Alplerin Alpleri 1 (İsviçre'ye Geliş)

Vay Ayılar! Vay!
Efendim,
Önce şunu açıklayayım;
Neden böyle dedim;
İsviçre’nin başkenti, Bern.
Bern demek; ayı demek.
Bu durumda denecek tek şey;
Vay ayılar! Vay!
Ama yanlış anlaşılmasın, lütfen.
Üç tür canlıyı çok severim;
Hayvanlar,
Bitkiler,
Sabiliğini kaybedinceye kadar çocuklar…



Hayvanlara gelince,
Allah’ın insanlara hizmet etsin diye yarattığı hayvanlar,
Kuyruğuna basılmadıkça,
Karnı tok ise kimseye zararı dokunmaz.
Aç kalınca mecburen avlanır, o da doyuncaya kadar.
Etinden,
Sütünden,
Yumurtasından,
Derisinden,
Kelle ve paçasından, hatta bağırsaklarından bile yararlanan İnsanoğlu’nun,
Hayvanlara isimlerini kendi koyup,
Kızınca da
Vay eşek,
Vay deve,
Vay ayı demesine ne demeli?
İşte ben buna;
Vay ayılar, vay derim.



Ki hayvanlar âleminde,
Bürokrasi yoktur,
Boşanma yoktur,
Orman’ın kralı aslanda tek tapu bulamazsınız.
Yani gözü toktur, hayvanların.



Efendim,
Bu geziyi aslında sıcak sıcak yazmıştım ama
Arşivlemedim, maalesef kayboldu o sıcaklıklar…
Dünya ahret kardeşim, Engin
Ki bana Yüce Allah’ım sorsa kimi Peygamber yapayım;
İlk aklıma gelen isim.
Ve de
Sevgili eşimin çekimleri olmasa idi,
Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen yazamazdım.
Çünkü
Neyi hatırlayacaktım.
Bu da bize şunu öğretiyor;
Anıları saklamak, arşivlemek çok önemli.


Efendim, bu gezi ailece yaptığımız ilk gezi.
Ben salak ilk kez,
Efendim bu bendeki ben salak alışkanlığı;
Kendi kendime iltifat yapmamdır,
Siz alınmayın.
Eşek kadar olunca,
Bosna-Hersek ve Hırvatistan’ı görmüştüm,
Askerlik hizmetimde.
Dedim ki
Bari kızım olabildiğince erken görsün, güzel yurdumun dışını.

Engin’e gelelim mi dedim;
Engin tıpkı Mevlana gibi
Gel kim olursan ol yine gel.

Kısaca Engin’den de bahsedeyim;
Okul, sıra, masa, futbol, top, çapkınlık arkadaşım.
Alain Delon o yaşlarda bir görse idi
Kesin kıskanırdı.
Yani o kadar yakışıklı idi.
Ben de
Öküzlere ilgi duyan inek birisiydim!

Sağ olsun Engin beni açtı, ortalığa saçtı,
ondan sonra tutabilene aşk olsun.
İnancım odur ki, dostluğumuz son nefese.
Allah nazarlardan korusun ve sağlık versin.
Engin kardeşimiz, şimdi rahmetli, Nur içinde yatsın,
İsviçreli öğretmen bir bayan ile evleniyor ve İsviçre vatandaşı ama şimdi çifte vatandaş.
Ulan bu çifte vatandaşı duyunca aklıma, çiftetelli geliyor, nedense.
Dünyalar güzeli kızı Elif ile şimdi mutlu bir şekilde Sion’da yaşıyor,
Ama gözden uzak olan, gönülden uzak olmaz diyor.

Efendim, bu kadar girişten sonra,
Şimdi başlayayım gezimize;
Önce şunu söyleyeyim;
Aytan Alpman gibi bir başkadır, memleketim diyenlerdenim ama
Elimden geldiğince doğruya doğru, taklitçi değil ama keşke şu güzellikleri bizde alsaydık,
Diyen birisiyim.
O ülkenin birkaç kelimesini öğrenip o dille ile
Oranın vatandaşlarına seslenmeyi seven biriyim.
Yani yaban ellerde kırk yıl oturup;
Bir kelime bile öğrenmedim,
Ya da buranın hiçbir şeyini almadım, diyenlere saygım olmakla beraber onlardan değilim.



Zürih’e Onurair ile indik.
O zamanlar Avrupa ambargo uyguluyor,
En ucuzda o taşıyor…
Yanılmıyorsam 300 kişilik, tıklım tıklım.
Benim boy 180 ayaklarım dayandı önümdeki koltuğa.
Aklıma basketbolcular geliyor,
Hidayet mesela.
Şimdiki gibi ikramlar para ile değil.
Ah ulan kapitalizm sen nelere kadirsin.
Şimdi kırk yılın hatırı unutulmuş, bir kahve bile vermiyor, bazı firmalar.
Allah’ın suyu bile parayla!
Sırada hava mı var?

