Kızılcahamam ile Çamlıdere çok yakınlar.
Bir günde ikisi de rahatlıkla gezilebilir.
Ve turizm açısından,
Çamlıdere Ankara’nın yükselen yıldızlarından.
Diyarbakır gibi yükselen bir yıldız olabilir, mesela.
Ve son zamanlarda,
Turizm fuarlarından adından hazırladığı tanıtım broşürleri ile epey bahsediyor.
Girişte sol tarafta kalan Kamil Bostan Parkı çok başarılı bir çalışma.
Gerçi aklıma,
On dönüm bostan,
Yan gel yat Osman geliyor, nedense.
İnsanın içi açılıyor.
Özellikle gece gelip
Sohbet eşliğinde,
Alkolsüz bir çay içesi geliyor.
Kaymakamlığa geldik,
Bir arkadaşımızı ziyarete.
Ama
Daha önce buraya verimli bir tarla olduğu için sürülmüştü.
Bağımsız yargı,
Geldiğin yere demiş.
Biz de cepten aradık,
Bilseydim geleceğinizi,
Dava bile açmazdım demesin mi?
Kaymakamlık zor zenaat.
Hiç unutmam,
Terbiyesiz bir tiyatro,
İzin istemiş, temsil için.
İsme bakar mısınız?
Vajina Diyalogları’’
Ulan başka isim mi yok?
Bula bula bunu mu buldunuz?
Kaymakam da haklı olarak,
Nayır demiş, nolamaz.
Beyefendi ne desin?
O kendi ismine baksın.
Her çeşit insan gelir karşına.
Dert dinle,
Dert anlat.
Kısaca Orhan Gencebay’dan,
‘’Dertler Benim, Mutluluklar Sizin Olsun’’
Geldik,
Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri Türbesine.
Dualarımız ettik,
Hayatından kareler ise
“Bursa’da ekili alanları çekirge sürülerinin işgal etmesi üzerine, halkın çaresiz kaldığını duyan Şeyh Ali Semerkandî, yanında bulunan bu mübarek sudan bir miktar o bölgeye göndererek, çekirgelerin yok olmasını sağladı”
Yani sadece
Oğuz Yılmaz’dan,
Hoplayıver çekirge bilmekle olmaz.
Böyle şeyler de var.
“Padişah Murat Hüdavendigâr, bu büyük zatın yanı başında vezir olarak bulunmasını istedi. Çünkü onu çok beğenip, sevmişti. Vezirler de aynı istekte bulundular. Ancak her ne teklif ettilerse Şeyh Ali Semerkandî, bunların hiçbirine iltifat etmedi. Yalnız Padişah’tan yöre halkının vergi ve askerlikten muaf tutulmasını istedi. Padişah da bir ferman yazdırarak bu isteği kabul etti ve bu sayede İstiklâl Harbi yıllarına kadar Çamlıdere Bölgesi’nden vergi alınmadı, askere giden olmadı.’’
Bu konuda Türk Tarihi Kurumu diyor ki;
“Kendi dininden, dilinden olmayanlarla birlikte aynı coğrafyada yaşandığında ise, çoğu zaman kendi ırkından, dininden olanlara sağlanandan, verilenden çok daha fazlası sağlanmıştır. Gayr-i Müslimlere veya azınlıklara çoğu kez %50'lere hatta %100'lere varan vergi muafiyeti sağlanmış, askerlik yaptırılmamış, dilleri, dinleri, mezhepleri serbest bırakılmış, seyahat, ticaret ve söz hürriyeti tanınmış, en yüksek idari kadrolarda bile yer verilmiştir.”
İşte Çamlıdere.
Yaklaşık 3000 kişi.
Ufacık, tefecik, şirin mi şirin,
Yeşil mi yeşil.
Bir ara yeşil buralarda sandım.
Gölete bakar mısınız?
Göl-ET.
Sanki dua et der gibi.
Gölü edince;
Gölet oluyor…
Ama şöyle bir yazı var;
Yüzmek yasak.
Yani ölürseniz, sorumluluk kabul edilmez.
Tazminat davası açılırsa da
Bir yazımızı koymuştuk.
Ölenlerin ruhuna Fatiha.
Çamlıdere’de o kadar dağ evi var demeyeceğim,
Dağ siteleri var,
Hem de
Sayıları gittikçe artıyor.
Hem iyi,
Hem kötü.
İhtiyaç var ama
Öncelikle doğa korunmalı.
