. Ayrıca bunlara bir takım ışık ve teknik oyunlarıyla görsellikte katılmış. Örneğin, bir mücevherin altındaki kırmızı kalp gerçekmiş gibi atıyor. Bir dudak içinde incilerden oluşmuş dişler, Hz. İsa figürüyle süslenmiş bir haç çok etkileyici.


   

Dışarıya çıktığımda saat ikiye geliyordu. Buluşma noktasına doğru ilerlediğimde ekipten 5–6 kişinin kahve içtiğini gördüm. (Nescafe tanesi 1.80 €) Tam 14.15’de herkes hazır ve nazır kafeteryada olunca tren istasyonuna yolculuğumuz başladı. İstasyona vardığımızda 14.56 bölgesel trenine biletlerimizi tanesi 2,90 €’dan aldık. Trende Girona’ya kadar yaklaşık 30 dakika müze ve mücevherler hakkında konuştuk. Bu adamın bir “dahi”mi yoksa bir “deli” mi olduğu noktasında anlaşamadık.

Saat 15.30’da Girona’ya vardığımızda şehirde genel bir sakinlik dikkatimizi çekiyor. Dönüş biletimizi aldıktan sonra (Bölgesel tren adam başı 8,80 €, saati siz makineye basınca işliyor) elimizdeki Girona haritasından tarihi bölgeyi bulup oraya doğru yürümeye başlıyoruz. Bu sırada şehrin ne kadar düzenli ve temiz olduğu dikkatimizi çekiyor. Kısa yürüyüşümüz ardından Riu Oynar nehri üzerine yapılmış geniş bir köprüye geliyoruz. Bu köprü üzerinden kasabanın görüntüsü çok sevimli duruyor. Pastel renkli binaların su üzerinde yükseldiği şehrin, sudaki yansısı çok güzel görünüyor. Bir toplanma yeri tespit edebilmek ve aç karınlarımızı doyurmak amacıyla köprüden tarihi şehrin karşı tarafına doğru yürüyoruz ve kendimizi restoranların ve kafeteryaların bulunduğu Plaça Independancia’da buluyoruz. Ekibin saat 19.30’da bu meydanda toplanmasını kararlaştırdıktan sonra en iyi paellayı yiyebileceğimizi düşündüğümüz İmperial Cafe’ye oturuyoruz. Bu arada Seyhan ve Türkan ekipten ayrılıyorlar.


   

Cafedeki kız İngilizce bilmiyor (Zaten İspanya’da İngilizce bileni bulmak cidden zor). Bir müşteri vasıtasıyla paellaların fiyatının 12 € , biranın 3 € ve soğuk meşrubatların da 2,50 € olduğunu öğrendikten sonra başlıyorum pazarlığa. Gelmeden önce öğrendim bir iki kelimeyi kullanarak kızı ikna etmeye çalışıyorum. Ve sonunda bir iki yere telefon açarak deniz ürünlü paella + küçük bira 11,5 €, büyük bira 12 €’ya anlaşıyoruz.

Siparişlerimizi beklerken 14 kişilik bir kalabalığa pek alışık olmadıkları ortaya çıkıyor. Paellalar her 5-6 dakikada bir ikişer ikişer geliyor. Sonlara doğru kız bana çatal kalmadığını söylüyor. Nası yani??? Koca cafede 8-9 tane mi çatal var?? Allahtan ilk paellası gelenler yemeği bitiriyorlar da onların çatalları yıkanarak geliyor. Tam bir komedi sizin anlayacağınız. Bu arada Seyhan ve Türkan eski şehri gezmiş olarak cafeye geliyorlar ve bizim halen yemekle uğraştığımızı görünce tam bir şok yaşıyorlar. Onlar paellanın yanında bir sürahi Sangrie söylüyorlar. Sangria şarap, limon suyu, whisky, rom ve meyve parçalarından oluşan (bazılarını unutmuş olabilirim) ve buzlu servis edilen bir tür kokteyl. İspanya’nın bir nevi milli içkisi kabul ediliyor. (Bir sürahi sangria 11 €)


   

Yemeğini bitiren herkes gruplar halinde eski şehre doğru gidiyoruz. Geride ayakları ağrıyan annem, Türkan, Seyhan ve Rıfat abi kalıyorlar.

Girona gerçekten çok hoş bir yer. Dar sokaklar ve yer yer dik merdivenleri geçerek katedralin kulelerini görüyoruz ve katedral’in kulelerini takip ederek oraya ulaşıyoruz. Oldukça etkileyici olan bu yapının içini gezdikten sonra, Katedral’in diğer yöndeki kapısından çıktığımızda onlarca basaklı bir merdivenin aşağıya doğru uzandığını görüyoruz. Merdivenlerden indiğimizde aşağıda kiliselerde bulunan İsa ve Meryem heykellerinin dışarıya çıkarıldığını, Paskalya nedeniyle düzenlenecek geçit töreni için hazırlandığını görüyoruz. Sıra sıra dizilmiş rengârenk giysili İsa ve Meryem figürlerinin tozları alınıyor.

