Alplerin Alpleri 2

İsviçre’de iki şey göremedim;
Biri dilenci,
Diğeri; gecekondu.
Efendim, buradakileri gündüz kondurmuşlar!

Bir adı ile
Dünyanın para babası,
Diğer adı ile
Para aklama makinesi olan bir yerde dilencilik olur mu?
Çok zengin bir evladın babasına yapacağı tek kötülük;
Dilenmek!

Yolun hemen kenarında,
Binanın önündeki ağacı ne yapmışlar, etmişler, korumuşlar.
Bizde olsa,
O ağaç orada durur muydu acaba?
Gerçi son zamanlarda olumlu gelişmeler de yok değil ama
Yeterli değil.
Ulan içine bomba koyarlar endişeleri olmadıkları için,
Caddelerde çöp sepetleri.



Bir gözlüklü resmim.
O gözlüğü ben salak yıllarca nasıl taşımışım?
Resmen körmüşüm?
Bu kadar mı çirkin olabilir?
Bu kadar mı itici?
Ne kadar zevksiz olduğumun Kars’taki ucube abidesi sanki.

Bir ülke bu kadar mı düzenli olabilir?


Sıkmaz mı insanları?
Normal olan Onlar mı?
Biz mi?
Şöyle cadde sokak dediğin biraz pis olur canım.
İnsana mikrop ta lazım.
Bu kadar hijyen yetişirse bir nesil, çabuk hasta olmaz mı?

Parkın ortasında gölcük!



Ama bizim Gölcük’e benzemiyor, doğal bu mübarek.
İçinde bir kum ocağı ama sanki varlığı ile yokluğu belli değil.
Ya da bize öyle görünüyor,
Biraz Batı hayranlığı var ya!
Rahmetli Erbakan geliyor, aklıma;
Sizi gidi Batı taklitçileri!

Kızımı görüyorum, gülerken resimde.
Allah hep güldürsün diyorum, içimden.
Önce sağlık,
Sonra gönüllerince olsun, temennisiyle…

Gölde bir siyah minik ördek.
Yapayalnız.
Ekmek peşinde.
Belli belirsiz dalgalar yaratıyor, kendince.
Yeşilbaşlı gövel ördeği kıskanır mısın, sende?
Zencilerle, beyazlar arasındaki renk ayrımcılığı var mı sizlerde de?



Minik bir göl yapmak kaça patlar?
Kazması,
Suyu,
Dondurması,
Eritmesi,
İçine balıklar, ördekler…
Hiç düşündünüz mü?
İşte Yaradan’a ne kadar şükür etsek azdırın bir minik hikâyesi.

Salıncaklar…
Kim bilir kaç kişiyi salladılar?
Sallananlar mutluluktan uçtular.
Adı sallamak olsa da
İş konusunda çok ciddidir, salıncaklar;
Asla sallamazlar!
Hemen sallarlar!

Sincap,
Çekimi en zor hayvanlardan.
Dur biraz desen ne olacak ki?
O da fındık peşinde.
Biliyor, ağzının tadını kerata.
E, ne demişler?
Dünya kadar malın olacağına fındık kadar bahçen olsun!

İki tane yeşilbaşlı gövel ördek.
Safiye’den dinlemişler midir, ?
Yeşilbaşlı gövel ördeği?
Dinleseler, ne anlarlar?
Hayvanların kendi isimlerini koyamamaları nasıl bir duygu olsa gerek?

Beş tane minik minicik minnacık kara ördek.
Ulan, biriniz yanlış adım atsanız ya!
Nerden öğrendiniz, o ayak uydurmaları?
Hiza, istikameti?
Marş söylemeyi?
Yoksa askeri misiniz, siz?
Bak şimdi altı oldular, biri içtimaa geç kalmış.
Anne, bölük astsubayı,
Baba bölük komutanı.
Bir flamaları eksik!
Tabur komutanları kim acaba?