İpin ucu bir kaçarsa,
Dağ-mağ kalmaz.
Her yer bina ile dolar.
Çok sağlam felsefe olmalı.
O kadar manken vardı ama
Doğa Bekleriz bir başka idi.
Çünkü
Doğa var.
Aluç Dağı Mesire Yeri;
Her güzelin bir kusuru olur ya
Ağaç olan yerde,
Odun,
Kereste,
Ve kütük çok oluyor, haliyle.
Mesela benim kütük,
Nüfus dairesinde.
Kütüğü olmayan var mı?
Herkeste kütük olmak zorunda.
Oduna gelince,
En güzel ateş;
Odun ateşi.
Kereste olmasa,
Mobilyalar olmaz.
Meşhur olmak ne kadar zor.
Şahsen ben,
Beni kimsenin tanımasını istemezdim.
Evimden işime,
İşimden evime.
Adım sadece kimliğimde yazsın.
Anam bilsin,
Babam,
Ve de beni bilenler…
Mevlana’nın babasına görkemli bir türbe yapılırken,
Gök kubbeden daha görkemlisi var mı demiş?
Ama
Yapmışlar yine de.
Çamlıdere’de insanın içi açılıyor.
Çevre düzenlemesine bakar mısınız?
Yeşilin yeşili var.
Yine yeşillendi fındık dalları geliyor, akla.
Bu dağ evlerine, genelde.
Babalar kızları ile gelip
Etraftakilere;
Kendileri kızım sayılır diyerek,
İçeride yaz kızım çalışmaları yapıyorlarmış.
Zaten
Anneler erkek evlatlarını,
Babalar da
Kızlarına çok düşkün olur.
Bunu yapmayan babalar,
Ya anjiyo
Ya da
Kalp ameliyatı olur.
En iyi çare;
Doğal yöntemlerle kalp basıncını artırmak,
Med-cezirler eşliğinde.
Zaten bu kalp rahatsızlığı iki meslekte pek görülmüyor,
Biri pompacılar,
Diğeri;
Tuzruhu kullanan temizlikçiler.
Biz de yürüyerek gittik,
Gölün kıyısına.
Buraya ben bayıldım.
Öyle güzel esiyor ki
Püfür püfür.
İlhan İrem,
Kesin böle bir yerde,
“Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin” bestelemiştir.
Ama ardından,
“Konuşamıyorum”
Bu yeşilden insana zarar gelir mi?
Sadece
Sevmediğin ot yanında bitermiş.
Ya bu ağaçlar?
Kim bana odun gibi
Derse iltifat etmiş olur.
Onu diyen gibi olacağıma,
Fotoğraftaki gibi odun olayım,
Daha ne isterim?
Şuraya bakar mısınız?
Ranza değil,
Manzara.
Birden ressam olasım geldi.
Al fırçayı eline,
Vur gözüne, gözüne.
Şener Şen gibi
‘’Allah’ım kör et beni’’ diyorum.
Ve
Susuyorum…
Çamkoru’da,
Minare bile çamdan.
Burada ibadet eden,
Hem doğadan,
Hem de
İbadetten iki kere Allah ile baş başa kalır.
İşte girişi.
Gençlik Kampları da var.
İz sürenler ise burada.
Aklıma;
İz Air,
İz Tv,
İz edebiyat sitesi geliyor, nedense…
Ve
Atatürk’ün izinde olanlar…
Hani Gülben bir şarkısı vadı;
Ben sana abayı yaktım.
Valla bu zamanda,
Aba ile karın doymuyor,
Varsa yoksa,
Mangal.
Çalı çırpı topladım,
Ateşi yaktım,
Etleri kızarttım,
Ben sana mangalı yaktım.
Bu kadar orman yangını olurken,
Ve de
Yangın olur,
Biz yangına gideriz türkümüz varken,
Sigara içen alanlar gittikçe daralırken,
Lokantalar bile birbiri peşi sıra girişte ben bu gazeteyi okuyorum ile içkisiz olurken,
Bu şekilde mangal neden yasaklanmaz acaba?
Ahmet Vardar yaşasa idi
Kim bilir kaç kişinin kulağını çekerdi?
Burası oksijen boğazı.
Akciğer bayram alanı.
Karbondioksit İN,
Oksijen Out.
Ben şimdi burada,
Ümit Besen’den,
Ayağı kırılmış o tahta masayı nasıl hatırlamam?
Hoşgörü mizah ile başlar.