Roma, Roma, Roma...

Merhaba…İtalya gezisi fikri Şubat ayı itibariyle Blu Express adlı İtalyan havayolunun, İstanbul/Sabiha Gökçen havalimanından Roma’ya oldukça uygun fiyatlarla uçuş başlatmış olduğunu öğrenmemle doğdu. (İki kişi İstanbul-Roma bileti 300 €) Uzun süren bekleyişten sonra gezi tarihimiz kapıya dayanınca, Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktık. Kalkış saati 23.45 olan uçağımız, bir saatlik rötarla havalandı. Roma’ya ulaştığımızda saat gecenin üçü olduğundan çoktan ertesi gün olmuştu bile. Biz de biran önce otele ulaşmak için taksiye binmeyi tercih ettik. Roma Fiumicino Havaalanı ile şehir merkezi arasında çalışan taksiler aslında fix 40 € gibi bir ücretle çalışıyorlar. Ancak İtalyan taksicilere pek güven olmuyor bilesiniz. Taksiye binmeden önce bu rakamı şoföre teyit ettirin ki, İtalya geziniz yüksekçe bir meblağ tutan taksi ücretinin etkisiyle, tatsız başlamış olmasın.

Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki yol bayağı uzun. Taksiyle gelirken merakla etrafımıza bakıp Roma hakkında fikir edinmeye çalışıyoruz. Otelimiz Roma tren istasyonu (Termini) civarında booking.com aracılığıyla rezervasyon yaptırmış olduğumuz Augusta Lucilla Palace. (Geceliği iki kişilik oda için 80 €) Oldukça güzel, temiz ve rahat. Kahvaltısı da Avrupa otellerine göre gayet iyi, yalnız odalar biraz küçük ancak bu durum problem olacak gibi de değil. Seyahati planlarken, Termini civarının pek güvenli olmadığı yönünde internette bazı yazılara rastladığım için, oteli bu civarda ayarlayıp ayarlamamakta tereddüt etmiştim ancak kaldığımız otelin etrafı oldukça güvenli. Ankara’daki evimizden İstanbul’a doğru yola çıktığımızda saat 11 gibiydi. Yani neredeyse 17 saattir yollardayız ve çok yorgunuz. Dolayısıyla otelimize giriş yapar yapmaz yorgunluktan sızıyoruz…

2. Gün
Bugün Roma’yı gündüz gözüyle göreceğiz o yüzden çok heyecanlıyız. Otelimizden çıkar çıkmaz sokakları incelemeye başlıyor ve dolaşa dolaşa Venedik Meydanındaki Vittorio Emanuele’ye adanmış devasa mermer anıtın önünde buluyoruz kendimizi. Birleşen İtalya’nın ilk kralı onuruna yapılmış olan bu anıt, oldukça gösterişli ve Roma’nın genel mimarisinin tersine bembeyaz, sanki şehirle biraz uyumsuz bir hali var. Bu açıdan bana Eiffel kulesini hatırlattı. Anıtın içini gezdikten sonra yukarısına çıkarak Roma’ya şöyle biraz tepeden bakmayı ihmal etmiyoruz.

   

Buradan sonraki durağımız Kolezyum. Ancak ondan önce II. Vittoriano anıtının yakınında, Santa Maria in Aracoeli Kilisesi’nin bulunduğu alana, dik merdivenlerden yürüyerek çıkıyoruz. Buranın hemen devamında Roma Forumu başlıyor, daha doğrusu Forum’un bulunduğu alanı yukardan görebiliyorsunuz. Forumu, gözlerimizin önüne seren alandan sonra yürüyerek Kolezyum’a varıyoruz. Bu arada Roma sıcağında susadığımızdan, su almak için market aranıyoruz ama yok. Ayrıca bu market bulunmaması durumu sadece kentin bu bölgesi için değil, geneli için geçerli. Daha sonra da, çok aramamıza rağmen, Roma’da karşımıza çıkan market sayısı çok az. Eğer sizde bizim gibi şehirde market bulamazsınız Termini’nin altında bir tane bulunduğunu aklınızda tutun. Neyse bir büfeden küçük suya 2 € ödeyerek susuzluğumuzu gidermeye çalışıyoruz. Allah’tan Roma’nın her yanı buz gibi akan sularıyla, çeşme dolu. Bu çeşmelerden gideceğimiz diğer İtalya şehirlerinde de bolca var, ancak hiç birinin suyu Roma’daki gibi soğuk değil. Kısacası suya para vermeyin karşınıza sıkça çıkacak bu çeşmelerden gönül rahatlığıyla suyunuzu içebilirsiniz.