Bir nehir,
Köprü demir.
Nerde o Mimar Sinan’ın taş köprüleri.
Taş yürekli insanlar hariç
Taş binalardan,
Taş yollardan,
Taşlamalardan,
Rahmetli Erol Taş’tan hoşlanırım, ben!

Kilisenin çanı,
Hemen İsviçre saatinin yanında.



Yoksa
Akrep ve yelkovana bağlı mı, çanın çalması?
Ne giderdi, şimdi;
Çal kemancı!

Sion çok şanslı.
Sırtını Montana’ya dayamış.
Montana da bizim Uludağ.
Dünyada kim meşhur ise Montana’da kayıyor…
Kaymak,
Kaymak tatlısı,
Dondurmam kaymak,
Su kayağı,
Ne var ulan bu kaymakta?
Herkes bu kadar, kaymak peşinde?



Kanalizasyon kapakları o kadar güzel ki
Varlığı ile yokluğu belli değil.
Bizde ya düşersin,
Ya da çıkarsın.
Ama son zamanlarda olumlu gelişmeler var.

Bir havuz görüyorum;
Cadde ortasında.
Üç balık ağzından beslenmekte.
Ah diyorum memleketim, ah.
Bunların ‘’indim havuz başına’’ türküsü yoktur, şimdi.



İster adına,
Gotik,
İster Rokoko, yeşillik, salatalık deyin.
Tarihi evleri çok güzel.
Şahsen öyle bir evde oturmak isterdim.
Zevk sahibi.
Tasarım, incelikler, daha neler, neler…

Ve geldik,
Montana’ya.
Dünyaca ünlü kayak merkezi.
Kaymak için, iki şey lazım;
Kar ve kayak takımları.
Doğa diyor ki
Tek başına kayamazsınız, yani.

Girişteki binalar sanki Şanghay’ı hatırlatıyor.



Çin’e mi,?
Çine’ye mi?
Yoksa burası Çin Çin Mahallesi mi?

Abicim,
Bir golf sahası var.
Burada toplara vurulmaz da nerede vurulur?
Hem de her türlü.
Duran, durmayan tüm toplara…

Doğa,
Çatıların şeklini de belirliyor.
Burada çatılar, karın akışını sağlayacak şekilde.
Yoksa çatı çöker.
Askerde de öyledir,
Tüfek çatısı çökerse?
Yaylalar, yaylalar…
Bosna’da ise çatıları etnik kökenler belirlemiş.
Yani Bosna’da çatılar bile başka!

Hotel Miedzor, takıldı oltaya.
Ama bir Trakyalı için fark etmez,
Otelmiş,
Hotelmiş,
Nasılsa ikisi de bir, söylenecek!

Benim bir Golf arabam bile olmadı ki
Golf oynayayım?
Biz topa vurmayı biliriz,
Az oynamadık Engin’le.
Zengin sporu diyorlar,
Ama benim gönlüm zengin!



İsviçre’de göller de bir başka.
Bir göl bu kadar mı temiz olur?
Neyle yıkadınız?
Yoksa sizde göl yıkama makinesi mi var?
Ya da
Sizin göller daha henüz yeni mi oluştu?
Bizimkiler biraz kirlide!
Ey Allah’ım,
Okuduğum kadarı ile yedi günde kâinatı yarattın.
Ve aklımızı aynı anda verdin.
O halde,
Akılsızlık kimde?
Bildiğim kadarı ile Dalan sizi gözlerim gibi yapacağım diyordu,
O da şimdi Ergene nehrine kondu.



Gölün ortasında,
Minik bir adacık.
Üç tane bayrak dikmişler.
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Vatan altında yatan varsa, vatandır.

Bir ev, tahtadan.



Ve maalesef benim gibi iki tahtası eksik değil!
Sanki dağa gömülmüş.
Çevresi yemyeşil.
Kim burada oturmak istemez?
Tam bir dağ evi.
Mangalda sucuk ve sıcak şarap geliyor, aklıma.
Umarım bu cümlem nedeni ile site kapanmaz, içki reklâmı yapılıyor, diye.
İleri demokratik, güzel ülkemde.

