Yavru’m Vatan Kıprıs! 2 (Gazimağusa) | |
Gırbıs’ta araçların ön yüzü beyaz, Arka yüzü sarı plaka. Her iki tarafı kırmızı olanlar da kiralık. Yani tehlikeli. İlk plakaya A1 demişler, Şimdi AL’ye doğru gelmişler. Ticari olanlar da TJK ile başlıyor. Beşparmak Dağları ismini, Elinizi yumru yapın, O şekilden gelen bir dağ silsilesinde almış, Oradan geliyor… Makarios’u duyunca aklıma; Makarna geliyor, Acıkıyorum birden, Birilerini yiyesim geliyor… Makarios o kadar yer varken, Neden Girne Beşparmak Dağları’nı seçmiş acaba? Hem de Öyle bir yer ki Mavi Köşk gibi Biri silah kaçakçısı, Diğeri de O’nun kankası. İmkânım olsa idi, Orayı mutlaka görmek isterdim. Neden müze haline getirilmemiş Mavi Köşk gibi? Kıprıs’ta narinciye çok. Her kahvaltıda mutlaka bir mardarin, bir portakal yafa yedim. Mardarin soyulması o kadar zor ki Sanki bekâretini kaybetmek istemeyen bir genç kız gibi. Ama çok lezzetli ve sulu. Portakal ise şeker gibi. Bergamot var mı dedim, ya bilmiyorlar, ya da yok! Turunç desen gırla. Bir anım var, bu konuda; Baba mesleği manav. Ben de az terazi sallamadım değil. Bir gün muzipliğim tuttu, Bilinçli olarak hatırı sayılır müşterilere portakal yerine turunç satmıştım ama birer kilo. Ertesi hafta, tabii herkes şikâyette. Ben de kıs kıs gülmekte. Otelde bir bardak portakal suyu; Sekiz TL. Sudan ucuz! Kıprıs’ta bir ot var, Aman Allah’ım, birden inek olasım geldi, Aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyip, Hemen ardından yan gelip yatıp, Geviş getirirken geviş getiresim geldi. Başta, Arapsaçı, Ebegümeci olmak üzere, her çeşit ot. Ve ot toplayan yerliler, ne kadar şanslılar… Ne kadar vejetaryen varsa, Kıprıs’a gelsin. Şu eposta çıktı, Herkes et(@) yemeye başladı. Yakında obez olmayan kalmayacak gibi. Bir domates fidanı görüyorum; Nasıl olmuşsa taşlar arasından fırlamış, Bir tane de minicik domates. Öldürmeyen Allah öldürmüyor… Bir kuzu görüyorum; Bazıları onu görünce sadece çevirmeyi düşünürken, Benim aklıma; Kuzu kapama geliyor, seçimlerde yenen! Neden sadece kuzu çevrilir de Öküz ve manda çevrilmez? Ne şanslı ki bu kuzu, Başında bir çobanı, hem de komando gibi. Tam bunları yazarken, İzdivaçta şunu sordu, yarışmaya katılan; Sizin kan grubunuz ne? Herkes burcunu sorarken! Ki bu burç soran olmuş mudur? Tam sevişirken! Geldik, katliam çukuruna; Geçitkale, Şehitler Köyü yakınlarında, Muratağa ve Sandallar toplu mezarları, 14 Ağustos 1974. En küçükleri Hayriye Arif daha 14 aylık. Barbarların barbarlıkları biter mi? Bitmez! Artık son bulsun, Barbar Müzeleri, Yerlerine açılsın, Berber Müzeleri. Şimdi yakında birileri, AB’ye gireceğiz adı altında, Bunları kaldıralım der mi? Zaten Fransa Cumhurbaşkanı, Sarkozi kardeşim, kusura bakmayın, sizi alamıycaz derken, Erkekçe. Biz de ha bire AB’ye giricez derken neler yapmıyoruz ki? Yakında, bu AB bizim başka bir yerimize girmesin? Şehitler Köyü’nden sonra Atlılar Köyü’ne geldik. Burada da bir toplu mezar