Balkanlarda 12 Gün : 3 (Dubrovnik)... | |
Bugün yolculuk Dubrovnik’e…Sabah 8 gibi terminale gidiyoruz ne olur ne olmaz diye. Otobüs biletlerini önceden aldığımız için şu an tek yapacağımız şey otobüsün gelmesini beklemek. Ancak otobüs yarım saat kadar gecikiyor. Başka terminallere uğrayarak geldiği için geciktiğini tahmin ettiğimiz otobüsümüze yerleşiyoruz. Bagaj için 1 Euro verdik yine tabi. Otobüs de eskilikte dün bindiğimiz otobüsü aratmıyor sağ olsun. Hem bu şehirden ayrıldığımız üzülüyor hem de Dubrovnik’i göreceğimiz için heyecanlanıyorum. Beni heyecanlandıran bir durum daha var; sınır geçişi. Geziyi planlarken okuduğum pek çok gezi yazısında bu sınır geçişlerinin eziyete dönüşebildiği, Türklere zorluk çıkarılabildiği, uzun kuyruklar olduğu vs. yazıyordu. Bu yüzden tedirginim biraz da. Yol boyu yine manzara güzel, Herceg Novi şehrinde mola veriyor otobüs. Bu şehrin pek çekici olmadığı izlenimi doğuyor bende. Neyse yola devam ve nihayetinde sınıra ulaştık, bir görevli pasaportları topluyor sonra beklemeye başlıyoruz. Allahtan korktuğum başımıza gelmiyor ve bizim pasaportların birkaç elde dolaştığını görmemize rağmen sınır geçişi 15 dakika ancak sürüyor. Polisler pasaportları otobüs yolcularından birine veriyor ve o da ülke adlarını okuyarak diğer yolculara pasaportlarını dağıtıyor. Bu arada otobüsteki üç Kanadalı yolcu birbirlerini fark edip sohbete başlıyorlar. Bu sohbet sayesinde de ‘nerelisin hemşerim’ sorusunun sadece bizde bulunmadığını anlamış oluyoruz. Biz de bir de ilk soruyu ‘aslen nerelisin, merkezden mi’ vs. soruları takip eder tabi o da ayrı bir konu. Yolculuk üç saat civarında sürdü ve biz nihayet Dubrovnik’e vardık. İlk bakışta dahi insanı çarpan bu kentin otobüs terminalinde iner inmez bizi elinde ‘sobe, zimmer, room’ yazılarıyla 50–60 yaş arası teyzeler karşılıyor. Biz yerimizi daha önce ayırtmıştık ancak bu teyzelerden oda kiralasaydık da pişman olmazdık diye düşünüyorum. Hırvatistan’da Euro geçmediğinden, geçse dahi üstü yerel para birimi olan Kuna olarak verileceğinden bir miktar para bozduruyoruz öncelikle. Yaklaşık 7 Kuna, 1 Euro’ya denk geliyor. Terminalden, kalacağımız yerin bulunduğu eski kent merkezine gitmek için otobüse binmemiz gerekiyor. Bu yüzden iki otobüs bileti alıyoruz. Tek binişlik kartlar 10 Kuna, eğer otobüs biletini şoförden almak isterseniz bu tutar 12 Kuna’ya çıkıyor. Ancak otobüste bilet alabilmenin bir şartı var, o da şoföre tam 12 Kuna vermek. Para üstü vs. işleriyle uğraşılmasın diyedir herhalde. Aslında kent içi ulaşım için kolaylık sağlayan Dubrovnik kart gibi bir seçenek de mevcut burada. Ancak biz otobüsle pek işimiz olmayacağı için tekli kartlardan alıyoruz. Otobüs terminalinden eski şehre 1, 3 ve 8 nolu otobüslerle ulaşmak mümkün. Eski şehirde iniyoruz. Burası Kotor ve Budva’dan çok çok kalabalık. Bizim şehre gittiğimiz gün pek çok turist grubu da şehre yeni gelmiş durumda. Ayrıca turistlerin içerisinde azımsanmayacak sayıda Türk var. Daha şehrin inanılmaz güzellikte kapısından geçmeden bize “merhaba abi”, “arkadaş