Akdeniz’in doğusunda Arap Yarımadası’na doğru uzanan Kıbrıs, dört tarafı eşsiz plajlarla çevrili bir ada. Berrak denizi ve muhteşem kumsallarıyla tarih boyunca adından söz ettirmiş. Kıbrıs, henüz el değmemiş halde duran pek çok koyuyla cazibesini günümüze kadar taşıyor.
Ercan Havalimanı’na inen uçağınızla veya Mersin Taşucu’ndan kalkan feribotunuzla başlar Kıbrıs serüveni. Eğer uçağı tercih edip “sabırsızım hemen varmak istiyorum” derseniz, Kumsal Ada’ya varma süreniz yaklaşık bir saati bulur. Yok eğer “bende zaman çok, rahat ve denizi dinleyerek gitmek istiyorum” derseniz, feribotla üç saatte Kıbrıs’tasınız.
Kalabalığıyla şaşırtan Ercan Havalimanı, ilk dakikadan itibaren hissedilebilen sıcak ve dışarıda bekleyen ama renginden anlaşılamayan Kıbrıs taksisi karşılar sizi. Klimayı açtırttığınız taksiye binip Girne’deki otelinize gitmeniz Lefkoşa-Girne arası olan boğaz yolundan olabilir. Boğazdan geçerken dağın içinde gizlenen St. Hilarion Kalesi’ni görmek için bir gününüzü ayırmayı unutmamanız gerekir. İkinci seçenek olarak Beş Parmak Dağları’nın arasından dolanıp, Akdeniz bitki örtüsü makileri ve maviliğini dağın en yüksek noktasından fark ettiren denizi gördükten sonra aşağı inmekse, bir saatinizi alacaktır.
Altın kumsallara sahip pek çok otel ve plajı olan Girne’ye ulaştığınızda, hemen otelinize gidip günün keyfini yüzerek veya soğuk bir içecekle serinleyerek çıkarabilirsiniz. Denizin havuz kadar temiz ve durgun olduğu rüzgârsız bir günde, isterseniz Girne Limanı’ndan bir tekne turuna, isterseniz de otellerin birinden dalmaya çıkabilir, denizin derinliklerindeki kalıntıları keşfedebilirsiniz. Güneşle yıkanan kilometrelerce uzunluğundaki kıyı şeridinde sadece kendi otelinizin plajına değil, Kıbrıslı gençlerin de çok tercih ettiği Escape Beach Club, diğer adıyla Yavuz Çıkarma Plajı, Caretta Caretta’ların iki yılda bir ziyaret ettiği Alagadi ve Shina gibi plajlara da gidebilirsiniz.
Yüzmeye ve güneşlenmeye biraz ara verip akşamüstü Girne’nin çarşısını gezmeye zaman ayırabilirsiniz. Bin bir çeşit mağazasından tutun da, birçok yabancı markanın hem orijinalini hem de taklidini satan sıra sıra dükkânları dolaşırken Kıbrıs halkının konukseverliğini hissetmemek mümkün değildir. Dükkânları dolaşırken sıcaktan bunalınca köşe başında Kıbrıs’ın ünlü portakal ve greyfurt ağaçlarından yapılan taze sıkılmış soğuk meyve suyunuzu içip serinleyebilirsiniz.
Yorucu bir deniz keyfinden ve alışverişten sonra, değişik kültürlerden etkilenmiş Kıbrıs mutfağını tatmak için Girne Limanı’ndaki restoranlardan birine gidebilir, size sunulan mönüde molohiya (ıspanağın ekşi şekli), kolokas (etli patates benzeri bir yemek), Kıbrıs’ın meşhur şeftali kebabı ve değişik balık türlerini seçebilirsiniz. Kıbrıs’a özgü hellim peyniri, ızgarada müthiş bir lezzet sunmaktadır. Kıbrıs’ın meşhur zeytinyağının kullanıldığı haşlanmış pancar, kuru börülce, kuru bakla, humus ise tatmanız gereken mezelerden sadece bir kaçıdır. İçinde golyandro otu ve kereviz yaprakları bulunan Kıbrıs’ın ünlü salatası, Kıbrıs’ın o güzel kokulu limon suyu ve zeytinyağı ile birleşince size unutamayacağınız bir lezzet sunacaktır.
