Artvin’in biraz kuzeyinden Çoruh Nehri’ne karışacak olduğunu buralı bir yolcudan öğrendiğim bir nehir boyunca ilerliyoruz. Şavşat’ın 1100m, Artvin’in ise 500m rakımlı olduğunu bildiğimden, toplam 600m’lik bir iniş gerçekleştireceğimizi düşünmek istedim. Ani yükseklik değişikliklerinde kulaklarımda oluşan ağrı sebebiyle böyle düşünmek istedim. Ancak nehir boyunca yaklaşık 1000m’lik bir iniş gerçekleştirdik. Buna benzer bir durumu Kars-Ardahan arasında da yaşadığımdan bu durum beni çok şaşırtmadı. Ancak oradaki iniş miktarı bu kadar büyük değildi tabii. Yaklaşık 600m. Kars ve Ardahan’ın rakımları 2000m. Tabii arada hep dümdüz ovalar olacak değil, bir miktar dağlık alan yükselti farklılıkları için yeterli. Aslında bu durumu düşünmedim de değil. Google topografik haritalarına bakabilirdim ancak Kars’dan Ardahan’a üç tane yol güzergahı var. Çıldır, Göle ve Susuz üzerinden olmak üzere. Kars-Ardahan seyahat işletmeleri Susuz üzerinden çalışıyor ve en kestirme yol bu.
Tekrar Şavşat-Artvin yoluna dönecek olursak, bu oldukça dağlık arazide nehir, yol güzergahı için önemli ölçüde bir referans oluşturuyor. Orman ve toprak yapısı tıpkı Beypazarı’na yakın kesimlerindekine benziyor. Bodur çam ağaçlarının oluşturduğu ormanlık alanlar ve bol miktarda taşlı, kayalı araziler.
Biraz ötede yol yapım çalışmaları ile karşılaşıyoruz. Bu kısım şantiyeye dönmüş. Sarp yamaçlarda çalışmalar sürmekte. Ve yol, güvenlik nedeniyle kapalı. Kepçe büyük kayaları yerinden oynattıkça yamaçlardan aşağı, yola doğru büyük kaya parçaları yuvarlanmakta.
Yolun ne kadar kapalı kalacağını görevlilere sorarsanız söylüyorlar. Aksi halde bir bilgi levhası yok. Yolun kapalı kalma süresi genelde bir ya da iki saat. Artvin istikametine gidecek olanlar mecburen bekliyor. Erzurum istikametinde yol alanlar ise nehrin karşısına geçip stabil toprak yoldan devam ediyorlar. Muhtemelen az sonra tekrar asfalt yola karışmak üzere.
Bu, insanın doğaya meydan okuyuşunu bir saatten fazla izlemek durumunda kaldık. Yol tekrar açıldığında 10-15 araçlık bir kuyruk oluşmuştu. Sağ yamaca tırmanmaya başlıyoruz. Yine nehir boyu ancak bu sefer dağların yamaçlarından yol alıyoruz. Yol boyu sık sık korkuluklar var. Bu sarp ve dik yamaçlarda…Ve kısa bir zaman sonra karşı dağın yamacından bizi selamlıyor, Artvin.
Henüz bizim altımızda, yani Artvin’in karşı yamacında, traşlanmış araziler ve Artvin Barajı. Bu haliyle çok kötü bir görünüm. Çalışmalar bittiğinde yamaçların ağaçlandırılacağını ümit ediyorum. Yolcudan aldığım bilgiye göre, baraj su tutmaya başlamış.
Artık şehre oldukça yaklaştık, bu yamaçtan vadiye indiğimizde şehir bizi karşılayacak. Bu virajlı yamaçlar Artvin’linin kaderi mi? Bilemiyorum. Bir o yana bir bu yana döne döne iniyoruz vadi tabanına. Burada rakım 0m. Bu sefer döne döne karşı yamaca çıkıyoruz. Ancak bu sefer Artvin’in içine doğru. Yamacın daha yarısını tırmamlamıştık ki Artvin garajı, son durak.
Minik mi minik, bu şirin garajda, Borçka minibüslerinin her saat başı olduğunu öğreniyorum. (6TL.) İlçe içerisindeki ulaşım (dilim sürçtü!), üzerinde bulunduğum ve Artvin’i dikine iki eş parçaya bölmüş gibi görünen bu yol üzerinden sağlanmakta. Beş dakikada bir minibüs olmasına rağmen, minibüsler tepeye zik zak çizdikçe tıkış-tıkış olmakta. Bunda üniversite talebelerinin katkısı azımsanmayacak ölçüde. Şehrin tepesine çıkıyorum, 0 rakıma yürümek üzere.
