Babalar ve Çocuklar Paris'te - 1: (Disneyland Park)

Herkese merhaba…Disneyland ve Paris gezimizin fikri geçen sene haziran ayında ortaya atılmıştı. Oğlum Ege’ye tasarruf anlayışını kazandırabilmek için bulduğum formül bir yıl önce arkadaşlarım tarafından da kabul gördü ve 2011 Mayıs ayı için prensipte anlaşmıştık. Ocak ayı geldiğinde kesin gidiş işlemlerimizi başlattık ve beş yetişkin (Ben, Erdin, Emre, Kurtuluş ve Hüseyin) ile yaşları 8-14 arasında değişen altı ufaklık (Ege, Erdeniz, Uygar, Gökay, Tuna ve çiçeğimiz Dilara) 18 Mayıs sabahı saat 06.15 Lufthansa uçağı ile yola çıktık. Münih aktarmalı yolculuğumuz saat 10.10’da Paris Charles De Gaulle havaalanında son buldu. Hiç uyumamıştım…

Havaalanına vardığımızda önceden internet üzerinden ayarladığımız ve bizi doğrudan Disneyland bölgesindeki otelimize götürecek Paris Shuttle firmasına ait iki adet van tipi araç için firmanın bize verdiği ücretsiz telefon numarasını aradık. ( 11 kişi için toplam ücret 122,50 €) Yaklaşık 20 dakikalık bir beklemeden sonra araçlarımız geldi ve 40 dakika sonra Serris kasabasında yer alan üç yıldızlı otelimiz Elysee Val d’Europe’a ulaştık.

Disneyland konaklamanızı Disneyland Paris’in resmi sitesinden yaparsanız size farklı konaklama paketleri sunuyorlar. Biz iki gece oda kahvaltı konaklama ve üç günlük park giriş ücreti için oda başına 344 € ödedik. Sadece üç günlük Park giriş ücretinin bir yetişkin ve bir 12 yaş altı çocuk için yaklaşık 240 € olduğunu belirtmeliyim. Park içinde bir daha hiçbir oyuncağa ücret ödemiyorsunuz. Belki de en hoş özelliği bu. Neye binerseniz binin, ya da neyi seyrederseniz seyredin bir daha para yok. Zaten biz konaklama paketini satın alırken %30 erken alım indiriminden yararlanmıştık. Otelin Disneyland’a günün belirli saatlerinde shuttle hizmeti var. Mesafe yaklaşık 10 dakika. Hemen kerşısında da Paris’in en büyük alışveriş merkezi bulunuyor. İçinde gıdadan elektroniğe herşeyi bulabileceğiniz devasa Auchan hipermarket de var. Orada bulunduğumuz dönemde çok işimize yaradığı kesin…



Otel odaları gayet genişti ve herbirinde ikişer adet double yatak mevcuttu. Kayıt esnasında bizlere her biri özel zarflarda daha önceden hazırlanmış Disneyland manyetik giriş kartlarımız, shuttle saatleri verildi. En yakın shuttle 11.52’de idi ancak hipermarkete giderek birkaç parça alışveriş yapmamız gerekiyordu. Daha önce yaptığım araştırmalardan özellikle su ve içecek fiyatlarının yüksek olduğunu öğrenmiştim. (50 cl. küçük su 2,50 €) Biz de bir sonraki shuttle saatine kadar geçecek 2,5 saatte alışveriş yapıp öğle yemeği yemeye karar verdik. Bu arada bizler kayıt ve diğer detaylarla uğraşırken çocuklar çoktan otelin lobisinde bulunan bilardo masasında ıstakaları sallamaya başlamışlardı bile…

Val d’Europe alışveriş merkezi geniş U şeklinde ve gerçekten ucu bucağı görünmüyor. Öncelikle Auchan hipermarkete girerek kendimize yetecek kadar su, içecek, bisküvi, elma ve muz aldık. Öğle yemeği için ekip farklı tercihler yaptı: Ben ve Erdin hipermarkette satılan hazır tavuk-patatesten (3 €) yana tercihimizi kullanırken diğerleri Mc Donalds’da (Big Mc Menu 5,50 €) karar kıldılar. Karnımızı doyurduktan sonra shuttle saatine kadar alışveriş merkezindeki mağazaları gezdikten sonra kısa bir süre de Serris kasabasını dolaştık. Kasabada bir şey yok, tamamamen Disneyland için hizmet veren bir yer havasında. Yeme-içme fiyatları da Disneyland’ı aratmıyor…