Hotel Aida.
Engin kardeşimizin dediğine göre,
Ki bu, ifade yüzde yüz doğrudur,
Bu otelde Galatasaray futbol takımı kalmış,
O zamanlar teknik direktör,
Fatih Terim.



Futbol deyince,
Ne zaman herkes, Hakkı Bulut gibi ben buyum,
Yani tuttuğu takımı söyleyecek,
Neden o takımı tutuyor diye sorgulamayacak,
Yan yana oturacak maçı izleyecek,
Maçtan sonra birbirini tebrik edecek,
Ve hatta biz kazandık ama sizin hakkınızdı diyecek,
İşte o zaman,
Bu tuşlara vuran ellerim fani olacak.
Galatasaray dedim, hemen ardından, Fatih Terim.
Demek ki
Sazcıların adı geçmiyor, Millet İbo’yu biliyor.
Ya kardeşim, bu ülkede her şeyi Atatürk mü yaptı, diyenlere?
Senfoni orkestra ve şef.
Şefin adı geçer, diğerleri sazlar.
Sazlar dedim de
En sevdiğim şarkılardan birisi de
İlhan İrem’den;
Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin ile başlayıp
Konuşamıyorum ile biten.
Ah, ulan, İlhan, ah.
Tam bir doğa aşığı adammışsın meğerse sen.
Hotel Aida diyor ki
Ne kadar topa vurursan vur,
Geleceğin yer burası, yatağa uzanmak.
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sen çok yaşa der, mezarlıklar…
Kürkçü dükkânı gibi bir şey.

Montana’da yatırım çok ama
Doğa acayip korunmuş.



Bizde şöyle bir yanlış var;
Allah’ın dağına inşaat yapılacak,
Sabah traşı gibi üç bıçaklı dozerle bir güzel tıraşlıyorlar,
Ondan sonra sakal çıkmıyor ama
Sanki dağ;
Köse dağ’ı oluyor.
Hâlbuki bu kadar peyzajcı,
Şehir pilavcısı,
Çevre mühendisi var!

Engin’in elinde beyaz kaniş türü sevimli mi sevimli bir köpek.
Sanki Âşık Veysel’in sözünü hatırlatıyor bana;
Benim sadık yârim;
Kara topraktır, kara toprak.

Bir tane motosiklet park etmiş, kapı önüne.
Son derece lüks tiplerden.
Sırat Köprüsü’nde faydası olur diye
Bisikletten aşağıya hiç inmem.
Ama motosiklet, alın terine dayanmıyor diye
Bas gaza diyemiyorum, İsmail YK gibi.
Ulan İsmail YK,
Basıcaz aza da nasıl basıcaz?
Bu yakıt fiyatları ile?
Yoksa bizimle dalga geçmek için mi yaptın, o şarkıyı.

Engin’in kaldığı yer;
Apartman dairesi.



Çok muhteşem sayılmaz ama
Gayet düzenli.
Alplerin eteklerinde.
Mütevazı ama kullanışlı.
Hele balkonu?
Oksijen deposu.
En sevdiğim özelliği ise park yerleri.
Park kavgası olamaz yani.
Burası benim, tapusu bende,
Kimse park edemez!



İsviçre’nin bağları var ama



‘’Bağa girdim, bağ budanmış,
On beş yaşında, Nazife Hanım kimlere aldanmış’’ gibi bir türküleri yok!

Her ev şarapçı olur mu arkadaş?
İsviçre’de olur.
Sanki Şirince buraya taşınmış.
Şarap bir kültürdür diyenler,
Siz hiç hayatınızda kültür mantarı yediniz mi?

Tam uçağa binerken,
Kültür varlıkları dışarı çıkarılamaz mı?
O an aklıma;
Kültür mantarları geldi,
Kültür balıkçılığı!
Ve uzun zamandır, yaptıramadığım;
Boğaz kültürüm.

