Brüksel'de Neşeli Bir Cumartesi...

Üç yıl oturduğumuz ve çok güzel anılarla ayrıldığımız bu şehri aralıklarla da olsa ziyaret etmek, eskileri hatırlamak, parklarında dolaşmak, göllerin kıyısındaki kafelerde oturmak, yağmurunda ıslanmak bize çok zevk veriyor…Nostalji kelimesini pek bilmezdik yıllar önce ama eski ve güzel anıları hatırlamak o zaman da bana çok büyük keyif verirdi…Şimdi de…

İki ya da üç günlük kalışlar beni huzursuz ediyor, gittik mi, şöyle bir güzel girdisini çıktısını gezmeliyiz, eskiden keşfedemediklerimizi de artık İnternetten öğrenebildiğimize göre, üç yılda bilmediğimiz, görmediğimiz, yeni icat ne geldiyse şehre biz de haberdar olmalıyız…

İki haftalık bir program yaptık, bir haftası Brüksel’in içinde, ikinci hafta da yine kiralık arabayla, akşamları şehre dönmeceli çevre gezileri planladık…Memleket bir baştan diğer başa 200 km. olunca akşamları dönüş bizi yormuyor.

Böyle uzun kalışlarda otel cebimizi delip geçeceği için başka çareler arıyoruz. Üyesi olduğumuz İsviçre şirketinin Brüksel’de evleri yok, bu nedenle iki haftalık bir küçük stüdyo kiraladık. Şehrin ortasındaki koruluk, Bois de la Cambre’ın yanıbaşındaki manastırın sokağında temiz bir yer. Umduğumuz kadar ucuz değil ama otelle kıyaslarsak çok hesaplı tabii…

İşte bu anılarla dolu gezinin bir hafta sonunda bizlerin hayatımızda hiç izlemediğimiz ilginç bir gösteri olacağını internetten öğrenmiştim daha İstanbuldayken. Brüksel’e gelirken yaptığımız planlarda ilginç yürüyüşün gerçekleşeceği cumartesiyi boş bıraktık ve merakla beklemeye başladık.

Her mayıs ayının son cumartesi yapılan bu “geçit töreni”, devlet ve Brüksel belediyesinin de desteklerini almış, muhtemelen bu destekler sözde değil, parasal da olmuştur diye düşünüyorum. Bu cumartesi hedefimiz “GAY AND LESBİAN PARADE”…Belki sizler böyle bir “geçit” izlemişsinizdir, ancak biz bunca yaşımızda böyle bir “aktivite”yi ilk kez izleyeceğiz ve bu yüzdende merakla karışık bir heyecan içindeyiz.

Hava pek iyi değil, mayıs ayının koyu yeşili yağmurla ıslanınca daha da koyulaşıyor ve tazeleniyor. Bu ülke için yağmur bir engel oluşturamaz, burada sokağa “iç çamaşırı giymeden çıkılır ama şemsiyesiz çıkılmaz” demiştim önceki bir yazımda.



Avenue Louise’den atladık tramvayımıza, doğru şehir merkezine. Geçit, Annesens bulvarında Borsa binasının önünden başlayacak ve devam edecek…Hangi caddelerde devam edecek bilmiyorum, olsun biz de “geçenleri” izleyerek eğlenceye katılmalıyız. İtiş kakış yok bu ülkede, sadece biz değil, diğer turist grupları da var etrafta. Koca bulvarda trafik kesilmiş, millet neşeli gruplara bakarak başlama saatını bekliyor...

Belçika’nın her kentinden, kasabasından Gay ve lesbien klüpleri kocaman TIR’lar kiralamışlar, bu TIR’ların yan ve üst brandaları açılarak bir yürüyen sahneye dönüştürülmüş, üzerlerinde şehrin ve klübün adı kocaman yazılmış, yüksek tempolu ve volümlü bir techno müzikle millet dans etmeye başladı bile…

Nereye bakalım şaşırmış vaziyetteyiz, bir yandan da fotoğraf çekmeliyiz. Acaba fotoğraf çekmek tepki alır mı diye de eşimle etrafı gözlemliyoruz. TIR’ların üzerindeki gruplar daha çok önceden kararlaştırılan senaryoları gerçekleştiriyorlar. TIR’lardan birinde bir hapishane sahnesi “oynanıyor”: Parmaklıklar arasında adaleli mahkumlar ve parmaklıkların dışında mahkumlara cop gösteren gardiyanlar.