Shuttle dediğimiz şey 50 numaralı belediye otobüsü. Otelin özel anlaşması olduğu için ücret ödemiyorsunuz. Bizi 8-9 dakikada Disneyland bölgesindeki otobüs park yerinde indirdi. Bölge diyorum çünkü burada pek çok farklı yer var: Disneyland dediğimiz alan aslında Disneyland Park, Walt Disney Stüdyo Park ve Disney Köyünden (Village) oluşuyor. Bunun dışında büyük bir tren istasyonu ve şehir içi otobüs park yerleri mevcut. Buranın ismi 1992 yılında ilk açıldığında “EuroDisney”miş. Daha sonra hem Amerikalıların gösterdiği tepki hem de AB’nin ortak para birimi olan Euro yüzünden ismi Disneyland Paris olarak değiştirilmiş. Walt Disney Studio Park ise 2002 yılında açılmış.

Kalabalığı takip ettiğimizde kendimizi Disneyland Park’ın girişinde bulduk. Girişin önündeki çimlerden yapılmış Mickey figürünü arkamıza alacak şekilde fotolar çekildikten sonra ilerledik. Tam giriş kapısının üstünde meşhur Disneyland Hotel bulunuyor. Buranın en havalı ve aynı zamanda da en pahalı oteli. Misafirlerine Park içinde bir takım extra avantajlar sağlanıyor.



Giriş kapısındaki otomatik makinelerden giriş kartlarımızı okuttuktan sonra dünyanın en büyük masal diyarlarından birisine giriş yapmış olduk ve kendimizi Main Street’te bulduk. Hemen kapı girişinde dört dilde hazırlanmış, atraksiyonların yerlerinin numarayla belirlendiği Park haritalarımızı ve haftalık program broşürünü aldık. Park, beş farklı tematik alandan oluşuyor: Girişte alışveriş yapılan, kafeteryaların bulunduğu ve geçit törenlerinin yapıldığı Main Street var. Saat yönünde sayarsak vahşi batı temalı Frontierland; macera temalı Adventureland; çok farklı oyunların bulunduğu Fantasyland ve son olarak da uzay temalı Discoveryland.

İçeriye girer girmez hoş müziklerle misafirlere merhaba diyen bir grupla karşılaştık. Main Street 1800’lerden kalma şirin bir Amerikan kasabası şeklinde tasarlanmış. City Hall’de parkla ilgili detayları, broşürleri bulabileceğiniz bir tür turizm danışma oluşturulmuş. Discovery Arcade bölümünde icatları görebilirsiniz. Kafeler çok şirin. Yolun tam ortasında giden atlı araba ve küçük otobüs var. Sol tarafta bulunan 1950’lerden kalma kırmızı beyaz renkli araba çocukların çok ilgisini çekmiş olmalı ki hemen üstüne doluştular…



Ana meydana kadar Main Street’te yürüdükten sonra sola dönerek Frontierland’a giriş yaptık. Burası klasik anlamda bir kovboy kasabası. Parkın en önemli atraksiyonlarından olan Big Thunder Mountain’a binebilmek için giriş yerini ararken oradaki görevli bakım yapıldığını söyledi. Oysa hikayesine kadar okuduğumu hatırlıyorum: “Altın arayıcıları bir kasabaya gelir ve dağda altın bulurlar. Altınları taşımak için de bir tren yolu kurulur. Ama dağ lanetlidir. Onlara pek çok zorluklar çıkarır.” Biz de bu zorlukları yaşamak istiyorduk ama bir başka bahara kaldı. Canımız sıkılmadı değil ama daha onlarca eğlencelik bizi beklediği için çok da sıkıntı yapmadık…

Suni olarak yaratılmış gölde misafirlere 15 dakikalık keyifli bir yolculuk yaptıran çarklı ve buharlı geminin (Thunder Mesa Riverboat) iskeleye yanaşmakta olduğunu görünce biz de bu yolculuğa katılalım dedik ve ilk maceramıza adım atmış olduk. Gemi, aynen ünlü Redkit çizgi filminde görmeye alışık olduğumuz Missisippi Nehrinde giden gemilerden. Keyifli bir yolculuktu.