Her yerde bağ olabilir ama
İsviçre’deki gibi
Muntazam olabilir mi?
Sanki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı askerleri dikmiş, bu bağları.
Hiza ve istikamet, müthiş.
İşin ilginci;
Bu bağlarla ne kadar zengin olursa olsun,
Bağ sahipleri kendileri ilgilenmezler mi?
Doğa ile beraber olmak,
İş stresi atmakmış amaçları.
Şarapların tadına baktım, müthiş.
Sağ olsun Engin’in kayınvalidesi kendi yaptığı şaraplardan verdi, birkaç tane.
Sanki bizim şalgam gibi.

Çıktık açık alınla.
Lozan’a.



Hani şu bizim Lozan.
Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı;
Lozan.
Ama ne hikmetse her yerde imzası olan;
ABD’nin imzalamadığı Lozan.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
İsmet İnönü’nün buram buram ter döktüğü Lozan.
(20 Kasım 1922–04 Şubat 1923, 23 Nisan 1923–24 Temmuz 1923)
Büyük ihtimalle rahmetli İnönü,
Ulan ne işim var burada?
Benim yerim; savaş meydanları demiş olabilir.
Ata’m,
Uykusuz gecelerinde, bir kulağı, Lozan’da.
En yakın arkadaşları;
Köpeği; Fox (Anıtkabir’de)
Ve rakı masası.

Daha henüz,
Rahmetli Tanju Okan;
‘’Benim en iyi dostum içkim sigaram,
Onlar da olmasa param, canım kadar dost bildiklerim, el oldu şimdi.
Dünyada dost denilen kelime yalan’’ı bestelememiş.


Anlaşmanın imzalandığı masa,
Şimdi Birinci Meclis’te, girişte sol tarafta.
Anlaşma nerede?
Berberde!
O günden bu güne tıraşlanmakta.
Yakında Sevr’e dönerse şaşmayalım.

Her yerde imzası olan Amerika,
1492 yılında, Cenovalı Kristof Kolomb tarafından İspanyolların desteği ile
Hala bulunamamış olsa idi,
Bu gün dünya ne olurdu?
Bir kere taşlar üzülürdü!
Ulan hangi taşı kaldırsan altında süper güç.
Bizim işimiz ise sadece süper benzinle.
O da her gün artıyor, anasını satayım!

Lozan’a imza atamayan Amerika,
Daha geçenlerde, 11 Ekim 2009.
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2009/09/090901_turkey_protocole.shtml
Türkiye ile Ermenistan arasında Zürih’te imzalanan anlaşmada,
Aslında hayali ABD Başkanı olmak ama olamayınca,
Başkan Obama’nın yanında görevli, Dışişleri Bakanı,
Eşinin çapkınlıklarından bıkan Hillary Clinton ile aramızı buldu.

Amerika bir şeye imza atarsa sahip çıkar,
Atmazsa da onu zamanla atmıştan beter eder.
Amerika’yı en iyi kim bilir?
Dani Rodrik!

Benim Amerika’dan anladığım;
Şener Şen ile Lale Mansur’un çevirdiği;
Amerikalı.

Yol üzerinde,
‘’Trient’’ yazan bir Kanyon’a girdik.



Bu tür kanyonlar bizde de var.
Hatta daha güzelleri…
Ama burada bizde olmayan bir şey var;
O da
İnsana verilen değer.
Malumunuz burada herkes üç çocuk yapamadığı için,
İnsan çok değerli.
Kafasına taş düşmesin diye çelik ağlarla örmüşler, Kanyon’u.
Tren geçene benzer bir köprü.
Hemen altından akan,
Alplerin’in tertemiz kar suları.
Sanki şişelenmek üzere, damacanalara doğru akmaktalar.
Eskiden bizde ne güzel çeşmeler vardı, sebil.
Ne zaman su paralı oldu,
Nerdeyse bir tane kalmadı.
Olanlar da pek sağlıklı değil,
Ama burada çeşmeler şarıl şarıl.
Daya ağzını iç, doya doya.

