Bir günlük Selanik seyahatimiz tamamlanmıştı. Capsis Hotelde gayet güzel açık büfe kahvaltımızı yaptıktan sonra 10.15 gibi Kavala’ya hareket ettik. Bugün Kavala’ya girmeden önce küçük Drama kasabasını ziyaret edecektik. Hal böyle olunca otobüsten (özellikle de Senem Hanımın güzel sesinden) bolca Drama Köprüsü türküsünün ezgileri yükseldi:
“Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin ……………….”
Hasan’ın hikayesine gelince: “Debreli Hasan, askerlik yılları içerisinde haksızlığa dayanamayarak kendisine hakaret eden komutanını vurur ve dağlara kaçar eşkiya olur. Kendiside pişman olur ama asaleti ona kötü eşkiyalık yerine Robin Hood gibi eşkiyalık yaptırır. Gayri müslimleri soyar. Fakir Türklere dağıtır. Bekarları evlendirir. Yaptıklarına çok pişman olmuştur. Ama çare yoktur. Geri dönülmez yola girilmiştir. Drama köprüsünü, o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır. Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en üstün tarafı ise fakirlere yardım etmesi, bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir. Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır. “Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç, tek danasını almış, İskece pazarına inmektedir. Yolu, Debreli Hasan tarafından kesilir. Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayınca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar. ” Makedon dağlarının Debreli’si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye’ye göç eder.” (www.sevginehri.net)
İşte Debreli Hasan’ın hikayesi böyle. Saat tam 13.00’te Drama’ya ulaştık. Drama yaklaşık 55.000 nüfuslu küçük bir kasaba. 1371’de Osmanlı egemenliğine girmiş ve bu durum 500 yıldan fazla devam etmiş. Kavala’da ortaya çıkan tüberküloz salgını zamanında meşhur Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve ailesi bir süre burada yaşamışlar. Onun yeğeni Dramalı Mahmut Paşa’da kasabanın önemli simalarından birisi. Adına bir de medrese yaptırılmış.
Yaklaşık 45 dakikalık molamızda kasabanın merkezini dolaştık. Tam ortasındaki parkta bulunan heykeller oldukça hoştu. İçinden küçük bir dere geçiyordu. Mimis Drama’nın normal tur programında olmadığını bu yüzden kendisinin de Drama Köprüsü’nün yerini bilmediğini söyledi. Birkaç kişiye köprüyü sorduk ama onlar da bilmediklerini söylediler. Sonradan internetten yaptığım araştırmada gerçekten de böyle bir köprünün varlığının tam olarak bilinmediğini, 2000’li yılların başında bir Rum tarihçinin bir yeri gösterdiğini ama kesin olarak buranın doğru olup olmadığının netleşmediğini öğrendim.
Drama çarşısı küçük, dar sokaklardan oluşuyor. Aramızda Türkçe konuşurken esnaftan bazıları kırık bir Türkçeyle “Hoşgeldiniz” dediler. Küçük sohbetler yaptık. Daha sonra merkezdeki Cafe Style’da kemiklerimizi ısıtan bir güneşin altında Hülya abla, Arzu ve ben birer kahve içtik. (Türk/greek kahvesi 2 €, Cafe Americano 2,5 €) Tüm ekip belirlenen saatte otobüsteydik ve 13.50’de Kavala’ya doğru hareket ettik.
Kavala Kavala şehrine döne döne giden yollardan ulaşıyorsunuz. Yol boyunca manzara harika ama yapılaşma hiç de az değil. Kavala limanına ulaştığımızda saatler 14.30’u gösteriyordu. Mimis, yemek ihtiyacını da düşünerek, bir buçuk saat serbest zaman verdi. Otobüslerden indikten sonra küçük bir karışıklık oldu. Yemek yenmesi planlanan Midilli Restoran dolu olunca zamanı değerlendirmek için bazı arkadaşlar Mimis’e tarihi Kavala bölgesini gezmek istediklerini söylemişler. Böylece yaklaşık 20 kişi otobüsün çıkamadığı dar sokaklara kendini vurdu. (Mimis gitmeyenleri daha sonra yeniden götürdü) Ben de elimde fotoğraf makinesi tek başıma limana ve tarihi bölgenin alt tarafına doğru yönlendim.
Kavala şehrine girişte tepeden baktığınızda daha çok Kuşadasına benzerken aşağıya indiğinizde Bodrum havası hakim. Kat kat evleri ile bana Mardin’i de anımsattı. (Ama tarihi anlamda değil tabiki) Yaklaşık 65.000 kişi yaşıyormuş ama şehrin geneline liman tarafından baktığınızda daha büyükmüş gibi geliyor. Bu da biraz yazlık evlerin olmasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Kanuni zamanında şehir Akdeniz’deki donanma için üs vazifesi de görmüş. Aşağıdan kale ve tarihi bölgenin manzarası çok hoş görünüyor. Tabi tarihi açısından bakarsak simge isim ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa. Paşa, Mısır’da Osmanlıya isyan edip Anadolunun içlerine kadar ilerlemiş, bayağı bir uğraştırmış. Gerçi ölmeden birkaç yıl önce de İstanbul’a gelip Padişaha bağlılığını bildirmiş. Mezarı Kahire’de bulunuyormuş.
