Las Vegas: Bir Amerikan Rüyası...

Temmuzun sıcak bir sabahı… San Diego’da günlerdir beklediğimiz an geldi. Bugün Las Vegas’a yola çıkacağız. Haftalardan beri Avrupalı arkadaş grubumuzla bugünün gelmesini bekliyoruz. Biz kim miyiz? Biz San Diego’da İngilizce dil eğitimi almaya gelmiş, dünyanın dört bir yanından gelen Aspect School öğrencileriyiz. Aspect bir çok ülkede okulları olan dünyaca ünlü bir dil eğitim yeri. Eeee, sadece dil eğitimi sadece okul olmaz ya biraz da gezmek ve Amerika’yı keşfetmek lazım. Bunun için de ilk olarak Nevada eyaleti sınırlarında yer alan dünyanın eğlence-kumar ve alışveriş cenneti Las Vegas’ı seçtik…

Las Vegas turumuz 4 günlük bir paketten oluşuyordu. Birinci ve ikinci gün Las Vegas şehir merkezi, üçüncü gün Amerika’nın dünyaca ünlü doğal güzelliği Grand Kanyon Milli Parkı (becerebilirsem başka bir yazımın konusu olacak) ve son gün Las Vegas şehir merkezi ve turdan geri dönüş şeklinde idi.

Cuma günü sabahın ilk ışıkları ile anlaşmalı olduğumuz tur operatörü şirketin ofisi önünde toplaştık. Yaklaşık 30 kişiyiz. Tur şirketimiz yabancı öğrencilere-turistlere hizmet veren büyük bir organizasyon şirketi. Rehberimiz Rachel, 40’lı yaşlarda afro-american  bir güzel bayan, bizlerin tek tek yoklamasını yaptıktan ve yolculukla ilgili bilgileri verdikten sonra otobüsümüze yerleştik. Bu arada merak edenler olur diye bahsetmem gerekirse tur için ödediğimiz ücret, toplam 450 Dolar. Buna gidiş-dönüş yol, üç gece beş yıldızlı otelde konaklama, parklara giriş ücretleri ve rehberlik hizmeti dahil.

Yolculuğumuz San Diego’nun ünlü otobanlarında başladığında biz hep böyle gidecek zannediyorduk. Zannediyorduk derken, San Diago-Las Vegas arası normalde dört saatlik bir yolculuk ama geze geze gittiğimizden yani yol üzerindeki irili ufaklı kasabalara uğrayıp biraz da para harcatmak için verilen molalarla neredeyse 9-10 saat. Mola yerlerimiz hep seçkin alışveriş merkezleri ve restoranların yer aldığı geniş tesislerdi. Ayrıca da çok zevkliydi.

Her şey eğlenceliydi güzeldi derken birden bire bir çölün ortasına düştük. Yerleşim yerleri aniden kesildi ve etrafımızı uçsuz bucaksız bir çöl aldı. Hava çok sıcak bir yandan, otobüs yolcuğu sıktı bir yandan, Las Vegas merakı bir yandan yolculukta uzadıkçaaaa uzadı. Etrafımızda tek tük kısa bodur ağaçlar dışında hiç yeşillik yok. Amerika oldukça yeşil ve doğa harikası bir yer olmasına rağmen niçin Las Vegas’ın etrafını ağaçlandırmamışlar ya da geliştirmemişler insana düşündürücü geliyor.



Akşamüstü saatlerinde yol tabelalarının gösterdiği Las Vegas işaretindeki rakam da küçülmeye başlamıştı. Bizi de tatlı bir yorgunluk yanında heyecanda almadı değil. Kolay değil dünya da bir çok insanın hatta Amerikalıların bile görmek isteyip te pek çoğunun görmesi mümkün olamayan dünyanın en ünlü eğlence ve kumar şehrine gelmek üzereydik. Nihayet akşam 18.00 sularında Las Vegas’a girdik. Etrafımızda bakacak görecek o kadar çok şey vardı ki nereye bakacağımızı şaşırmıştık. Rehberimizin “burada 25 saat hayat devam ediyor” sözü haklıydı galiba.

