Tura geldi, Tura Gittik – 8 (Amsterdam-Yolculuğun Sonu) | |
Tilkinin dönüp dolaşacağı yer, Kürkçü dükkânıdır, Biz de Gezdik, Dolaştık, Ve Amsterdam’a tekrar geldik. Gezi güzergâhında bulunan, Bir kaşar peyniri yapılan yere girdik. Burası küçük bir çiftlik, Ali Baba’nın çiftliği gibi Meşhur Hollanda inekleri, Atlar, Tepemizden kuş sürüşü gibi geçen Dev yolcu uçakları... Trakya’da yağcılığı öğrenmiştim, Kars’ta ise kaşarlanmıştım, Ankara’da ise kıvırmayı öğrendim. Aklıma Kars’ta kaşarlandığım yıllar geldi, Bunun esprisini yapayım dedim ama Nasıl anlatacağız, Hollandalı güzelimize? Hollanda’ya peynir girmesi yasak, Gümrükte görürlerse alıyorlar. Peynir bizden sorulur, Yaparsak biz yaparız. Vakti zamanında çok güzel olduğu, Her halinden belli olan, Cami yıkılsa da mihrap yerindedire uyan, Sarı saçlı bayan aldı sazı eline, Başladı göstererek anlatmaya… Oradan geçtik, Tahta ayakkabı nasıl yapılıra? Hollanda’nın en meşhur gelenek ve göreneklerinden biri; Bu tahta ayakkabılar. Ben dedim ki Bizde şöyle bir söz var; Dost başa düşman ayağa bakar. Fikriniz? Dedi ki Belli düşman, belli olmayan dosttan daha ehlidir. Bu değerli zatı Mehmet Ali görse bırakmaz, Hatta onunla yarışır. Bayan ruhundan mükemmel anlıyor, Zaten bize anlatmadı, Döndü sırtını, sadece onlara konuştu. Adam sanki bir profesyonel komedyen, Bizim memlekette olsa, Çoktan meşhur olmuş, Şimdi paraya para demiyordu. Garibim şimdi çürüyor, o çiftlikte. Adam bize resmen komedyenlik yaptı, Hem de en iyi şekilde. Eskiden tahta ayakkabılar, elde yapılıyormuş. Tabi el yapımı uzun sürüyor, Bakmışlar olacak gibi değil, Makinesi yapılmış, bir iki dakikada, Bir tahta ayakkabı yapılıyor. Hani kızınca odunun teki deriz ya Odun deyip geçmeyin, İyi işlenirse, Neler yapılıyor, neler… Tahta ayakkabılar, Gerçeğe uygun ve hediyelik olmak üzere, İki tipte yapılıyor, Bir de evlenecek damadın kendine bir tane yapması, Örf ve adetlerdenmiş. Tanıtım yapılır da Ticaret olmaz mı? Yan tarafta küçük bir mağaza var, Mağazada iki tür ürün var; Kaşarlar ve tahta ayakkabılar… Çeşit çeşit, seç beğen al. Ama fiyatlar bana pahalı geldi, Madem buraya kadar geldiler, Gelmişken nasıl olsa alırlar, Düşüncesi de var. Çiftliğin tuvaletinde bir yazı, Beni iyi kullanın ve temiz bırakın, Gördüğümü kimseye söylemeyeceğim, Yani kıçınızı diyor, kibarca, yazı ile tuvalet! Anlayana sinek saz, Anlamayana davul zurna az! İneklerin yem yediği yere girdik, Önlerinde saman yığınları, Ye iç eğlen, Sonra yan gelip yat! Buradan savcılara suç duyurusunda bulunuyorum; Yan gelip yatıyorlar! Tam bu sırada bir damızlık, Boş duranı Allah sevmez diyor, Çıkmış ineğin tepenine, Dünya umurunda değil. Açık alanlarda, Yan gelip yatan çok hayvan gördüm de Kapalı alanda pek göremedim. Demek ki İnşanlar da temiz havayı gördüler mi? Yan gelip yatıyorlar! Tepemizde dev bir yolcu uçağı. Kanatlar altında iki tane jet motoru. İnsanın aklı bazen almıyor, İki tane motor, Dev gibi uçağa saatte 800 km hız yaptırıyor. Trende, Vapurda, Arabada, Bu kadar şeffaf görünmez motorlar. Uçakta ise Gelin, bakın bana, Görün beni