Liman bölgesinde dolaştıktan sonra şehrin merkezine doğru yöneldim. “İn cin top atıyor” desem yeridir. Tüm dükkanlar kapalı. Cumartesi 15.00’ten Pazar sabahına kadar restoranlar ve birkaç hediyelik eşyacı dışında açık hiçbir yer olmuyormuş Kavala’da. Hatta genel olarak tüm Yunanistan böyleymiş. Turizm danışmadan biraz şehir hakkında bilgi ve küçük bir harita aldıktan sonra ara sokaklarda dolaşmaya devam ettim. Küçük bir gezi treninin günlerden pazar olması nedeniyle çalışmamasına üzüldüm doğrusu. Zira otobüslerin giremediği dar yerlere bu trenle gidilebiliyormuş…
Karnım acıkmıştı ama deniz ürünlerini akşama saklamaya karar vermiştim. Bu yüzden açık bulduğum tek dönerciden dürüm tavuk döner aldım (2,30 €) ve hiç oturmadan gezime devam ettim. (Bu arada dönere Yunancada Gyros diyorlar) Hiç de fena değildi doğrusu. Tekrar limana döndüğümde Arzu, Diğdem ve Argun hocanın Nikupopos Restoranda bir şeyler atıştırdıklarını gördüm. Onlara kahve içmede eşlik ettikten sonra otobüse dönme saatimiz gelmişti. (Merak edenler için deniz ürünlü kocaman bir salata 7,50 €; midye pilav 6 €; kızartma kabak 3 €; 20’lik Uzo 6 €; türk kahvesi 1,50 €)
Sahil yolunda merkezi konumdaki Nefeli Hotele geldiğimizde saatler 16.30’u gösteriyordu. Kayıt işlemleri daha önceden halledildiğinden hemen odalarımıza çıktık. Mimis, tarihi bölgeyi gezmeyenlerin 15 dakikada hazır olmasını isteyince eşyalarımızı bırakıp aşağıya indik. Otelin konumu, odaları gayet güzeldi ancak dört yıldızlı dense de bence en çok üç yıldız alır. Yine de konaklama boyunca bir olumsuzluk yaşayan olmadı doğrusu.
Yaklaşık 15 kişilik bir ekip otobüsten inip tarihi bölgeye yürümeye başladık. Daha yukarıya çıkmaya başlamadan yolun tam karşısında Aziz Nikolai Kilisesi bulunuyor. 1530'da İbrahim Paşa adına Kanuni Sultan Süleyman'ın yaptırdığı cami, 1926'da kiliseye dönüştürülmüş. Minaresini yok etmişler ama kubbe aynen sağlam duruyor.
Karşıya geçip dar sokakta yürümeye başlıyoruz. Solda kalan hediyelik eşya satan dükkanları geçtikten sonra sağ tarafta 1817’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın yaptırdığı külliye çıkıyor karşımıza. Paşa, doğduğu yere katkısı olsun diye bu külliyeyi yaptırmış. Külliye birkaç yıl önce Mısır hükümeti tarafından Kavalalı bir zengine kiralanmış. Şimdi otel olmuş. İsmi de İmaret Hotel. Gezme izni verilmiyor.
Yolda yürürken dar sokaklar, üst üste eski binalar dikkatimizi çekiyor. Bir çoğu hala kullanılıyor. Rehber kitapta bir dönem Kavala’daki tarihi eserlerin kiralanması nedeniyle büyük bölümünün yıprandığı ya da aslını kaybettiği yazıyor. Sizin anlayacağınız bu Yunanlıların da bizden pek farkı yok. Bizde de kaç yüzyıllık bazı binaların ve eserlerin kıymeti yeni yeni anlaşılmıyor mu?