Zürih Uçak Alanına indik, iner inmez sürü gibi önden gidenlerin peşine takıldık.
Bu arada Allah bayanlara içgüdüsel bir yön gücü vermiş.
Hisleri güçlü olduğu kadar yön tayin etme yetenekleri de inanılmaz.
Ben sağa gidersem hanım sola ama her zaman o haklı çıkar.
Sanki içlerinde pusula, GPS, yön bulma cihazları var!
Girdik bir tünele;



Raylı sistem, metro.
Yaklaşık beş-on dakika sonra, bagaj başına.
Civciv çıkacak, kuş çıkacak derken, geldi bagajlar.
Bagaj hem arabalarda hem de hanımlarda çok önemlidir.
Pantolonu gösteren ütüdür, kadını gösteren gözüdür!
Yalan mı?
Bayanın önden sayılabilecek güzellikleri;
Kaşlar, zülüfler, gözler, benler, gamzeler, bacaklar, eller, göğüsler, beller, saçlar…
Geriye dön!
Sadece gözü var, göze takılan!
Ne de olsa göz gözü çekiyor!

Geldi bagajlar,
Ana! O da ne?
Engin kapıda!
Attı bizi arabasına, Citreön, havalanan tiplerden.
Durunca yere yapışıyor, hareketle kalkıyor!
Bu da bana bir şeyi hatırlatıyor!

İlk fotoğrafı Zürih içinde çektik.
İlk intiba çok olumlu.
Sanki medeniyet benim diyor, İsviçre.
Tek dişi kalmış mı bu canavarın?
Malumunuz bankacılıktan kazandıkları paraları,
Çok akıllıca yatırıma ve şehir plancılığına dönüştürmüşler.
Sırrı bu olsa gerek.
Parasız iş yapılmaz, para varsa da zevk sahibi olmak gerek.
Yoksa yaptığın işler, sırıtır, durur.



Kimi Allah’ın kırosu der, kimi sonradan görme, kimi de arabesk!
İsviçre bunu başarmış ama
İmkânları olmasına rağmen çocuk yapmamaya başlayınca, göçler başlamış,
İlticalar, bu sefer uyumsuzluk sorunları ve kültür çatışmaları başlamış.
Afrika’dan gelen zenciler,
Bizden giden Kürtler, yanlış anlaşılmasın, Kızımın en yakın arkadaşı Kürt’tür.
Daha doğrusu dünyanın her yerinden hali vakti yerinde olmayıp
Burada yeni bir hayat, yeni bir umut kapısı başlatanlar…

Yanılmıyorsam,
ABD’de bir çocuğun bakımını üstlenirsen hatırı sayılır para veriyorlar.
Bir bayan vardı, Alışveriş Merkezinde yangın çıkarsa,
Ya da sel basarsa tahliye nasıl olur uzmanı.
35 yaşlarında.
Dört çocuğu vardı, evlatlık.
Biri zenci,
Biri sarı,
Biri beyaz,
Biri de esmer.
Nasıl bakıyorlar demiştim?
Valla birbirlerine bakıyorlar, işte demişti.
Eşi de havacı.
Yani ikisi de evde yok!
Demem o ki
Valla ben üç yapın, beş yapın demem ama şunu derim;
Maddi ve manevi gücünüz yettiği kadar.
Sadece para ile olmuyor, sadece ilgi ile de olmuyor.
Doğanın verdiği mesaj; DENGE.
Her doğan çocuğa asgari ücret kadar para verilse?
O da yetmez,
Evlat yetiştirmek çok ciddi bir iş bence.
Üç, üç, üç ‘leri duyanca,
Aklıma futbol sahası, taraftar bağırmaları geliyor.
Gol mü bu?
Çocuk!


Önümüzde bir Mercedes CLK 320, ZH 687427 plakalı.
İsviçre’de nostaljik araba var, eksozu kara tren gibi, gitmeye mecali kalmamış, buna rağmen,
Gazına asılan araba yok.
Yani trafiğe çıkan arabalar, teknik açıdan gerçekten trafiğe çıkmaya uygun arabalar.
Ama eski püskü araba bulamazsınız.
Bu da paranın gücü.
Bizden bir farkları;
Plakalar değişmiyor.

Bir kere alıyorsun, yıllık kirası ar onu ödüyorsun.
Diyelim iki araba var, o zaman iki plaka.
Aynı plaka hem ona hem buna, cezası çok ağır.
Bizde olsa, Atatürk’ün dediği kadar zeki olan,
Milletimiz ne harikalar yaratır, bu uygulama.
Euro atıp içecek içilen bir makine ha bire açık veriyor ama
Sorun nedir, asla tespit edilemiyor.
Ne yapmış bizimkiler?
Euro’yu sudan dondurmuşlar,
Buz Euro atıyorlar, malı kapıp yok oluyorlar,
Buz da eriyor.
Dehaya bakar mısın?
Türk Milleti zekidir.