Gemiden sonraki durağımız içinde hayaletlerin kol gezdiği ürkütücü ev (Phantom Manor) oldu. Yaklaşık 20 dakikalık kuyruk tamamlandıktan sonra bizi karanlık bir odaya alarak ev ve içindekilerle ilgili siyah beyaz bir film izlettiler. Daha sonra raylar üzerinde giden bir alete binerek hayaletlerin dünyasına girdik. Rüzgarda sallanan kapılar, sallanan eşyalar, sağa sola giden kapı tokmakları, şarkı söyleyen kesik başlar, titreyen ışıklar. Vampirlerin suratlarını aynada göremiyorsunuz. Sonlara doğru iskeletin biri tabutun kapağını kaldırıyor ve içinden bir iskelet daha çıkıyor. Tüm ekip keyif aldı. Zaman zaman ürpermedim değil doğrusu…

Saat 17.30 olmuştu. Pocahontas Köyü ve Woody’nin köyünü de gezdikten sonra Frontierland’dan ayrılarak Adventureland’a geçtik. Burada tam adına yakışır biçimde bir macera konsepti yaratmışlar. Robinson Adası ve Macera Adası derken Parkın en büyük atraksiyonlarından birisi olarak kabul edilen Indiana Jones’un olduğu yere geldik.


Indiana Jones, büyük bir roller coaster. Bir maden trenininin vagonlarına binerek antik kalıntılar arasında oldukça süratli biçimde rayların üstünde adrenalin manyağı oluyorsunuz. Hatta 360 derece döndüğünüz bile oluyor. Yoğun zamanlarda iki saate kadar uzayan kuyruklar olduğunu okumuştum ama biz oradayken bekleme süresi beş dakika gösteriyordu. 1.40 cm. boy sınırı olduğu için Uygar ve Gökay binemediler. Bu konuda görevliler oldukça katılar. Girişte boy ölçümü yapıyorlar. Bindiğinizde de güvenlik üst düzeyde. Boynunuza geçirdiğiniz korumalıkları büyük-küçük demeden tek tek kontrol ediyorlar. Bindim binmesine ama kafamı kaldırıp bakamadığım anlar oldu. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki indiğimde suratımın kireç gibi bembeyaz olduğunu tahmin etmem hiç de zor olmamıştı. Ya herkes deliydi ya da bu tip şeyler için bizim yaşlar biraz ilerlemişti…



Indiana Jones’u tamamladıktan sonra Macera Adasına girdik. Buradaki dehliz ve mağaralarda bir ara yolumuzu kaybetsek de korsanların gemisini bulmamız fazla zamanımızı almadı. Burada dokuz yaşına kadar olan minikler için bir oyun parkı düzenlemişler. Bol bol foto çektikten sonra gezi boyunca büyük küçük herkesin ilgisini en çok çeken atraksiyonun önüne geldik: Karayip Korsanları…

Karayip Korsanları (Pirates of The Caribbean) yer altında oluşturulmuş bir dünya. Suda giden tekne tarzı bir şeye biniyorsunuz ve İspanyollarla korsanların savaşından tutun da zindanlara kadar o atmosferi yaşıyorsunuz. Ayyaş denizciler, fırtınalar, toplar, tüfekler, tavuklar, keçiler ne arasanız var. Özellikle iki noktada şelaleden uçuş gayet eğlenceliydi. Bir ara tam savaşın ortasında yanıbaşımızda patlayan top mermisi sayesinde küçük bir de duş almak zorunda kaldım. Gerçi ıslanma ihtimalinizin olduğunu verilen haritada belirtmişler. Hayali korsan dünyası hepimize büyük keyif verdi. Gezi boyunca çocuklar daha sonra da hep buraya gelmek istediler. Jack Sparrow ve arkadaşlarına kucak dolusu teşekkürler…


