Tarihi ve tarihsel olayları her zaman sevmişimdir. Herhangi bir yere gittiğimde kaleler, müzeler ve kentin tarihi dokusunu simgeleyen yerler beni daima kendisine çeker. Öyle yemeye içmeye çok meraklı değilimdir. Ya da daha doğrusu lüks, pahalı restoranlara gitmeyi sevmem. Ama gezi bütçemin önemli bir bölümünü tarihi yerlere harcamaktan da çekinmem...Dil eğitimi için üç aylığına İngiltere’nin güney doğusundaki Margate kasabasına geldiğim dönemde de değişen bir şey olmamıştı. Önce civardaki tarihi yapılar, sonra yakın çevre, sonra Londra ve Edinburgh…
Londra Victoria tren istasyonunda trenden indiğimizde saatler sabah 10.00’u gösteriyordu. Mehmet abiyle beraber bugünkü programımızın sabah bölümünde ingilizlerin meşhur “İmparatorluk Savaş Müzesi”ni (Imperial War Museum) gezmek vardı. Diğer arkadaşlar ise Londra’ya bu bilmem kaçıncı gelişimizde farklı yerleri gezmek için bizden ayrıldılar.
Tren istasyonundan çıktıktan sonra Savaş Müzesini bulmak çok zamanımızı almadı. Ne de olsa artık az buçuk Londra’yı tanıyorduk. İngiltere’de kaldığımız 3 ay boyunca 5-6 hafta sonumuzu bu güzel başkentte geçirmiştik: “ Geleneklerin Başkenti Londra”. Kimileri Londra’yı kasvetli ve itici bulur ama ben sevdim. Parklarını sevdim, düzenini sevdim, metrosunu sevdim, yeşilini sevdim…Neyse konumuz Londra değil…
İmparatorluk Savaş Müzesi’nin görkemli tarihi binası Londra şehir merkezinde Lambeth Road üzerinde. Parlamentonun bulunduğu Westminister’a da oldukça yakın sayılır. Giriş için herhangi bir ücret ödemedik. Zaten Londra’nın en sevdiğim özelliklerinden birisi de bu. Pek çok önemli müze ve galeriye ücret ödemeden girebiliyorsunuz. Tabi bunu biraz da gerek vatandaşlarına gerekse de turistlere ülkenin tanıtımı ve propagandası olarak da düşünebilirsiniz. Girişte içerideki önemli şeylerin tanıtıldığı birkaç küçük broşür verdiler.
Müze, birinci dünya savaşı devam ederken 1917 yılında kurulmuş, açılış ise 1920’de yapılmış. Kuruluş felsefesi askeri anlamda halkın desteğini almak. Müzenin kendi sitesinde günümüzdeki amacı “savaşların gerçek yüzünün ve birey ve toplum üzerindeki etkilerinin anlaşılmasına destek sağlamak” olarak ifade ediliyor.
Müzeye girer girmez sizi yüksek tavanlı devasa bir galeri karşılıyor. Bu galeri de 1. ve 2. Dünya savaşlarında kullanılan uçaklar, tanklar ve diğer silahlar sergilenmiş. Ortasından ya da yukarıdan nereden bakarsanız bakın bulunduğunuz ortam son derece etkileyici.
İlk göze çarpanlardan birisi oyuncak gibi duran kırmızı bir Londra otobüsü. LGOC B Tipi denen (daha çok savaş zamanındaki popüler çizgi karakter olan Ole Bill diye biliniyor) bu otobüs İlk kez 1910 yılında kullanılmış. Bunlardan yaklaşık 900 kadarı 1. Dünya Savaşında askerleri taşımada da kullanılmış. Dünyanın ilk tankı olarak kabul edilen ve 1916 yılında üretilen Mark serisinden V nolu tank, General Grant’a ithafen isimlendirilen “Grant Tank” ilk göze çarpan savaş malzemeleri. Müzenin tavanında asılı “Halkın Savaşçısı” anlamına gelen tek motorlu avcı uçağı Alman Heinkel HE 162, İngilizlerin birinci dünya savaşında kullandıkları Sopwith Camel ve yine İngilizlerin tek pilotlu avcı uçağı Supermarine Spitfire, araçların havadaki duruşlarının etkileyici birer görüntüsünü veriyor.
