Güzel Budva şehrinden sonra Karadağ’daki ikinci durağımız Kotor. Otelden ayrılıp otobüs terminaline yaklaşık 10 dakika yürüyerek ulaşıyoruz. Kişi başı 3 Euro verip Kotor biletlerimizi alıyoruz. Bu bölgede yerleşik uygulamaya göre bavul için bilet ücretinden ayrı olarak 1 Euro veriliyor. Biz de muavine 1 Euro verip bagajımızı yerleştirdikten sonra oldukça eski olan otobüsümüze biniyoruz.
Daha sonraki otobüs yolculuklarımızın da bize öğreteceği gibi buralarda şehirlerarası ulaşımda kullanılan otobüsler Türkiye’de neredeyse yirmi sene önce kullanılan otobüs modellerine denk düşüyor. Kısacası araba kiralamayacaksanız ulaşım için mecburen otobüs kullanmak zorunda kalacağınızdan yolculuklardan fazlaca bir konfor beklemeyin. Ancak bu yazdıklarımdan yolculuğun eziyetle geçtiği sonucu çıkmasın. Çünkü yol boyu göreceğiniz manzaralar öylesine keyif verici olacaktır ki, muhtemelen siz de bizim gibi otobüsün eski Türk filmlerinden çıkma görüntüsüne aldıramayacaksınız.
Budva-Kotor arasında muhteşem doğal güzellikleriyle baş başa bir saatlik yolculuk sonucunda Kotor’a varıyoruz. Burası, Lovcen dağları eteğinde bulunan UNESCO koruması altında olan çok eski bir yerleşim yeri. Kotor körfezi sebebi ile de yolcu gemilerinin ve çok lüks yatların uğrak yeri. Otobüs terminaline varır varmaz ilk işimiz ertesi gün yapacağımız Dubrovnik yolculuğu için otobüs biletini almak oluyor. Kotor’dan Dubrovnik’e günde iki sefer var: birisi sabah 8.30 diğeri ise 15.30 saatlerinde. Biz sabah 8.30 için kişi başı 14 Euro’ya biletlerimizi alıyoruz.
Otobüs terminalinden eski şehir’e ulaşmak için kısa bir yürüyüş yeterli. Bu kısa yürüyüş sırasında Kotor limanına demirlemiş kocaman gemileri, göl gibi görünen denizi ve küçük pazarı görüp iyi ki burada konaklamaya karar vermişiz diyoruz. Eski şehrin kapısından girdiğimiz andan itibaren daha da etkiliyor bu kent bizi. Dar sokakları, kendine has mimarisi ve kiliseleri ile gerçekten çok güzel bir eski şehir burası. Tarihi kent merkezi ise diğer şehirlerin eski şehirleri ile benzeşse de daha çok insan normal yaşamına devam ediyor gibi burada. Eski şehrin tamamen turistik aktivitelere ayrılmaması, halen işe giden, okuldan dönen insanların yaşaması oraya ayrı bir sahicilik katıyor sanki.
Elimizdeki bavulla eski şehri biraz arşınladıktan sonra otele dönüştürülmüş eski bir ev olan D&Sons’a ulaşıyoruz. Evin sahibi Drajen’le tanışıyoruz. Tombul ve sıcak kanlı biri olan Drajen bize odanın henüz hazır olmadığını söylüyor, biz de odamıza bavulumuzu bırakıp Perast’a gitmeye karar veriyoruz. Bu arada D&Sons (iki kişi gecelik 60 Euro) apart şeklinde odaları olan çok güzel döşenmiş, şehrin tam göbeğinde çok güzel bir yer. Seyahat boyunca kaldığımız en etkileyici yerlerden biriydi diyebilirim, tavsiye ediyorum yani.