var. Seldem Ali Faik, 16 günlük Şimdi bunları yazıyoruz ama Kim bilir o zamanki masum insanlar neler çekti? Nasıl korktular? Tir tir titrediler… Yakınları, akrabaları son nefeslerine kadar, kan ağladılar. Hani ateş düştüğü yeri yakar ya İşte öyle bir şey. Koştura koştura Saint Barnabas’a geldik ama Maalesef yeni kapanmış. Ki bu müze ikonları ile meşhurmuş. O an aklıma Eda Taşpınar geldi, Yok, böyle danstaki enerjisiyle. Barnabas Pavlos'la anlaşmazlığa düşmüş, Levi Kabilesi'ndendir ve Kıbrıs'lıdır.Pavlos'a, Kıbrıs ve Anadolu'ya düzenlenen 1. Misyon Gezisi'nde eşlik etmiştir. Kıbrıs Kilisesi'nin kurucusudur. Kıbrıs’ta öldürüldüğüne inanılır. Her yıl 11 Haziran, "Aziz Barnabas Günü" olarak kutlanır. Aziz Barnabas incili, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinden biraz farklıdır. İsa'nın kişiliği bu İncilde Tanrı'nın oğlu şeklinden ziyade örnek insan modeli şeklindedir. Teslis inancına ters düşen Monotheist özelliği yüksek bu İncil, bugünkü teslis (Trinity) inancına sahip Hıristiyanlıkça da kabul görmez. Ayrıca İslam dini son peygamberinin geleceği müjdesi bu incilde yer alır. KAYNAK: wikipedia.org Barnabas diyor ki Allah ile aldatmak o zaman da vardı. Şimdi ise yok! Baktım görevlinin elinde bir ot varmış, yenen cinsinden, Valla dayanamadım, elinden alıp ben de yedim Biraz aşağıda ise mezarı var, türbe içinde. Hemen sağ tarafta ise kazılar yapılmış. İnsanlar birbirinin ardından ha bire kuyusunu kazıyor, Ne geçiyor, ellerine? Girdik, Barnabas’ın türbesine, İkonalar var, Bir de mum izleri. Zaten bu mum olmasa ne yapardık, acaba? Kimileri yakıyor, elektrikler kesilince, Kimileri söndürüyor, elektrikler gelince. Kilise olur da Çansız olur mu? Bana Çanakkale’yi hatırlatır, çanlar, nedense. Sağ elin, başparmağı ile yüzük parmağı ile işaret parmağı kavuşmuş bir halde. Aşağıya indik, Rahmetli’nin mezarı başında, bir Fatiha okuduk, Allah kabul etsin. Ne de olsa, Allah’ımız bir. Dışarı çıkınca Haç işareti dikkatimi çekiyor, Onlar için Haç ne kadar kutsalsa, Bizim için de Hac. Hani birileri diyor ya Aman canım, kaldıralım şu takılı Türkçe harfleri. Ne diyor, biri, Hac, biri Haç. Çıktık ana yola. Geliş ve gidişi ayrı. Yani rakı dili ile duble! Geldik sulu çember’e. Sulu çember; dönel kavşak, fıskiyeli, Kıprısça! Rehberimin yalancısıyım, Şöyle bir anı anlattı; Araba soldan direksiyonlu olunca yanında oturan Kıprıslı’ya demiş ki Sağlama yapıcam bana yardımcı ol. Çünkü şoför göremiyor, direksiyon ters tarafta. O da demiş ki Buscık (Yani küçük sevimli otobüs var, demek istemiş) Bizim kahraman Türk te şöyle algılamış; Bas-çık! O da fırlamış, bir de ne görsün? Karşısında minik bir otobüs! Doğru tarlaya, yanındaki Kıprıslı ise hemen firar etmiş! Şampiyon kokoreç diyor, tabela. Yani en iyi poku biz yeriz, diyor. University Taksi diyor, tabela. Ne kadar da eğitimli ve kültür seviyesi yüksek! Hemen yanında, Doğu Akdeniz Üniversitesi. Ve Amerikan okulları. Gözlerim, Türk Okullarını aradı. Gırbıs’ta taksilerin nerdeyse tamamı, Mercedes ama en lüksünden, Geri kalanı da Chrysler, Mercedes’e benzer tiplerinde. Neden mi? Vergi! Beş yıl satmam dersen, Bizdeki fiyatın yaklaşık yarısı. Beş yıl kullanıyorlar, sonra bir yenisi. 