Bizde uzun araçlar pek tercih edilmez.
Satması zordur, fiyatı düşük olur.
İsviçre’de ise tam tersi.
Çünkü
Kayak ülkesi.
Afyon’un kaymağı,
İsviçre’nin kayağı.
Kayak takımları araç üstüne konuyor.
İşte bu nedenle uzun araçları tercih ediyorlar.
Bizde asla göremeyeceğiniz,
Son derece lüks markaların uzun olanlarını İsviçre’de görebilirsiniz.
Yakıt ise bize göre ucuz ama
Çevresindeki ülkelerde daha ucuz olunca,
Bazen girdi çıktı yapıp gidip oradan alıp gelebiliyorlar.

Yollar bir kere yapılmış.
Kim bilir kaç yıllık?
İşaretlemeler ise muntazam.
Biz de ise ulan yolun inşaatı bitiyor hemen bakım çalışmaları yapılıyor.
Mesela Konya Yolu.
İki idi, üç şerit oldu, sonra dört, yakında beş.
Bir sefer yapalım, adam gibi yapalım felsefesi maalesef henüz oturmadı.
Eskiden hiçbir şey yapmadı denirdi.
Şimdi çalsın ama iş yapsın’dayız,
Temennimiz;
Hem çalmasın hem de iş yapsın’a geçilmesi.
Çalsın ama iş yapsın;
Çalgıcılara uygun!

Hemen önümüzde,
Migros Kamyonu.
Demek ki bizim Migros diye bildiğimiz, Migros’un anavatanı burası imiş.
Paranın, dini, imanı, olmaz dedikleri bu olsa gerek.
Pazar nerde ise para orada.
Migros’un tarihçesi, ilgililere:
http://www.markalartarihi.com/html/migros.htm
Nerelerden, nerelere?




Engin dedi ki
Şurada bir atıştıralım.
Zürih’te bir kafe.
Ana!
Çalışan kız Türkçe konuşuyor.
Bu gibi yerlerde elbette kim olsa hoşuna gidiyor.
Nerelisin dedik?
Kürdüm dedi.
Türkçe konuşan Kürt bir vatandaşımız.
Peki, neden 72 milleten oluşan Amerikalı, sorulunca ben Amerikalı’yım diyor?
Fransa’da yaşayan Fransız’ım,
Alamanya’da yaşayan Mesut Özil,
Almanya Milli Takımında oynuyor?
Ki Şener Şen bile filmini çekti;
Amerikalı!

Bunu biz mi söylüyoruz?
Yoksa kendi vatandaşına,
Ben Amerikalı, Ben İngiliz, Ben Fransız, Ben Alman’ım dedirten,
Dış güçler mi, böyle istiyor?
Ne demiş ki
Mahzun;
Hepimiz kardeşiz, bu ayrılık niye?
Hemen ardından,
Yıkılmadım ayaktayım dertlerimle baş başayım!
Ve ilk çıkış parçası;
Âlem buysa kral benim!
En sonda aslında bir Sinan Çetin yapımı olan;
Newyork’ta Beş Minare.
Bu kızımız üstüne basa basa
Ben Kürdüm dedi ama
Bize bir sıcak davrandı.
Hatta torpil bile yaptı ki bu husus o gibi yerlerde çok zor.
Peki, neydi bunun sırrı;
Dil birliği.
Herkes Ana dilini konuşsun,
Ama baba dilimiz bir olsun.
Bu sihir, Tarkan’ın ‘’Oynama Şıkıdım’’ı kadar etkili.
Nasıl ki Şıkıdım’ı dinleyen ayrı dillerin insanları yerinde duramıyorsa,
İşte aynı dili konuşmakta öyle.





Bu arada, dilden açılmışken İsviçre’de tam dört konuşuluyor;
İtalyanca,
Fransızca,
Alamanca,
Bir de yöresel, buna İsviçre’ce diyelim.

Dört köy,
Her biri ayrı bir dil.
Bazen bir öğrenci ya da öğretmen bir yerden bir yere nakil ya da atama
Hayda aşladı, zorluk işte!
Rahmetli eşi, sınıf öğretmeni idi.
Şöyle bir soru sormuştum;
Zor olmuyor mu bu?
Dedi ki
Aslında sizinki doğru ama
Maalesef bizim hiçbir zaman bir Atatürk’ümüz olmadı.
Atatürk’ü sever ya da sevmezsiniz,
Ama bu devrimi dünyada ilk ve tek defa hem de bu kadar kısa sürede gerçekleştiren liderdir.
Daha geçenlerde önümde Arapça plakalı bir araba.
Arapça bilmiyorum ama
Bilesem bile o plaka nasıl okunur, sırrını çözemedim.
Hani bir olaya karışsa, nasıl tespit edilir, çözemedim.