   

Nerede kalmıştık…Evet Kolezyum’a vardık. Vardık ama bizde Roma Pass yok. Dolayısıyla bilet almak için uzun bir kuyruğa girmek zorundayız. Allahtan sıra çok çabuk bize geliyor. Kişi başı 12 €’ya hem Kolezyum’a hem de Forum’a giriş biletini alıyoruz. Bu arada Kolezyum’a sıra beklemeden girmek istiyorsanız Roma Pass almak dışında bir yol daha var. Eğer birkaç Euro daha verirseniz rehberli tur biletlerinden alabilirsiniz ve sıra beklemek zorunda kalmazsınız ama bir rehberin geleceğinden şüpheliyim sadece sıra beklememiş olursunuz yani.

Sonunda Kolezyum’un içine girebildik. Dışarıdan göründüğüne oranla daha küçük bir yapı ancak yine de muhteşem. Buranın yapımına İS.72’de başlanmış, yani kabaca 1900 yıldır ayakta kalan bir yapının içerisindeyiz. İçeriye girince gözlerinizi kapatın ve biran için aç bırakılan ayılar, aslanlar veya diğer hayvanlarla dövüşen kölelere doğru tezahürat yapan kalabalığın sesini duymaya çalışın. Biz de böyle yaptık ve Kolezyum’dan çıkamadık bir türlü. Buradan Foruma, yani eski Roma merkezinin olduğu alana doğru gidiyoruz. Biraz soluklanıp Forum’u dolaşmaya başlıyoruz. Azıcık hayal gücü forumda da çok işinize yarayacaktır. Kendimizi Kolezyum ve Forum’un heyecanına kaptırıp Roma sıcağında akşama kadar dolaştık ve bugünkü yorgunluğumuz dünkü yol yorgunluğumuzu aratmayacak durumda. Artık bir sonraki güne hazırlanmalıyız.

   

3. Gün
Bugün Roma’nın ünlü meydanlarını, çeşmelerini dolaşıp sokaklarını arşınlayacağız. Otelde yapılan bir kahvaltıdan sonra kendimizi sokağa atıyoruz. Kısa bir yürüyüşün ardından İspanyol Meydanı’na ulaşıyoruz. Meydana tepeden bakan Trinita dei Monti Kilisesi’ni geziyoruz. Bu arada yol üstünde sürekli önümüze çanta, şemsiye, gözlük satan neredeyse tamamı siyahî satıcılar çıkıyor. İtalya’da, işportacıların yanı sıra, bol miktarda dilenen insan var ama bunların da çoğunluğu İtalyan değil.

Meydanın devamında, meydanla kiliseyi birleştirmek üzere yapılmış ünlü İspanyol Merdivenleri’ne doğru ilerliyoruz. Hediyelik eşya satıcıları bu merdivenleri doldurmuşlar. Merdivenlerde biraz dinlendikten sonra İspanyol Merdivenleri’nin karşı caddesi olan Via Condotti’de yer alan şık dükkânlara sadece göz gezdiriyoruz.