Su akışını öyle güzel düzenlemişler ki
Sanki akıyor sular baraj kapaklarından.

Yürüyüş yoları tahtadan.
İki tanesi bile eksik değil, kafadan.
Baş hizasında ise çelik ağlar.
Anan ne kadar dese de
Kafana taş düşsün, inşallah.
Valla boşa gider, bu taşlar…

Duvara tablolar koymuşlar.
Şimdi nesli tükenmiş hayvanlar ve tahmini yaşları.
O an insan ömrü geliyor, aklıma.
Ortalama 80 değil de
800 yıl olsa idi
Bizi son nefesine kadar aynı siyasiler mi yönetecekti?

Suların akışına bakıyorum;
Ordu’nun dereleri geliyor, aklıma.
Aksa yukarı aksa.
Yani diyor ki
Olmayacak işlerle uğraşmayın, anlayana.

Trient Kanyonu’nu öyle yazmışlar ki tabelaya.
Bazen düşünürüm;
Şu karşıdaki dağın tepesine yazsak, adını?
Ya da
Ova ise burası, şu ovasıdır.
Bu nehrin adı; Menderes’tir.
Nehirler genelde yazılıyor da
Dağlar ve diğer coğrafi yerler pek yazılmıyor, nedense.

Engin ile bir resmimiz.
Kısa bir tünele giriyoruz ikimiz.
Karanlıklar, karanlık olsa da
Tünelin çıkış her zaman aydınlık.

İsviçre’de ressam olasım geldi.
Doğa resimleri.
Alınacak tek boya rengi;



Yeşil!
Ki ben hayatımda tek resim yapamamış biriyim.
Kenan Paşa,
Neden burayı tercih etmedi acaba?
Ne resimler yapardı, netekim.


Engin dedi ki
Bu gün size bir sürpriz.
Kahvaltı İsviçre’de,
Öğle yemeği, Fransa.
Akşam ise İtalya’dayız.
Çünkü
Sion her üçüne de o kadar yakın ki.

Geldik Fransa gümrüğüne ama
Şengen vizesi olduğu için
Artık sınırlar, sınır tanımıyor…
Bence şu çağda sınıra-mınıra gerek yok!



Sebebi de
Teknoloji o kadar gelişti ki
Valla yellesen rüzgâr santralleri hemen çalışıyor.
Nasıl ki
Her radarın izi var,
Her insanın da sinyal izi var.
Bu bazen internet, bazen cep.
Zaten
Yüce Mevla’m ne demişti;
Ben size
Şah damarınız kadar yakınım.
Şimdi teknolojik anlamda, cep telefonu.
Şah damarına dayanmıyor ama
Sanki kulağa yapıştı.
Fransa’ya, giriş yaptık,Sion’dan.
Fransa’ya giriş yapınca,
Artık dedim, bundan sonra olaylara Fransız kalmak yok!

İsviçre’den Fransa’ya giriş yapınca,
Hava birden değişti be.
Sanki o İsviçre’nin düzenli havası burada yok!
Birbirlerine çok yakınlar ama
Yönetimler farklı.



Burası Leman Gölü;
Leman Gölü,
Adı göl ama burada yaşayanlar için, bir deniz.
Belki de okyanus.


Şu çocuklara bakar mısınız?
Keşke hep çocuk kalsak!
Hiç büyümesek?
Allah’ım,
İnsanlar büyüsün ama ruhları hep çocuk kalsın,
Sabi olsunlar.



Sabi çocuklar, hayvanlar ve bitkiler…
Yaşanır mı kavgalar?
Savaşlar?
Kuyu kazmalar?
Sinsilikler?
Siz hiçbir çocuğun birinin cebine eroin koyup
Sizi ihbar ettiğinizi duydunuz mu?
Ya da
Yalancı şahitlik?
Ne demişler;
Çocuktan al haberi.
Hâkimler çocuk olsun,
Savcılar,
Hatta tüm Devlet Memurları.
Sadece 23 Nisan’lar yetmez!