Her iki grupta çılgınca dans ediyorlar…TIR’ların izleyicileri de sarmaş–dolaş delikanlılar, elele kızlar, bizim gözler faltaşı gibi açıldı bir şey kaçırmamak için…Herkes birasını yudumluyor bu arada. Polis de herhangi bir olaya karşı önlemlerini almış, hem seyrediyorlar hem gülüyorlar onlar da. Olay çıkmadıkça karışma yok polisten…



Bir başka TIR’ın üzerinde danseden yakışıklı delikanlıların arasında pullu-payetli çok güzel dekolte kostümler giymiş, bol makyajlı çok hoş kızlar görüyorum, eşime “Haydi şu güzel kızların da fotosunu çeksene” diyorum, yaklaşıyoruz, kızlar güzelliklerinden emin, süzülüyorlar…Aaaa bir de ne görelim bu kızlar “kız” değilki…“erkek”…

TIR’lar hareket etmeye ve müziğin de sesi artmaya başladı, kalabalık caddeye sığmaz halde, TIR’ları ve çevredeki grupları izlemeye millet kenarlar da bekliyor veya bizim de yaptığımız gibi, gruplarla birlikte yürümeye başladı. Tam arkamı dönüp Fas mahallesinden gelen 14-15 yaşındaki delikanlı adaylarının nasıl sinsice yaklaşıp konvoya laf attıklarını izlerken, gülme krizine giriyorum, çünkü Belçika’lılar laf atma eylemini anlamıyorlar…Yanımdan bir genç geçiyor, jartiyerli siyah çorabın üzerine mini bir blue jean şort giymiş, ayakta botlar, çiçekli bir mont şıklığı tamamlıyor.



Karşıdan siyah tüllere bürünmüş, ağır ve koyu renk makyajlı bir tip geliyor, yandaki kızlar “işte karadul geliyor “diye kıkırdıyor, ağır bir tempo ile beyefendi yanımızdan geçiyor, anlaşılan bu şehirdeki gece klüplerinden tanınmış bir şahsiyet!

Caddenin karşısında beyaz bir limuzin var, üzerinde “ADONİS” yazıyor, gay klübün adı olsa gerek, bazı tipler arabayı da kareye sokacak fotolar çektiriyorlar, işte Fas’lı delikanlı hoş bir hemcinsini yakalamış, poz veriyor: beyaz dantel bluz ve file beyaz çorapları, makyajı ve siyah peruğu ile bizimki Fas’lı ile verdiği pozdan çok memnun…

Yanımızdaki kızlar grubu her tipi tanıyor, ufukta beliren korkunç tip yaklaştıkça “vahşi melek” sesleri yükseliyor…Vahşi Melek, kendinden emin pozlar veriyor ve hatta bana da “birlikte bir foto iyi olur” diyor…Şu işe bakın, körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz…denir buna. Kıyafet müthiş, tepeye Punk stili dikilmiş siyah–kırmızı saçların bir kısmı omuzlara dökülüyor, vucudun üstü çıplak, altta siyah deri bir g-string var, siyah çizmeler yüksek topuklu…Yüzde koyu bir sahne makyajı ve buruna yapıştırılmış vahşi bir kemik parçası, sırtta iki adet gümüş rengi kanatçık…ve…karşınızda “Vahşi Melek” !



Konvoy ilerledikçe biz de takip ediyoruz, hızlanırsak ileriye gidip bekliyoruz karşıdan, cepheden bir şey kaçırmadan izlemeye çalışıyoruz…Aşırı gösterişli giyinenler ve show yapanlar gayler. Lesbienlerden show göremiyoruz, onlar elele, kolkola, yanak yanağa ve hatta önceki evliliklerinden olan çocukları da yanlarında olmak üzere sessizce dolaşıyorlar etrafta…

Sarı bir kamyonetin içinde Marylin Monroe peruklu delikanlının vücudu çok ince ve güzel, blujean şort takım çok yakışmış, kamyonetin kasasına da ilginç bir adam yerleşmiş, mini eteği, koyu renkli peruğu, dekolte bluzu ve “kırmızı plastik bidon çanta”sı ile bizleri süzüyor. Tipin üzerinde siyah yağ lekeleri var gibi, bunlar özellikle sürülmüş, “tamirci” fantezisi olmalı…

Ufukta iki “cowboy” gözüktü, biri pembe, diğeri beyaz kovboy şapkaları giymişler, altta aynı renklerde asortik şortlar ve boyunlarına yine aynı renkte tüyler dolamışlar, bütün şirinlikleriyle caddeyi arşınlıyorlar. Anlaşılan “pembe” bu kesimin sevdiği bir renk, sıksık rastlıyoruz.