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın annesinin mezarını geçtikten sonra bizleri devasa bir heykel karşılıyor. Paşa’nın at üstündeki heykeli…Bir Osmanlı paşasının neden Yunanistan’da heykeli olur ki diye düşünürken Mimis sebebini açıklıyor: “Osmanlıya başkaldıran Mısır Kralı Mehmet Ali…”. Böyle tanımlanıyormuş heykel. Hey gidi Paşa, hiç düşünürmüydün bir gün küffarın senin heykelini şehrin en yüksek noktalarından birisine dikeceğini…
Paşa’nın evini de gezmek istedik ama kapalıydı. Mimis, onun da özel teşebbüse kiralandığını söyledi. En uç noktaya doğru ilerlerken karşımıza yeniden bir kilise çıktı: Panagiia Kilisesi. Aslında Panagia tarihi bölgenin de ismiymiş. İçeride ayin yapıldığı için kapıdan geri çevrildik. Hatta biraz da terslendik diyebilirim. Son noktada resmi bir bina olduğunu tahmin ettiğim yerin bahçesine girdim. Burada çok derin bir uçurum yer alıyor. Aynı zamanda da bugün için kullanılmadığını düşündüğüm bir fener mevcut. O bölgeye geçişi demir parmaklıklarla kapatmışlar. Ancak oradan Kavala’nın manzarası nefisti…
Vakit geç olduğu için kaleye çıkmadık. Mimis, kalede kayda değer bir şey olmadığını söyledi ama tek başına manzara için dahi çıkılması gerektiğini düşünüyorum. Tam kilisenin karşısında yer alan kafede bir şeyler içmek istedik ama manzaralı yerlerin hepsi doluydu. Ekibin geri kalanından ayrılarak yolun sağında kalan Old Town Cafe’de Mekan abiler, Argun Hocalar ve biz birer kahve içtik. (Türk/greek kahve 1,50 €; duble türk/greek kahve 2,50 €; filtre kahve 3 €)
Saat 19.00 gibi kafeden kalktık ve aşağıda şehrin girişindeki su kemerini fotoğrafladık. Kemer, tüm heybetiyle ayakta ve Mimis’in dediğine göre zorda kalınsa bugün dahi kullanılabilirmiş. Bu arada tam kemerin altındaki küçük meydanda yer alan “Konstantinopolis 460 km” yazılı sarı tabela dikkatimi çekti. Aslında bu tek değil. Şehrin otoban bölgesindeki girişinde de benzer tabeladan mevcut. Adamlar İstanbul’u kendilerinin görüyorlar herhalde. Emaneten bizde duruyormuş da zamanı gelince alacağız gibi…
Artık güneş yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı ki kendimizi kordonda bulduk. Burası da kafeler, restoranlarla dolu. Aslında, metrekareye düşen kafe, restoran, taverna sayısı oldukça fazla. Son 10 yılda turizm gelişince bunların sayısı hızla artmış. Aynı bizim Kuşadası, Bodrum misali sizin anlayacağınız. Denizin tam kenarında bir de lunapark var. Çocuklar çılgınca eğleniyor. Yolda ilerlerken akşam için birkaç restorana baktık ve yaklaşık olarak fiyatları inceledik. Tespitim şu ki Kavala’da fiyatlarda mekana göre anormal oynamalar yok. Üç aşağı beş yukarı aynı sayılabilir. Daha düşük olanlar ise ara sokaklarda ve arka tarafta yer alıyormuş.
Kordon yürüyüşümüz aynı zamanda otele de ulaşmamızı sağladı. Otele dönen boş meydanda şoförümüz Kenan’ın otobüsü pırıl pırıl yıkadığını gördük. Otele vardığımızda Mimis’in akşam için 28 €’ya bir taverna ayarladığını öğrenince biz de katılmaya karar verdik. Zaten biraz yorgun olduğunu söyleyen bir ablamız hariç herkes gidiyordu.
Kavala’nın yaklaşık 12 km. uzağındaki tavernaya geldiğimizde saatler 21.30’u gösteriyordu. Oldukça büyük bir yerdi ve bizim dışımızda 60-70 kişilik 17-20 yaş arası Yunanlı gençlerden oluşan bir grup daha vardı. Taverna ücretleri için Mimis’e yardımcı olmak, hesabı tutturmak falan derken ilk bir saatten pek bir şey anlamasam da oldukça keyifli bir gece oldu. Özellikle Yunanlı gençlerin dansları, bizlerle kaynaşmaları ve ortak figürler görülmeye değerdi. Mekan abim, her zamanki gibi efeler diyarından harika bir oyun oynadı. Bu arada yemekler yine nefisti. Özellikle kalamarı çok beğendim. Tabi yanında uzomuz eksik değildi…Keyifli, yorgun biçimde otelimize döndüğümüzde saatler 01.30’u gösteriyordu.
Kavala, yeni yeni turizmle tanışmış küçük bir şehir aslında. Yazlık kavramı nedeniyle çok fazla ev var. Sınıra yaklaşık 3-4 saat. Öyle çok büyük tarihi eserler bulunmasa da sadece gece hayatını görmek ve yaşamak için Kavala ziyaret edilebilir. Bu Yunanlılar gerçekten eğlenmeyi biliyorlar…
Seyahatle Kalın (Devamı Gelecek…)
|