Şöyle bir evde oturmak istemez miydiniz?
Hemen önünde oturan, şu yaşlı ama ruhları gençler siz olmak istemez miydiniz?
Şu çiçek çelengi altından,
Hangi gelin geçmek istemez?

İşte Evian.
Bizde Erikli ne ise
Burada da Evian.
Suları dünyaca meşhur.
Buranın suyunu içenin ömrü uzarmış!



Bizde bu tür çeşmeler kalmadı.
Kalanların da kaçından su içiliyor?
Ferdi geliyor aklıma, Ferdi;
‘’Susadım çeşmeye varmaz olaydım,
Yolum düştü köyünüzden geçmez olaydım.’’


Şimdi diyebilirsiniz, amma da arabeskçisin.
Valla gençliğimde, babamın dükkânı karşısında, bir plakçı vardı,
Ya Ferdi,
Ya da Orhan.
Ama bana o zaman kıro diyenler,
Şimdi bu şarkıları, dinliyorlar.
Aradaki fark;
Ben orijinalini,
Onlar ise yeni sürümlerini.




Efendim,
Şu adama bakar mısınız?
Olmak istemez miydiniz yerinde?
Nazım Hikmet demiş ya, Abidin Dino’ya;
Bana mutluluğun resmini yapar mısın?



Kumarhane.
Efendim, dünyada fahişelik ile kumarı ne yapsanız, yasaklayamazsınız.
İnsanın genlerinde var.
Son zamanlarda, jigololukta türedi.
Resmileştirmek lazım.
Sıkı kurallar getirmek lazım, baştan.
Bana göre bizim için en iyi çare;
Kıprıs!




Çocuklar, çocuklar, çocuklar…
Oyundalar.
Ne kadar da sevimliler?
Büyüyün ama çocuklar, ruhunuz hep çocuk kalsın!


Bu da Fransız Kilisesi.
Temiz, tertipli.
Hani bizler Camii’ye girerken ayakkabıları çıkarıp giriyoruz ya
Ve bazen maalesef ayakkabılar çalınabiliyor ya
Şu Gâvurlar(lafın gelişi) ayakkabı ile giriyorlar ama çok temiz.
Ve de hiçbir ayakkabı çalınmıyor?



İşte Evian sokakları.
Kibarca sağa sola park etmek yasak kardeşim diyor.
Ne kadar temiz?
Henri Buet Meydanı diyor.
Bir caddeye ismi verilmek ne güzel.
Hak edene vermeli.
Ama zırt pırt değiştirilmemeli.
Vay onu dedi, hemen kaldır,
Vay bunu dedi, hemen kaldır.
Olmaz ya.
Bir kere verilmeli, insanlık suçu işlemediği sürece de değişmemeli.


Geldik, Engin’in evine.
Rahmetli eşi, yeni yaptırmış.
Dünyada en çok parayı kazanan sınıf öğretmenleri, İsviçre’de diyorlar.
Biz ise şöyle diyoruz;
Öğretmenlerin hakkı ödenmez.
Böyle diye diye
Gerçekten haklarını ödememeye başladık.
Ve sade
Öğretmenler Günü’nde öğretmenleri hatırlar hale geldik.
Onlar sadece haklarını istiyor,
Pazarda limon, taksicilik gibi ikinci iş yapmak istemiyor.
Daha çok kitap gazete okumak, gezip tozmak istiyor.
Başka genel kültür nasıl artabilir ki?
Sadece kültür mantarı, kültür balığı yemek ile olur mu bu işler?




Rahmetli bize okuluna davet etti.
Kalktık gittik, işaretler yapmış, oklar ve isimlerimiz eşliğinde girdik sınıfa.
Engin tercümanımız;
Aman Yarabbim,
Çocuklar hiç susmadan birkaç saat soru üstüne soru sordular;
Dersler kaç saat?
Kaç hafta?
Tatiller çok mu?
Ve şöyle dediler;
Bizler Türkiye’de okumak istiyoruz.
İnsanoğlu menfaati nerede ise oraya doğru…
En güzel Vatan;
Karın doyuran yer mi?