8 KM mesafe, 20 TL taksi ile. Ama otobüsler tam tersi. Çünkü çok pahalı, üstüne vergi; Sanki Hindistan ya da Pakistan’dan gelmiş gibiler. Benzin 2.40 olmuş çok pahalı diyorlar. Biz ne yapalım? Elektrik santrali fuel-oil ile işliyor, elektrik pahalı imiş. Bizde benzinle işlese bu santral, ne yazar? Hele Duty Free’ler… Nedir, Türkçesi? Girdim TDK’ya, yakıtla çalışmayan girdim, motora. Çıkmadı. Yazdım TDK’ya, nedir karşılığı? Yakında ya beni kale almayacaklar, Ya da göğsüme bir bröve takacaklar. Geçenlerde de pofuduk terliği sormuştum! Gezerken, yeni yapılmış Camii Minareleri görüyorum. O an içimden şunlar geçiyor; Acaba, kiliseleri Camii’ye dönüştürmeyip Ayasofya gibi müzeye dönüştürüp ziyarete açsa mı idik? Çok turist gelmez miydi? Hem de ne hoşgörülüler, bizim ibadetlerimize el sürmedikleri gibi ne güzel de bakıyorlar? Hanım dedi ki Burada duralım, bu müzeyi mutlaka gezelim; Canbulat Müzesi, Gazi Mağusa Burada yumuşak g harfi önemli, ona göre. Kilis Sancak Beyi olan Canbulat Beyin, Kıbrıs'ın fethine karar verildiğinde, hazırlanan kuvvetler arasına dâhil edilmesi önerilir. Lefkoşa'nın Osmanlılarca fethinde üstün yararları görüldüğünden, 1570'te Mağusa'yı kuşatan Osmanlı ordusunda, İskender Paşa ve Deniz Paşa ile birlikte yeniden görevlendirilir. KAYNAK: http://www.magusa.org/kentrehberi İçeride güzel bir Otağ var, İnsanın içine girip oturası, üstüne bir Türk kahvesi içesi geliyor. Duvarda bir Osmanlı Haritası, 1571 yılında nerelerde idik? O an aklıma; Hani benim gençliğim, geçiyor, Ahmet Kaya’dan. Osmanlı Pipoları var, ama o zaman, Padişah henüz dumansız hava sahası fermana tuğrayı basmamış! Bir tablo var, cariyeler… O an aklıma; Hürrem geliyor, sanki Sülüman diyor. Kıbrıs’ın ele geçirilmesinde emeği geçen Devlet Büyüklerimiz; 1517 tarihinde Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim, Şam’da Venedikliler ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmayla, Mısır’a verilen 8000 Duka Altınından oluşan vergi bundan sonra, Osmanlılara verilecektir. Böylece, Kıbrıs hukuken Osmanlı İmparatorluğuna bağlanır, Venedikliler ise adanın sahibi olarak kalırlar. Fakat adada üstlenen korsanlar, bölgeden geçen ticaret ve hacıları taşıyan gemilere saldırıyor ve yağmalıyorlardı. II. Sultan Selim zamanında, Kıbrıs Halkının da Osmanlı İmparatorluğuna başvurması üzerine, Şeyhül İslam Ebussuud Efendi, Venediklilerin verdikleri taahhütleri yerine getirmedikleri gerekçesiyle adanın fethedilmesi için bir fetva yayınlar. Kıbrıs’ın fethinde, Başkomutan Lala Mustafa Paşa, Donanma Komutanı olarak da Piyale Paşa görevlendirilmiştir. Osmanlı Ordusu, 2 Temmuz 1570 tarihinde Limasol’u fetheder. 