Atatürk deyince,
Anıtkabir ziyaretlerinin mecburi olmaması düşüncesindeyim.
Gerçekten içinden gelen gittin ve yazacaksa bir şeyler,
İçindekini yazsın.
Belki gitmek istemiyor,
Belki yazdıklarına kendisi bile inanmıyor.
Yani
Ya olduğun gibi ol,
Ya da
Göründüğün gibi.
Bu anlamda en çok suiistimal edilen lider de
Maalesef Atatürk’tür.
Yaşasa idi böyle yapmayın, derdi.
Belki de Mevlana gibi
En iyi kubbe;
Gök kubbe, bırakın kapa toprağım gökyüzünü görsün derdi, kim bilir?





Geldik, Bern’e.
Meğerse Bern;
Ayı demekmiş, ayı.
Rahmetli Barış’tan, ayı şarkısı geldi aklıma;
(A) de bakayım, (Y) de bakayım (I)de bakayım,
Önce kızlar,
Şimdi erkekler,
Hep beraber;
Ayı!


Efendim,
Ayılara bakarken,



Engin birden fırlamasın mı?
Sanki olimpiyatlarda 100 Metre koşuyor, mübarek.
Meğerse yanlış yere park etmiş.
Polis geliyor,
Bir yakalansa;
Tık tık!
Ki şöyle bir anısını anlattı;
Kayınbiraderi İsviçre’de polis.
Bir gün, elini cep telefona götürüyor ama konuşmuyor.
Ertesi gün postada,
Ceza makbuzu;
150 Euro.
Makbuzla birlikte İsviçre polisi olan kayınbirader yanında, alıyor soluğu.
İkisi beraber, karıştırıyorlar kanun kitaplarını,
Güzel bir dilekçe yazıyorlar.
Çok geçmeden cevap geliyor;
Polis görmüşse doğrudur.

Yine bir anı Engin’den.
Eşinin ev taşınmasına kardeşi geliyor,
Yardım ediyor.
Buraya kadar, normal değil mi?
Ardından kardeş kardeşe bir fatura.
Hizmet bedeli.
Engin alıyor, o faturayı,
Ne denecekse diyor,
Çekip gidiyor.

Yine bir anı Engin’den.
Kendisini o kadar sevdirmiş ki
Türkiye İsviçre maçında, yaşadığı yerdeki İsviçrelilerle birlikte kafede maç izliyor,
İsviçreliler Engin hatırına, İsviçre’yi değil, Türkiye’yi destekliyorlar.
Bravo Engin’e.

Eşinden boşanmasına rağmen,
Mükemmel anlaşıyorlar,
Kayınvalidesi ise hala oğlu gibi seviyor.
İşte böyle bir insan, Engin.




Ayılar şehrin ortasında,
Çukur içindeler, çevresi park.
Gelen bakıyor,
Giden bakıyor, şakalaşıyorlar.
Bir şehrin sembolünün ayı yapılması ne kadar ilginç değil mi?
Kim gururuna yedirebilir?
Ki ben salak ta ayı olmayı çok isterdim.
Neden mi?
Sen git dünyanın en sağlıklı gıdaları;
Bal, balık ye.
Üstüne armudun en iyisi,
Ve altı ay kesintisiz güç kaynağı gibi uyu.
Tam bana göre, bir yaşam!

Onların kiliseleri varsa,
Bizim de Kilis’imiz var!

Ki geçenlerde,
Çok tartışıldı,
İsviçre’de camii minareleri dikilsin mi?
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0svi%C3%A7re'de_minare_referandumu
Dikilmesin mi?
Ulan ne korkuyorsunuz alçaklar,
Bir yerinize mi kaçacak?
Netice;
Yüzde elli yedi buçuk hayır, dedi.
Yeni minare yapılmayacak.
Yani
Minareyi çalan kılıfını hazırlar!
Benim ise aklıma;
O muhteşem türkü geldi;
‘’Minareden at beni, in aşağı tut beni’’



Ne demişti Ziya Gökalp;
Milliyetçilik akımı savunucusu;
‘’Minareler süngü,
Kubbeler miğfer,
Camiler kışlamız,
Müminler asker’’

İsviçre’nin bir özelliği var;
Canları sıkıldı mı?
Referanduma gidiyorlar.
Nerdeyse sat başı.
Hadi, bir referandum yapalım!
Nereye gidiyorsun?
Referanduma…
Nerden geliyorsun?
Referandumdan!
Adın ne?
Referandum!
Nelerden hoşlanırsın?
Referandumdan.

Biz ise bir referandum yaptık,
Nasıl anlatsam,
Nerden başlasam,
Bodrum, Bodrum!


İsviçre’de mülki amirleri,
Tek başına,
Ya da bisikletle işe giderken gelirken görebilirsiniz.
Ama bu bize uymaz!
Bozar bizi.
Şöyle olabildiğince koruma olmalı,
Araçlar son model,
Sirenler,
Polisler,
Yol kapamalar, daha neler neler…
Yakında,
ABD Başkanı bizi kıskanmazsa?
Aha şuraya yazıyorum.
(Rahmetli anamın sözü idi.)