Saatlerimiz 18.30’u gösteriyordu ve Parkın kapanmasına yarım saat kalmıştı. Fantasyland’a geçtik. Burası, özellikle çocukların çok sevdiği bir bölüm. Disney’in bir çok meşhur karakterinin oyunları var: Peter Pan, Pinokyo, Pamuk Prenses, Jumbo, Uyuyan Güzel. Hatta atlıkarınca bile var. Bu bölgeye geçer geçmez karşımıza Parkın bir diğer önemli atraksiyonu olan Peter Pan çıktı (Peter Pan’s Flight). İçeriye girmek için yaklaşık 25 dakika bekledik. Gezi boyunca en uzun kuyruğumuz burasıydı. Aslında gezi tarihi olarak hafta içini seçmemizin esas nedeni de uzun kuyruklardan kurtulmaktı. Hedefe ulaşmıştık…



Peter Pan küçük bir korsan gemisine binerek havalarda uçuyormuşsunuz hissi veren hoş bir atraksiyon. Altınızda Thames Nehri, Londra Köprüsü, Big Ben ve daha onlarca şey var. Hep birlikte Neverland’a giderek Kaptan Cook nerde onu arıyorsunuz. Oldukça keyifliydi.

Parkın kapanış saati gelmişti. Çıkışa doğru ilerlerken Parkın tam ortasında kalan devasa Uyuyan Güzel Şatosu (Sleeping Beauty Castle) muhteşem görünüyordu. Sivri ve uzun kuleler, döne döne giden merdivenler…Şatonun hemen altında hediyelik eşya dükkanları mevcut. Programı takip etmemiştik ama ana meydanda Mickey ve arkadaşlarının gün sonu şovunu da izleyerek yüzlerce insanla beraber çıkış kapısına ulaştık.



19.36 otobüsüyle otele döndük ve akşam yemeği için planlar yapmaya başladık. Herkes çok yorgundu ve pratik bir şeylerle akşam yemeğini geçiştirmek istiyorduk. Çocukların karınları Mc Donalds menüleri ile (zaten dünden hevesliler) doyarken biz de ton balıklı sandviç ve kola ile yemek işini hallettik. Auchan’a gidip ertesi gün için su ve meyve takviyelerini yaptık. Bu arada saat 22.00 olmuştu. Çocukları yataklarına yatırdıktan sonra otelin önündeki banklarda biraz sohbet etmek için sözleştik. Ama Erdin ve Hüseyin abi çocuklarla devrildi. Biz de kısa bir moladan sonra odalarımıza çıktık. İnanılmaz keyifli ama yorgun bir günün sonunda uyumak çok zamanımızı almadı…

Disneyland Park 2. Gün
Sabah 07.35’te telefonumun acı acı çalan ziliyle uyandım. Böyle diyorum çünkü hala yorgunluğumu atamamıştım. 08.40’taki otobüse yetişmemiz gerekiyordu. Aslında Park 10.00’da açılıyor. Ama Disneyland Otellerinde kalanlar için “Extra Magic Hours” denen bir uygulama var. Otel kartınızı göstererek Parkın normal açılış zamanından iki saat öncesinde içeriye girebiliyorsunuz. Biz de saat 09.00’da girmeye karar vermiştik.

Otelin kahvaltısı iyiydi. Fransız mutfağının klasiklerinden olan kruvasan ve peynir çeşitleri boldu. Kahve güzel, çay tabi ki sallamaydı. Apar topar otobüse doğru yollandık ama Erdin ve Kurti otobüsü kaçırdı. Böyle bir ihtimale karşılık daha önceden bir sonraki otobüsle (09.05) devam edileceği hususunda anlaşmıştık. Telefonlar çalıştı ve Discoveryland’de buluşmak için sözleştik.



Discoveryland, uzay konseptiyle oluşturulmuş bir alan. En önemli atraksiyonu da Space Mountain: Mission 2. Çok az insan bulunduğu için hemen ona doğru yollandık. Ege ile kuyruğa girdik ama yarısından geri döndük. Sizin anlayacağınız cesaret edemedik. Space Mountain’da roket benzeri uzun bir şeye biniyormuşsunuz ve çok hızlı biçimde ilerliyormuş. Ani virajlar, uzay boşluğu hissi veren 360 derece dönüşler, üstünüze doğru gelen göktaşları ve abandone olmuş siz. Emre’ler büyük keyif almışlar, Indiana Jones’dan daha beter olduğunu söyledi. Yine de daha sonradan pişman olmadım değil hani…

Space Mountain’dan sonra doğrudan Buzz Lightyear Laser Blast atraksiyonuna girdik. Buzz, meşhur Oyuncak Hikayesi animasyon serisindeki uzaylı oyuncak. Ege’den dolayı belki de filmlerini en az 10 kez seyretmişimdir. Buzz kötü karakter Zörk’e karşı zor durumda olduğu için biz de uzay tabancaları ile bir iki mermi sıkarak hedefleri devirmeye çalıştık. En çok puanı ben aldım ama pek de ilginç gelmedi açıkçası.