4 Temmuz 1570 ‘de Tuzla, 9 temmuz 1570 ‘de Girne kalesi, 9 Eylül 1570’de Lefkoşa ve 12 Eylül 1570 tarihinde Baf alınır. Osmanlı İmparatorluğu Ordusu Mağusa’yı kuşatır. Mağusa, Osmanlı’nın modern silahlarına karşı uzun süre direnir. Nihayet 1 Ağustos 1571 tarihinde Mağusa’nın fethedilmesiyle, ada tamamen Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içine katılarak fetih tamamlanır. KAYNAK: http://www.eminesutcu.com/ Burunları sanki Karadenizli. O yıllarda savaşta kullanılan kılıçlar, tüfekler, top ve mermiler… Gemi maketleri, motorsuz, ne kadar zormuş Allah’ım! Boşa kürek çekme deyimi bu işi yapanlar koymuş olamaz mı? Geldik Maraş’a. Gözlerim Kahramanları aradı, Maraş’ta. İn-cin top oynasa? O bile yok! O an Maraş dondurmasını nasıl özledim? Maraş bu sessizliği ile çok şeyler anlatıyor, aslında. 1974’ten beri hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa diyor, mesela. Güvenme güzelliğine, bir sivilce, Güvenme zenginliğine, bir bomba. Cennetin nasıl cehenneme dönüştüğünü, Hayallerin nasıl bir anda yok olduğunu, İnsanların bir inat uğruna nasıl dünya nimetlerinden hala yararlanamadığını, Her gelenin geçenin öküzün trene baktığı gibi bir yer nasıl olurmuş, Bir yerde huzur yoksa asla yatırım yapılamayacağını, İnsanların kendi elleri ile nasıl bina mezarlığı müzesi oluşturduklarını, Afrodit’in istiridye kabuğundan bakarak kıs kıs güldüğünü, Şu an anlaşılsa bile oradaki tüm binaların yıkılacağını, Çünkü ekonomik ömürlerini bitirdiklerini, Kalıcı bir barış olmadan da bunun ne kadar doğru olacağı, Fotoğraf ve video çekmek yasak, Tespiti halinde elinizde UN’cular tarafından ne varsa alındığını, UN’cuları görünce, Söke Un geliyor, aklıma. Hemşericilik damarlarım kabarıyor birden, kanıma giren mayalarla. İngiliz kardeşlerimizin iki tane üssü var, Kıprıs’ta. Afyon kaymağı gibi yerler seçmiş, asilzadeler… Üs’lü işlemler geçiyor hem de çok bilinmeyenli. Gururuma yediremiyorum, Çünkü gururumun midesi yok! İkoncanların üstsüz güneşlenmesi ne kadar dikkat çekici ise Kapitalistlerin de üsleri. Sen dünyanın en güzel kadını ol, Maraş’ın en güzel yerinde bir ev al, Ve orası öyle kalsın, hemen yanında şimdiki Orduevi. Kim bu gözleri fettan güzel? Sophia Loren! Uçan kuşun dediğine göre, burada yakışıklı bahçıvanı ile birlikte çiçek suluyormuş! Ulan Sophia, Mavi Köşk’te süt banyosunda, karşıma çıktın, Burada da maliken ile. Bir daha çıkarsan karşıma, Rahmetli Ahmet Vardar gibi gelirim oraya! Söz askerlerden açılmışken, En iyi yerde konuşlandıkları doğru ama Bir o kadar güzel de bakıyorlar ki Bu ikisi birleşince elbette göze batıyor, E ne demişler, bal tutan parmak yalar, Levent Kırca’nın dediği gibi Olacak o kadar! Hani şu sıralar, Asker dışarı diyorlar ya Baktım şöyle denize sıfır yerlerden pek yer kalmamış askeri birlikler hariç. Acaba bu yüzden denmesin, askere ihtiyaç yok? Valla rantın gözü kör olur, İnsanlar, üç kuruş için anasını satmıyor mu? Şimdi Rehberimiz yoğun istek üzerine, Çin Pazarı’nda durdu, Halkımız saldırdı. Aç kurtlar gibi Kazanan Pakistanlı. Ben de ayıp değil söylemesi çakma Samsonite marka siyah bir valiz aldım. 