Gökçeada Ada'sında öğretmen Evi dahil çeşitli kamu kurumlarının neredeyse herkese açık ve çok sade 4-5 tane tatil tesisi var. Bunlardan birinde yani, Adalet Bakanlığı'na bağlı ve resmi adı bu olmasa da işlevi bu olan Gökçeada Sosyal Tesisi'nde 2011 Ağustos'un ilk haftası içinde pazardan pazara 7 günlük bir tatile çıktık.
Ben, 20 yaşındaki, Turizm Üniversite öğrencisi oğlum Burakcan ve onun arkadaşı Göktürk ile beraber Ankara'dan akşam saat 10.00 gibi, otobüsle yola çıktık... Çıktık ama ne çıkış! Çocukların gürültü ve curcunası içinde kendimizi zor attık Çanakkale'ye... Meğer Kızılay Genel Müdürlüğü Milli Eğitim Bakanlığına kontenjan ayırmış. Başarılı ve sınıfını geçen 8. sınıf öğrencileri, rüzgârıyla meşhur Çanakkale'nin Kızılay kampında tatil yapacaklarmış. Bizimle gittiler dönüşte de aynı otobüsteydik tesadüf! Aman ne akıllı çocuklar dedik ama doğrusu bu yaşımda ben uyuyamadım. Hatta bu çocukları lafa tuttum. Yorulsunlar da uyusunlar diye tabii ne mümkün, olan bana oldu. Sadece ben uyuyamadım. Ben yorgun argın üçümüz Çanakkale ye adım attık.
Rüzgârı olmasa yaşanacak bir şehir imajı çizen bu Şehir ve özellikle merkezi çok güzel ve modern bir görüntüye sahipti. Lise çağındaki delikanlı ve özellikle genç kızların sayı üstünlüğü göze çarpıyordu. Tavsiyem bu şehre daha erken bir saatte 06:30 gibi gelip Çanakkale Savaşlarına ait Şehitliği gezmeniz. Oradaki canlandırma ve ormanın havasının insanı üzüntü, gurur, milli duygular ve hayretler içinde bıraktığı söyleniyor zira... Yakın tarih orada o duyguları insana yaşatıyor sanırım. Dönüşte de uğrayamadık. Araba ile gelirseniz mutlaka uğrayın derim.
Feribotla ve sonra dolmuşla Eceabat’a vardık. Ancak geç kalmış, öğleden sonraki feribotla Adaya yola çıkabildik. Bu arada o kocaman araba feribotlarının yolcu ücreti 2,00 TL gibi az bir ücret, araba gibi ağır yüklerin ücretinin ise 20,00 TL gibi pahada ağır bir ücret olduğunu ve bu gemilerin taşeronlu kirasının aylık sanırım 5.000,00 Dolar gibi bir kira olduğunu duydum. Yani Adanın ulaşımı bunlar olmadan sağlanamaz. Üstelik Adaya gemi yolculuğu 2 saatten fazla olsa da bence çok zevkli... Martılar neredeyse yolun yarısına kadar size eşlik ediyorlar ve yolun yarısından sonra da adanın martıları sizi karşılamaya geliyorlar. Müthiş bir kanat, göz takibi, güneş, soğuk içecek ve gölgelik yer arama ihtiyacı ve uyuyacaklar için serin ve kalabalık gemi içi orta kat salonları var... Salonlarda ise klasik zeytin siyahı saçlı beyaz tenli Anadolu kökenli Yunan kızları, yakışıklı Yunan gençleri, orta yaşlı, New York kentinden gibi orta yaşlı ve ters bakan, kimi anlayışlı yaşlı eski Adalılar... Yıkılmış ev ve yuvalarına bakıp belki de dini görevlerini tamamlayıp köylerini ve yaşlılarını ya da büyüklerinin mezarlarını ziyaret ettikten sonra Megapolislerine geri dönecekler... Onların ne düşündüklerini hiç düşünmedim. Sadece hepsinde olduğu gibi göç insanları bunlar dedim. Ve inşallah oralarda zoraki turist gibi kalan bizim insanlarımıza da aynı samimi duygularla bakılsın diye düşündüm.
Adaya gemiyle varınca Ada içinde merkezde bir kaç otel ve öğretmen evi ile beraber bakımlı, bahçeli, tarihi görünümlü lokantalı meyhaneli, alış veriş merkezli, kendine yeten, kendi halinde Anadolu kenti havasında şirin görünümlü bir kent merkezi gördüm. Taksilerin şaşırtmacası ile bizi bulamadığını iddia eden servisi, dolmuşla geldiğimiz kent merkezinde bulup kamp tesisine doğru yola koyulduk. Yolculuk tozlu, yıkık Rum köyü içinden devamla nihayet 16-19 saat sonunda kendimizi tesiste akşama doğru bulduk.
Tesis içi; kuş cıvıltıları, denizin sesi ve sessiz bir huzurla insanı mest ediyordu. Garson ve komiler ve tesisin içinde hizmet verenler hafif cezalı mahkûmlardı. İri yarı üçgen göğüslü idari ve sorumlu personel ise Çanakkale Açık Cezaevi çalışanları, infaz ve koruma memurları, halkın deyişi ile gardiyanlardan oluşuyordu. Tesisin müdürü ise yine cezaevinden 2. müdür pozisyonunda ve çok koşturan sakin tabiatlı görevini kendiliğinden vazife kabul eden bir kişiydi. Bunları daha sonra öğrendik. Milletvekilleri ve İstanbul ile Ege dahil Adalet Bakanlığı memur ve adli, idari yargıdan hakimler de bu tesise geliyorlardı.