İsviçre’de ilk dikkatimi çeken,
Kule saatleri.
Bu saatlerden her yerde var ama
İsviçre saatleri bir başka.
Nasıl kalbimiz tık tık çalışıyor,
İsviçre saatleri de öyle.
Arada şöyle bir fark, ancak.
Canlı kalbi durunca, fani.
Saat durunca, yeniden çalışabiliyor.
Allah diyor ki
Her nefis ölümü tadacaktır,
Saatçi ise
Her saat an gelecek, duracaktır.




Geldik, Hökümet Meydanı’na, Bern’de.
Federal Bina, üzerindeki yazı;
Latince.
http://en.wikipedia.org/wiki/Federal_Palace_of_Switzerland
İsviçre, karton değil de
Kantonlardan oluşuyor…
İşte bu nedenle yıkılmıyor…
Çok sağlam.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0svi%C3%A7re'nin_kantonlar%C4%B1

Genelde çeşmeden fışkıran fıskiyeler,
Burada,
Yerin altından fışkırmakta.
Çocuk her yerde çocuk.
Ayağında sadece don,
Kendini eğlendirmekte.



Bina çok görkemli,
Çevre çok temiz.
İnsanlar çok medeni.
Zaten,
Bu ülkeden her şey çıkar,
Terörist çıkmaz.
Kimi yapacaksınız?
Nasıl yapacaksınız?
Nasıl kandıracaksınız?
Dağa kayak, doğa sporları hariç kim çıkacak?
Bakın, İsviçre’den ne çıkar?
Civciv,
Yumurta,
Tavuk,
Horoz çıkar…
Aşırı doyumun yarattığı doyumsuzluk halleri mesela.
Mesela
Uyuşturucu bağımlıları,
Psikolojik sorunlular, o da aşırı rahatın yarattığı haller, huzur batan tipler…
Bu gece barda, gönlüm hovarda diyen aşırı seks düşkünleri…
Bu gibi diğer ülkelerde pek görülmeyen saçma sapan hastalıklar…

İsviçre bana gerçekten çok medeni geldi.
O an şunu düşündüm;
17 Şubat 1926, Türk Medeni Kanunu, İsviçre,
22 Nisan 1926 Borçlar Kanunu, İsviçre,
01 Mart 1926 Ceza Kanunu, İtalya,
1927 Neuchatel Kantonundan, İsviçre, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu,
1929 4 Nisan, Almanya, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
Bunları neden yazdım?
Canlı parada sorulabilir, katılır da kazanırsanız, çorbada tuzumuz bulunsun.

Ben bu ülkeye 2005’te gelmiştim ve hayran oldum,
Ey Ata’m,
Sen ne zaman geldin de
Buranın yasalarını uyarladın?


Lozan'da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından "hukuk reformu yapmakla" görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için "Cumhuriyet Savcısı’’ unvanının isim babasıdır.
Ata’nın huzurunda "hukuk reformu" için fikir fırtınası yapılırken,
Bozkurt'un tepesinde şimşekler çaktırılır: "neden sadece savcılara cumhuriyet savcısı denilir?
Cumhuriyet Başbakanı, Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı, Cumhuriyet Valisi, Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da, neden Cumhuriyet Savcısı? Savcılara neden bu imtiyaz?
Atatürk, Bozkurt'a, "ne diyorsun?" diye sorar.
Bozkurt’un cevabı çok net olur:
"Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için Başbakandan, Bakandan, Müsteşardan, Validen, Büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o Cumhuriyet Savcısıdır."
Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. "devam et bozkurt" der.



Rahmetli Mahmut Esat Bozkurt, iyi düşünmüşsün de
(C) ile başlayan, sadece Cumhuriyet yok ki?
Ceviz var, Ceneviz var, var oğlu var…




Pazara geldik, pazara.
Sanki dünyanın her yerinde,
Pazar felsefesi aynı gibi
Çalışanlar içinde bayanlar olması da ilginç.
Ama bizdeki espriler, başka yerde olmayabilir;
Satıcı elinde don, son derece seksi;
Abla, diyor, almasan da olur, denemesi bedava!
Hele Mahmutpaşa lafları.
Başlı başına bir mizah kitabı.
Cem Yılmaz’ın ağzı açık kalır.

Şehir içi ulaşımda,
Tramvay’ı etkin kullanıyorlar,



Araç sokmuyorlar, merkeze.
Ya bisiklet, ya motosiklet ya da tramvay.
Ankara’da ne kadar araç varsa,
Yarısı Kızılay’da, bunların yarısı da taksi.
Örnek alınabilir, aslında.
Efendim bizde şöyle bir alışkanlık var;
Arabadan inmek istemeyiz,
Elimizden gelse tuvalete bile.
Ki dünyanın en pahalı yakıtını kullanırken,
Geçenlerde şöyle bir benzetme yaptım;
Kızım dedim, altın suyu bu, altın suyu.
Ona göre?
Ki obeziteyi de tetikleyen;
Her yere araçla gitme.
Yürü be kardeşim, en seni görelim.