der gibi, montelenmiş. Uçak uçsa da, alçaldıkça, gürültüsü artıyor, Bazen kulakları sağır da edebiliyor. Hâlbuki kuşlar cıvıl cıvıl ötüşürler, Bu da Yüce Mevla’mın büyüklüğü. Beyaz bir at, Demirel’in gır atına benziyor, Çim suyu içmiyor, sosyete gibi ama Çim yiyor, Hem de büyük bir zevkle. Uçak Balinanın havada giden şekli, Motor takviyeli. Vicdanı retçi bir hava korsanı olmadığı için Biz kaçırılmadan gidip geldik, Allah’a şükür. Yan tarafta kanal ve çek kürekleri, Kayıkçı şeklinde çalışma yapıyorlar, Bir de biz her gece, Heybeli’de mehtaba çıkardık’ı bilseler? Her ne kadar, Uçaklar yapılırken kuşlardan esinlenilse de Ben şimdiye kadar, Havada uçarken kaçırılan kuş duymadım. Olsa, olsa Yurtiçi kuşlar minikleri bir güzel avlar, Mideye indirir. Kuşlarda kanatlar, Her iki tarafta yer alır, Uçağın motorları ise Bazen kanat altında, Bazen, kuyrukta, Bazen de kanat ile kuyruk arasında bir yerde. Şimdiye kadar küçük burunlu, Uçak görmedim, Ne hikmetse hepsi, Büyük burunlu. Havalı havalı uçtuklarından olsa mı gerek? Havaalanına yaklaşmadan da İniş takımlarını açmıyorlar, Ama bazı insanlar, Güzeli görünce, Hemen yelkenleri suya indiriyorlar. Uçakta en hassas yerlerden biri de Bagaj kapıları. Bir zamanlar THY’nin DC–9 uçakları vardı, Sık düşerdi, Ve ariza nedeni; Bagaj kapılarının açılması olarak belirlenmişti, Ve bu konu Gırgır dergisinde şöyle yer almıştı; Süper mini etek giymiş bir bayana, Delikanlı diyor ki Abla, senin de bagaj kapıların açılmış DC–9 uçakları gibi Sen de düşmeyesin? Bizler büyük bir heyecanla izlerken, Ya da uçarken, Pilotlar da kim bilir ne kadar sakindirler, kokpitte? Bu kaçıncı seferleri? Bu kaçıncı iniş ve kalkışları? Bu arada pilot eşleri çok şanslı, Adamlar nasıl uçurulacağını çok iyi biliyorlar! Uçuramazsa, eşi şöyle demez mi? Ne yapayım ben o kadar kişiyi uçurmanı? Asıl sen ben uçur! Havada iki kuşun çarpıştığını görmedim, duymadım. Bu da Allah’ın hikmeti. Ama arada bir iki uçak koçlar gibi toslaşır, O kadar cihaza rağmen! Kanalda dört kişilik, Kürek ekibi asılmış küreklere, Antreman yapıyor, Acaba boşa mı kürek çekiyorlar? Adana da yasak olan kanalda, Suya giren çok ama kürek çeken görmedim, Ne de olsa halkımız, Boşa kürek çekmeyi pek sevmez ama TV’deki narkoz programlarını hiç kaçırmaz! Yel değirmeni pervanesindeki bıçakların her biri, Berber usturasını andırıyor, Altına girsen bir güzel sinekkaydı traş eder gibi. Uçağı gören kuşlar, Ne düşünür acaba? Allah’ım bu nasıl bir kuş? Bir bakıma bize benziyor ama sanki kuşun bir dinozoru gibiler. Marştaki gibi yer gök inliyor, Amma da büyük burunlular! Kanatlarını neden hiç kapatmazlar? Görmemişin kanadı olmuş açıp durmuş! O nasıl bir kuyruk öyle? Sap gibi duruyor, Hiç kıpırdamıyor! Bizim bildiğimiz kuşlar tüylü olur, Bunlarda bir tane bile yok! Kuş dediğin dala konar, dama konar, yere konar, Bunlar konsa konsa sadece havaalanlarına. Bizim karda bile Gak der, Bunlar ise kulakları sağır ediyor, Ama nerdeyse hepsinde benzer gök gürültüsü, Bizde ise bülbül bir başka öter, Kanarya bir başka, Tavuk bir başka, Horoz ise bambaşka Hele