Bana Las Vegası tarif et deseniz çok basit; bir tek bulvar (Las Vegas Bulvarı) ve bulvarın iki tarafına sıralanmış, irili ufaklı süper lüks oteller-kumarhaneler derim. Las Vegas bu. Otobüsle şehir turumuz devam etti. Yaklaşık 1 saatlik bir turun sonunda kalacağımız ünlü MGM Grand Otele (Ünlü film şirketi Metro-Goldwyn-Meyer’in oteli) geldik. Birçok filmde geçen bu otel hemen hemen Las Vegas’ınen büyük ve en lüks otellerinden birisi. Otelin mimarisi ve iç dizaynı gerçekten göz kamaştırıcı. Şirketin logosu Aslan olduğu için otelin önünde ve içinde bir çok ortamda büyük aslan heykelleri vardı. (Sonradan oteli gezerken otelin içindeki Aslan kafeslerini de gördük.)



Yeri gelmişken tam bu noktada sizlere otellerin iki farklı konseptinden bahsetmem gerek; birincisi oteldeki konaklama ücreti karşılığında size kredi açılıyor ve o kredi ile kumar makinelerinde ya da salonlarda kumar oynuyorsunuz. Böylece otele konaklama vs. ücreti vermemiş oluyorsunuz. Tabii kumar oynamazsanız krediniz yanıyor yani geri ödeme diye bir şey yok. Zaten, her halükarda o parayı kumarda kaybediyorsunuz, bir de üstüne üstelik cebinizden parayla da kumar oynayarak daha fazla kaybediyorsunuz. Böylece otellere katkı da bulunmuş oluyorsunuz. Ayrıca, eklemem gereken bir diğer husus da kumarhanelerde yediğiniz yemeklerin, içtiğiniz içkilerin hepsi bedava. İlave hiçbir ücret istemeden yeyip içip eğleniyorsun.

İkinci belirtmem gereken konseptte şu; otellerin mimarisi tek bir fikir üzerine kurulu. Otele gelen misafir otelde kalsın, yesin içsin, eğlensin, kumar oynasın ve alışveriş yapsın, kısaca sürekli para harcasın. Bunu da esasen otellerin mimarisi ile sağlamışlar. Oteller çok büyük, içerisi labirent gibi bol bol geçişlerden ve koridorlardan oluşuyor. Bir dükkan, mağaza dizisi bitiyor, siz bitti sanıyorsunuz aynı anda bir başka mağaza ve dükkanlar dizisi başlıyor. Böylece gez gez otelin içinden çıkamıyorsunuz. Abartısız bir otel içinde aralıksız 1,5 - 2 saat yürüyebilirsiniz. Bir düşünün bakalım herhangi bir yerden yürümeye başladığınızda 1,5 saat boyunca nereye kadar gidebilirsiniz? Dışarıdan baktığınızda metresi metrekaresi belli olan bir yapı ama içine girdiğinizde katlar, geçitler, salonlar yürü yürü bitmiyor. Hemen MGM otelden bir örnek vereyim: Otelin içinde herşeyden bağımsız tam 5000 kişilik bir gösteri salonu var. Varın gerisini siz düşünün…



Şehir turu bittiğinde hepimizin yorulup otelimizde hemen bir köşeye çekilip dinleneceğini düşünüyorduki. Yanılmışız…Hiç birimizde dinlenecek göz yoktu. Aksine herkes bir an önce Las Vegas gecelerine akmayı düşünüyormuş meğer. 25-30 kişi aynı anda gezemeyeceğimize karar vererek küçük gruplar halinde caddelere açıldık ve yaya şehir turumuza başladık.

Öncelikle acıkan karnımızı doyurmamız gerekiyordu. Ünlü bir restoran zincirinde akşam yemeği yedik. Dikkatimi çeken bir başka hususu da sizlerle paylaşmam gerek. Şehrin lüksüne ve şatafatına baktığınız zaman insanın gözü korkuyor, pahalıdır fikrine kapılıyor ama Amerika’nın gezdiğim diğer şehirlerine nazaran Las Vegas yeme içme bakımından biraz daha ucuz bile diyebilirim. Ortalama bir öğün et-biftek ya da pirzola- ağırlıklı, salatalı bir yemek en fazla 20 dolardı. Çok daha vasat yerlerde daha fazla para verdiğim olmuştu…

Yemek sonrası gece yürüyüşümüze devam ettik. İşin ilginç yanı bir türlü yorulmak bilmiyorduk ya da biz öyle zannediyorduk. (Acısı gece yatağa uzandığımızda hemen çıkıverdi). Otellerin gece görünüşü oldukça hareketli ve canlı idi. Bir de “Las Vegas’ta evlenmek adeti” diye özel bir gelenek var demek ki bu şehirde. Her yerde yeni evlenen, düğününü yeni yapmış gelin ve damada rastlıyorduk. Zira burada evlenmenin çiftlere bol şans getirdiğine inanılıyordu.