Autopia sırasına girdiğimizde Erdin ve Kurtilerle buluştuk. Onlar da gelir gelmez daha sonradan çok sıra olur diye Space Mountain’a binmişler. Autopia, kendi parkuru olan 1950’li yılların küçük spor arabalarından oluşan bir atraksiyon. İkişerli bindik ve tabiki şoförlüğümüzü çocuklar yaptı. Keyifli birkaç dakika geçirdik.

Topluca Star Tours’un önüne geldiğimizde saat 10.10 olmuştu. Gelirken Erdin’ler için Buzz Lightyear’a Fastpass yaptık. Fastpass, Disneyland için düzenlenmiş özel bir randevu sistemi. Küçük makinelere manyetik kartınızı sokuyorsunuz ve yarımşar saatlik dilimler halinde size oyun için randevu saati veriyor. Örneğin, Erdin’lere 10.40-11.10 aralığını verdi. Böylece aradaki sürede başka şeyler yapabiliyorsunuz ve zamanınız geldiğinde ayrı bir sıradan oyuna giriyorsunuz. Her atraksiyon için Fastpass uygulaması bulunmuyor.

Star Tours, Star Wars filmiyle ilgili bir similasyon gösterisi. Onu hallettikten sonra hep beraber Captain EO’ya geçtik. Captain Eo, özel efektlerle hazırlanmış üç boyutlu bir uzay sinema filmi. Gözlüklerle seyrediliyor. Esprisi ise Kaptan rolünü Michael Jackson oynuyor. Arada bolcada dans gösterileri var tabi ki.



Discoveryland’de işimiz bitmişti. Uyuyan Güzel’in şatosunun altından yeniden Fantasyland’a geçiş yaptık. Emre, Kurti ve Hüseyin abi atlı karıncaya bineceğiz diye tutturmazlar mı? Gerçekten kuyruğa girdiler ve bindiler. Ben de bu tarihi anı çocuklarla birlikte fotoğraf karelerinde ölümsüzleştirdim…

Daha sonra çocuklar dönen fincanlara (Mad Hatter’s Tea Cups) binmek istediler. Altı çocuk ve ben iki fincana doluştuk. Fincanlar hem kendi etrafında hem de bir bütün halinde dönüyor. Çok büyük bir esprisi olmasa da çocuklar keyif aldılar.

Pamuk Prensesin cadıyla mücadelesini hiç kimse kaçırmak istemiyordu (Blanche-Neige et les Sept Nains). Ortalıkta cadılar, elmalar, konuşan tabaklar, cüceler ne arasanız vardı sizin anlayacağınız. Genel olarak değerlendirdiğimde daha çok 10 yaşın altındaki çocuklara hitap ettiğini söyleyebilirim.


Gelmeden önce yaptığım araştırmalarda buradaki önemli atraksiyonlardan birisinin It’s a Small World olduğunu öğrenmiştim. Her ne kadar küçük çocuklar için düzenlenmiş olsa da büyüklerin de ilgisini çektiği yazıyordu. Gerçekten de öyle oldu. Suyun içinde bindiğiniz tekne türü bir araçla karanlığa doğru hareket ediyorsunuz. 72 milletten ne kadar çocuk karakteri varsa şirin şarkılar eşliğinde size eşlik ediyorlar. İngiltere, Rusya, İspanya, Fransa, Hindistan ve daha pek çok ülkeye özgü küçük karakterler ve müziklerden oluşan bir show. Herkes inanılmaz zevk aldı (Hatta sonradan tekrar binenler oldu). Ben de küçük oğlum Deniz için tamamını videoya aldım.