Denizli! Lale devrini yaşayan bizler, Çiçekten biraz soğuduk mu ne? Avrupa’da her yer çiçek. Hatta bazı yerlerde oldukça abartılı. Abartılı da olsa, çiçek medeniyettir. Bambaşka gösteriyor, çevreyi. İnsanın içi açılıyor, deyince dâhiliyeciler gelir, aklıma, nedense. Hiç dayanamaz, hemen kesmeye başlarlar her halde. Bir demeti beş Euro. İki saksı çiçek dokuz Euro gibi etiketler, Yaklaşık bir bilgi veriyor, Olsun bizim de ne çiçeklerimiz var, Bakan bile olan. Faytonlu bir şehir türü ne kadar romantiktir, Heyecan verici, sizin için, Ama bu işi yapan o bayan için sıradan. Demek ki bir işi her an yapmamak lazım, Ne kadar güzel olursa olsun, Araya bir fasıla girmeli. Faytona binicez ama çok az zamanımız kaldı, Sıra da var. Zaten bu gibi yerlerde hep sıra olur, Hiç masa görmedim! Sıradakilere dedim ki Valla bizim durum bu, Yoksa grubu kaçıracağız, Birisi demesin mi? Siz dua edin, keçileri kaçırmıyorsunuz? Sağ olsunlar, anlayış gösterdiler, Sağ olsun diye diye herkes sağ! Valla kimse ölmüyor, şu sıralar! Bir aile, ABD’li, Hani şu dünyanın hiçbir yerinde, Hiçbir olaya burnunu sokmayan ABD var ya Diğeri İngiltere’den. ABD ile birlikte hareket etmeyen, Her konuda ayrı düşen İngiltere! Bindik faytona, Bizim memlekete gelmiş, faytoncu, İşi bu, ama faytoncular genelde bayan, Birkaçı ise baymayan, yani erkek! Dedi ki Okumadım, bu işi yapıyorum, Yaklaşık on üç yıldır, bir kız arkadaşımla beraberim, Dedim ki Şanslısın, Atı idare eden eşini daha iyi idare eder, Şöyle bir düşündü, haklısın, dedi. Ben hiç böyle düşünmemiştim, Dedim ki Atı kullanan bayan sürücüler için ne düşünüyorsun? Dedi ki: Atta bir sıkıntı yok ise, iyiler, Ama at huysuzlanınca, hemen telaşa kapılıyorlar, Açıkçası gıcığım, onlara, dedi. Atlar faytonu çekiyor ama Meslektaşlar birbirini çekemiyor! İki dizi onar tane taş var, yan yana, tarihi ama Önünü bir güzel bakıma almışlar, Emniyetini sağlamışlar, ilk önce. Aklıma Kars’taki Rus evleri geldi, Gözümüzün içine baka baka evleri yok ettiler, Taşıdıkları ile gecekondu yaptılar. Dedim ki Bu ilin yetkilileri ya hiç tarih okumadılar, Ya da Sadece ben okudum! Elalem on adet taşı nasıl korurum, diye tedbir alıyor, Bizler de, yok olan bir tarihi Pişmiş kelle gibi izliyoruz… Bu arada tartıştığımız konu; Ucube! Evler yapmışlar, Tek katlı, geniş ve ferah, dışı bahçeli, Oturmaya kıyamazsın. Bir ev, bir mahalle ancak bu kadar güzel olur, İnsan ruhuna bu kadar hitap edebilir. Ben, kavşak ve yavşaklardan korkarım, Ama Avrupa’da kavşaklar tehlikesiz, Çünkü Kurallara uyuyorlar, Kırmızı yandı mı,duruyorlar. Bir ilan, Canlı seks gösterileri, Son derece normal, her şey açık, Gizli kapaklı yok! Avrupa’da çok fazla inşaat görmedim, Bunun iki nedeni olabilir; Ya Altyapıyı büyük ölçüde tamamlamışlar, Ya da Sadece ihtiyaç duyulan işleri yapıyorlar. Bizde hem ihtiyaç, Hem de yapboz çok. Daha yeni yapılan yol hemen sökülüyor, Bir daha yapılıyor, Neden? Halka hizmet. Halkımız ne kadar övünse azdır, Ne hünerli yöneticilerimiz var, Halka hizmete doymuyorlar, Ellerinden gelse, Memleketin her taşına, bina yapacak, Köstebek