Konvoy arka caddelere doğru bir giriş yaptı ve tam da o sırada uzun eteklerini yerde sürüyerek iki önemli şahsiyet önümüzden salınarak geçiyor: Pembe saçlarına çiçekler takmış, yerlere kadar beyaz kıyafeti ile bir gelin ve yanında fırfırlı kabarık eteğini mor şapkası ile tamamlayan partneri…Muhteşem ikili diyorum. Tüyler ve çiçekler içindeler.



Çevrede bira satan büfeler bira yetiştiremez oldular ahaliye, hafif çiseleyen yağmura aldırış eden yok, hava serin ama sıcak kanlı göstericilerin kanı kaynıyor, etekler mini değil micro vaziyetinde beylerin. İşte karşıda, biri scotch kırmızı, diğeri siyah etekli, ayaklarına botlarını çekmiş iki ahbap çavuş hem sigara içiyor hem bizi süzüyor, poz veriyorlar.



Showun başlarında dikkatimizi çeken Adonis Gay Klübü’nün beyaz limuzini yine gözüktü köşeden, bu kez limuzinin tavanına yatmış iki yakışıklı genç güya dans ediyorlar, haydi eller havaya !

Saatlar ilerledikçe mideler de kazınmaya başladı. Hemen karşıdaki “Fritur”e gidiyorum, iki külah patates kızartması bize yeterli, tam parayı verip çıkarken karşıdan bir rahibe ile burun buruna geliyorum…Müthiş bir makyaj ve esprili bir kıyafet, tepesine de iki de minik şeytan boynuzu kondurmuş beyefendi. Benim eşime yöneldiğimi görünce o da kendini bir tango hareketi ile eşimin kollarına atıyor…

Çok eğleniyoruz bu cumartesi günü, herkes gülüyor, yiyip içip eğleniyor, kompleks yok, kasılma yok. Son model kırmızı bir spor arabanın kaputu üzerinde bir dilber gelene geçene gülümsüyor: Parçalanmış bir şort-mont takım ve peruk hafif kaymış gibi sanki.



Bugünün en sevilen kıyafetlerinde “parçalanmış” görüntüsü var. İşte TIR’lardan birinin üstünde beyaz kıyafeti lime lime parçalanmış bir delikanlı kovboy şapkası ile gülümsüyor. Köşebaşındaki zengin Japon grubu ortayaşın verdiği ağırlıkla ve geleneklerinin baskısı ile ne yapacaklarını şaşırmış haldeler, gülerken elleri ile ağızlarını kapatıyorlar fakat fotoğraf çekmek için neredeyse birbirlerini ezecekler.

İlginç bir grup bize doğru geliyor, neyi sembolize ettiğini pek anlayamadım, pembe kalem kıyafetleri giymişler ve bizlere de pembe kalemler dağıtıyorlar. Onların arkasından sevimli bir çift geliyor, kırmızı rugan dar etek, çizgili çoraplar giymiş delikanlı, siyah volanlı etekli arkadaşı ile sohbet ederek ilerliyor, her ikisinde de yüksek topuklu ayakkabılar. Önden çekemediğimiz kareleri arkadan yakalamaya çalışıyor eşim, önümüzdeki yaşam yıllarında bir daha böyle eğlenceli bir cumartesi olmayabilir!



Çikolata renkli 1.80 boyundaki “hanım kızımız” pembe mini şortunu çekmiş, kafadaki peruk ta aynı pembeden, salınarak yürüyor. Partnerin peruğu ise yeşil, makyajları göremedik arkadan tabii.