Artık saat 13.00 olmuştu ve yavaş yavaş acıkmaya başlamıştık. Çocuklar hep bir ağızdan bir gün önce bindiğimiz Karayip Korsanlarını yeniden isteyince oraya gidip yakınında bir yerlerde bir şeyler yemeye karar verdik. Yolumuzun üstünde meşhur uzun sarı saçları ile çocuklarla fotoğraf çektiren Rapunzel’e rastladık. Korsanların hemen yanındaki hediyelik eşya büfesinde herkesin ilgisini çekecek şeyler vardı: Tişörtler, tabancalar, kılıçlar, anahtarlıklar, korsan şapkaları. Ama çocuklar en çok uzun korsan saçlarıyle ilgilendiler. Neredeyse hepsi ayrı ayrı bu saçlarla foto çektirdi. Çok komik görünüyorlardı.

Bir ara tuvalete kaçtım. Döndüğümde ortada hiç kimse yoktu. Telefonla aramama rağmen cevap veren olmadı. Biraz bekledikten sonra “bunlar kesin Korsanlara girmişlerdir” diye düşündüm ve onları bulmak için içeri girdim. Sırada bekleyen 7-8 kişi vardı ama bizimkiler yoktu. Eh, madem bu kadar az kişi vardı ben de bir daha bineyim dedim ve daldım içeri. Yine ıslandım tabi. Bu top mermileri ya hep beni buluyor ya da nereye oturursan otur ıslanmaktan kurtulamıyorsun.



Çıkınca hemen karşıdaki banklarda buluştuk. Alaaddin Pasajının (Le Passage Enchante d’Aladdin) olduğu bölgeye yerleştik. Kimimiz oradaki dükkanlardan bir şeyler aldı kimimiz de bir gün önceden çantalarımızda olan malzemelerle hazırladığımız sandviçlerle karnımızı doyurduk.

Çocukların Indiana Jones hevesi bitmediği için (Bizim Ege’de en önde tabi) yeniden oraya gidip onların çığlıklar altında madendeki gezintilerini izledik. Oradan çıktıktan sonra Frontierland’e gelerek tren istasyonunda beklemeye başladık. Bence bu çok hoş bir uygulama. Park’ın çevresinde tur atan bir tren çalışıyor (Disneyland Railroad). Bir duraktan biniyorsunuz, isterseniz hiç inmeden dilediğiniz kadar gezebiliyorsunuz. Bayağı bir yorulduğumuz için 20-25 dakikalık tren yolculuğu iyi geldi doğrusu. 16.50’de Main Street bölgesinde trenden indik. Peki niye geldik buraya? 17.00’de başlayacak olan Disney karakterlerinin geçit törenini (Disney’s Once Upon a Dream Parade) izlemeye tabiki.



Yüzlerce insan yolun iki tarafına dizilmişler. Kimisi yere oturmuş kimisi de ayakta bekliyor. Daha ileriye gitmemeleri için yol ve alan boyunca iplerle güvenlik şeridi yaratılmış. Sürekli 4-5 dilde anons yapılıyor. Saat 17.05’te büyük gösteri başladı. En öndeki araçta elbette Mickey ve Daisy var. Daha sonra Peter Pan, Oyuncak Hikayesi karakterleri, Pamuk Prenses, Karayip Korsanları, Aladdin, Pinokyo ve daha ismini anımsamadığım onlarcası. Arabalarından inip de çocuklarla fotoğraf çektirip konuştukları zamanlarda tüm çocuklar adeta kendilerinden geçiyordu. Gerçekten çok profesyonelce hazırlanmış bir gösteri. Zaten olumsuz hava koşulları hariç neredeyse yılın her günü düzenleniyormuş. Belirli bir zamandan sonrasını Deniz için videoya aldım.


Saat 17.30 olmuştu. Herkesin hediyelik bir şeyler almak için zamana ihtiyacı olduğunu düşünerek saat 19.15’te Disney Village kapısının önünde buluşmak üzere sözleştik. Ege’nin beğendiği tişört ve bardaklardan aldık. Tişörtler genelde 9,90 €’dan başlıyor 40 €’ya kadar çıkıyor. Magnetler 3-10 €; bardaklar 3-15 €. Bunun dışında tüm Disney karakterleriyle ilgili oyuncaklar, değişik hediyelikler mevcut. Fiyatları da yüksek ama aynı durum Türkiye’de de söz konusu.