gibi oyacaklar. Park yeri, Her yerde sorun, Kanalın yan tarafını büyük bir, kapalı garaj yapmışlar, Hatta gemileri de oraya park etmişler, O kadar araç arasında, İki tane büyük gemi. Bir aile, Anne, baba ve çocuklar bisiklet arkasında, Ama bisiklet yolunda, Hayatın tadını çıkarıyorlar. Amsterdam’dayız, Rehberimiz, kırmızı sokağa götürdü, Kırmızıda ne yapılır? Durulur, Biz de durduk, kırmızıda! Burası, yasal seks pazarı. Bizler sokağın kenarından teğet geçtik! O esnada camdan bakan, Bikinili bir bayan gördüm, Keşke bir imkânımız olsa idi, Onu oradan kurtarabilse idik, Kim ister ki Orada öyle bir şekilde çalışmak? Seks müzesi binasının yanından geçiyoruz. Seksin müzesi mi olur? Olurmuş! Buluşma yerimiz Victoria Hotel. Amsterdam’da raylı sistem, Çok sık kullanılıyor, Metroya göre de Raylı sistem çok daha ekonomik, Baştan tedbir alınsa, Metro yapmaya gerek kalır mıydı? Tedbiri baştan alamayan ne yapar? Metro! Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur, Amsterdam’da da aynısı. İnsanlar alışkın, Yağmurluk ve şemsiyeleri yanında. Heineken birasının birkaç yerde tadına baktık, Gerçekten güzel bir tadı var. Ve oldukça yaygın, Piyasayı ellerinde. Temizlik aracı, Işıklarını yakmış, Caddeleri temizliyor... Dili olsa, diyecek ki Bu insanoğlu, Ne pis yarabbi! Beni siz yarattınız ama Temizle temizle canim çıktı, vallahi. Bilseydim bu kadar pis olacağınızı, Beni yaratmayın derim, derdi. Şimdi sabırla emekli olmayı bekliyorum. Bu otelde kaldık, Schiphol/Amsterdam, Airport Hotel. Aslında bu oteller pahalı, Fakat turla olunca daha ekonomik. Kahvaltıya indik, Sabahın yedisinde. Zenci ama tatlı mı tatlı, Şeker gibi bir kız vardı. İşte sosyetenin dejenere ettiği, Çok iyi elektrik aldım dedikleri bu olsa gerek. Kahvaltıda kuş sütü eksik, Hizmetlilerden kuş sütü isterseniz ne yapacaklarını bilemiyorlar. Nerden bilsinler ki Bizim memleketin atasözlerini? Otelin girişindeki görevli ile Epey sohbet ettim, Kendisi Ganalı bir erkek, Ama sempatik mi sempatik. Sempatik olmak için zenci mi olmak lazım? Airport Hotel adı üzerinde havaalanı yakınında, Böyle olunca, Tepemizden, uçağın biri inip biri kalkıyor… Pencereden bir bakıyorsun, Bir uçak, El sallayınca pilot görüyor. Hollanda aslında, Bataklığın yarattığı bir mucize. İnşanlar nasıl batmayız demişler? Bunu düşünürlerken, köşeyi dönmüşler. Tabi işin içinde, Allah’ın verdiği akıl var. Amsterdam’da, En güzel şeylerden birisi; Bisiklet yollar... Atla bisiklete, Hiç inmeden istediğin yere. Bisiklet için Özel park yerleri var, Yolları açık kırmızı işaretlenmiş. Bizim meşhur marşımız var ya Demir ağlarla ördük yurdumuzu, Avrupalı bu olayı, Hızlı trene taşımız, Ulaşım var ise, o yer gelişiyor. Bisiklet park yeri gördük ama Dört katlısını görmemiştik, Onu da Amsterdam’da gördük, Şimdi bizim memlekette, Bir belediye başkanı böyle bir şey yapsa, Adamı topa tutarlar. Avrupa’da raylı sistemler gelişmiş ama Bizde de fena değil, Ray aynı zamanda, Resmi askeri yayın demek! Vinç elbette, Çok faydalı bir cihaz, Ama ben ne zaman bir vinç görsem, Tepesinde sallanan bir adama