Caddeler dar, sokaklar daha da dar, bir de patikalar var! Aşağıya doğru yürüyorum. Öğretmenevi gayet büyük. Tabii bunu söylerken buranın bir il olduğunu hep unutuyorum. Yemek yemeliyim. Girişte oldukça ihtişamlı bir et döner var fakat kuru fasulye yemek istiyorum. Yiyorum da. (7TL.) Lokanta boş gibiydi neredeyse. Sonra yanında üç kadınla bir abi geldi. Böğürerek dört döner istedi. Ve etrafa salyalar saçarak yemeğe başladı. Sonra “Garson, buraya bir su ver abisi.” diye tekrar böğürdü. Sonra tekrar yine ekmeğine yumuldu.
Yemekten sonra bir çay içtim. Sonra bir tane daha. Doğu Karadeniz bölgesinde çay için süzgeç kullanılmıyor. Bunu daha önceki deneyimlerimden de biliyorum. İnce belli çay bardağının dibinde yarım santimlik bir çay tortusu. Siz denediniz mi bilmem. Ama bu çay benim hoşuma gidiyor. Sanki tadı bir başka lezzetli.
Bol salçalı iri taneli lezzetli kurufasulyeden sonra gayet mutlu ayrılıyorum lokantadan. Bir meydancıkta ayakkabılarımı boyatıyorum. (1TL.) Hemen yanıbaşımda bir çeşme, karşımda da Artvin’deki ekonomik haberleri yansıtan koca bir açıkhava LCD’si olduğu halde bankta oturuyorum. Etrafı izliyorum. Dağın bu yamacından beklenmeyecek ölçüde bir hareketlilik, bir kalabalık var.
Yandaki daha küçük LCD ekranda görünen “18” ifadesinin hava sıcaklığını gösterdiğini anlamakta güçlük çekiyorum. -10’luk Ardahan, birkaç derecelik Şavşat’tan sonra bir tuhaf geliyor. Bu kalın kazak ve montla başlıyorum terlemeye!
Biraz kitabi bilgi verelim: Artvin 1936 yılında il yapılmış. Toplam nüfusu yaklaşık 165.000. Merkez dahil 8 ilçesi var. Gürcistan sınırında. Karadeniz ve Kafkas kültürü hakim. Boğaları ile meşhur Artvin’de her yıl bahar aylarında şenlikler düzenleniyor.
İnternet kafeye gitmeliyim. “Abi yolu devam et, köşeyi dön, sonra…” 25-30 kişilik kafe hınca hınç gençlerle dolu, yer yok. “Abi diğeri, şuradan sağa dön, yukarı yürü, orada olmalı…” Burası biraz daha küçük, müşterileri de biraz daha küçük, yaşça. Birkaç kişilik boş yerden birine oturuyorum.
Atapark’ın önünde, caminin yanında bir kalabalık. Minibüsünün bagajındaki halıları caminin çıkışındaki ahaliye tanıtan halı satıcısı çevik hareketlerle kalabalığın orta yerine birini açıyor. “Bu halı var ya….”
Kalabalığın içinde sigaram, babasının elinden tutmuş bir çocuğun montuna çarpıyor. Elimle bir iki çırpıyorum. Babası, “Olsun, önemli değil.” diyor.
Devam ediyorum aşağıya doğru yürümeye. Aşağı kesim genelde askeri alanlar, askeri lojmanlar vs. Pek ilginç bişi yok. Yukarı, garaja çıkmak istiyorum. Minibüse işaret ediyorum ama durmuyor. Durması için durakta beklemeliyim. Duraktan biniyorum, iki viraj sonra doluyor. Yarısı üniversite öğrencisi kızlar…
Her ilde bir üniversite, her ilçede bir fakülte veya yüksek okul. Eğitim kalitesi belki pek iyi olmayabilir -ki buna katılmıyorum-. Çünkü birkaç yerin dışında her şey ortada zaten. Ancak, ben işin sosyal yönüne bakıyorum. Türkiye’nin dört bir yanından seçilmiş olarak gelen bu elit öğrenci takımının (!) yerel halk ile etkileşimi, sosyal açıdan çok önemli.
Şehrin alt ucundan minibüse bindiğimde Borçka arabasının garajdan hareketine on dakika vardı. Beş dakikada garajda oluyorum. Zira şehrin bir ucundan diğer ucu araçla on dakika. Sabahın erken saatinde geldiğim bu yerden, öğlen ayrılıyorum.
Görüşmek üzere…
|