FAS - Afrika’nın En Etkileyici Mutfağı | |||
İşte büyülü Fas… Geride bıraktığınız buz gibi İstanbul havasına inat, 17°C’lik şeker gibi bir hava karşılar sizi. Gölgelerin güneşle, denizin gökyüzü ile birleştiği yer. Tam bir Akdeniz ülkesi; zeytinyağı, portakal ve okaliptüs cenneti. Bir tarafı Sahra Çölü, öbür tarafı alabildiğine yemyeşil… Kırmızı, beyaz, sarı ve yeşil renklerin hâkim olduğu bir dünya... Görkemli binaları, ihtişamlı kapıları, büyüleyici ve baş döndürücü güzellikleriyle Marrakech (Marakeş) şehri karşılıyor bizi. Bu şehrin kelime anlamı ”Kalma git”. Ayrıca “güneyin incisi ve mücevheri” gibi isimler de yakıştırılmış. “Kızıl şehir” diye de anılıyor. Yapıların bir kısmı ve özellikle surlar; kızıl renk ve tonlarında. Atlas dağlarının eteğinde, verimli bir vahada kurulmuş. Bu dağlar; bir sıra şeklinde ufukta sürekli görülebiliyor. Şehrin sıcaklığı ne kadar yüksek olursa olsun uzaklara baktığımızda karlı zirveleri görmek gerçekten de muhteşem. Böyle bir manzarayı görmek şaşkınlık yaratıyor. Bu şehrin iki ayrı yüzü var: Eski ve yeni Marrakech. Bu iki doku öylesine güzel bir ortam oluşturmuş ki, şehre “Ağa Han Uluslararası Mimarlık Ödülü” verilmiş. Eski şehir büyüleyici yapılarla; yeni şehir ise modern binalarla dolu. Şehrin ana caddesi üzerindeki yaya kaldırımlarında; bol miktarda turunç ağacı ve meyvesi görebilirsiniz. Bunlar şehir süslemelerinin bir parçası olarak dikilmiş. Bu caddenin kenarlarında çeşitli mağazalar, lokantalar var. Kendinizi bir kafeye atıp buraya has tadıyla güzel bir kahve içerken, yoldan geçen insan selini seyredebilirsiniz. Ama ben buraya gelmişken, kafede oturmaktansa kalabalığın içine karışıp kenti solumayı tercih ediyorum. Bu şehrin renk cümbüşü, fakirliği, zenginliği, gürültüsü, pisliği, temizliği, yavaş akan hayatı insanı içine çekiyor… Afrika’nın en etkileyici mutfağı Fas’ta. Yemek sıkıntısı çekmek neredeyse imkânsız. Tatlı niyetine yoğurt, her yemeğe yakışan badem, tavuğun her türlüsü, ucundan bir kebap kültürü… Hafif bir kahvaltının ardından içilen son derece sağlıklı, mis gibi kokan meşhur nane çayı… En ünlü Fas yemeklerinin başında kuskus geliyor. İrmik ağırlıklı olarak hazırlanan bu yemek, sebzeli ve etli olarak sunuluyor. Özellikle, cuma günleri, cuma namazından sonra, kuskus yemek bir âdet olmuş. Bizim damak tadımıza çok uygun, ben yedim, gerçekten olağanüstü. Sonra, tajin denen bir ünlü yemekleri daha var. Bizim tandıra benziyor. Çeşitli baharat sosları ile hazırlanan etler, özel kaplarda, kömür ateşinde yani közde pişirilerek hazırlanıyor. Size soruyorlar ve tercihinize göre, etler kuzu, koyun, tavuk, güvercin olabiliyor. Özel kabın altında köz kömür yeri var, üstündeki kapak huni şeklinde... Düşük ısıda, güzel bir lezzet yakalanıyor. Ayrıca her yerde rastladığımız salyangoz satıcılarının önünde kuyruk oluşturan insanlar, âdeta birbirlerini eziyorlar. Yani bildiğimizin tam aksine “Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyormuş” Güzel bir yemeğin ardından, Fas’ın en hareketli meydanı Medina içindeki Jemaa El Fna ilk durağımız oluyor. Meydanın adı, 19. yüzyıla kadar idam cezası hükümlerinin uygulandığı yer olmasından geliyor. Hemen girişte, büyük bir saat kulesi ilgimi çekiyor. Tarihi dokuyu çok güzel yansıtıyor. Meydanın çevresindeki sarımtırak surlarla büyük bir uyum içerisinde. Meydandan sürekli olarak Arap müzikleri yükseliyor. Burası sadece akşam saatlerinde kurulan kocaman bir açık hava büfesi ve eğlence yeri görünümünde. Tarot falı bakanlar, kına dövme yapanlar, dans edenler, tiyatro oynayanlar, yılan ve maymun oynatanlara rastlamak mümkün. Her elli metrede bir, dilencinin biri peşimize takılıyor, önümüzü