Babalar ve Çocuklar Paris'te - 3: (Paris'te İlk Gün)

Disneyland gezimizi tamamladıktan sonra sırada Avrupa’nın en güzel kentlerinden birisi olan Paris vardı…Beş yıl önce üç gün geçirdiğim Paris’e yeniden gelmek değişik bir duygu. Genelde o kadar çok gezilecek ve görülecek yer var ki daha önceden gördüğüm bir şehre yeniden gideceğimi pek düşünmemiştim. Ekiptekilerden Emre’nin üçüncü, diğerlerinin ise ilk Paris ziyareti idi. Ama Disneyland’a kadar gelince Paris’in olmadığı bir program yapmak deli saçması bir şey olurdu herhalde.

Disneyland’daki otelimizin bulunduğu Val d’Europe tren istasyonuna geldiğimizde turizm danışmadan biletlerle ilgili bilgi aldık. Görevli, RER metrosu (Kırmızı Hat) için bilet satan gişe olmadığı için mecburen otomatik makinelere yönelmemiz gerektiğini söyledi. Başta biraz zorlansak da yetişkin 7,95 €; 11 yaş altı içinse 3,90 €’dan tek yön biletlerimizi aldık. Normal koşullarda Paris merkez için biletler daha ucuz ancak otelimizin bulunduğu La Defense bölgesi 3. bölgede olduğu için bir miktar daha fazla ödemek durumunda kaldık.



Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra otelin bulunduğu La Defense bölgesine geldik. Konaklayacağımız Ibis Paris La Defense Center otelini metro durağına 100 m. olduğu için ayarlamıştık. Ancak La Defense oldukça büyük bir alanı kapsadığından birden fazla metro ve RER istasyonu mevcut. Bu yüzden 15 dakikalık bir yürüyüş yapmamız gerekti. Organizasyonda minik bir aksaklık sizin anlayacağınız…

La Defense bölgesi, aslında yüksek binaların bulunduğu bir iş merkezi. İlk bina 1958 yılında yapılmış. Her şey planlı ve belirli bir sistemde inşa edilmiş. Daha çok uluslar arası şirketlerin bulunduğu bir gökdelenler bölgesi. Ama bizim İstanbul’daki Levent bölgesi gibi plansız değil. Her şey düşünülmüş, açık ve geniş alanlar, yer altında devasa bir alışveriş merkezi (Auchan hipermarket burada da var), kafeler ve restoranlar. Yalnız belirli bir saatten sonra insanlar elini ayağını çektiği için gece oldukça sakin ve ürkütücü oluyor diyebilirim.



Otelimize yerleşmemiz yaklaşık bir saatimizi aldı. Klasik bir Ibis Otel diyebilirim. Çok katlı bir bina, her şeyin en ince detayına kadar düşünüldüğü ve her santimetkarenin değerlendirildiği küçük fakat temiz odalar ve en önemlisi de gerçekten metro 1. hata sadece 100 metre mesafe. Biz otelden rezervasyon yaptırırken erken davranıp özel bir kampanyadan yararlandığımız için kahvaltı dahil oda başı iki gece konaklamayı 126 €’dan ayarlamıştık. Aslında tüm Ibis otellerde konsept gereği kahvaltıyı extra ödüyorsunuz. Yetişkin açık büfe kahvaltı 8 €; 12 yaş altı çocuk kahvaltısı ise 4 €.

Saatlerimiz 19.15’i gösteriyordu ve hedefimizde meşhur Eyfel Kulesi vardı. Çocukların ceplerine otelden aldığımız adres ve telefon bulunan küçük kağıtları yerleştirdikten sonra metroya doğru yürümeye başladık. Otomatik makinelerden bilet alma işi yine bayağı zamanımızı aldı. Zira Paris’te büyük istasyonlarda bulunan gelişkin makineler dışındaki otomatik bilet makineleri kağıt para kabul etmiyor. Hemen ceplerimizdeki bozuk paraları birleştirerek iki tane 10’luk bilet aldık. 10’luk dediğime bakmayın biletleri yine tek tek veriyor ama toplu aldığınız için ücreti düşüyor. Tek bilet 1,70 € iken 10’lu alırsanız 12 € ödüyorsunuz. Aslında 12 yaş altı çocuklar için de indirimli 10’luk bilet olması gerektiğini söylüyorum ama maalesef makinede böyle bir alternatif görünmüyor.