Paskalya törenleri İsa peygamberin Kudüs’e gelişinin anılmasıyla başlar. Sonraki altı gün boyunca ise sırasıyla İsa peygamberin havarilerle son yemeği, Romalı askerlerce işkenceden geçirilişi, çarmıha gerilmesi, ölümü, gömülmesi ve göğe yükselmesi anılır. Bu alana yakın bir tarihi binanın içinde, akşam düzenlenecek geçit töreni hazırlıklarının yapıldığını görerek içeri girmeye çalışıyorum ama izin vermiyorlar. İçeride kortejde Romalı askerleri canlandıracak kişiler hazırlık yapıyorlar.


   

Sant Feliu kilisesi ile hoş bir sekizgen kubbe ile aydınlatılan Banys Arabs’ı (Arap Hamamları) gördükten sonra içinde bir havuz da bulunan Katedral’in geniş bahçesini geziyor ve burada bir süre dinleniyorum. Sonradan öğrendiğime göre arkadaşlardan bazıları eski kenti çeviren ve arkeolojik yürüyüş yolu haline getirilen büyük bölümü sağlam kalmış surlara çıkmışlar. Surların üzerinde nefis bir Girona manzarası olduğundan bahsettiler.

Bu arada Katedralin alt tarafında Cem ve Kürşat’a rastlıyorum ve geziye birlikte devam ediyoruz. Saatler ilerledikçe gündüz ki sakinlik yerini ciddi bir kalabalığa bırakıyor. Özellikle en işlek yaya caddesi olan Llibertat, (Rambla de la Llibertat) mağazaları ve kafeleri ile dikkatimizi çekiyor. Kafe ve restoranların dışarıya çıkarttığı masa ve sandalyelerde insanlar oturuyor. Yöresel gıda ürünlerinin satıldığı tezgâhlar bir köşede müşteri bekliyor. Trafiğe kapalı olan ağaçlarla kaplı caddede ilerliyoruz. Bu arada Gelatiamo adlı İtalyan dondurmacısından nefis dondurma alıyoruz (Büyük külah 2,90 €, küçük külah 2 €)


   

Buluşma saati yaklaştığından yavaş yavaş dönüş yoluna geçiyoruz. Köprünün üzerinden eski ve renkli evlerin bol bol fotoğrafını çektikten sonra tekrar Independancia meydanına geliyoruz. Annem oturduğu banktan dondurmamın kalan kısmına el koyuyor. Kafeteryaya geldiğimizde ikinci sangria sürahisinin de boşalmış olduğunu ve içenlerin bol bol kahkaha attıklarını görüyoruz. Yol boyunca şehri ve sangria içenlerin halini konuşup güldükten sonra tren istasyonuna geliyoruz. Tren her zamanki gibi tam saatinde perona geliyor ve kompartımana dağınık olarak yerleşiyoruz. Yaklaşık bir buçuk saatlik yolculukta kimimiz uyuya kalıyor, kimimiz günün kritiğini yapıyor. Ama şu bir gerçek ki memnun olmayan kimse bulunmuyor…

Barselona Sants tren istasyonundan L3 ve L8 hatlarını kullanarak otelimizin olduğu Almeda’ya geldiğimizde saatler on biri geçiyordu. Özellikle bayanlar çok yorgun olduklarından doğrudan odalarına çıktılar. Ben, Cem, Kürşat, Hayati ve Seyhan odalara çıkıp elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra tekrar aşağıya indik ve otele yakın olan bir birahaneye gittik. Oldukça küçük ve sıcak bir mekân olan Albayzin barda Kübalı garson Orlando günün sonunda bizi bayağı keyiflendirdi. Başlangıçta tek İngilizce bilen kişi olması nedeniyle başlayan zorunlu muhabbet daha sonraları keyifli bir hal aldı. Albayzin barda siz içki içtikçe tapaslar (mezeler) ücretsiz olarak servis ediliyor. Öyle çok ahım şahım şeyler olmasa da yine de değişik bir olay. Mesela biz 2 sürahi sangria, 6 bira içtik ve bir peynir tabağı söyledik. Bunun dışında masamıza kızartılmış ekmeklere zeytinyağı ve domates sürülmüş bir tabak meze (R.Pan Tomate), bir tabak karides (Gamblas), bir tabak ançüez, zeytin-turşu-biberden oluşan bir tabak ve çerez ikram geldi. Hesap toplam 51,40 € geldi. (Sangria 10,15 €, peynir tabağı 10,90€ ve bira 3 €)
Otele dönmek için kalktığımızda saat 01.30’u geçiyordu. Yorgun, hafif alkollü, keyifli, bol sanat ve tarih dolu bir gündü…


 Yazılan Yorumlar...
Şükran Şahin
(12 Ocak 2014)
Hakan bey, Nisanda 10 günlük bir "Büyük İspanya" gezim var. Rotamı çizmeye şimdiden başlamışken, eee Dali Müzesini görmeden de olmazken(40 yıla yakın bir süre görsel sanatlarla uğraşınca) Figueres ve Girona yazınız imdadıma yetişti. Girona planımda yokken onuda ekledim.Bilgilendirici, heveslendirici, samimi yazınızı yine keyifle okudum.Teşekkürler.