Bozcaada : Masum ve Şirin




Bozcaada… Ya da diğer adıyla Tenedos. Ege denizinde Çanakkale’ye bağlı küçük ve şirin bir ada. Küçük dediğime bakmayın. Türkiye’nin üçüncü en büyük adası. Gerçi bir egeli olarak ne zaman adalar konusu açılsa sinir oluyorum. Zira Çeşme’den, Ayvalık’tan, Bodrum’dan, Dikili’den burnumuzun dibindeki adaları görüpte bizim olmadığını bilmek üzüyor beni… Neyse bu güzel geziye siyaseti karıştırmadan devam edelim.

Bozcaada, stratejik konumundan dolayı sürekli farklı medeniyetlerin istilasına uğramış. Fatih zamanında Osmanlı topraklarına katılan ada çeşitli tarihlerde el değiştirdikten sonra Lozan antlaşmasıyla Türkiye egemenliğinde kalmış. Yaz aylarında uzaktan boz bir görünüm aldığından ismine Bozcaada dendiği söyleniyor.

Daha önce günü birlik geldiğim adada bu sefer bir gece konaklayacağım. Çanakkale’den 11.00 feribotuna yetişmek için ayrıldığımızda saatler 09’u gösteriyordu. Yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrasında Geyikli İskelesine vardığımızda diğer araçlar gibi sıraya girdik. Ama yetkililer 11.00 feribotuna binebilmemizin imkânsız olduğunu söylediler. Aslında yaz başında randevu uygulamasına geçilmiş olmasına rağmen sistem düzgün işletilemeyince eskisi gibi sıra usulüne dönülmüş. Randevu işi sadece Bozcaada’dan dönerken isteğe bağlı olarak uygulanıyormuş. Bu arada yaz döneminde Geyikli’den tek saatlerde (09-11-13-15-17-19-21) Bozcaada’dan ise çift saatlerde (07.30-10-12-14-16-18-20) feribot kalkıyor. Bir de hafta sonları gece yarısı birer tane karşılıklı feribot çalışıyor.

Adaya geçişimiz 13.00 feribotuna kalınca Levent abi ile ben arabaların başında kalmaya, diğerlerini ise 11.00 feribotuyla göndermeye karar verdik. Zira sorun sadece araç geçişindeydi. Yayaların geçmesinde bir sıkıntı yoktu. Ege’de bizimle gelmeye karar verince biz üçümüz diğerlerini gönderdik ve arabayı feribot binişine biraz daha yaklaştırdıktan sonra orada bulunan kafeteryaya oturarak gazete, çay ve küçük sohbetlerle vakit geçirdik. (Çay 0,75, meşrubatlar 2,50, soda 1 TL)

Feribot yaklaşık on dakika gecikmeyle kalktı. Yalnız arabaların feribota yerleştirilmeleri gerçekten hiç de profesyonel şekilde yapılmıyor. Yan taraftaki adamın yetkililere “siz İstanbul’daki herhangi bir otoparkta çalışıyor olsanız sizi 24 saat içinde kovarlar” lafına gerçekten hak verdik ve çok güldük. Feribot için gidiş-dönüş araba başına 45 TL ödüyorsunuz. Zaten tek yön bilet almak gibi bir şansınız yok. Aldığınız bileti saklamanız da gerekmiyor. Nasılsa bir gün döneceksiniz diye adadan herhangi bir bilet uygulaması yapmıyorlar. Yaya geçişi ise 3 TL.



Feribot kalktıktan yarım saat sonra Bozcaada limanına yanaşmıştık. Gelirken karşıdan kasabanın şirin görüntüsü yanında kalenin ihtişamlı yapısı tam bir tezat oluşturuyordu. Bu kadar küçük bir adada bu kadar heybetli bir kale insanı şaşırtıyor gerçekten. Hani bütün Bozcaada’yı kaleye alsanız hepsini kabul edecekmiş gibi geliyor insana. Ayrıca kalenin arkasında yer alan adanın en yüksek bölgesi Göztepe’nin (192 m.) çoraklığı da dikkatimi çeken bir başka husus oluyor. Gerçi yer yer ağaçlandırma yapılmış ama yine de yetersiz bence.