Eyfel’e gitmek için otelin hemen yanındaki Esplanade de La Defense metro durağından sarı hatta (M1) bindik. Burada gezinin en ilginç, en istenmeyen olaylarından birisi başımıza geldi. Metroya bindiğimizde kapının hemen yanında ayakta durup arkadaşlarla haritayı açmış ve nerede ineceğimizi konuşuyorduk. Yanımızda ayakta duran bayan ingilizce olarak bize Trocadero durağına gitmemizi ve öncelikle oradan Eyfel’in fotoğraflarını çekmemizi söyledi. Birkaç dakika süren bu sohbet sonunda ineceğimiz durağa geldik. Önümüzdekilerin inmesi, biz 11 kişi derken herkes indiğinde baktık ki bizim Uygar içeride kaldı ! Kalabalık yanında bunun bir sebebi de M1 hattında üç saniyede otomatik olarak kapanan kapıların olması. Hiçbir şekilde durduramıyorsunuz. Bir anlık panikle Emre Uygar’a bir sonraki durakta inmesini anlatmaya çalışırken az önce sohbet ettiğimiz bayan Uygar’ın elinden tuttu ve bize bir sonraki durağı işaret etti. Hemen sonraki metroya binerek bir sonraki durağa geldik. Baktık ki Uygar bayanın elinden tutmuş gülerek bizi bekliyor. Başta Emre olmak üzere herkes derin bir “ohh” çekti. Uzun teşekkür faslından sonra bayan gelen metroya kendi güzergahına giderken Emre’de çocukları metrodaki banklara oturtarak benzer bir durum olması halinde nasıl davranmaları gerektiğini uzun uzun anlattı. Belki de tüm gezimizi alt üst edecek bu olay tesadüfen tanıştığımız bayanın sayesinde hoş bir anı olarak kaldı…



Yeniden metroya bindik. Charles de Gaulle Etoile durağında inerek yeşil hatta (M6) geçtik ve Trocadero durağında indik. Burası mesafe olarak Eyfel Kulesine bir hayli uzak ama inanılmaz güzel bir manzara sunuyor. Özellikle her turistin Eyfel’e gitmeden önce buraya uğraması ve sonra aşağıya Eyfel’e doğru yürümesi tavsiye ediliyor.

Trocadero meydanında Palais de Chaillot’un yanındaki terastan Eyfel manzarası gerçekten müthiş. Aynı güzellik tam zıt taraftaki Askeri Akademi’den Eyfel’e doğru yürüdüğünüz geniş Champ de Mars’da da söz konusu. Teras oldukça kalabalıktı. Her tarafta zenci seyyar satıcılar da eksik değildi tabiki. Burada bolca fotoğraf çektirdikten sonra yavaş yavaş merdivenlerden inerek Eyfel’e doğru yürümeye başladık.

Saat 20.15’i gösterirken nihayet Eyfel’e gelebildik. Her şehrin bir sembolü vardır ya, bazıları kabul etmese de Paris’in en önemli sembollerinden birisi de Eyfel Kulesi. 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel tarafından Fransız İhtilali’nin 100. yılı anısına inşa ettirilmiş. İlk yapıldığında “bu demir yığınıda nereden çıktı?” tepkileri oldukça fazlaymış. Hatta 20 yıl sonra kaldırılması düşünüyormuş ama önemli bir cazibe merkezi olunca bu karardan vazgeçilmiş. Okuduğuma göre tam 15.000 parça metal birbirine kaynaklanmış. 7000 ton ağırlığındaki kule, en üstteki televizyon vericileri ile birlikte yaklaşık 325 metre. Yirmi pare top atışıyla açılan kulede ilk zamanlar saatin 12 olduğunu göstermek için top atışları da yapılırmış.



