Engin dedi ki Bu gün; Heidi’nin Memleketi’ne. Hani şu bizim Heidi var ya? Büyükbaba diyen Heidi. Peter, Kar, kış, kıyamet. Koyunlar, kuzular… Dağlardan, bayırlardan yuvarlanan Heidi ve Peter. Aslında bize anlatmak istedikleri tek şey; Samimiyetti. Şimdi onun yerini maalesef sinsilik aldı.
Bazen Sezar’ı kıskanıyorum; Hiç değilse Brütüs’ü görmüş! Şimdi o şansın da yok! Türk Filmlerinde en çok dikkat çeken sahnelerden biri; Cebe esrar koymalar, birazdan da bu sende ne arıyor, demeler… Şimdi bunun yerini teknoloji aldı. Ya fişlemelere ne demeli? Halbuki elektrik kanunu diyor ki Fişin tek işe yaradığı yer; Prizlerdir, prizler… Sahtece yüze gülmeler, arkadan kuyu kazmalar. Samimiyet kalıcıdır, deyip Allah’a havale etmeler…
Asker’de Bosna’da iken, Bir ofisimiz vardı; Biz onu turizm ofisi haline getirmiştik. Karayolları haritası duvara, Turistik resimleri de ilgili yere asarak, duvar çok ilgi çeken bir mekan olmuştu. Ofise giren yabancı; Bir kere waw… Diyerek şaşkınlık ve hayranlığını belli ediyordu. Bizde her gelene, Eyüp Sabri Tuncer Kolonyası, Ki bu ikramda biraz tedirgin oldukları da oluyordu, Bu ne? Kolonya! Ne işe yarar? Hijyen artı ferahlık deyince, waw deyip bir daha istiyorlardı. Ardından Türk Lokumu, Türk Kahvesi bir de rütbesi ile uygun bir hediye. Zamanla bizim ofis, Mevlana Dergâhı’na döndü. Gelen giden hiç eksik olmuyor. En sık ziyaret eden de Yunanlı Subay’dı. Hadi, derdi; Türk Kahvesi içmeye geldim.
Bunları neye anlattım; Orada yaklaşık bin kişi ile hissettiğim ankete göre; Türkiye’nin birinci turistik yeri; Pamukkale, İkincisi; Çanakkale değil, Kapadokya. O arkadaşların bir kısmı ile irtibat devam ediyor, Ve ne diyorlar biliyor musunuz? O kahveyi hala unutamıyorum. Ben de onlara; Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır’ı hatırlatıyorum. İşte Heidi’ye giderken gördüğümüz Kapadokya’nın bir benzeri. Sion yakınlarında, İsviçre. Allah, sadece Kapadokya’da yok. Allah her yerde.
Şu köyde yaşamak istemez miydiniz? Doğa ile nasıl iç içe. Ben doğayı çok severim. Doğa aşkım; Manken Doğa Bekleriz ile başlamıştı, hala devam ediyor… Çünkü Doğa kadar doğal bir yer bulamazsınız. Allah ile baş başa kalır, O’nu en samimi şekilde hissedersiniz. Doğa’da sinsilik yoktur, erkekçe bir mücadele vardır. Tilki, Çakal, Köstebek, Akrep, Yılan ve çiyanın bile bir sevimliliği vardır. Bayanların en korktuğu; Fare bile; Fa ve Re notalarından oluşur!
İşte Heidi’nin Memleketi. Evolene ve Müzesi. Heidi be, Senin zamanında yaşamak, Büyükbaban olmak isterdim, mesela. Sen ise şimdi yaşasa idin, Ya kafayı yer, Ya da Alp’lerin en tepesine kaçardın! Mevlana’ya inanıp ta Ya olduğun gibi ol Ya da Göründüğün gibi ol özelliğinin Sadece hayvan, bitki ve sabi çocuklarda olduğunu anlar, Allah’ım bu nasıl bir dünya derdin.
Heidi’nin Köyü. Aynen korunmuş. Yeni bir yapı yok. O günleri aratmıyor… Köyde yeni Heidi’ler yetişiyor. Bekle beni Heidi, bekle. En kısa zamanda geleceğim, o diyara. Belki de samimiyetin tek dişi kalmış hali.
Heidi, şehre indiğinde belki de bu evde kalıyordu. Ulan Heidi, Ne şanslıymışsın be. Keşke senin zamanında, Senin yaşadığın yerlerde yaşasa idik diyesi geliyor insanın. Çimen olasım geliyor, Ağaç, Çiçek, Böcek, Kuş olasım geliyor… Yağmur, Bulut, Gök gürültüsü, Şimşek
İşte Heidi’nin Dağı. Karlarda yuvarlandığı. Peter ile Büyükbabası ile yaşadığı Dağ. Dağ dağa kavuşmaz derler, Heidi ile Peter umarım, birbirlerine kavuşmuşlardır.
Şu manzaraya bakar mısınız? Yeşillik? Alplerin havası, dağları, ağaçları, yeşili, çayırı, bayırı bir başka. Her güzelin bir kusuru vardır; Ağacı bol olan yerde, Odun, kütük ve kereste hiç eksik olmuyor… Heidi’nin Köyü. Evler tahta. Balkonlar, balkonlardaki çiçekler… Bu gibi yerlerde, Ya taş, Ya da tahta evler doğa ile mükemmel uyum sağlıyor.