Çay içilen, tavla gibi oyun oynanan yerlerden olan ve askeri disiplin görünümlü askeri gazino benzeri 2-3 açık ve kapalı alanlı masa sandalyeli bir kulübede hemen çay, su kola ayran içtik, eşyaları odaya bırakınca. Yemekler bol, çeşitli ve ev yemekleri gibi lezzetliydi. Mahkum çalışanlar böyle bir adada Ramazan dahil 16 saate varan mesaiye rağmen güleryüzlü ve her an hizmete hazır görünüyorlardı. Lojman az olacağına göre böyle bir adada tesis doktoru, hemşire, muhasebeci ve şoför dahil ailesini getirmeyen personel ve çalışanlar dahil mutlaka fark ücretlerini devletten alıyordur. Ama empati yaptığımda tatil bitimi, keseye uygun, toplu bir bahşiş ve biraz da özel bahşiş bırakırsam kendimi mutlu hissedecektim. Giderseniz siz de öyle... Odalarda uydu TV ve wi-fi, internet toplu animasyon, şarkı geceleri ve deniz varken havuz beklemeyin bu haksızlık olur. Böylesi daha iyi daha doğal çünkü,,, En iyisi bizim gençlerin yaptığını yapmak. Sıkılacaksanız filmli laptopunuzu getirin...
Ertesi gün sabah deniz bırr denilecek kadar soğuktu. Tabi bazı karı koca aileler o saatte kumda denizin ısınmasını bekliyor ya da cesaretle denize giriyorlardı. Denizin ısınması öğleden sonra 15:00 gibi oldu. Çocuklar 16.30-19.00 arası denizden geliyorlardı. Deniz macerası kısaca böyleydi.
Hafta ortası bir servisle ada içi 6 saatlik bir tura çıktık. Yolun yukarısında sırtını denize veren bir kaya mezarını gezdik. içi boştu tabi... Denildiğine göre Frigya Kral mezarı imiş. Biz inanmadık, Frigya Ege taraflarında burda işi ne dedik. Küçük teknelerle paraşüt turu yapılan ve küçük köpek balıklarının avlandığı deniz kenarını ve tuz çıkarılan bir gölü de gezdik.
Daha sonra Ada merkezine yakın, bahsettiğim eski ve içinde yaşanılan kırık dökük ve bazı yerleri de çok bakımlı tarihi Rum köyünü gezdik. Rum tatlıları diyebileceğimiz ancak klasik anadolu lezzetleri olan çeşitli tatlılar yedik ve kahveler içtik. Esnaf fazla bir kazanç ele etmiyor. Yeni yapı yapmak, denize belli yörelerden girmek eskiden Rumlar için izne tabi imiş.
Bazı hikayeler de duyduk. Güya 1960 yıllarında o zamanki hükümetler Ada halkının uzaklaşması ve gönüllü göç etmeleri için birtakım baskı politikaları uygulamış... Şimdi Çanakkale!de olan açık cezaevi o zamanlar Ada'ya mı kurulmuş ne, yanlışlıkla açık mı kapalı mı cezaevinin meğer azılı mahkumları varmış kaçıp sağa sola keçilere ve dişi mahlukata saldırmış, işte buna benzer öyle bir şeyler kimsenin ihtimal vermediği ama mümkünatı olan olaylar gibi... Ve Adadaki nüfusun dengesi için Adaya göçler teşvik edilmiş. Karısı Eleni, Kürt gencine kaçan yaşlı Rum köylüsünün hikâyesi de anlatılır. Eh göçler diyarı Balkanlar ve Anadolu için duyulmamış şeyler değil bunlar... Bir coğrafya; tarihi ve kültürel hikayeleri ile bilinebilir... Bunların aynısı ve daha fazlasını ise tatilden dönünce NTV Belgeseli olarak izledik zaten...
Köy içi kiliseler, eski tarihi Rum evleri ve Adanın kendisi bakımsızlığı ile dahi, gezilesi ve görülesi yerlerdi. Ben daha önce hiç görmemiştim bu Adayı. Anadolu çeşit çeşit güzellikleriyle Marmara Denizinde bile yaşanabiliyor. Tabi bir de şunu düşündüm: Acaba biz bir turla gitsek Yunanistan'a Türklerin yoğun olduğu İskeçe ve Belki Selanik gibi yerlerde Yunanlılarca nasıl karşılanıyoruz. Bunu da ayrı bir geziyle paylaşmak lazım bence...
Sonuç olarak: Çanakkale şehrine yakın olan Gökçeada'ya gitmek isteyenler mümkünse kendi arabalarıyla ve geze geze gitsinler. Çünkü Yurdumuzun toprağı böyle daha çok seviliyor.
Belki profesyonelce olmasa bile hatta biraz da amatörce de olsa bu tip gezi anıları ve izlenimlerin paylaşılması bence gitmesek de o köy hepimizin duygusunu yaşatıyor bize...
|