Adada bizden iki saat daha kıdemli geçmişi olan Arzu’lar konaklayacağımız Aksoy Pansiyonu telefonla açık bir şekilde tarif ettiğinden pansiyonu bulmamız çok vaktimizi almadı. Aksoy Pansiyon (0286 6978587), şehrin merkezinde ama biraz yukarıda kalan (yaklaşık 50-60 metre) bir konumda. Odaları çok büyük değil ama bir-iki gece için sorun olacağını sanmıyorum. Pansiyondan kale ve liman manzarası gerçekten güzel. 1995’ten beri binlerce konuk ağırlayan pansiyonu Hatice ve İbrahim çifti işletiyor. Gerçekten tanıştığınız ilk andan itibaren sıcak, içten ve konukseverler. Geceliği adam başı 60 TL olan bu pansiyondan her anlamda çok memnun kaldık. Zaten adada yaygın olan konaklama şekli pansiyonlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta çoğu pansiyon evden dönüştürüldüğü için banyo ve tuvaletinin ortak olması. Bizim pansiyonda müstakil banyo-tuvalet mevcut. Hatta Hatice Hanım bu yaz sonunda ciddi bir tadilata kalkışacaklarını söyledi. Tavsiye ederim…

Programımızda arabalara atlayıp adanın meşhur plajlarından birinde denize girmek ve akşamüstüne kadar adayı en azından arabayla turlamak vardı. Pansiyondan çıkıp Tedaş önünden sağa dönerek Ayazma yoluna girdik. Ayazma plajı adanın özellikle çocuklu aileler tarafından en çok tercih edilen en uzun plajlarından birisi. Burada pek çok da kafe-restoran mevcut. Biz de Ayazma plajını tercih ettik ve daha önceden bize tavsiye edilen Vahit’in yerinde öğle yemeği yemeye karar verdik. Ben çiğ böreği tercih ederken diğerleri köfte ve pirzola yediler. Yemekler lezzetli, fiyatlar ise adaya göre makul sayılırdı. Üç tane çiğ börek 5 TL, pirzola 13 TL, köfte 10 TL, bira 4,5 TL, büyük su 2,5 TL, çay ise 0,75 TL idi.

Ayazma plajı inanılmaz kalabalıktı. Anıl ve Ege plajda yer bulduklarını söylemek için geri geldiklerinde ben ve Levent abi de onlara katıldık. Denize adım atar atmaz bir an çarpıldığımı hissettim. Allahım su bu kadar mı soğuk olur? Çivi gibi tabiri burası için söylenmiş olsa gerek. Levent abi ile Anıl bayağı açıldılar ama biz hemen girip çıkmayı tercih ettik.



Bu arada saat yaklaşık 17.00 olmuştu. Yavaş yavaş toparlanıp arabayla adanın diğer koylarını gezerek pansiyona geçmeyi planlamıştık. Sulubahçe plajını geçtikten sonra adanın bir diğer popüler plajı Habbale’yi gördük. Habbale plajı Ayazma’ya göre daha sakin, kafa dinlemeye çok uygun bir yer. Bu arada gerek Ayazma’ya gerek Habbele’ye ada merkezinden dolmuşlar çalışıyor. Tek yön 2,5 TL olan bu dolmuşlar gecenin ilerleyen saatlerine kadar sefer yapıyorlar.