80 TL. Biraz kullanayım, ne mal olduğu çıkacak ortaya. Ucuz etin yahnisi mi? Çakmanın fendi mi? Petek Pastanesi. Sahibi pasta ustası imiş. Ben olsa olsa Petek Dinçöz demiştim ama Valla bu adamı tebrik ederim. O kadar ince bir ruh var ki tasarımlarda. Cemil İpekçi gibi maşallah. Ama bir çay üç TL. Bir kaplumbağ şelale içinde, kafesi ve yemleri ile Bu arada Kıprıs’ta her yerde Türk Parası geçiyor. Türk Bankası diyor, tabela. Ata’mın Türk tanımı geliyor, aklıma; Türkiye Cumhuriyetini kuran Halka Türk Milleti denir. Şimdi bu tanıma göre, Ben Kürdüm deyip para yatırmayalım mı? Ya da Ne Mutlu Türk’üm demek, ne demek? Bir Fransız ben Fransız’ım, Bir Alman ben Alman’ım derken, Neden Bremen Mızıkacıları demiyor? Neden Saksafoncuları karıştırmıyor? İbrahim Tatlıses; Ne mutlu, Türkü Söyleyene dese, ne diyicez? Karşımızda, Vatan Şairi Namık Kemal(1840–1888) Ne kadar anlamlı? Başka kimseye demezler böyle. Vatan Şairi. Şimdi ise durum şöyle; Bakıyorum tipine daha çocuk! Ulan benim bile senden duyduğum şeyleri sen nereden biliyorsun? Kendini yetiştirdi isen bravo sana, alkışlarımı duy. Ama birileri eline bir şeyler tutuşturup çık şunları oku, kafa karıştır dedi ise Valla, Tetiğin en iyi kullanıldığı yer, malum. İşte bu nedenle Namık Kemal, Vatan Şairi. Ama bu Vatan, Aynı adı taşıyan bir gazetenin şairi değil! Şair deyince dikkatimi çeken husus; Nazım ne kadar yetenekli ise Mehmet Akif te o kadar yeteneklidir ama bir grup ideolojik nedenlerle Sadece Mehmet Akif diyor, Diğeri; sadece Nazım Hikmet diyor. Hâlbuki sanat; Allah vergisi yetenek ile o sanatçının emeği ile olur. Bence ideolojik kaygılardan uzak, Sadece Allah vergisi yetenek ile emeğe saygı duymak lazım. Mesela ben; Ahmet Kaya şarkılarını çok severim. Kendisi ile tanışmışlığım ve sohbetlerim de var. Allah vermiş, o yeteneği, o da söylemiş mübarek. Bir yanlış ta Canlı parada sorsalar, son soruda; İstiklal Marşı bestecimiz kim? Kaç kişi bilebilir? Bir şarkının bir söz yazarı bir de bestecisi vardır. Bazen ikisi bir kişi olur. Mehmet Akif ne kadar önemli ise Bestecisi Osman Zeki Üngör de o kadar önemlidir. Ama sadece Mehmet Akif’i ön plana çıkarmak ideolojiktir. Yani diyeceğim, Sanat ile ideolojiyi birbirine karıştırmamak lazım. Mehmet Ömer Efendi Türbesi, Mustafa Zühtü Efendi Türbesi yan yana. Ruhlarına Fatiha okuduk. Vatan Şairi Namık Kemal’in zindanını görüyoruz, Tahta bir yatak. 