İsviçre’de de binalar, canlı çiçeklerle, çok güzel özene bezene, döşenmiş.
Bu kültür keşke ucundan kenarından, bulaşsa bize de.
Hamburger bulaşıyor,
İçki kumar bulaşıyor,
Bu tür güzellikler neden bulaşmıyor?

Park sorunu olmayan ülke var mı?
Vallahi İsviçre,



Nasıl yapmışsa, bu sorunu çözmüş arkadaş.
Hem mesire yeri parkları güzel,
Hem de
Araç park yerleri.
Park sorunu yok, arkadaş.
Her dairenin park edeceği yer işaretlenmiş olabilir mi?
Evet işaretlemişler.
Nasıl kavga çıksın?

Geçenlerde bizim sokakta, sözde otuz yıldır, birbirini tanıyan iki dost!
Park yüzünden bir tutuştular,
Allah’tan araya girdik, ölmeden de
Ayırdık.
Ulan sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Seni alırsam ayağımın altına,
Gebertirim ulan,
Tutmayın beni!

Ertesi gün belediye’ye gittim,
Dilekçe verdim, anayasal hakkımı kullanarak,
Bu sokakta, mevcut yasaya göre nasıl park edeceğim?

VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı (*)
MADDE 74- (Değişik: 3.10.2001–4709/26 md.) Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir.
(Değişik: 3.10.2001–4709/26 md.) Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.


Cevabı hala bekliyoruz,
Ama yardan haber yok!

Tramvay ne ile işliyor?
Elektrik ile.



Peki, neden kablosuz değil?
İnternet oluyor, cep oluyor, o oluyor, bu oluyor,
Neden elektrik kablosuz olamıyor?
Çünkü
Fişi prize sokmadan elektrik alamazsınız,
Bunu doğa söylüyor.
İsviçre’de olsa kablolar olacak!
İzdivaç programlarında daha ilk görüşte elektrik aldım diyenler yalan söylüyor.
Alamadım diyenler doğru,
Çünkü henüz fişi prize takmamışlar!

Ama düzenli be mübarek,
Adamların kabloları bile düzenli.
Salkım Hanım’ın tanelerine benzemiyor.




Sion’a doğru giderken,
Bir mola veriyoruz; tepede.
Karşımızda göl, Dalan’ın gözleri gibi
Burası Gravyer,
Yani gravyer peynirinin doğduğu yer.

Kim sevmez ki gravyeri?
Hani bizim şu kaşara benzer, Kars’ın.
Peki, nasıl yapılır?
Meraklılarına detaylı bir link;
http://www.bizcehemen.com/?p=450





Karşımızda Alpler,
Zaten İsviçre’yi İsviçre yapan bu Alpler değil mi?
Ama bizim de Alp’lerimiz var,
Hatta Alperenler...

Bir gece, tuvaletim gelmişti,
Saat, 04.00 gibi
Çıktık balkona,
O duyduğum kuş seslerini unutamam, hayatım boyunca.
Bakın hala çınlıyorlar, kulaklarımda.
Dünyanın en güzel senfoni orkestrası idi, doğadan.
Peki, şefi kim?
Tabii ki Allah!
Ah keşkem, bir imkân çıksa daha gitsem ve sadece o sesleri dinlesem!

Montrö(Montreux)’ e doğru sürüyoruz.



Hani şu bizim için çok önemli olan,
Boğazlar Anlaşması var ya.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Montr%C3%B6_Bo%C4%9Fazlar_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi
E, ne demiş, Petek Dinçöz;
Can boğazdan gelir.
Beni aldatırsan, sen boğazlarım, Can!
Sen olmadan boğazımdan tek lokma geçmiyor,
Rahmetli Zeki Müren;
Aldığım her nefesin birisi senin!
http://www.youtube.com/watch?v=I-kk94rCS7o

Nasıl ki
Bu anlaşma İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını kapsıyorsa,
Bizde de nefes ve yemek boğazları olması ne kadar ilginç değil mi?
Allah gözünü doyursun deriz, mesela.
Boğaz tokluğuna çalışmak,
Boğazımda gıcık var,
Beni sıkboğaz etme!
Boğazıma kılçık kaçtı,
Boğazlarım seni!
Bu örneklerden anlaşılacağı gibi boğazlar çok önemlidir, yemek olsun, nefes olsun.
Boğazlar her zaman açık olmalı,
Yoksa yaşayamayız.

Yerlerde bir tane çöp görsem?
Peki, bizler neden bu kadar çok seviyoruz,
Çöp şiş’i?
Bir ilgisi olabilir mi?
Kelle-paça,
İşkembe,
Kokoreç aşkının, çöplerle?