nasılsın” diye seslenen pek çok Hırvat’la dondurma alırken vs. muhatap oluyoruz. Burada Türkleri hemen tanıyorlar anlayacağınız. Bu arada dondurmalar tıpkı pizzalar gibi İtalyan esintisinden olsa gerek çok güzel yapılıyor Hırvatistan’da, hem de İtalya’dan daha ucuza. Çok zorlu bir arayıştan sonra kalacağımız yere ulaşıyoruz ancak yeri çok güzel olmasına rağmen kalacağımız oda o kadar da güzel değil. İki kişi gecelik 65 Euro’ya (Apartments Nela & Edith) eski şehrin ortasında daha iyi bir seçenek bulabilir miydik diye düşünsek de, buranın da idare edeceğine karar veriyoruz ve eşyaları bırakıp şehri keşfe çıkıyoruz. Dalmaçya kıyılarındaki bir hayli turistik bu küçük ve güzel şehir lavanta kokan sokaklarıyla büyülüyor insanı. Ah, bir de bu kadar kalabalık olmasa. Dubrovnik’in tarihi kent merkezi Kotor ve Budva’ya oranla bir hayli büyük. Etrafı iki sıra yüksek surlarla çevrili eski kent oldukça iyi korunmuş. Aslında 1992 Sırplar zayiat vermek amacıyla değil tamamen korkutmak amacıyla bu kenti de bombalamışlar. Buna rağmen eski şehirde pek çok yer yıkılmış. Ancak savaşın bitmesinin hemen ardından yapılan yardımlarla sekiz ay gibi kısa bir süre kent restore edilmiş. Pek çok binaya yakından baktığınızda restorasyon geçirdiğini anlamak mümkün. Sonradan yapılan yerler ile yenilenen alanlar arasında renk tonu farklılaşıyor çünkü. Eski şehrin ana caddelerinin etrafında çeşitli binalar var. Ara sokaklarda ufak meydanlar da var tabi. Ana caddelerden yukarılara doğru dar sokaklar çıkıyor. İnsanlar hala oturuyorlarmış bu evlerde. Büyük bir kısmı da otel ve restaurant olmuş tabi. Eski şehrin en ünlü caddesi Stradun Caddesi. Bu caddenin sonunda büyük bir meydan bulunuyor. Meydanda özgürlüklerini temsil eden Fransız Şövalyesi Orlando’nun heykeli bulunuyor. Bu heykel sadece özgürlüğü temsil etmemiş. Aynı zamanda Hırvatlar için heykelin el kol uzunluğu bir ölçü birimi olarak kullanılmış. Ayrıca görmek isterseniz Dubrovnik’te müzeye dönüştürülmüş dünyanın ilk eczanelerinden biri de varmış. (‘Dünyanın ilk eczanesi’ sıfatı bana biraz iddialı geldi ama ben kulak misafiri olduğum rehberin yalancısıyım) Şehir gezisini özellikle Temmuz ayında öğlen saatlerinde kısa tutmanın daha uygun olacağını düşündüğümüzden bu civarda denize girmek için en güzel yer olarak tavsiye edilen Lokrum Adası’na gitmeye karar veriyoruz. Adriyatik kıyılarını İtalya ile paylaşan Hırvatistan’ın 1085 adası varmış. Biz de büyüklü küçüklü bu adaların bazılarını gezi boyunca görmüş olduk. Hırvatistan’ın en büyük başarılarından biri de bu adaları turizme kazandırması olmuş. Lokrum Adası’na, Dubrovnik’ten kişi başı 50 Kuna ödeyerek eski şehrin önündeki limandan 20-25 dakikalık tekne yolculuğuyla ulaşılıyor. Ankara’da yaşadığımızdan olsa gerek bütün deniz yolculukları bana lunaparkta bir eğlence aletine binmek gibi gelmiştir. Dolayısıyla 20-25 dakikalık bu tekne yolculuğu da mutlu ediyor beni. Lokrum Adası’na ulaşınca tavus kuşları eşliğinde bir keşif gezisi yapıyoruz öncelikle. Hayatımda ilk kez hayvanat bahçelerini saymazsak tavus