Üç kat sistemine göre düzenlenmiş olan kulenin ziyarete açık olan kat yükseklikleri 57, 115 ve 276 metre. İlk katta Kulenin tarihini anlatan bir sergi mevcut. İlk ve ikinci katlarda lokantalar da var. Zamanında bizim eski yeşilçam filmlerinde Boğaziçi Köprüsünün satılması gibi Eyfel’i de satan dolandırıcılar çıkmış. Bununla ilgili hikaye kuledeki sergide anlatılıyor. Özellikle ikinci kattaki seyir terasından harika bir Paris manzarası sizleri bekliyor. Havanın açık olduğu günlerde görüş mesafesinin 60-70 km’yi bulduğu söyleniyor. Bana göre en güzel manzara ikinci kat zira en üst katta yükseklik 276 metreye çıktığı için görüş mesafesi büyüyor, her şey karınca gibi olmaya başlıyor.

Eyfel Kulesine çıkışta iki farklı alternatifiniz var: Kulenin üç ayağında yer alan asansörlerle çıkmak veya bir ayağında izin verilen merdivenlerle çıkmak. Ayrıca her üç kat için de farklı ücretler söz konusu. Yaz aylarında 09.30-23.00 saatleri arasında açık olan Eyfel’in en çok tercih edilen ikinci katına asansörle çıkmak için yetişkinler 8,20 € öderken 12-24 yaş arasındakiler 6,60 € ve 04-11 yaş arasındakilerde 4,10 € ödüyor. Merdivenle çıkmak isterseniz ücretler sırasıyla 4,70-3,70 ve 3,20 €.

Akşam havanın kararması yakın olduğu halde yine de asansörlerde ciddi kuyruklar vardı. Ben daha önceden ikinci kata kadar “merdivenle” çıktığım için bu sefer niyetim yoktu ama Ege ve diğerleri çok istiyordu. Eyfel’in altında Kulenin azametini izleyerek kısa bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra çıkış olayının ertesi güne bırakılmasına karar verildi. Bu kararın alınmasında midelerimizin boş olmasının da önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.



Bu gezide şunu anladım ki fast food çocukların dünyasında inanılmaz önemli bir yer tutuyor. Türkiye’de ne kadar yasakladıysak Paris gezisi boyunca neredeyse başka hiçbir şey yemek istemediler. “Ne yemek istersiniz?” sorumuza neredeyse hep bir ağızdan “Hamburger” cevabını verdiler yine. Telefonumdaki GPS’i çalıştırarak (ne hikmetse çoğu zaman çalışmadı zaten) en yakın fastfood restoranının Şanzelize’de (Champs Elysees) olduğunu öğrendik. Seine Nehri kenarında Quai Branly boyunca ilerledik ve d’Lalma köprüsünden geçerek George V Bulvarı’nın sonuna kadar yürüdük. Ve karşımızda dünyanın en meşhur bulvarlarından birisi olan Şanzelize vardı…

Zafer Anıtı’ndan (Arc de Triomphe) Concorde Meydanına (Place de la Concorde) kadar yaklaşık iki kilometre uzunluğundaki bu harika bulvar bir zamanlar iğrenç bir bataklıkmış. Bugün için dünyaca meşhur ne kadar marka, restoran, kafe biliyorsanız hepsi mevcut. Bir çoklarına göre dünyanın en güzel, en hareketli, en pahalı bulvarlarından birisinde yemek yiyecek bir yer arıyoruz. Hani olur ya fast food olmadan bir akşam yemeğini geçiştirebilirmiyiz diye ama bir yerde rezervasyonsuz oturmak ne mümkün. Daha sakin olanlar da altı çocukla bizi kabul etmeye pek yanaşmıyorlar. Sizin anlayacağınız biz yine kaldık Mc. Donalds’a; ya da küçük oğlum Deniz’in telaffuzuyla “Mekden Usta”…