İlk gün gezi yolumuz üzerindeki kumarhaneleri de ister istemez ziyaret etmiş olduk (Biraz da acı bir tecrübe oldu. ). İşin ilginç yanı uğradığınız tüm otellere-kumarhanelere giriş çıkış gayet serbest. Yani nerede kaldığınızın hiçbir önemi yok. İstediğiniz zaman istediğiniz bir otelin kumarhanesine girebiliyorsunuz. Sınırsız bir özgürlük. Zaten kumarhaneler çoğunlukla otellerin ön bölümünde zeminde yer alıyor. Hani bizde caddenin iki tarafında zeminde dükkanlar olur ya, işte burada dükkanların neredeyse tamamı kumarhanelerden oluşuyor.

Saatler gece yarısını epey geçtikten sonra artık otele dönme zamanı gelmişti… Zaten de yorgunluktan artık şikayet eder olmuştuk. Otele dönerken ertesi gün yapacaklarımızı da planlamaya başladık. Anlaşılan yapacaklarımıza günler yetmeyecekti…
------------------------------------



Sabah 10:00 gibi uyanmıştık ve aklın hayalin alabileceği türden bir kahvaltı ile karşı karşıya kaldık. Bir yandan da düşünüyordum, acaba geceki o insan kalabalığı ve şehirdeki canlılık sabahtan nasıldı? Ben bir an önce kahvaltıyı bitirip yine Las Vegas caddelerine kendimi atmak istiyordum. Bu arada fotograf makinem için geniş kapasiteli bir hafıza kartı da almam gerekiyordu. Hazır onu ararken elektronik ve bilgisayar mağazalarını da ziyaret etmiş olacaktım.

Öğlen saatlerinde iki arkadaşımla caddelerde dolaşırken yine aynı kalabalık ve canlılık şehre hakimdi. Bu insanlar hiç mi yorulmazlardı, hiç mi dinlenmezlerdi ya da bu kumarhaneler-eğlence merkezleri hiç mi kapanmazdı veya çalışanların hiç mi mesaisi bitmezdi. Aynen öyle, bizim Rachel haklı, hayat kesintisiz devam ediyor, sabah saatlerinde bile oteller aynı kalabalıkta aynı hizmeti vermeye devam ediyor.



Gece her tarafı ışıklandırılmış otellerin gündüz gözüyle görünümü daha gösterişli duruyordu. Gece fotoğraflarını çektiğimiz otellerin aynen gündüz fotoğraflarını da çekme ihtiyacı hissettik. Zira Las Vegas’ta kendinizi dünyanın herhangi bir yerinde zannetmek oldukça kolay. Dünyanın önemli şehirlerinin birer küçük kopyalarını otel şeklinde inşa etmişler. Örneğin Paris oteli ve Eyfel kulesi insanı bir anda Paris’e götürürken, bir başka otelde Mısır Piramitlerini görmüş gibi hissediyorsunuz. Venedik’te San Marco Meydanında gezip Roma’da aşk çeşmesine para atmaya hazırlanırken New York, Monte Carlo ve Cesars Palace otellerinde de bambaşka duygulara kapılıyorsunuz.

Size bazı otelleri anlatmazsam bu yazı eksik kalır diye düşünüyorum. Hoş, oteller ve eğlenceden başka Las Vegas’ta ne anlatılır onu da bilemiyorum. Öncelikle, tüm otelleri gezmek gerçekten mümkün değil, bence birkaç günlük seyahatinizde boşuna kendinizi harap etmeyin. Bana göre her oteli gezmek sabahtan akşama mesai yapsanız bir tam günü rahatlıkla alır. Biz de öyle yaptık ve otellerden en ünlülerini tercih ettik.