38 ay sürmüş, bu sürgün. Sürenler kim? Ama Namık Kemal’i dünya âlem biliyor… Ferdi’den Hapishane geliyor, aklıma; Silivri, Bir de sivri biber geliyor aklıma, Sivri diller. Hâlbuki Yüce Mevla’m, Sadece domates, patatesi yaratmadı ki Sivri biber de var. Sivrilerden hoşlanmayanlar, Acaba hayatlarında hiç sivri yemediler mi? Nasıl ki her gıdada ayrı bir lezzet, Her düşünen insanda da ayrı bir lezzet vardır, Herkes aynı olsun diye düşünenler, Tüm gıdaların domates olmasını da ister mi? Zindanda yazan dörtlük; Zalim olsa ne rütbe bi-perva, Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız, Merkez-i hâke atsalar da bizi, Küre-i arzı patlatır çıkarız. Namık Kemal Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’ne çok iş düşüyor, Kıprıs’ta. Bizim Kültür Bakanlığı ile koordineli çalışmaları ve işbirliği yapmaları lazım. Venedik Kapısı’ndan içeri girdik. Venedik nere? Kıprıs nere? Venedik’in batacağını yıllar önce görüp buraya gelmiş olamazlar mı? Toplar görüyorum, toplar… Hasan Mutlucan ‘’Yine de şahlanıyor aman Türk’ün şanlı Bayrağı’’ yerine, Fatih Ürek, Doktor Bilal’den şarkılar geliyor, aklıma, nedense. Halkımız toplar arasında fotoğraf çektirmekte. Neden bu kadar seviyor olabilirler, acaba? Din İşleri Dairesi, Mağusa Temsilciliği yazısı, Camii duvarında. Şimdi gelelim benim en sevdiğim bölüme; Doğa. Çünkü adı üzerinde, doğa kadar doğal bir şey var mı ki dünyada. Ki son zamanlarda insanlar maalesef gittikçe sinsileşirken, Sinsilerin silsilesini deyip Cümbez Ağacı hiç duydunuz mu? Ben hiç duymamıştım ve de görmemiştim. Bilinen adı: Cümbez Ağacı veya Tropikal İncir Botanik adı: Ficus Soycomorus veya Minimal Deciduos. Bulunduğu Yer: Lala Mustafa Paşa Cami avlusu, Gazimağusa Çevresi: Tabandan 1.30 metre yükseklikte 4.95 metre Boyu: 15 m. Tepe şekli: Çok geniş. Tahmini yaşı: 707 (2005 yılı itibari ile) Lala Mustafa Paşa camisinin, (St Nikolas Katedrali) Ana girişinde bulunan Cümbez ağacının, katedralin inşaatına başlanan 1298 yılında dikildiği söylenmektedir. Kıbrıs`ta yaşayan en yaşlı ve canlı ağaç olarak bilinmektedir. Botanik ismi Ficus Sycomorus olan Cümbez ağacı, kökleri Doğu Afrika’ya dayanan tropikal incir ağacının bir çeşididir. Yılda yedi kez meyve veren Cümbez ağacı, Eski mısırlılar döneminden beri hem sıcak yerlerde sağladığı gölge hem de kerestelerinin değeri nedeniyle önem taşır. Halk arasında meyveleri Firavun Meyvesi olarak da bilinir. Ağacın gövdesi, ana gövdeden büyüyenden daha küçük dallarla çevrili olup, bunlar ağaca ilave destek vermektedir. Oldukça büyük bir kök sistemden yayılmış görüntüsü taşımaktadır. Gövde, 2.70 metreden sonra 7 dala ayrılır. Yaklaşık 707 yaşında olan ağaç için halk arasında, ana gövdesinin çevresinde bulunan her bir dalın, bir yüzyıla denk geldiği söylenmektedir. Şubat ayında yapraklarını döktüğünde ortaya çıkan manzara, ağacın öldüğü izlenimi verir. Ancak yaklaşık bir ay sonra yaşlı Cümbez ağacı canlı yeşil yapraklarına tekrar kavuşur. Gazimağusada`ki Cümbez ağacı, Kültür Bakanlığı`nın ulusal miras listesinde yer alıp, Orman Bakanlığı Gazimağusa Bürosu tarafından koruma altına alınmıştır. Yaşamı boyunca, Katedral önündeki Lüzinyan Silahşorlarından, çekirge belasına, Venedik inşaatçılarından, 1571 yılındaki bombardımana, depremlere kadar bir çok olaya tanıklık eden Cümbez ağacının önünde uzun yılları olması dileğiyle KAYNAK: http://www.magusa.org/kentrehberi Seni asla unutmayacağım Cümbez Ağacı. Artık bu soruyu bana Canlı Para’da sorabilirsiniz, katılmayı düşünen varsa, Bu ağacı satır satır okuyun lütfen. |