Şu evde kim oturmak istemez? Ama insanın evi gibi yok! Evim evim güzel evim. Zaten en sorunsuz evlenme; Tapu belgesi ile O da kiraya vermezsen.
Belki de Heidi’nin kim bilir kaçıncı kuşak bir akrabası. Yöresel kıyafetler içinde. Bahçe çitlerine bakar mısınız? Elinde çapası, bahçesi ile ilgileniyor. Sanki Orhan Abi’den, ‘’Ben topraktan bir canım’’ diyor.
Bu gölün adı; Blen! Bu gölü hiç unutmayacağım, Alplerin tepesinde, volkanik bir göl. Resmin sol tarafında hayal meyal belli olan kişi var ya Balık avlıyor, Çantasında cetveli. Tuttuğu balığı ölçüyor, küçük ise göle bırakıyor. Peki, bu adamı, o saatte, orada kim denetliyor? Allah’ tan başka? Bunu hangi eğitim, Hangi kültür sağlıyor? Neden burada HES’ler yok? Neden doğa korunuyor, bu kadar?
Bu resim bana Ayder Yaylası’nı hatırlattı. Sanki ‘’Su akar güldür güldür, Yar beni güldür’’ diyor. Bir dünya haritası düşünün, sadece nehirler olsun. Neye benziyor? Kalp damarları, ana damarlar, tali damarlar, kılcal damarlar. Doğadaki karşılığı derecik, dere, çay, nehirler. Kalp atışı dakikada 70–80 arası ise Bu husus iki kere, Karlar ereyince atıyor, yazın ise çekiliyor. Şöyle dikkatle doğaya bakarsanız, Ormanlar akciğer, Bataklıklar karaciğer, Toprak katmanları böbrek, Polenler, seviyeli birliktelikler…
İşletmeyi sevenler, Şöyle bir işletmeyi işletmek istemez miydiniz? Hem işletir, Hem de işlenirdiniz, pas tutmayan demir gibi. Ki hayatta sadece işletilen ben bile Birden işletmeci oldum, bu tesiste.
Bir yanda, Beyaz. Bir yanda yeşil. Biraz Uludağ’ı ve Bursaspor’u hatırlatıyor. Ulan buraya ne güzel HES olur ha!
Keçiler dünyanın her yerinde keçi. Ama keçiler, asla keçileri kaçırmazlar! Ey Allah’ım, O muhteşem doğayı yarattın, Bir de doğaya zarar veren keçiyi? Ama vardır, elbet, bir hikmeti. Belki de Gerektiğinde ‘’inadım inat’’ demek için!
İsviçre’de çoban yok! Çoban salata da yok! İstisnalar hariç Kimse çoban olmak istemez, Ben çobanım demek istemez, Ama bu mesleğin salatası var. Hangi mesleğin salatası var? Hayvanların otladığı yer telle çevriliyor ve elektrik veriliyor. Yaklaşan olursa, izdivaç programlarındaki gibi ‘’Çok iyi elektrik alıyor’’ Dünyaya bir daha gelsem, İnek olmak isterdim, inek. Yan gelip yatmışlar, bunlardan asker olmaz. Dünya umurlarında değil. Ye, iç, geviş… Ama etinden, sütünden, derisinden, bağırsaklarından, hatta tezeklerinden yakıt. Bir de doğal gaz diyorlar, Bence en organik yakıt; Tezek! Tez konum; Tezeklerin ekonomiye katkısı üzerine idi. Az tezek kokusu içime çekmedim.
Sion’a giriş. Şehir içi elli diyor, sürat. İsviçre’de yola hangi canlı çıkarsa çıksın, araç duruyor, Trafik ışıkları uygun olmasa bile Öncelik canlılarda. Korna Kamil yok buralarda. Kimse korna çalmıyor. Yani kimsenin borusu ötmüyor!
Geldik Hasan Amca’nın bahçesine. Şimdilerde bizde de meşhur olmaya başladı; Hobi bahçeleri. Hasan Amca,’nın İsviçre’de en mutlu olduğu yer; burası. Çocuklar okumuş, iş güç sahibi olmuş, evlenmişler, çoluk çocuğa karışmışlar. Ne yapacak Hasan Amca? Huzuru; Doğada buluyor; Ekiyor, biçiyor, çapalıyor, suluyor, doğa ile baş başa kalıyor. Sanki tüm enerjisini burada topraklıyor. ‘’Darlaya ektim soğan’’ türküsü eşliğinde, Soğan ekiyor. Maksat; domates, patlıcan, biber yetiştirmek değil, Maksat; kendini mutlu hissetmek.
Şu kıvırcıka bakar mısınız? Kıvır, kıvır. Hemen yanında soğanlar, taze. Hasan Amca’ın kıvırcığı, o. Para ile değeri ölçülemeyecek kadar değerli. Sat desen, Satmışım, bu dünyanın anasını, diyor, Hasan Amca.
Ve işte; Hasan Amca. Ne kadar mutlu! Dünya umurunda değil, çilek topluyor. Hasan Amca diyor ki Doğaya bekleriz! Hadi, siz de gelin.
İşte Hasan Amca’nın çilekleri. Bazılarını çilek mobilya bile mutlu etmez, Bazıları birkaç tane çilek ile dünyayı gezer.
Bu ağaç, Engin’in evinin arka bahçesinde. Bunu diken nerede? Ama toprak ana, sahip, ona. Ta ki biri gelip kökünden sökünceye kadar. İşte analık, böyle bir şey.
|