Drajen’den aldığımız bilgi doğrultusunda şehir kapısından çıktıktan sonra, küçük pazarın bulunduğu yerden azıcık daha ileride Perast otobüslerini beklemeye başlıyoruz. Bir banka oturuyoruz ve yanımızdaki teyzeye Perast otobüslerinin buradan geçip geçmediğini soruyoruz. Vücut diliyle anlaştığımız teyze bizi başıyla onayladıktan sonra her otobüs geçtiğinde, bizim otobüsümüz gelene kadar, “hayır o değil” diyerek bizi uyarıyor. Otobüsün gelmesiyle de bizi bindirip kendisi de yoluna devam ediyor. Teyzeye teşekkür ediyor, 1 euroluk otobüs biletiyle yirmi dakika gibi bir sürede körfezin en güzel köyü olan Perast'a varıyoruz.
Bu köy ünlü çan kulesi, denizi ve hemen karşısındaki iki küçük adası ile körfez turizminin gözde mekânlarından birisi olmuş durumda. Kotor’a gidecek olursanız burada denize girmeyi sakın ihmal etmeyin. Ayrıca burada da kalınabilecek küçük işletmeler, “sobe” denilen kiralık odalar var. Gezimiz daha uzun olsaydı burada da kalmayı, rahat rahat denize girmeyi düşünebilirdik.
Perast gezisinin ardından Kotor’a yeniden dönüyoruz. Ama şehir inanılmaz sıcak. Kaldığımız yere gidip biraz serinlemek istiyoruz. Burası belli saatler dışında resepsiyonda kimsenin bulunmadığı, dış kapı anahtarının da oda anahtarıyla birlikte verildiği işletmelerden biri. Ama döndüğümüzde Drajeni otelde buluyor ve biraz sohbet ediyoruz.
Bu ev Drajen’in babasına aitmiş. Babası ve kardeşleri bu evi otele çevirmişler, kendileri ise Kotor’un 7 km. dışında deniz kenarı bir yerde oturuyormuş, hayatından çok memnunmuş. Vallahi Drajen'i kıskanmadım desem yalan olur. O’na Kotor kalesine çıkmaya niyetlendiğimizi söylüyoruz, O’da özellikle bu saatte bu işe asla kalkışmamamız gerektiğini, kendisinin ömrü hayatında bir kere bile kaleye çıkmadığını anlatıyor. Benim zaten pek gönlüm yok, iyice vazgeçer oluyorum ama sevgili eşimi durdurmak ne mümkün. Biraz havanın serinlemesini bekledikten sonra benim mızırdanmalarım eşliğinde kaleye 3 Euro ödeyerek tırmanmaya başlıyoruz.
Hava biraz serinlemiş olmasına rağmen yine de sıcak ve biz iki saati geçen bu zorlu tırmanış için üste para veriyoruz özetle. Ancak neredeyse dağın tepesine kurulmuş olan kaleye tırmanışı tamamlayıp o muhteşem manzarayı görüp biraz da dinlenince gezinin en güzel anlarından birini yaşadığımıza kanaat getiriyorum. Siz de aşağıdan bakıldığında oldukça cesaret kırıcı gözüken dik merdivenlere aldırmadan, ama çok sıcak saatlerde değil mümkünse sabah saatlerinde kaleye çıkın, emeğinizin karşılığını Kotor Körfezi’ni ayaklarınızın altına seren manzarayı izleyerek alacaksınız.
Kaleden indiğimizde artık hava kararmış durumda ve Kotor’da çeşitli müzik dinletileri ve gösteriler var. Göl görüntüsündeki denizi ve muhteşem eski şehri ile Kotor geceleyin daha da güzelleşiyor gözümüzde. Drajen bize Kotor’un en çok Eylül’de güzelleştiğini ve bir daha Eylül’de burayı ziyaret etmemiz gerektiğini söylemişti. Dubrovnik yolculuğu için hazırlanırken bir kez de Eylül ayında bu şehri görmeyi umuyoruz.
Dubrovnik'de görüşmek üzere...
|