Şanzelize 140 numarada yer alan Mc. Donald’a girdiğimizde inanılmaz bir sıra şoku yaşadık. Burası Disneyland dahil bu gezide en çok sıra beklediğimiz yer oldu. Uyuz mu uyuz bir kasiyere de denk gelmez miyiz? Yemeklerimizi alana kadar anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi diyebilirim (Menü fiyatları Serris’dekinden daha pahalı: Big Mac Menü 6,10 €; Double Cheeseburger tanesi 2 €) Yemekleri bitirip çıktığımızda saat 22.30 olmuştu. Bir fast food yemek için neredeyse bir buçuk saat harcamıştık. Bunun neresi fastfood ben anlamadım doğrusu 

Yavaş yavaş Zafer Anıtı’na doğru yürümeye başladık. Charles de Gaulle Meydanında yer alan ve gece görüntüsü gündüz görüntüsünden çok daha güzel olan bu anıt 1836 yılında tamamlanmış. Napolyon, savaştan galip gelen askerlerinin anıtın altından geçerek şehre girmelerini istermiş. Altında daha sonradan eklenen bir Meçhul Asker Anıtı var. İçinde, daha öncekiş gelişimde gezdiğim küçük bir de müze bulunuyor. Müzede savaşta yer almış generallerin isimlerine yer verilmiş.

Bolca fotoğraf çekildikten sonra hemen anıtın önünde yer alan metro istasyonuna girdik. Burası büyük bir istasyon olduğundan kağıt paranın geçerli olduğu bilet makineleri de vardı. Herkes kendi biletlerini aldı. Bu arada diğer makinede olmayan 11 yaş altı indirimli biletlerden alabildik (10’luk bilet 6 €). M1 hattı ile otelimizin bulunduğu La Defense bölgesine geçtik. Ertesi sabah 09.30’da hazır olmayı kararlaştırdıktan sonra herkes çil yavrusu gibi odalarına dağıldı. Yorgun geçen bir gün daha sona ermişti…

Gezinin son bölümünde görüşmek üzere…





 Yazılan Yorumlar...
bilge
(23 Temmuz 2012)
disneylandı gerçekten harika anlatmişsınız gitmiş kadar oldum:)teşekkürler...
Sevil
(05 Eylül 2011)
Hakan bey, detaylı anlatımınız için size çok teşekkür ederiz. Herşeyi bu kadar net, saat saat hatırlamanız ve üşenmeden tüm ayrıntılarıyla yazmanız inanılır gii değil doğrusu:) Önümüzdeki hafta çıkacağımız Paris ve Disneyland gezisinde tecrübelerinizden faydalanacağız.
Tekrar çok teşekkürler..
hakangeziyor
(29 Haziran 2011)
Herkese teşvik edici yorumları için teşekkürler. Neşe Hocam, pirimiz sizsiniz, biz sizden feyz alıyoruz. Ferudun Bey, sevgili Mesut, hayat zaten bu dengede gitmiyor mu :)
Annecim, sen merak etme büyüyünce Denizide götüreceğim şartıyla izin aldık zaten ondan :)
a.özbaran
(29 Haziran 2011)
dünyanın en tatlı oğulları, oğlum ve onun oğlu, sizi çok seviyorum,iyiki varsınız,,,nice birlikte gezmelere,,,,,bir dahakine miniğimide, denizimide ekleyin programa hemiiii, babaannesi onunda görmesini istiyor,,,:))
NEŞE
(26 Haziran 2011)
Paris de bu fiyata bu otel şaka gibi..Ama Hakan her zaman bu işlerin ustasıdır !Yıllar önceki bir Paris gezimizde arkadaşların çocuklarının başınada metro da aynı olay gelmişti ve biz "Trocadero" diye bağırarak camlara yapışmıştık,bizimki sizinkinden biraz daha uzun sürmüş ve Trocadero da buluşmuştuk..Ne günlerdi...
Mesut Ünal
(20 Haziran 2011)
Şanslı çocuklar valla, babaları gezdiriyor dünyayı
Ferudun Babacan
(20 Haziran 2011)
Hakan Bey,
Babalar gününde, resmen baba parası yemişler:))
Emeğine sağlık.