İlerideki meydanda toplanmaya başladı TIR’lar, müzik ve eğlence burada sona erecek galiba, yürüyen grupları çöpçüler izliyor, biriken çöpleri anında torbalıyorlar, yan sokakta bekleyen çöp kamyonuna atıyorlar, içecek ve dondurma dökülen kaldırımları hemen yıkıyorlar. Belediye benden oy alırdı burada otursaydım…Günün son karelerine giren ise dar, beyaz sırtı açık tuvaleti ve güzel saçları ile kırıtan ve ona eşlik eden siyah minili dazlak.



Bizim için ne kadar ilginç bir cumartesiydi…Katılanların büyük bir kısmının yaşam tercihi olan gördüklerimiz, yaşadıklarımız, diğer bir grup için de sadece show amaçlıydı bence. Klüplerin reklamı yapıldı, bu tip turistik gezilerin tanıtımı yapıldı, klüplerde show yapan meşhur travestiler kendi reklamlarını yaptılar, bu arada yaşam tarzı olarak böyle bir birlikteliği seçenler gönüllülerince eğlendiler ve bizim gibi böyle bir günü hayatlarında ilk defa yaşayanlar da bazen gülmekten kırılıp, bazen de ağızları bir karış açık kaldılar!

Dilimiz damağımıza yapıştı, Grand Place’ın güzel kafelerinden birinde bir şömine başı bulup koyu renkli Leffe biralarımızı içme zamanı geldi. Leffe’yi ilk defa ortaçağ manastırlarında üreten rahipler bugünü yaşasalardı acaba ne derlerdi?...


 Yazılan Yorumlar...
NEŞE
(25 Mart 2011)
Sevgili Erdin,her yıl mayıs ayı içinde bu "geçit" tekrarlanıyor,bu yılın tarihini Hakan yukardaki yorumunda belirtmiş..Millet çok rahat ,herkes kendi havasında,olay çıkaran yok,esnaf kazanıyor,show dünyası reklam yapıyor,herkes memnun hayatından...
Erdin İVGİN
(20 Mart 2011)
Neşe Hanım,
4 günlüğüne Brüksele gittiğimde bende bir "geçit töreni” ile karşılaşmıştım. Küçük bir bandonun arkasında az sayıda katılımın olduğu bir yürüyüş idi. Sizin yazdığınız çok daha büyük ve kalabalık. Belli aralıklar ile buna benzer geçit törenleri yapılıyor mu?
Ferudun Babacan
(19 Mart 2011)
Kaymak?
Dondurmam kaymak,
Afyon kaymak,
Karda kaymak...
İyi tatiller Neşe Hanım.
NEŞE
(19 Mart 2011)
Sevgili dostlar ,4 gün yokum buralarda,kayağa gidiyorum,inşallah bir yerimizi sakatlamadan döneriz..Görüşmek üzere !
Ferudun Babacan
(18 Mart 2011)
Neşe Hanım,
Hoşgörü mizahla başlar.
NEŞE
(18 Mart 2011)
Ferudun bey,siz bu gösteriyi izleseydiniz kimbilir ne esprili anlatırdınız!Eh ben de son yıllarda şahit olduğum en eğlenceli gün olduğu için neşeyle yazdım..İspanya nın İbiza adasında geçirdiğimiz 2 haftalık tatilde (15 yıl önce)tüm tatil boyu,tüm sokaklar bu durumdaydı,asıl orasını görmek lazım...Teşekkürler yorumlarınız için..
Ferudun Babacan
(18 Mart 2011)
Neşe Hanım,
Mükemmel bir anlatım.Tebrikler...
O geylerle geyik muhabbeti etmek isterdim.
Lezbiyenlerle de Lezzo içmek.
NEŞE
(17 Mart 2011)
Ahhh,sevgili Hakan,anlatılmaz,yaşanır derler ya ! İşte bu da öyle,tüm komediyi ve heyecanı yansıtmaya çalıştım ama işte bu kadar oldu,tabii anlatılanlar,yaşananların yarısı diyebiliriz,bu satırlara her yaşanan sığamadı!!Çok sevgiler..
hakangeziyor
(17 Mart 2011)
Hocam, gerçekten bizim için belki de hayat boyu karşılaşamayacağımız bir günü ne kadar da güzel anlatmışsınız?
Kaleminize sağlık...

Bu arada meraklılara küçük bir not: Bu sene festival 13-14 Mayıs 2011 tarihlerinde düzenleniyormuş...:)