Bunlardan ilki dünyaca ünlü Cesars Palace Oteli idi. 3348 odalı, tamamen İtalyan mimarisine sahip, her tarafında ünlü antik Roma heykellerinin olduğu bir otel. En büyük otellerden biri olan Cesars’ta sizi ünlü Roma İmparatoru Cesar’ın heykeli karşılıyor. Otel çok katlı birkaç binadan oluşan bir yapıya sahip. Bunların isimleri de ana konsepte uygun olarak verilmiş: Augustos, Forum… Otelde aynı zamanda Roma’nın en önemli simgelerinden birisi olan Kolezyum’un da bir örneği mevcut…Hatta Aşk Çeşmesini de unutmamışlar…

Farklı türde eğlence ortamlarının olduğu otelde çok ilginç ve dikkat çekici olan bir sokak vardı ki tüm ziyaretçilerin ilgi odağı olmuştu. Bu sokağın özelliği otelin içinde olmasına rağmen, eski Roma antik kenti sokağı görünümü verilmiş olmasıydı. Daha ilginci ise kapalı bir mekan olmasına rağmen sokağı üzerinde yapay bir gökyüzü yer almaktaydı. Sokakta yürürken kendinizi eski Roma’da hissediyorsunuz, bazen güneş açıyor bazen gök gürlüyor gibi çeşitli sembolik gösteriler sunuluyor. Tabi sokaktaki heykeller ve su çeşmeleri-havuzları da bir başka ilginç detayı oluşturuyor. Aynen diğer otellerde olduğu gibi oldukça karmaşık ve dışarı çıkması çok zorlaştırılmış bir planı var.



Aynı plan ve karmaşıklık 3933 odalı Bellagio oteli için de geçerli tabii. Bellagio, bir çok filme de evsahipliği yapan bir otel. Bunların en çok bilineni Ocean 11. Bu oteli ünlü ve ilginç yapan yönü de otelin önündeki havuzu. Tüm ziyaretçilerin ve turistlerin mutlaka önünde durdukları, seyrettikleri, resim ya da video çektikleri bir havuz. Ne var bu havuz da derseniz, bu havuzda sular dans ediyor. Belli müzik parçaları çalınırken havuzdaki bilgisayarlı sistem sayesinde sular müzik eşliğinde dans ediyor (Water Dance) ve karşınıza oldukça keyifli ve zevkli bir gösteri çıkıyor. Her saat başlarında değişik bir parça müzik çalıyor ve havuzdaki sular da hareketleri ile müziğe uyum sağlıyor. İnanılmaz keyifli ve seyrine doyum olmayan bir güzellik…

En ilginç otellerden birisi de Stratosphere Otel. Otelin oda sayısı 2427, yani diğerlerinden bayağı bir küçük değil mi? Ama esas espri bu değil, esprisi bir çılgınlık, resmen bir eğlence kopukluğu. Otelin 329 metre yüksekliğindeki kulesinde resmen lunapark gibi bir şey var. Bu lunaparkta dört farklı oyuncak mevcut ve hızlı tren de (roller coaster) dahil… Yetmez mi bir de 329 metre yükseklikte salıncakta sallanıyorsunuz. Oda yetmezse 261 metre yükseklikte bungee jumping de yapabilirsiniz. Adrenalin de bir yere kadar yani…Ben bunların yerde olanına bile zor ikna olmuşken insanlar bunlara binebilmek için saatlerce sıra bekliyorlar. Eminim indiklerinde yaşadıkları için Allah’a şükrediyorlardır…



Oteller alışveriş merkezleri derken akşamı yaptık ama geride daha gezemediğimiz onlarca otel ve eğlence merkezini geride bırakmıştık. Bunlardan birisi de Treasure Island yani Hazine Adası Oteli. Sadece önündeki suni adayı ve adaya demirlemiş korsan gemilerinin birer orijinal maketini izlemekle yetindik. Masal dünyası gibi…

Geze geze otelimize de dönmüştük artık. Tam odalarımıza biraz dinlenmeye çekilelim derken, aklı evvelin birisi otelin içindeki doğal aslan kafeslerinden bahsedince görmeden geçmek olmazdı. Bu kadar lüks ve gösterişli bir otel ve içinde aslan kafesi ne alaka diyebilirsiniz ama yazımın da başında bahsettiğim gibi şirketin logosu ve otelin simgesi aslan olunca otelde aslan beslemekte normal oluyor. Bu da bir başka çılgınlık değil mi. Camdan kafeslerin içinde doğal bir ortam yapılmış aslanlar orada yaşayıp gidiyorlar. Hem de bu aslanlar ziyaretçiler tarafından da besleniyorlar...