İsviçre’nin logosu da çok sevimli.



Bildiğimiz artı işareti.
Bizler ne kadar pozitif insanlarız diyorlar, sanki.
Bizimki ne acaba?
Artı mı?
Eksi?
Ya da nötr?

İsviçre, yeşil.
Alpler, karlar eriyince?
Her yer yeşil.
Sanki yine yeşillendi fındık dalları burada yazılmış.
Uzun zamandır, Yeşil’i arayanlar,
Adres belli;
İsviçre.
Buradaki yeşili hiçbir yerde bulamazsınız.

Sanki Barış Manço;
‘’Dağlar dağlar’’ı Alpler için bestelemiş!
Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur demişler ama
Burada dağlar, hiç ayrılmamış ki.

Sanki
Rahmetli Yusuf Hayaloğlu,
‘’Şu dağlarda kar olsaydım, kar olsaydım’’ı buralarda yazmış.
Kar dedim de
Her kar tanesi, bir sorun olsun.
Dala düşer gibi omuzlarınızda biriksin.
An gelir, dal çırpınırsa, kar-mar kalmaz, dalında.
Bunu yapmazsa da, kırılır, dal.
Siz de arada bir silkelenmezsiniz,
Omuzlarınız dayanamaz, bu ağırlıklara…

Haziran’ın ortaları ama dağlar karlı.
Bizler de
Karlı havada, buzlu hoşaf içmekte.



Oturduk, Engin’in bir arkadaşı ile kafede.
Kırk yıllık hatırı olmayan neskafe içtik.
Kısaca hayat hikâyesini dinledim;
Sen daha o yıllarda, en az yirmi yıl önce,
Spor akademisini bitir, futbol antrenörü ol
Ve İsviçre Sor Bakanlığına mektup yaz,
Antrenörüm diye, beni çağırın.
Hem davet etsinler,
Hem de tercüman versinler?
Ve son derece rahat yaşam koşulları.
İçimden bravo dedim, valla bravo.

Daha o yıllarda, Ergenekon, Mergenekon yok iken,
Bir varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde.
Deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken.
Buna, ileriyi görmek mi denir?
Ne denir?



Oturduğumuz kafenin sağlı sollu, ağaçlar var,
Ama hiza istikametleri yerinde.
Sağdan say desem, kaç çıkar acaba?
Yaşları aynı.
Ağaçlar zaten güzel de
Tasarımları müthiş!

Yol işaretlemeleri müthiş.
Özellikle asfalta acayip çizmişler.



Hem canlı,
Hem de okunaklı.
Sanki şiir yazmışlar, yollara.

Şehrin merkezinde, bir fıskiye.
Hemen Ankara geliyor, aklıma.
Son zamanlarda, Ankara’da şarıl şırıl oldu, maşallah.
Tek çelişki bazen sular kesiliyor,
O anda da bunların kapatılması gerekir.
Evde tısss, yollar şırıl şırıl.

Bir dağ, hemen üstünde bir kale.



Surlar ve de kale çok sağlam kalmış,
Oldukça da bakımlı.
Estergon Kalesi gibi maşallah.
Şimdi illa denize sıfır olsun insanoğlunun,
O yıllarda kartallar yüksek uçar gibi yaşaması, ne ilginç değil mi?

Ana yollar dışında,
Taş yollar dikkat çekici.
Daha sıcak, daha romantik, daha nostaljik, taş yollar.
Şimdi asfalt olsa şöyle yazar, bir kere.
Bu asfalt Büyükşehir Belediyesi’nin hediyesidir.

Sion yakınlarında gezimize başladık,
Tur gezisi olmadığı için,
Rehberimiz; yaklaşık yirmi beş yıldır burada yaşayan Engin.
Uyku hariç kendimizi O’na teslim ettik.
Bir parka geldik,
Bir park bu kadar mı güzel olabilir?
Bu kadar mı yeşil?
Sıra sıra banklar, bankacıları getiriyor, aklıma.
Ne de olsa bankacılık diyarındayız.
Çocuklar eğleniyor, dünya umurlarında mı acaba?
Sallananlar, sala parti bir görüntü içindeler,
Benim ise ilk aşkımı salladığım anları hatırlatıyor, bana.
Sanki çimler bir başka yeşil,
Sanki ağaçlar bir başka yeşil,
Sanki yeşil, bir başka yeşil,
Sırra kadem basan Yeşil,
Peki, sen nerdesin?



Bir tane tahta at yapmışlar, ama iki tahtası eksik olmayanlardan.
Kızım bindi.
Atın tahtası da olsa bir başka.
Duyguları en samimi hayvan,
Kandırılması çok zor,
Samimi değilsen atar arkadaş.
Truva atı geliyor, o anda.
Hani şu bizim Çanakkale’de bulunan,
Truva antik kenti, filmi bile çekilen, Truva.
Hektor, Arşil, kim bilir, neredeler öbür tarafta?
Şimdi de Truva virüsleri…
Filmdeki at ise Çanakkale Belediye Binası önünde.
Bu film, neden bizde çekilmedi idi?
Gitti, Malta Ada’sına?