Habbele yolundan kasabaya doğru geri dönerken bu sefer sola döndük Tuzburnu mevkiine doğru ilerledik. Tuzburnu fenerini geçip meşhur Akvaryum koyuna geldiğimizde saatler altıya geliyordu. Akvaryum koyu aynen ismi gibi bir akvaryumu andırıyor. Çevresinde herhangi bir tesis olmamasına rağmen onlarca insan burada denize giriyordu. Kısa bir moladan sonra geriye dönüp Poyraz limanından Bozcaada’ya geldik. Saat 19.00 civarı pansiyonun bahçesinde toplanmaya sözleştik.

Güzel bir duş alıp kendimize geldikten sonra aşağıya indiğimizde Levent abiler Hatice Hanım tarafından ikram edilen taze kek eşliğinde çaylarını yudumluyorlardı. Biz de nefis keklerden tadıp biraz soluklandıktan sonra hep beraber adanın şirin, dar sokaklarına kendimizi attık.



Bozcaada’yı belki de bu kadar güzel ve şirin yapan şeylerin başında özünden çok şey kaybetmemiş sokakları ve evleri geliyor. İlk halleri ile muhafaza edilen, bazıları yıkık dökük, bazıları ise restore edilmiş bu evlerin bulunduğu sokakları gezerken insan gerçekten büyüleniyor. Parke taşlar, rengârenk çiçekler ve yeşille bezenmiş sokaklarda gezerken kendinizi Avrupa’nın küçük bir sahil kasabasında zannedebilirsiniz.



Bu arada gezerken şarap aksesuarları ve takıları satan iki katlı çok hoş bir dükkâna girdik. Farklı şarap kadehlerinden açacaklara, mantar küpelerden sigaralıklara şarap ve şarapçılıkla ilgili ne ararsanız bulabilirsiniz. Özellikle şarap şişelerine geçirilmiş tişörtler, bebek önlükleri ve bunların üstünde yazanlar herkesi tebessüm ettiriyor.



Dar sokaklardaki gezimize devam ediyoruz. Sakin yerlerde geziyoruz ama ada merkezi çok küçük olduğu için bulunduğumuz yerden bir sokak sonra kalabalığı görüyoruz ya da duyuyoruz. Her şey iç içe yani. Kalenin arka tarafından çarşıya doğru yaklaşırken yavaş yavaş acıkmaya başladığımızı hissediyoruz. Ve kendimizi adanın çarşısına bırakıyoruz.



Küçük adanın çarşısı ve limanı da doğal olarak küçük elbette. Her türlü takılar, yemeniler, taze otlar, zeytinyağı, zeytinin satıldığı meydanda daha aklıma gelmeyen adaya ait pek çok hediyelik eşyayı bulabilirsiniz. Aynı zamanda adanın merkezdeki popüler mekânlarından Eski Kahve ve Polente’de burada yer alıyor. Limandaki küçük teknelerle restoranlar o kadar uyum göstermiş ki sanki yemeğinizi restoranın içindeki sandallarda yiyorsunuz gibi geliyor insana. Bu arada limandaki turizm danışma bürosundan adanın ücretsiz detaylı haritasını alıyoruz.



Sulu yemek yenilmesine karar verilince çarşıdaki Çamlık Restoran (Hafızın Yeri) en güzel alternatiflerden birisi. Hem lezzetli hem de uygun fiyatlı Hafızın Yerinde oturacak masa bulmak ciddi bir problem olsa da biraz uğraştıktan sonra bunu başarıyoruz. Ancak bu seferde pek çok yemeğin bittiğini öğreniyoruz. Yine de yılmadan bamya, taze fasulye, kızartma, ciğerden oluşan menüyle karnımızı doyuruyoruz. Sebze yemekleri 4-6 TL, etli yemekler 6-8 TL, çorbalar 3 TL. Tavsiye ederim…



Yemek faslı tamamlandığında saatler 22.30’a geliyordu. Liman bölgesinden devam edip kale tarafına doğru gezimize devam ettik. Kale geceye de güzel hazırlanmış ve ışıklandırılmıştı. Bugünkü halini 1815 yılında alan kalenin önünden Yeşil Fenere kadar yürüdükten sonra geriye dönerek meşhur ada şaraplarından tatmak için yer aramaya başlıyoruz.