gelir, aklıma. Bu da, başka bir çeşit kullanım şekli. Yolun kenarındaki tarlada, Belli ki soğan ekilmemiş, Çünkü Türküsü de yok! Küçük bir kanalda, Son derece modern bir yat geçiyor, Burada ne işin var diyicez ama Bize ne? Hollanda demek yel değirmeni ülkesi demek, Ama bunun bir sebebi olmalı. Su taşkınlarını önlemek, Ve fazla gelen suları diğer tarafa aktarmak, Bu esnada da iş yapmak, Bu mısır olur, Buğday, Elektrik olur. Yani bir taşla üç kuş vurmak, Üstüne turizm. Onlardan alınan giriş paraları, Kuş sayısı gittikçe artıyor. Ülke sathına yayılmış yel değirmenleri, Su taşkınlarına göre yerleştirilmiş. Bizde yapılan işlerde, Emniyet konusu biraz Allah’a kalmıştır. Yol yapılır, Yan muhafazaları ya yapılmaz, Ya da bir kazadan hemen sonra. Avrupalı bu konuda işi şansa bırakmıyor... Bazı köprüler, Açılır, kapanır, cinsten. Su ulaşımı için yüzde yüz gerekli. Ama bunun bir saati var. Gölü belirtilen saatlerde, gemiler geçiyor Açılır köprülerden. Hollanda o kadar yeşil ki Yeşil suyun üstünü örtüyor, Su, yeşilimsi bir renk alıyor, Su renginde su yok, Su da yeşilimsi. Suyu toprak ile doldurmuşlar, Üstüne yol yapmışlar, Ama bu yolu her an su basabilir, Çünkü Deniz seviyesi altında. Hollanda’da, Bu işin suyu çıkmış, Çıkmış çıkmasına ama O suyu o kadar akıllıca kullanmışlar ki Sudan sebeplerle ilerlememişler! Avrupa’da insanlar, Doğaya koşuyorlar, doğaya. Atlıyorlar, bisikletlerine, Yanlarına piknik çantaları, Basıyorlar,pedallara... Su olan yerde Kuraklık olur mu? Hele sarılık hiç olmaz! Varsa yoksa yeşillik... Ufka bir gemi düşmüş, Yaklaştıkça,büyüyor... Evler sanki bataklığın içine yapılmış, Yapılmış, yapılmasına ama Kazıklar üzerindeler. Yoksa geminin su alması gibi çürür, Binaların temelleri. Kaşlarını çatmış bir adam görseniz, Amma da asık suratlı bir adam dersiniz. Tüfek çatışı yıkılsa, namus gibidir. Evin çatışı uçsa, Hemen bir telaş başlar... Bina çatısı, evin namusu gibi durmalı, dimdik hayatta, Her türlü hava şartlarında. Marken’deyiz, Amsterdam’a yakın bir yer, Yel değirmenleri ile meşhur. Marken Volendam arası bot ile diyor tabela. Her otuz dakikada bir. Nerde olursan ol, Suyun başında ol diyen balıkçıl kuşu, Dünya umurunda değil, Kaşınıp dururken, Bir nevi, Keyif çatmakta. Rehberimize demiştim ki Sizde bir telsiz, Bizde de birer kulaklık olmalı. Aklin yolu bir, Bunu bir turist kafilesinde gördüm. Çünkü kopmalar oluyor, Anlaşılmıyor, Burada bir kişi konuşur, Diğerleri kuzu kuzu dinler. İster tarihi, İster doğa, İsterse kültür olsun, İnsanlar geliyor, Dünyanın her yerinden, Geziyor, görüyor, Bir de iyi pazarlarsan, O ülkenin güvenli olması, Ekonomik, İnsanların sıcakkanlı olmaları, Daha çok turist demek. Bir armut ağacı karşımızda, Armutlar üzerinde, Bakıyorum yakından, İyi armutlar. Ne de olsa, Biraz ayılığımız var. Marken, Amsterdam’ın hemen kuzeyinde, Minik, Ama bir o kadar da sevimli deniz kasabası. Evler bir harika, Cennetten küçük bir manzara. Elma ağacı var, Elmalar da olgun, yenmeye hazır. Bedia Akartürk’ten, Elmaların yongası aslanım aman türküsü muhtemelen yoktur. Hele sonunda