Yazılan Yorumlar... | |
Ferudun Babacan (27 Mart 2011) |
Ümit Kardeşim, Çok teşekkürler... Sen hazır olduğunda,ben nazır olmaya hazırım... |
ÜMİT ESER (27 Mart 2011) |
Ferudun Burada yazdıklarını mutlaka kitap olarak toplu bir yerde okumak ve dostlarıma tavsiye etmek istiyorum. Bence geniş yelpazende en başarılı olduğun tarz diyebilirim. Baküde işlerimin yoğunluğu biter bitmez burayada bekliyorum.İnanılmaz kültürel malzeme ve güzellik var. |
Ferudun Babacan (27 Mart 2011) |
Sibel Hanım, Çok teşekkürler... İlgi ve yorumunuz için. |
Sibel Sönmez (27 Mart 2011) |
Değişik tarzınızla yolculuk devam ediyor...Bu arada merak edip batım. Gerçekten "Mağusa" olarak yazılıyormuş. Oysa ben Magosa bilirdim... |
Ali Kavruk (26 Mart 2011) |
Gezmediğim halde gezmiş gibi oldum.Ellerinize sağlık yazılarınızın devamını dileriz. |
Ferudun Babacan (26 Mart 2011) |
Değerli Dostlarım, Burak ve İnanç yorumunuz için çok teşekkürler... Görüşmek üzere... |
İnanç EMİR (26 Mart 2011) |
Ferudun Bey, yazınızı çok beğendim... görüşmeyeli uzun zaman oldu fakat mail ortamında sizi takip ediyorum. İzmire yolunuz düşerse beklerim.... |
hüseyin burak (26 Mart 2011) |
Ferudun bey; Yine döktürmüşsünüz,dilinize,kaleminize sağlık Kıprısa gitmedim ama sayenizde gitmiş kadar oldum.Yazılarınızı zevkle okudum.Devamını bekliyoruz... |
Ferudun Babacan (25 Mart 2011) |
Neşe Hanım, Her akşam bir kadeh kırmızı şarap alırım. Bizim Kuş var, o da şalgam içmiyor, şarap içiyor. Gerçekten lezzetli idi ama markasını unuttum.Valizi kurtardık çünkü hanım iyi sarmış... Çok teşekkürler... |
NEŞE (25 Mart 2011) |
Günümüzün Kıbrıs şarapları da kaliteli mi acaba eskiler kadar ?Aksırıncaya-tıksırıncaya kadar içmek şart oldu eğer aynı kalitedeyse...Kırılan şişeler Samsonite yi berbat etmiştir,yazık.... |
Ferudun Babacan (25 Mart 2011) |
Valla Hakan Bey, Henüz kullanamadım. Ama ilk denemede tecrübemi aktaracağım. Çok teşekkürler... |
hakangeziyor (25 Mart 2011) |
Ferudun bey, gezimiz devam ediyor...Yalnız samsonite marka çantanın akıbetinden bizi haberdar etmeyi unutmayın :) Kaleminize sağlık... |
Ferudun Babacan (25 Mart 2011) |
Neşe Hanım, Dört tane şarap/viski almıştık, valizi açınca kırılmış maalesef Bir şarap bir viski kırılmıştı. Rabbim içme dedi:) |
NEŞE (25 Mart 2011) |
Kanuni nin oğlu padişah II.Selim iyi şaraptan anlar ve sever,Kıbrıs ın şaraplarının namı padişah a kadar gelir ve adanın zaptı için çok önemli bir sebep size !!Mali yönden biraz zayıf hazine o sıralar,Yahudi bankerlerden para temin edilerek,adanın fethinden sonra bu bankerlere adanın şarap tekeli verilir,valilik dağıtılır ve padişahımız kaliteli Kıprıs şaraplarına kavuşur..Ben demiyorum,tarih öyle yazıyor... |