Aslında adanın her yerinde mükemmel şaraplardan tatmanız mümkün. Ancak, biraz da sakinlik aradığımızdan olsa gerek dar sokaklara doğru ilerledik ve eski rum evlerinin arasında Bordo Cafeyi bulduk. İçimi çok güzel bir şişe ev şarabını bitirdikten sonra (40 TL) yavaş yavaş pansiyona doğru yürüyüşe geçtik. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Pansiyona geldiğimizde herkes bir an önce yumuşak yataklara kendisini atmak istiyordu. Öyle de oldu…



Sabah kahvaltıya geçtiğimde saat dokuza geliyordu ve Levent abiler çoktan kahvaltıyı tamamlamışlardı. Açık büfe kahvaltıda birbirinden güzel ev yapımı reçeller, domates-salatalık, karpuz, birkaç çeşit zeytin, yumurta, bal ve nefis bir beyaz peynir emre amade bekliyordu. Kahvaltıdan sonra İbrahim beyin Türk kahvesi teklifini de geri çevirmedik tabi.

Saat 12.00 feribotu ile adadan ayrılmayı planladığımızdan henüz kendimize ayırabileceğimiz süremiz vardı. Ben, Levent abi ve Deniz abla pansiyondan ayrılıp hem adanın meşhur şaraplarından almaya hem de biraz daha gezmeye karar verdiğimizde Arzu ve çocuklar kahvaltıya yeni iniyorlardı.



Talay şaraplarının tadım ve satış evinde şaraplarımızı tattıktan ve aldıktan sonra (şaraplar türüne göre 9-25 TL arası) liman bölgesine doğru yürüdük. Restoranlar sabahın erken saatlerine kadar süren gecenin etkisinden henüz kurtulamamışlardı. Kediler, gecenin artıklarından kendi paylarını alırken, insanlar ve mekânlar yeni güne hazırlanmaya başlıyorlardı.




Limani restoran-otelin bulunduğu yüksek bölgeye doğru yürürken bu cepheden kalenin ve adanın farklı güzellikte olduğunu görüyoruz. Bol bol fotoğraf çektikten sonra artık arabaların iskeleye yanaşma vakti geliyor. Pansiyona gidip arabalarla limana geldiğimizde saatler 11.25’i gösteriyor. Arzu’lar bizden önce feribottan indiklerinde bugünkü 12.00 feribotuna randevu almışlardı. Randevu almanız size diğerlerine göre öncelik veriyor. Randevu sırasında size verilen kâğıdı yetkiliye gösterdiğinizde arabanızı daha öndeki farklı bir bölgeye aldırıyor. Bu işi unutmamanızı tavsiye ederim. Çünkü gerçekten adadan dönüşte ayrı bir keşmekeş halinde gerçekleşiyor.



Feribot beş dakika geç hareket ediyor ve biz artık Bozcaada’dan ayrılıyoruz. İkinci gelişimde de ada beni hayal kırıklığına uğratmıyor. Bundan sonra da uğratmayacağından adım gibi eminim. Feribotla giderken şirin evleri, güzel sokakları, kalabalık ve tertemiz plajları, devasa kalesi, meşhur şarapları üzerine uzun uzun konuşuyoruz.

Hoşça kal Bozcaada… Yeniden ve daha fazla sürede görüşmek üzere…














 Yazılan Yorumlar...
hakangeziyor
(16 Temmuz 2012)
Mehmetçim, en kısa sürede mutlaka gör diyorum. Pişman olmayacaksın...
Raynor
(12 Temmuz 2012)
Abi, ne ara gitti bu Hakan abi Bozcaadaya diye kafayı yerken tarih dikkatimi çekti. O zamanki gibi yine keyifle okudum ve inşallah bu seneki programda kullanmak üzere notlarımı aldım. Eline sağlık abi..