vay... vay.... Hiç bulunmaz. İri siyah erikler, Yiyin beni der gibi Bizim de erikli suyumuz var ha! Evler bahçeli, Salıncak çocukların rüyası, Çamaşır asma yeri, İdam kalksa da Hanımlar dinlemez, asar arkadaş. Bahçe çitleri, evler, Sanki bu yer bir tek marangozdan çıkmış gibi. Her şey birbirine benzer, Askeri bir kışla gibi. Bayanlar, yöresel kıyafetlerle dolaşıyorlar, Çokta yakışıyor, Bizim folklor kıyafetleri gibi. Elinde ekmek paketleri fırından çıkıyor, Başında takkesi. Evlerin bahçelerinde, Doğal tarım yapanlar, Çiçek ve sera yetiştirenler… Minik bir kurbağa heykeli, Oturmuş, önünde çakıl taşları, Bir kurna içinde. Heineken birası yine karşımızda, Günahı boynuna tadı güzel, İçildiği ilk an seviliyor, Rahat içiliyor. Plastik bir traktör, Oyuncak şeklinde. Hediyelik eşya satan dükkânlar, Turistik yer olur da Kambersiz düğün olur mu? Marken’de kanallar, Sanki her bir evi çepeçevre çevrelemiş, Her bir ev adacık olmuş, Kanal bir daha temiz. Çilek ve böğürtlenleri bir harika. Ama bizdeki gibi yolda satan yok. Yüklemiş arabasına, getirmiş, Marken şehir merkezine. Marken önü deniz, Arkası kanallar, Sudan geçilmiyor… Bir aile, Belli ki Yatta yaşıyorlar, Anne, baba ve çocukları, Gel keyfim gel. Küçük limanında, Sayıları oldukça fazla yatlar var, Yatlar yan gelip yatmadıkları gibi Sefere çıkmak üzere. Hazırlık halindeler… Bu şehrin özelliği, Kanalın yeri ayrı, Denizin yeri ayrı, Bunu hissettiriyor, insanlara. Önün deniz, arkan kanal, Deniz Akkaya gibi Guldner marka bir traktör, Ve römorku takılı, Kim bilir kaç yıllık? Çekilmiş, kenara, Müzelik görevinde, Gelen geçen, bakmadan geçmiyor. Bu kadar sulak bir yerde, Bahçeye konulan şişme havuz çok ilginç geliyor, insana. Demek ki, Buna da ihtiyaç var, buralarda. Otobüs durağında bir afiş, Türkiye,19 Euro, Sudan ucuz. Memlekette ucuz tatil yapmak istiyorsanız, Amsterdam’dan Türkiye’ye gelin! Karavanlar çok yaygın, Halkımız, karavanaya alışkındır, askerde, Ama karavana atmaz! Karavanların arkasında, ikişer adet bisiklet. Bir grup görüyoruz, Oldukça kalabalık, Bisikletli hepsi, Pedallara basıyorlar, Özgürlüğe doğru… Garaj kapıları görüyorum, Her şey ihtiyaçtan doğar. Eskiden garaj mı vardı, Kapısı olsun? Zamanla garaj ihtiyaç oldu, O olunca kapısı, Bu sefer, otomatik açılsın Araçtan inilip çıkılmasın, Aracı tehlikelerden, İklim şartlarından, Çıktı bu ihtiyaç. Kısaca buna kapanma ihtiyacı da diyebiliriz. Rehberimizin öyle bir tatlı dili var ki Ninni gibi geliyor, sesi. Allah sanki bu iş için yaratmış. Bilgi, tecrübe, psikoloji, sosyoloji, Ne ararsanız hepsi var.. Bu arada, Rehberler arkasından yüzde yüz insanları sürükleyen liderdir. Bu özellik, Siyasilerde bile yoktur! O nereye giderse, Müşteriler oraya gider! Sıkıysa gitme! Yat mı? Jet ski mi? Bence yat. Kendimi bildim bileli, Bu jet ski hep sıkıntı yaratmıştır, Jetinden midir, sikisinden midir? Buna binen iflah olmuyor Başı bir şekilde belaya giriyor, Bir aralar, devletin sikisi de kayıptı! Yatta ne yapar siniz? Yapsanız yapsanız, yan gelip yatarsınız. Birileri kızsa da Adı üzerinde yat dersiniz, Yatmayıp