Ege ilk gün bindiğimiz hayalet evine yeniden gitmek istiyordu ama açıkçası Onu oraya götürecek halim yoktu. Biraz da vücudumun kırıldığını hissediyordum. Hüseyin abi beni bu sıkıntıdan kurtardı ve Tuna ile beraber Ege’yi de alarak hayalet evine doğru yollandılar. Ben de tam ana meydanın köşesinde bulunan (zaten adı da öyle) Casey Corner’da kendime bir cafe Americano molası verdim (2.20 €) ve yorgun ayaklarıma biraz da olsa nefes aldırdım.



Saat 19.00’a doğru çıkışa doğru yollanarak Disney Village’a vardım. Orada kısa bir süre gençlerin sokak dansını izledikten sonra tam saatinde bizimkilerle buluştuk. Disney Village denilen yerde, gökyüzünde gezinti yapabileceğiniz bir balondan başka atraksiyon yok. Burası daha çok restoranların ve hediyelik eşya dükkanlarının bulunduğu nispeten küçük bir yer. Bir sinema salonu dışında ücretli olarak katılabileceğiniz Buffalo Bill’in Vahşi Batı Yemek Şovu düzenleniyor. Ortasında büyük bir gölet yapılmış. Bazı Disneyland otelleri de burada yer alıyor. Parkların kapanış saati olduğu için mahşeri bir kalabalık vardı. Çocukların bazıları karşıda bulunan Mc Donalds’ı görünce başladılar zırlamaya. Onları kırmayalım diye girdik ama bir şeyler almak mümkün değildi. Her kasanın başında belki de 30-40 kişi vardı. Kısa bir durum değerlendirmesinden sonra bizim için en iyi çözümün 20.05 otobüsü ile otelin bulunduğu Serris kasabasına dönmek olduğuna karar verdik.

Arkadaşlar Val d’Europe alışveriş merkezindeki restoranlarda bir şeyler yemek istediler ama benim kıpırdayacak halim yoktu. En kısa yolda bir şeyler atıştırıp hemen dinlenmek istiyordum. Öyle de oldu. Ege ve Uygar, Kurti’nin nezaretinde Mc Donalds’dan menü alarak otele döndüler. Karnımızı doyurup duş alır almaz hızlıca bavulları topladım ve kendimi yatağa attım. Mecburen Ege’de tabi. Saat 22.00 gibi uyumuşum…

Görüşmek üzere...

Devamı gelecek (Babalar ve Çocuklar Paris’te -2: (Walt Disney Park)