-------------------
Üçüncü günün akşamı Grand Kanyon gezisinden otele döndüğümüzde farklı bir tecrübe yaşamıştık. Çikolata renkli rehberimiz Rachel ilginç bir şeylerden bahsediyordu ama hiç birimiz doğru dürüst dinlemiyor ya da dinleyemiyorduk. Ancak çıkardığımız sonuç akşam saat 21.00’de tekrar toplanmak ve bir caddeyi ziyaret etmemiz gerektiği idi. Ne varsa…



Las Vegas’ın eğlence yönünden bir sıkıntısı yok maşallah. Bahsettiğim etkinlik-gezi Fremont Street ziyareti. Yaklaşık 500 metre uzunluğundaki bu cadde biraz Las Vegas’ın kenarında bir yerde. Peki de bu caddenin ne özelliği var derseniz, bu caddenin iki özelliği var; birincisi Fremont Caddesinin her köşesinde bir konser sahnesi konmuş ve Amerikan müzik grupları caddeyi ziyaret edenlere ücretsiz konser veriyor. Oldukça hoş müzik yapan bu gruplar dinleyenlere hem güzel bir müzik ziyafeti çekiyor hem de coşturuyorlar. İkincisi ve esas özelliği caddenin üzeri dev ekranlarla kaplı ve bu ekranlardan sürekli yayınlar yapılarak ilginç gösteriler sunuluyor olması (Light Show). Bu gösterilerin konusu genelde Amerika’nın dünyanın süper gücü olduğu, dünyanın Amerika’ya ihtiyacı olduğu vs. gibi propagandaya dayalı şeyler. Konusu ne olursa olsun izleyenleri etkileyen bir teknik. Öğrendiğimize göre yaklaşık 2.100.000 ampul/lamba vs. kullanılıyormuş…



----------------
Dönüş yolculuğu da yine geze geze yol üzerindeki değişik mekanları ziyaret ederek gerçekleşti. Dönüş yolculuğu saati geldiğinde hepimiz Las Vegas’tan çok değişik anı ve deneyimlerle dönmekteydik.

Sonuç olarak ne diyeyim Las Vegas işte… Kimine göre pek bir şey yok, kimine göre çok şey var…Ama büyülü bir dünya olduğu kesin… Amerika’nın eğlence ve oyun parkı Las Vegas’ı vakti ve parası olan herkesin en az bir kere görmesini tavsiye edebilirim.
Hoşçakalın…


 Yazılan Yorumlar...
ilker sahin
(21 Kasım 2011)
Merhaba, Bu hafta gideceğim. Yorumlarınıza göre otel gezilerini planladım. Umarim bir sey kacirmam :)
sibel
(13 Ekim 2011)
colun ortasina agac diksinler fikrine bayildim :)))
tasima suyla da doldururlar artik...
Murat Bakım
(04 Mart 2011)
Yorum yapan ve iyi dileklerde bulunan arkadaşlara teşekkürler... Yeni, farklı, zevkli ve yararlı paylaşımlarda buluşma umuduyla... Sevgiler.
M.Murat BAKIM
NEŞE
(02 Mart 2011)
Çölün ortasında insan yapısı bu cennet,insanın yaratıcı zekasının limitlerini anlattı bize..Şaşırdık,keyiflendik,imrendik..Çok teşekkürler !
hakangeziyor
(02 Mart 2011)
Sevgili Murat, senin de söylediğin gibi Las Vegas pek çok insanın ulaşamadığı rüyalarından biri...Sen de o güzel üslubunla bizlerle paylaştın...Bunun için sonsuz teşekkürler...Ama elimizden bu kadarla kurtulamazsın...Daha senden Grand Canyonu, San Diagoyu, Vancouverı ve Meksikayı bekliyoruz...:)
Aramıza hoşgeldin...
Kalemine sağlık...
Ferudun Babacan
(02 Mart 2011)
Murat Bey,
Ellerine, dillerine sağlık.
İnşallah bize de nasip olur, görmek.