   

Yola devam, sırada bizdeki bilinen ismiyle Aşk Çeşmesi var. Aşk Çeşmesi’nin önü ana baba günü, çeşmeye arkamızı dönüp para atacağız ki, Roma’ya tekrar gelebilelim ama ne mümkün. Neyse ki birazdan kendimize bir yer açmayı başarıyoruz. İnsanın o sıcakta havuza giresi geliyor ama bir görevli sürekli dolaşıp ayaklarını havuzdaki suya sokanları uyarıyor. Çeşmenin karşısına, Neptün heykeline doğru oturmalı ama önce kendimize şu meşhur Roma dondurmalarından almalıyız. İtalya’da, sadece Roma’da değil her yerde, satılan dondurmalar çok güzel. Ama bizim dondurmalar sanki daha koyu kıvamlı, Roma dondurması ise çok çabuk akıp elinize yüzünüze bulaşabiliyor. Bu dondurma için, ama özellikle fındıklısı için bir miktar kirlenmeye değer. Diğer taraftan 2 €’luk olan en küçük boydan alıp akmasına izin vermeden çabucak bitirmek daha akıllıca olacaktır.

Dondurmaları aldık, Roma’nın en büyük çeşmesine karşı oturduk. Hayranlıkla Neptün heykelini inceledik. Artık, küçük meydana sığmayan bu güzel çeşmenin önünden daha sonra pek çok defa daha geçmek üzere ayrılıyoruz.

Biraz sonra ulaştığımız nokta Pantheon. Pantheon, Antik Roma’nın en iyi korunmuş yapıtı, eski bir pagan tapınağı ama bugün kilise olarak kullanılmakta. Ünlü ressam Rafaello ve daha önce anıtını gördüğümüz İtalya’nın ilk kralı II. Vittorio Emanuele gibi önemli kişilerin mezarları da buradaymış. Eni ve yüksekliği birbirine eşit bu ilginç yapıyı da gezdikten sonra Campo Dei Fıori Meydanı'nda Giordano Bruno’nun heykeliyle karşılaşıyoruz. Aristotelesçi dünya algılayışından ilk kopan filozoflardan biri olan Bruno, Kopernik’in tezlerini savunarak, evrenin sonsuz olduğunu ve evrende dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemiş böylelikle de kilisenin tezlerine ters düşmüş. Sonunda Bruno, kilisenin hakkında verdiği ölüm kararıyla, 1600 yılında bu meydanda diri diri yakılmış.

   

Bruno heykelinin dışında meydanı ilginç kılan bir de meyve ve sebze pazarı var. Pazar günü hariç her gün saat 13.00’a kadar kuruluyor. Biz pazarın hep kaldırılma saatlerinde bu meydandan geçtiğimizden tamamını bir türlü göremedik. Size denk gelirse meyve ve sebzelerin yarattığı o renkli görüntünün içinden geçin derim.
Artık Roma’nın en eğlenceli meydanı olan Navona Meydanı’na gitme vakti geliyor. Burası oval ve büyük bir meydan. Ama büyüklüğü meydanı kavramanıza engel olup onu sevimsizleştirecek boyutta da değil. Roma’nın en hareketli meydanlarından biri. Bu meydanda Dört Nehir Çeşmesi ve Sant'Angese in Agone Kilisesi’ni görmeniz mümkün. Dört Nehir Çeşmesi, dünyanın dört bir yanındaki dört büyük nehri temsil ediyor. (Tuna, Ganj, Nil ve Rio della Plata) Meydanın iki ucunda başka çeşmeler de var, ayrıca lüks ve şık kafe ve restoranlar da görebilirsiniz.

   