ne yapacaktık? Otlayan gır atları görünce, Demirel geldi aklıma, Onlar yüz metre, Ben maraton koşuyorum… Her bir yel değirmeni, Sanki uçacakmış gibi Pervaneli uçağın önden görünüşü, Her pervane takan uçsa idi En çok Bülent Ersoy uçardı, her halde. Elinden serinleticiyi hiç bırakmıyor da. Bize göre Sadece bu dünya var, Başka gezegenlerde de bizim gibi Yaşam olamaz mı? Diyeceksiniz ki Ya kardeşim olsa ne olur, Olmasa ne? Bana ne? İnsan önce yaşadığı mahalleyi, köyü bilir, Sonra yan mahalle, Komşu şehir derken doğduğu ülkeyi gezmeye başlar, Gezdikçe tanır, Bilgisi görgüsü artar, Daha sonra ülkeleri gezmeye başlar, Olaylara bakışı değişir, Değişik kültürleri tanır, Doğal güzelliklere hayran kalır, Orada tanıdıklarını, Kendi ülkesine davet eder, Etkileşim başlar, Yani insanın yaşadığı yerin dışına çıkması faydalıdır, Başka gezegenlerde yaşam varsa önce onu araştırmak lazım, Bulunabilirse de oralara gitmek lazım, Bana ne dememeli, Belki Öyle bir yaşam vardır ki Orada, Dünya bir başka şekilde olabilir, Onların sayesinde… Önceki Yazı: Tura geldi, Tura Gittik – 7 (Antwerp) |
Yazılan Yorumlar... | |
Ferudun Babacan (16 Mayıs 2011) |
"Sertap Hanım, O sizin güzelliğiniz. Hayata güzel bakmanız. Çok teşekkürler... |
Sertap Yar (16 Mayıs 2011) |
O kadar güzel anlatmışsınız ki Ferudun Bey; hayran kalmamak elde değil..En kısa zamanda ben de, görmek istiyorum inşallah..Tahta ayakkabılar, yel değirmenleri, laleler, masal evler... |
Ferudun Babacan (02 Mart 2011) |
Erdin Bey, siteniz sayesinde yazma ilhamı geldi.Ben de hem site emekçilerine hem de okuma zahmetinde bulunan ve yorum yazan değerli kişilere teşekkür ederim. |
Erdin İVGİN (02 Mart 2011) |
Ferudun Bey "Benelüks ülkeleri bana lüks" demiş ama iyi ki gezmiş ve bize keyifli üslübuyla bu yazıları yazmış. Yazılarını zevkle okuduk. Hemen bir müjde vereyim. Ferudun Beyin başka bir ülke ile ilgili bir yazısını yine okuma fırsatını elde edeceğiz. Yazılarını zevkle takip eden okurlamıza duyurulur. |
A. Bilgin (01 Mart 2011) |
Ferudun Bey, sayenizde daha önceden gördüğüm yerleri bir de farklı bir gözle bakarak gezdim. Gözümden kaçan şeylerle eksikleri de tamamladık diyorum. elinize ve kaleminize sağlık. Çok teşekkürler. Daha nice gezilere... diyorum. Çok teşekkürler. |
Ferudun Babacan (01 Mart 2011) |
Neşe Hanım, Ben de sizden öğrendim. Çok teşekkürler.. |
NEŞE (01 Mart 2011) |
Her güzel şey gibi bu gezinin de sonu geldi..Çoook teşekkürler Ferudun Bey...Hollanda da tahta ayakkabılara "Sabo" deniyor,19.yy. sonunda ,kötü çalışma şartlarını protesto eden işçiler tahta ayakkabılarını tezgahlara fırlatarak dişlileri kırıyorlar ve üretime ara veriyorlar ,böylece "sabotaj" eylemi doğuyor.. |
Ferudun Babacan (01 Mart 2011) |
Hakan Bey, Allah sağlık versin, hep beraber yazalım. Tşkler... |
hakangeziyor (01 Mart 2011) |
Ferudun Bey, Benelüks ülkeleri ve buna keyifli bir şekilde dahil ettiğiniz Paris ve Köln şehirlerini kapsayan bu güzel yazı dizinizi zevkle okuduk. Umarım bundan sonra başka yazılarınızı da zevkle takip etme fırsatımız olur... Kaleminize sağlık... |