Bayan bir heykel, elinde uzun bir çeleng.
Sanki canlı olma ile olmamanın mesajını veriyor insanlara.
Heykeltıraşı yaratan; Allah.
Heykeltıraş canlı,
Eseri cansız,
Sanki bir mesaj veriyor; Allah’a.
Verirsen sen can verirsin, alırsan sen alırsın O canı.

Bir kiliseye girdik,
Tam karşımızda Hz. İsa.
Çarmıha germişler.
Yana açılmış elleri, boynu bükük.
Başta doğuşu bile bir mucize olan,
Lazarus’u dirilten,
Beş kişilik ekmek ve şarap ile binlerce kişiyi besleyen,
Denizde çıplak ayakları ile gezen,
Cüzamlı hastaları iyileştiren, Hz. İsa.
Neden boynunu büktün?
Sana bu kötülüğü yapanlar, şimdi nerede?
Yine de şanslısın,
Şimdiki insanlar öldürmüyorlar ama ölümden beter ediyorlar.
F tipi koğuş, yoktu senin zamanında mesela.

Mini bir tren,
Tren gelir, hoş gelir türküsü eşliğinde,
Vagonları peşi sıra.
Yavuz Bingöl’ü hatırlatır, bana.

Muhteşem bir saat.
Hemen tepesinde, çanlar.
İşte karşımızda, yeni bir kilise.
Şu sıralar,
Çanlar kimin için çalıyor, acaba?




İsviçre’de bizdeki gibi,
Dükkânlar, bakkallar sabaha kadar açık değil,
Akşam beş ya da altı.
Kimseyi bulamazsın.
Üstüne aç kalırsın.
Ekmek bile çok zor.
Allah’tan yakıt istasyonları var ama onlar da on ya da on bire kadar.
Ondan sonra,
Tırnak ye!
Neden?
Hizmet pahalı, İsviçre’de.

İnsan haklarını tam anlamıyla oturtamayan ülkelerde,
Hani hayvan hakları uğraşanlar var ya
İnsan ister istemez şunu soruyor;
Hangisi öncelikli?
Bence her ikisi de.
Neden?
Allah’a saygı.
Can vermiş, her ikisine de.



 Yazılan Yorumlar...
Ferudun Babacan
(22 Nisan 2011)
Erdin Bey,
Ben çok teşekkür ederim.
Sayfa düzenlemeleri çok zaman alan işler.
Sizin de emeğiniz çok.
Erdin İVGİN
(22 Nisan 2011)
“Etinden,
Sütünden,
Yumurtasından,
Derisinden,
Kelle ve paçasından, hatta bağırsaklarından bile yararlanan İnsanoğlu’nun,
Hayvanlara isimlerini kendi koyup,
Kızınca da
Vay eşek,
Vay deve,
Vay ayı demesine ne demeli?
İşte ben buna;
Vay ayılar, vay derim.”

Keyifle okuduğum yazınız için teşekkür ederim
Ferudun Babacan
(18 Nisan 2011)
Hakan Bey,
Sizin kadar Evliya Çelebi olamasak ta siteye katkımız olabiliyorsa ne mutlu.
Yorum için teşekkürler..
Ferudun Babacan
(18 Nisan 2011)
Neşe Hanım,
Dünyaya tekrar gelse idim ayı olmak isterdim.
Altı ay uyumak ve bal,balık ve armudun en iyisini yemek,
mükemmel bir duygu olsa gerek.
Yorum için teşekkürler...
hakangeziyor
(17 Nisan 2011)
Giden tüm dostlarım İsviçrenin yeşilinden, trenlerinin dakikliğinden, doğal güzelliğinden ve aşırı pahalı olmasından bahsederler hep.
Ayı vurgusu hoş olmuş doğrusu...
Keyifli bir yolculuğun başındayız herhalde Ferudun Bey,
Kaleminize sağlık...
NEŞE
(17 Nisan 2011)
Ferudun bey,nöbetçi yorumcunuz "arayı açtınız" diyor..Hanımların GPS yeteneği tartışılmaz...Tüm gezilerimizde,kiralık arabanın GPS i ben oluyorum tabii,önceden dersimi çalışmak koşulu ile...Bern in sembolü "ayı" ...Madrid in sembolü de "ayı",bizde böyle bir sembol henüz yok,sizin İ.Melih Gökçek keçiden ve Seymen kedi den sonra belki böyle bir güzellik düşünebilir...Yazınızın en can alıcı satırları,Hz. İsa nın şimdiki F tipi ile ilşkilendirilmesiydi...Çok teşekkürler,tuşlara sağlık !