Kıbrıs geleneksel köy düğünlerinde yapılan fırın makarnası ve tavukla yapılan fırın kebabı ise tatmak gereken ev yemeklerinden bazılarıdır.
Yemeğinizi yiyip arkasından bol köpüklü kahvenizi Girne Limanı’nın o mistik ortamında, dinlendirici bir müzik eşliğinde, deniz kokusunu içinize çekerek içebilirsiniz. Kahvenizi içerken hemen yan tarafınızda tarihi Girne Kalesi tüm haşmetiyle kahve keyfinize eşlik etmektedir. Kaleye yakın kefe veya restoranları tercih ederseniz daha sessiz ve sakin bir atmosferde limanı içinize sindirebilirsiniz. Ancak limanın girişinde bulunan kafeler daha çok gençler tarafından da tercih edildiğinden, kalabalığı ve biraz gürültüyü sevenlerin gitmekten hoşlandığı yerlerdendir. Girne Kalesi’nde bulunan tarihi batık gemi kalıntılarını gezmek ve deniz dibinden çıkarılan tarihi koklamak için mutlaka zaman ayırmayı unutmayınız. Gezinin ikinci gününde Lefkoşa’ya uğrayıp Kuzey Kıbrıs’ın başkentinin tarihini görmek üzere yola çıkalım. Hava sıcaklığı 40 dereceyi bulduğundan yürüyerek dolaşmak biraz zor olacak gibi ama, meşhur Büyük Han, Selimiye Camii ve tarihi Pazar yerini görebilmek için buna katlanacağız sanırım. Bundan da önemlisi öğle yemeğinde Büyük Han’ın yanında meşhur Sabır Restoran’da mangalda Sabır Köftesi yemek için cidden sabırsızlanır insan. 1572 yılında yapıldığına inanılan Büyük Han iki katlıdır. Büyük Han‘ın çeşitli yapılardan ve yerlerden alınmış taşlardan yapıldığı bellidir.
Tarihi yerleri dolaştıktan sonra Sabır Restoran’da gerçekten de yarım saat sabrederek, mangalda özel şiş köftemizi yiyip Magosa’ya doğru olan uzun yolculuğumuza başlayalım.
Şehirlerarası yollar geniş ve otoban gibi olduğundan rahat bir yolculukla yarım saat sonra Magosa’dayız. Magosa, Kıbrıs’ın ilk üniversitesi olan DAÜ (Doğu Akdeniz Üniversitesi) açıldıktan sonra gelişmeye başlamış ve daha çok gençlere yönelik kefelerin, restoranların açılmasıyla çağdaşlaşmış bir şehir.
Magosa’da gezecek çok yer bulunmakta. 14.yy’da inşa edilmiş olan Othello Kalesi, şehrin ana girişlerinden biri olarak kullanılmaktadır, etrafı derin bir hendekle çevrilidir. Kara Kapısı (Ravelin) ise diğer bir girişidir. Deniz Kapısı Magosa’ya giriş sağlayan özgün giriş kapılarından bir diğeridir.
Lala Mustafa Paşa Camii 13.yy’da inşa edilmiş, Akdeniz’in en güzel gotik yapılarındandır. Venedik Sarayı, Venediklilerin yaptıkları krallık sarayıdır. Halen ayakta olan cephesi 16yy.’da yapılmış ve buradaki sütunlar Salamis harabelerinden getirilmiştir. Namık Kemal Zindanı, Venedik avlusunda bulunmaktadır ve iki katlı olup kesme taştan yapılmıştır. Namık Kemal “Vatan Yahut Silistre” adlı oyunun sahnelenmesinde 1873’de sürüldüğü Kıbrıs’ta bu binada otuz sekiz ay kalmıştır.
Magosa Surları 3 km uzunluğunda ve yüksekliği 18 metredir. Salamis Antik Kenti’nde bulunan kalıntılar tarih kokan mekânlardan bir diğeridir. Yüksek sütunlardan ve zemindeki mozaik tablolardan etkilenmemek mümkün değildir.