Galerinin arka tarafına doğru geçtiğimizde karşımıza bir İngiliz denizaltısının iç bölümünün sergilendiğini gördük. Askerlerin kamaralarının yer aldığı oda ve periskopun da bulunduğu yönetim bölümü oldukça ilginç geldi bana.
Daha sonra 1. ve 2. Dünya Savaşı galerilerini gezmeye başladık. Burada savaşları belirli bir tema üzerine oturtmuşlar. Örneğin bir tema “Batı Cephesi”; bir diğeri “Gökyüzünde Savaş”; bir başkası “Denizlerde Savaş”. Bu bölümlerin tamamında kullanılan malzemeler, askeri dokümanlar, kıyafetler sergileniyor. Ayrıca anlatımlarda büyük boyda hazırlanmış. Askerlerin cephedeki görüntülerini birebir sergileyen bölümler son derece çarpıcı düzenlenmiş. Siper gerisindeki askerler, ışıklandırma ve kullanılan ses efektleriyle sanki bir anda herhangi bir yönden üstünüze kurşunlar yağacakmış gibi hissediyorsunuz.
Özellikle “Diğer Cephelerde Savaş” temasının üzerinde biraz daha fazla zaman geçirdik. Zira bu alanda Çanakkale Savaşlarına da küçük bir bölüm ayrılmıştı. Tabi onlar cepheyi “Gallipoli” olarak adlandırıyorlar. Hem deniz hem kara savaşlarının kısa özetlerinin yapıldığı bölümde ayrıca, savaştan kareler, üniformalar, silahlar v.s yer alıyor. Yeri gelmişken tüm şehitlerimize allahtan rahmet diliyorum…
İkinci dünya savaşı galerisinde beni en çok etkileyen temalardan birisi “Toplama Kampları” bölümü oldu. Burada Auschwitz kampını seyrettiğimiz 20 dakikalık siyah beyaz belgesel belki de konuyu en çarpıcı biçimde özetleyen filmlerden birisiydi. Bunun dışında insan boyunda düzenlenmiş olan kocaman resimlerle birlikte bir an kendinizi o toplama kamplarında gibi hissediyorsunuz. Ayrıca İkinci Dünya savaşı bölümünde savaşta kullanılan malzemelerle ilgili çok hoş bir sergi de mevcut. Kibritler, konserveler, sigaralar, çikolatalar ve daha neler neler…
Müze sadece dünya savaşları ile sınırlı kalmıyor. “1945’ten Bugüne Sorunlar” galerisinde yakın tarihimizdeki bölgesel savaşlardan ve soğuk savaş dönemindeki olaylardan da bahsediliyor. Özellikle doğu-batı bloku restleşmeleri yakın tarihimize ışık tutacak sadelikte ve güzellikte. Yine muazzam görsellerle anlatım sağlanmış. İkinci katta yer alan savaş temalı sanat galerisinde bulunan resimler de çok güzel.
İkinci kattaki kütüphane ve araştırma odası da herkesin kullanımına uygun şekilde düzenlenmiş. İnce uzun masalarda oturup masaların üzerine monte edilmiş küçük ekranlarda orada kayıtlı olan bazı belgesel tarzındaki filmleri izleyebiliyorsunuz. Bunların bazılarını karıştırırken canımızın sıkıldığı o an geldi: Dünyada soykırımlar bölümünde Ermeni olayları da işleniyordu. Peşin kabulle bunu benimsemişler. Ne anlatsanız boş. İlk iş gününde Dışişleri Bakanlığına bu konuyla ilgilenilmesi için uzun bir mail attığımı hatırlıyorum. Takip edemediğim için sonucun ne olduğunu ve bugün hala Müzede yer alıp almadığını bilemiyorum.
Savaş Müzesi tüm bu özetle anlattığım sabit görseller dışında yılın belirli dönemlerini kapsayan etkinlik ve sergiler de düzenliyor. Oldukça aktif bir müze sizin anlayacağınız. Müzenin bir de mağazası var. Bu mağaza posterden kitaba, oyuncaktan hediyelik eşyaya sunduğu alternatiflerle herkese hitap ediyor.
Yaklaşık dört saatin sonunda tarih dolu keyifli gezimiz tamamlanmıştı…Mehmet abiyle kendimizi Londra’da yeni maceralara doğru bıraktık…
Seyahatle kalın…
|