Diğer taraftan Navona meydanında Avrupa şehirlerinin vazgeçilmezleri sokak sanatçıları bol miktarda mevcut. Saatlerce hareketsiz bir şekilde duran değişik görünümlere bürünmüş insanlar, 10 dakika gibi bir sürede portrenizi çizebilen ressamlar, müzisyenler kısacası ne ararsanız var. Biz de gösteriler eşliğinde akşamı burada karşılamaya karar verip, önümüzdeki zaman aralığında kentin Tiber Nehri’nin diğer yakasında kalan kısımlarına göz atmaya karar veriyoruz. Buralarda dar ve sevimli sokaklar karşılıyor bizi dönüş yolunda ise Via del Portico d’Ottavia civarında ‘kosher’ yazıları dikkatimizi çekiyor ve bir Yahudi yerleşim bölgesinde olduğumuzu anlıyoruz. Yakınlarda bir de sinagog ve bitişiğinde de küçük bir müze var. Yürüdüğümüz yollar bizi inanılmaz güzel bir avluya çıkarıyor ve biz bir defa daha insanın kendini sürprizlerle dolu bu kente açması gerektiğini anlıyoruz. Zaten seyahat etmek kendinize gittiğiniz yerden ufakta olsa bir şeyler katmanızı sağlayacak araçlardan biri bence. Ne de olsa gerçek yolculuk geri dönüşle başlıyor…

4. Gün
Bugün gezimizin Vatikan günü. Dünyanın en küçük ülkesi Vatikan’a yürüyerek gitmek istemediğimizden otel ile Vatikan arasındaki mesafeyi metro ile aşalım diyoruz. Otelimizin yanındaki büfeden bir binişlik biletlerimizi 1’er Euro’dan alıyoruz ve ver elini metro. Metroya ulaşınca Vatikan’a gitmek için hangi hattı kullanacağımızı anlamaya çalışıyoruz. Altı üstü iki metro hattı var Roma’da. A ve B hatları. Ancak sadece iki metro hattı deyip geçmeyin biz o ‘A’ hattına ulaşmak için bir durak kadar yürüdük sanki. A hattına binmemiz gerektiğini tespit etmiştik, ama baktık yürü yürü bir türlü metroyu beklememiz gereken yere ulaşamıyoruz, Ayşe Teyzeye benzeyen bir bayana, doğru yönde ilerleyip ilerlemediğimiz sorduk. Pek çok İtalyan gibi İngilizce konuştuğumuzu duyunca sarardı kadıncağız. Yine de yarım yamalak İngilizcesiyle bize yol gösterdi sağ olsun, doğru yöne gidiyormuşuz. Teyzeye diyecek bir şey yok, pek çok İtalyan pek çok Türk gibi, İngilizce bilmiyor. Ancak siz İngilizce, onlar İtalyanca konuşsa bile, garip bir şekilde anlaşabiliyorsunuz. Bu durumun en önemli nedeni İtalyanların tüm bedenlerini konuşma aracı olarak kullanıyor olmaları. Elleriyle konuşan bir millet gibiler. Zaten Orson Welles de bütün İtalyanların doğal olarak oyuncu olduklarını, bizim onların içerisinde sadece en kötülerini sahnelerde izleyebildiğimizi söylemiş.

Sonunda metroya bindik ama içerisi bizim iş çıkışı otobüsleri gibi balık istifi insan dolu. Bu durum beni biraz ürkütmedi değil, İtalya’ya gitmeden önce pek çok insan tarafından hırsızlık olaylarına karşı uyarılmıştık; metro da bu iş için çok uygun gibi, bizde değerli eşyalarımıza dikkat ediyoruz zaten. Ancak, insan yüzlerine bakınca kaygı yerini gülümsemeye bırakıyor. Bütün turistler çantasına sıkı sıkıya yapışmış acaba yanımdaki hırsız mıdır? ifadesiyle yolculuk ediyor. Kalabalıkta birine çarpmaya görün, karşınızdaki hırsız olduğunuzdan daha bir emin olmuş halde biraz daha sıkı sarılıyor çantasına. Kafamızda böyle fikirlerle yol alırken nihayet ineceğimiz durağa geliyoruz.

   

Daha metro çıkışında Vatikan’ı sıra beklemeden gezdireceklerini söyleyerek size bir nevi tur satmaya çalışan gençler çıkıyor karşınıza. Biz Vatikan Müzesi’ne giriş biletimizi (www.vatican.va) internet sitesinden aldığımızdan ilgi göstermiyoruz. İlerleyerek Vatikan’ın bulunduğu bölgeye geliyor şöyle bir meydana baktıktan sonra müze girişine doğru ilerliyoruz. Bu arada komik kıyafetleriyle Vatikan’ı koruyan İsviçreli muhafızları görüyoruz. Bu kıyafetlerle askerden çok performans sergilemeye gelmiş sokak sanatçıları gibi dursalar da, hepsi iyi birer kılıç ustasıymış bu askerlerin.