Magosa’daki ikinci sabahımızda güneşin eşliğinde uyanmak âdeta dünün yorgunluğunu üstümüzden atar. Magosa Bölgesi kıyı şeridi Girne gibi koylardan değil, daha uzun sahillerden oluşur. Bazı yerler kayalık olmasına rağmen deniz yine tertemizdir. Öğle yemeği için Magosa Boğazı tercih edilebilir seçeneklerdendir. Magosa, şehir olarak düzlük bir yapıya sahiptir.
Kapalı Bölge denilen Maraş bölgesini gezmek, savaş anını gözlerimizin önünde bir daha yaşamak gibi bir şey. Çok uzun bir sahil şeridi ve üzerinde yüzlerce otel barındıran bu bölge tellerle çevrili olduğundan, buraya sadece askerler girebiliyor. Muhteşem kumsalı olan bu bölge, savaştan önce Riviera gibi bir yermiş. Şu an bombaların yıktığı otelleri görebilirsiniz. Ancak gözlerimizi kapatıp eski halini hayal edince muhteşem bir kumsalı olan ve lüks otellerle kaplı kalabalık bir sahil dikkatimizi çekecektir.
Otelden ayrılıp muhteşem lezzeti olan deniz ürünleri yemek üzere Magosa Boğazı’ndaki restorana gidiyoruz. Gerçekten Akdeniz’in zeytinyağından mıdır bilmem ama böyle lezzetli mezeler hiçbir yerde bulunmaz. Taze balık sanki yeni avlanmış gibi gözlerini size dikmiş bakar.
Bu keyfi de bitirdikten sonra Karpaz yoluna devam ettik. Kıbrıs haritasına baktığınız zaman uzun ince kuyruk gibi görünen kısmın en ucu Karpaz. Burası yine Carettalara kucak açan plajlarla ve beyazımsı kumlara sahip bir kıyı şeridi olan eşsiz bir bölge. Karpaz’daki yeni otel bölgesi olan Bafra‘yı ve en uçta bulunan Rum Kilisesi’ni görmek içimizde daha varmadan bir heyecan oluşturur.
Yaklaşık bir saat sonra muhteşem deniz manzaraları eşliğinde Bafra sahillerine ulaştık. Buranın kumu Girne’deki sahilden farklıydı. Beyaz altın gibi çok hoştu. Açık deniz olduğundan biraz dalga vardı ama, kendimizi suya bırakınca Akdeniz’in bol tuzlu denizinde kendimizi cennette hissettik.
Artık, haritadaki kuyruğun en ucuna varmaya çok az kalmıştı. Bu çok değişik bir duyguydu; çünkü kâğıt üzerinde gördüğümüz Kıbrıs’ın ucuna geliyorduk. Burada Rumlar halen yaşıyor. Artık kapalı sınır kapılarının da açıldığını görmek ve her iki tarafın vatandaşlarının diğer tarafa geçebiliyor olması içimizi rahatlatıyor. Bu kadar küçük bir adanın kanla sulanması, çatışmalarda sayısız can verilmesi; nedense aklıma geldiğinde tanımlayamadığım bir hüzün doldurur içimi.
Gezimizin sonuna geldik artık. Girne’ye döndüğümüzde gece yarısı olmuştu. Ertesi gün meşhur portakal, limon bahçelerinin olduğu Güzelyurt’a gidecektik.
Aslında Kıbrıs’ta genelde evler villa şeklinde ve her evin bahçesinde ya zeytin ağacı, ya da portakal, limon ağacı bulabilirsiniz. Yüksek apartmanları pek göremiyorsunuz, bu da adanın bir başka güzelliği oluyor.
Güzelyurt Bölgesi’ne yaklaşırken mandalina, limon, portakal bahçeleri yol boyunca başlıyor. Kendinizi C- vitamini şişesinin içerisinde hissediyorsunuz.
| PERİN GÜRSEL - Hayatımın büyük bölümü Kıbrıs’ta geçtiği için, o güzel adayı yazmak istedim. Kıbrıs, benim için küçük görünümlü, ama kalbi büyük devlerden…Bir devin uyanışını yazmak ve okumak ayrı bir zevk… |
Not: Bu yazı, Evliya Çelebi’nin doğumunun 400. yılı anısına hazırlanan ve tüm geliri UNICEF Türkiye Komitesi’ne bağışlanan “Torun Çelebiler Seyahatnamesi, 2011” adlı kitaptan editörlerin özel izni alınarak yayımlanmıştır.
|