kesiyor ve yolumuza dikiliyor. Sanırım buralarda biraz dikkatli gezmekte fayda var. Çevrede halk gerçekten çok yoksul bir görüntü sunuyor. Meydanın çevresinde gezdiğimiz her sokak birbirine benziyor. Bazı sokaklar o kadar dar ki üç kişinin bile yan yana yürümesi mümkün olmuyor. Ama kendimizi sıkıntıda ya da bunalmış hissetmiyoruz; çünkü çevredeki yapılar yüksek değil. Yani bu dar sokaklar havadar. Tek sıkıntı, bir eşek ya da bir at arabası geldiğinde kendimizi en yakın duvar dibine atmak zorunluluğu. Aksi halde çarpmadan geçmeleri mümkün değil diye düşünüyorsunuz; ama bir yandan da bu insanlar buranın kalabalığına, sokakların darlığına ve kullandıkları at ya da eşek arabalarına o kadar alışmışlar ki asla kaza yapmıyorlar. Burada aynı zaman içinde hem karmaşayı, hem de sakinliği bir arada yaşayabileceğiniz ortamlar buluyorsunuz. İçlerinde renk renk kumaşların satıldığı dükkânlar, kokuları dışarı taşan baharatçılar, halıcılar ve bakırcılarla dolup taşıyor çarşı. Buradaki dükkânların fiyatları diğer yerlere göre daha pahalı ve satıcılar da pazarlık etmiyorlar. Hediyelik eşya alışverişini burada yapmak isterseniz, cebinizden oldukça fazla para çıkacağını unutmayın. Tüm bu dükkanların yer aldığı labirent benzeri dar sokaklarda yolumuzu kaybetmeden gezmek neredeyse olanaksız. Bu yüzden daha çok kalabalıklarla hareket edip ara sokaklara girmemek gerekiyor. Marrakech’ten sonra uçsuz bucaksız Sahra Çölü’ndeyiz. Fas’ın neredeyse yarısı Sahra Çölü ile kaplı. Gün ağarırken ya da akşamüstleri mutlaka çölde olmalısınız. Develeri, vahaları, kumulları, yakıcı güneşi görmelisiniz. Bir de buranın yerlileri sayılan çadırlarda yaşayan Tuareg’ler var. Çöl gezilerinde yanınıza bir Tuareg’i rehber olarak almalısınız. Çölde gezilecek yerlerden biri de “Cennetin Krallığı”, “Büyük İskender”, “Asterix ve Oburix: Görevimiz Cleopatra” filmlerinin çekimlerinin de gerçekleştirildiği Aitbenhaddoukasbah’su 12. yüzyıldan kalma masalsı bir yerleşim. Orada bu filmler için yapılmış göz alıcı güzellikteki sarayları, görkemli kaleleri, savaş sahnelerinin çekildiği yerleri görmek mümkün. Bir de film yıldızlarının odalarının bulunduğu platoları da gezmeyi unutmayın. Buraları gezerken kendinizi Hollywood oyuncusu gibi hissedeceksiniz. Bu yerden ayrılıp yolumuza devam ediyoruz. Yedi develik kervan oluşuyor. Bir Tuareg olan rehberimizin liderliğinde çölde ilerliyoruz. Tepelerin arasından geçerken batan güneşle oluşan gölgeler ve renkler insanı büyülüyor. Devenin üzerindeki tahterevallide ağır ağır geziyoruz. Tüllerle süslenmiş, yastık ve minderler arasında kendimi bir prenses gibi hissediyorum. Gözümü alan sonsuzluğun içinde kayboluyorum. Ve artık rüyadan uyanıp eve dönme zamanı geldi. Eğer siz de macera dolu, eğlenceli, gürültülü, masalsı bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız, Fas’ın eşsiz cenneti tam size göre. İyi tatiller...
Not: Bu yazı, Evliya Çelebi’nin doğumunun 400. yılı anısına hazırlanan ve tüm geliri UNICEF Türkiye Komitesi’ne bağışlanan “Torun Çelebiler Seyahatnamesi, 2011” adlı kitaptan editörlerin özel izni alınarak yayımlanmıştır. |
Yazılan Yorumlar... | |
hakangeziyor (04 Kasım 2011) |
Şölencim, ne kadar sade ve keyifli anlattın bize oraları. Şu Avrupada gezmek istediğim yerleri bir tamamlasam ilk işim orta-doğu ve Afrika olacak. Fas-Tunus ve Mısır ilk tercihlerimden olacak...Kalemine sağlık güzel kardeşim... Lüksemburgdan herkese sevgiler-saygılar... |
NEŞE (03 Kasım 2011) |
Gerçekten bir rüya gibi anlattın bizlere,benim Fas izlenimlerim de seninkilere çok yakın Şölen..Ben hayatımda ilk ve son olarak "mimoza ormanları" nı Fas da Tanca yakınlarında gördüm...Çok teşekkürler. |