Bilgisayar malzemeleri sınıf içinde,
İnternet, yazıcı.
Aman kırılır dememişler.
Çalan da yok galiba.
İhtiyacın varsa kullan.
Hiç unutmuyorum,
Bizim burada yeni bir okul açılmıştı.
Tabii ki bilgisayar dershanesi.
Ertesi gün hepsi çalınmasın mı?
Müdür demişti ki
Ulan tüm bilgilerimin olduğu bilgisayarı almasa idiler, bari.



Şu resimlere bakar mısınız?
Çocuk her yerde çocuk.
Zaten bu dünya, analar ile çocuklara kalsa?
Bu kadar sorun olur mu acaba?
Anayasa diyorlar,
Babalar yapıyor!
Ve üçkâğıt burada başlıyor.
Ben anaların yaptığı anayasaya anayasa derim.



İsviçre’de bir okulun döşeme ve demirbaşları.
Ve sınıf hali.
İşte böyle bir şey!
Bu da öğretmenler odası.
Ne kadar sade?

Hayatımda unutamayacağım anılardan birisidir, bu olay.
O güzel insan,
Yeni yaptırdığı evinde, daha oturamadan, kanser hastalığı nedeni ile
Göçtü gitti bu dünyadan,
Ardından dünya tatlısı kızı,
Elif’i Babası ile baş başa bırakarak.
Nur içinde yat, Meral.
Ruhuna Fatiha.
Her şeyin başı sağlık diyor, Meral.
Amansız hastalığa yakalanmayın,
Sağlıcakla kalın.

Rahmetli’ye bir soru sormuştum;
İsviçre neden AB’ye girmek istemiyor, diye?
Bankacılık sırları dedi.
Paradan para kazanıyoruz.
Bu sırlar deşifre olursa, gelir kaybı olur.

Kızı Elif’ten de ilginç bir anı.
Elif vejetaryen.
Benim en sevdiğim insan tipi.
Çünkü
Vejetaryenler asla insanın başının etini yemezler!
Sen hiç et yeme.
Sadece Söke’de Köfteci Arif’ten ye.
Ve bunu git, İsviçre’de bir radyo programında herkese anlat.
Yolunuz düşerse efendim, siz de bir uğrayın,
Köfteci Arif’e.
Bakalım, beğenecek misiniz?
Ama 10–02 arası.
Geç kalırsanız, havanızı alırsınız.





Haluk Levent Der ki
Seni unutmak mümkün mü?
Bu köprüyü unutamam.
2001 yapımı, 820 metre yüksekliği, 1.20 genişlik, 97 metre uzunluğunda.
Leytron’da asma köprü.
Hani idam kalkmıştı?
Artık kimse asılmayacaktı?
Ki eşim artık, çamaşır bile asmıyor, Apo’nun idamı kalkmasını müteakip.
Efendim, bu köprüde ne mi var?
Adrenalin!
Ki ben salakta, acayip yükseklik korkusu vardır.
Bu nedenle, yüksek lisans bile yapamadım.
Alt geçitleri kullanırım, üst değil.
Benden üst düzey yönetici hayatta olmaz, mesela.
Öbür dünyada,
Hangisi alçakta ise orası tercihim.