 Yazılan Yorumlar...
Rengarenk
(05 Haziran 2014)
Merhabalar Hakan Bey,
Pariste 2014 mayıs ayında 3.5 gün geçirdik. Süremiz kısıtlı olduğu için etkin kullanmamız gerekiyordu. Görülecek çok şey olduğundan Disneylanda sadece 1 gün ayırabildik. Ama bücürümüzü de üzmemek için en çok keyif alabileceği aktiviteleri seçmeliydik. Hem Disneyland hem de Walt Diseny Park yazılarınızı okudum, print edip yanıma aldım, parkların girişinden itibaren bizim ekibi (baba-oğul) en çok keyif alabilecekleri aktivitelere yönlendirdim. Ben daha önce Los Angelestaki Disneylandda (Jurassic Parkta) yaklasik 2. kat kadar bir yükseklikten botla (raylar üzerindeydi ama çok dik ve korkunçtu) inerken böyle aktivitelere tövbe ettiğimden sedanter takıldım, gösterileri izledim, masal ortamının tadını çıkardım. Akşama canları çıkmış, adrenalinleri tavan yapmış, bet-beniz atmış ekibimle buluşup otelimize geri döndük. Parislilerin çok dostça davranmadıkları, İngilizce sorulara Fransızca cevap verdikleri gibi ön-duyumlardan etkilenip oldukça kapsamlı bir ön-çalışma yapmıştım (metro, RER, havaalanı haritaları vs üzerinde sıkı çalıştım!!!). Sizin ve diğer arkadaşların rehberliğinde hiç kimseye soru sorma ihtiyacı hissetmeden çoook güzel bir 3.5 gün yaşadık. Ayrıca lokanta, kafe ve otel görevlilerinin de söylenenlerin aksine oldukça sıcak-yardımsever davrandığını söylebilirim. Gezi planlamamızda yazılarınızla "katkınız" için çok teşekkür ederim. Hayat gezdikçe güzel!!! Bol geziler hepimize..
hakangeziyor
(11 Mart 2012)
Neslihan Hanım, teşekkürler. Biz herhangi bir tur şirketiyle gitmedik. Yazıda da belirttiğim gibi oteli ve park giriş ücretlerini kapsayan paketi Disneylandın resmi sitesinden aldık ve kendi programımızı uyguladık. Yazıda belirtmiştim ama gözünüzden kaçtı herhalde, otelimiz 3 yıldızlı Elysee Val d’Europe idi. Otobüsle 5 dakika mesafede. Umarım sizde bizim gibi büyük keyif alırsınız. Şimdiden iyi gezmeler...
Neslihan
(11 Mart 2012)
Merhaba
Herseyi super detaylı anlatmıssınız, ne guzel ne yapacagımızı biliyoruz sayenizde.
Bu arada hangi otelde kaldıgınızı ve turu hangi firmadan aldıgınızı ogrenebilir miyim ltfn sakıncası yoksa
Biz de 23 nisanda gitmek istiyoruz, nasıl gidecegimize karar vermeye calısıyoruz.
vacide kutay
(13 Haziran 2011)
Hakan Bey, anlatımınız gerçekten çok güzel ancak fotoğraflarda önemli bir eksiklik görüyorum. Bu çocukların anneleri nerede acaba? :))
Ferudun Babacan
(07 Haziran 2011)
Ne guzel Baba Parasi yemisler.
Allah hep Baba Parasi yemeyi nasip etsin
NEŞE
(06 Haziran 2011)
Hepimiz imrendik,hepimiz kıskandık,aman nazarımız değmesin,çok iyi niyetle ,bir kuş olup tepeden sizi seyretmek geldi içimden sevgili Hakan..
Raynor
(06 Haziran 2011)
Abi o kadar söyledim bizi de götür diye ama dinletemedim ki ! Aklım oralarda kaldı. Bir de oturmuş hiç üşenmemiş yazmışsın en ince detayına kadar. Aşkolsun sana :)
Şaka bir yana, keyifle okudum, imrendim ve hatta biraz da kıskandım.. Ellerine sağlık...
hakangeziyor
(06 Haziran 2011)
Herkese teşvik edici yorumları için teşekkür ediyorum. Neşe Hocam, zaman kısıtlı olunca uykuyu gözünüz görmüyor galiba. Ama ben çocuklara hayret ediyorum nasıl dayandılar diye.
Sayın Önel, inşallah en kısa zamanda beraber bir program nasip olur.
Emre AKDAĞ
(06 Haziran 2011)
İçinde yer aldığımız geziyi tüm ayrıntıları ile okumaktan büyük keyif aldım. Metro kabusu sanırım yazının 2. bölümünde anlatılacak...Merakla bekliyorum.
Sibel Sönmez
(05 Haziran 2011)
Her ne kadar bu tarz Amerikan yapısı suni dünyaları çok sevmesem de çocuklar işin içinde olunca iş değişiyor galiba. Güzel anlatım. Teşekkür.
DERYA ÖNEL
(05 Haziran 2011)
Sizler adına sevindim.Ben de kızımızla birlikte katılmayı çok arzulardım.Buna benzer bir organizasyon tekrarlanabilir mi acaba?
NEŞE
(04 Haziran 2011)
Sevgili çocuklar ve her zaman çocuk ruhlu kalanlar,ahhh size öyle imrendim kiii...Ne güzel dir çocuk ruhlu kalmak !Oteliniz çok güzel görünüyor,hipermarket Auchan ını da tanıyorum,hani şu sembolü tropik kuş olan değil mi ?Sevgili Hakan ,ben sizin bu"uykusuz her gece" durumunuzu Yunanistan gezisinden biliyordum zaten ama burada çocuklarla birlikte ne performans o öyle ?Başım döndü desem yeridir..Çocuklar hayatlarında hep hatırlayacakları günler,sizlerde kıymetli yavrularınızla unutulmaz günler geçirdiniz...Ne mutlu size !