kuşu görmüş oluyorum böylelikle. Bu sayede tavus kuşlarının uçtuğunu da kendi gözlerimle görmüş oluyorum. Nedense bana tavus kuşları sadece salına salına yürüyüp o güzelim kuyruklarını gösterir başka da bir şey yapmazlar gibi gelmiştir hep. Tavus kuşları üzerine pek düşünmemişim demek ki. Oldukça ağaçlık olan bu ada kumsal arayanlar için pek ideal değil. Çünkü kayaların üzerinde güneşleniyor ve yine bu kayalardan denize girebiliyorsun. Ancak benim gibi kumsal olmamasından rahatsız değilseniz bu ada size cennetten bir köşe gibi görünecektir. Biz bu adayı çok beğendiğimiz için Dubrovnik’de konakladığımız iki günün çoğunu bu adada geçirdik. Ve sonrasında 50 Kuna’ya aldığımız biletlerle her yarım saatte gelen ve en son adadan akşam 8’de ayrılan teknelerle şehre döndük. Yalnız Hırvatistan’a gelirken, denize girmek planlanıyorsa bir deniz ayakkabısı almakta fayda var diyorum. Biz yanımıza deniz ayakkabısı almadığımız için kayalık deniz sayesinde ayaklarımızı biraz harap ettik çünkü. Gelelim Dubrovnik yemeklerine. Pizzaların bu bölgede oldukça güzel yapıldığını daha önce belirtmiştim. Ayrıca buralarda deniz ürünleri de oldukça revaçta. Yeme içme konusunda Dubrovnik’in Karadağ ve Bosna’dan pahalı olduğu su götürmez ise de diğer Avrupa şehirlerinden ucuz olduğu da gerçek. Bir akşam Dubrovnik’in ana meydanlarından birinde bulunan bir restaurantta yenecek bir akşama yemeğine 15–20 Euro ödemek mümkün. Tabiî ki bu rakamı yapacağınız menü seçimleriyle istediğiniz kadar yukarı çekebilirsiniz. Hazır buralara kadar gelmişken Korçula Adasına da gitmemek olmazdı tabi…Korçula’da görüşmek üzere… Serinin Diğer Yazıları Balkanlarda 12 Gün : 1 (Podgorica-Budva) Balkanlarda 12 Gün : 2 (Kotor) |
Yazılan Yorumlar... | |
Gülşah (19 Kasım 2011) |
Erdin Üstat, güzel yorumunuz için çok teşekkürler... Sibel Hanım, tahmininiz çok doğru, gezinin sonu Bosnaya kadar uzanıyor. |
Erdin İVGİN (19 Kasım 2011) |
Sevgili Gülşah yazını Kızılayda Starbucks cafede kahvemi içerken okudum. Sanki karşımızda anılarını anlatıyormuş içtenliği ile yazılmış yazın bana emsalsiz bir keyif verdi. Yazmayı sakın bırakma. |
Sibel Sönmez (10 Kasım 2011) |
Seriye burdan başladım ve geri dönerek okudum. Bölge gerçekten güzel. Sanki bunun sonu Bosnaya kadar gider gibi... |
Gülşah (08 Kasım 2011) |
Neşe Hanım, bence de bu bölge için Haziran veya Eylül en uygun aylar. Hakan Üstadın da dediği gibi Temmuz sıcakları Türkiyeyi aratmıyor. İyi bayramlar... |
NEŞE (04 Kasım 2011) |
Güzel gezinizi zevkle izliyorum...İzlenimlere gelince...Bence bu bölgeye Haziran ve Eylül de gidersek hem deniz keyfi yapılır,hem de böyle ana-baba günü kalabalık olmaz...Adalara gitmek şart oldu,bunu da öğrenmiş olduk..Ben kayalık deniz çok severim,tam bana göre..Devamını bekliyorum. |
hakangeziyor (04 Kasım 2011) |
Sevgili Gülşah, hem tarih hem deniz-kum-güneş; her yönüyle dört dörtlük bir tatil olmuş. Herhalde hava sıcaklığı bizim buraları aratmıyordur temmuz ayında? Devamını dört gözle bekliyorum. Kalemine sağlık... Lüksemburgdan herkese sevgiler-saygılar... |