 Yazılan Yorumlar...
Ferudun Babacan
(23 Nisan 2011)
Değerli Hocam,
Valla sizin kadar olmasa da bir şeyler karalamaya çalışıyoruz.
Çok teşekkürler...
İbrahim KİLİK
(23 Nisan 2011)
Tebrikler, Kısa zamanda kitap olarak görmek istiyoruz.
İbrahim KİLİK
(23 Nisan 2011)
Enfes gezi yazıları. Bence Fotoğraflarla birlikte kitaplaştırılması gerek. Tebrikler Feridun Bey. Gözlemciliğinizi ve yorumlama yeteneğinizi konuşturmuşsunuz. Her zaman olduğu gibi.
Ferudun Babacan
(23 Nisan 2011)
Samimi paylaşımlar samimiyetle sonuçlanır.
Hakan Bey,
Erdin Bey,
Neşe Hanım çok tşkler...
NEŞE
(22 Nisan 2011)
Sevgili Hakan,Erdin...Gerçekten zor ve vakit alan ama bir o kadarda zevkli bir iş yapıyor ve hepimizi bu güzel siteye bağlıyorsunuz..Emeği geçen herkese teşekkürler,herhalde tanımadığımız kahramanlar da var bu işin mutfağında..Tüm dostlara selam ve teşekkür,keyifleri paylaşmayı sağladığınız için !
hakangeziyor
(22 Nisan 2011)
Keyifli anlatımınız ve esprileriniz için teşekkürler. Siz en kısa sürede bana bir İsviçre seyahati yaptıracaksınız anlaşılan...
Bu arada, Erdine katılmamak mümkün değil. Önemli olan tecrübelerin kaleme alınarak kitlelerle paylaşılması. Dizgi, yerleştirme zor ve zaman alıcı olsa da bir şekilde hallediliyor. Biz 5 kişi yola çıktık ama sizlerin paylaşımları ve desteği ile 7 aylık süreçte hangi noktalara geldik.
Ferudun Bey, esas biz size ve sizin gibi birlikte olduğumuz dostlarımıza teşekkür ederiz. İçinde bulunduğumuz platform artık hepimizin eseridir...
Kaleminize sağlık...
Erdin İVGİN
(22 Nisan 2011)
Ferudun Bey,
Emek harcamadan hiçbir şey olmuyor. Fotoğrafların biçimlendirilmesi, HTML kodlarının yazılması belli bir zamanı alıyor. Ama bunu keyifle yapıyoruz.
Bence asıl emek isteyen iş yazı yazmak, beyninizden geçen düşünceleri yazıya geçirmek. Bir sayfa yazı için günlerinizi harcayabiliyorsunuz. Bu zorluğa maalesef ülkemiz insanlarının çoğu girmiyor. Bilgi ve tecrübelerini yazıya dökmek için emek harcayan, karşılık beklemeden paylaşmayı seçen herkese teşekkür ederim.
Ferudun Babacan
(22 Nisan 2011)
Erdin Bey,
Ben teşekkür ederim.
Sayfa düzeninde kim bilir ne kadar zaman harcıyorsunuz.
Erdin İVGİN
(22 Nisan 2011)
“Bu tür kanyonlar bizde de var.
Hatta daha güzelleri…
Ama burada bizde olmayan bir şey var;
O da
İnsana verilen değer.
Malumunuz burada herkes üç çocuk yapamadığı için,
İnsan çok değerli.
Kafasına taş düşmesin diye çelik ağlarla örmüşler, Kanyon’u.” F.Babacan

Hem bizi gülümsetiyor, hem de bilgi veriyorsunuz. Hem de düşündürüyorsunuz. Çok teşekkür ederim.
Ferudun Babacan
(22 Nisan 2011)
Neşe Hanım,
Benim bildiğim tek kayak;
Afyon Kaymağı.Şarap Sion yakınlarında manzarası nefis tadı ise sanki zeytinyağı gibi boğazımdan kayışını hala hatırlıyorum.
Çok teşekkürler...
NEŞE
(22 Nisan 2011)
Ah Ferudun bey,siz Montana yı anlattıkça benim kayak keyfim depreşti,kimbilir pistler ne güzel ve uzundur ?Sıcak şarabı ben de çok severim ama iyi bir tarif varsa paylaşalım derim!Evian suları pek meşhur,hatta Michael Jackson banyo küvetini bu suyla doldurtur ve banyo yaparmış...Teşekkürler nöbetçi yorumcunuzdan...