Müzenin önüne varmamıza daha çok varken karşımıza bir kuyruk çıkıyor ki sormayın. Bu kuyruğu görünce, biletleri önceden almayı akıl edebildiğimiz için kendimizi takdir ediyoruz. Biletimiz olmasaymış bu sıcakta bu kuyruğu beklemeye razı olma ihtimalimiz imkânsıza yakınmış. Efendim şimdi kuyrukta beklemeden elinizdeki bilet çıktısı ile içeriye kolayca girmenin de bir bedeli var elbette. Normalde 15 € olan biletin internet fiyatı 19 €. Bu arada Vatikan girişinde kılık kıyafet kontrolü olduğunu unutmayın. İtalya’da, Vatikan dışında da kilise ve ibadet yerlerinin çoğunun girişinde kıyafet kontrolü var. Askılı tişört, şort vb. kıyafetlerle gelmişseniz ya sizden şal vs. ile örtünmenizi istiyorlar ya da kilise girişinde ameliyathane önlüklerine benzeyen örtüler dağıtıyorlar. Vatikan’ın girişinde örtü dağıtma diye bir olay yok, aman yanlış anlaşılmasın, siz tedbirli gidin.

   

Vatikan Müzesi’nde yok yok. Hayatımda ilk kez mumya gördüm bu müze sayesinde. Daha pek çok önemli eseri yavaş yavaş geziyoruz bir taraftan da gözümüz ünlü Sistena Şapel’i gösteren oklarda. Sanki hemencecik karşımıza çıkacak gibi düşündüğünüz Şapel’e ulaşmak için geçtiğimiz yol ve bu arada harcadığımız zaman oldukça uzun. Sonunda Sistina Şapel’e ulaşıyoruz. Şapeli özel yapan Michelangelo’nun tavan freskleri. Michelangelo burada insanoğlunun hikayesini üç bölümde resmetmiş; Adem’den Nuh’a kadar, Yasa’nın Musa’ya verilmesi ve İsa’dan Son Yargı’ya kadar. Burada fotoğraf çekmek yasak ve derin bir sessizlik hakim.

   

Şapeli gezdikten sonra müzeden çıkıp avlunun ortasındaki çeşmeden su içip dinleniyoruz sonra müzenin gezilecek yerlerinin bitmediğini anlayıp alt kata geçiyoruz. Burada papaların mezarları bulunmakta. Sonra San Pietro Bazilikası’nı gezmeye başlıyoruz. Büyük ve gösterişli bazilikada Michelangelo’nun ünlü Pieta’sı yer almakta. Ancak heykele önceki yıllarda çekiçle yapılmış bir saldırı nedeniyle, heykeli camekân arkasından görebiliyoruz sadece. Bu arada içeride ayrılmış bölümde devam eden bir ayin var. Dışarıda ise Papa’nın her çarşamba verdiği vaaz için meydan hazırlanıyor. Ancak halka verilen bu vaaza Vatikan’dan alınan bilet mukabilinde katılmak mümkün. İtalya’da ilginç bir şekilde dini yapıların pek çoğuna giriş ücretli. Daha da ilginç olanı ise, kiliselerde normal mum yerine artık elektronik mum sistemine geçmiş olmaları. Hani kiliselerde mumun bulunduğu bir bölüm olur eğer, mumdan yakmak isterseniz altında yer alan sandığa 1-2 € gibi bir parayı atmanız gerekir. İşte İtalyanlar (mumu yakıp parayı atmayanlar için bir önlem olarak mı acaba?) normal mum yerine elektronik mumları tercih etmişler. Parayı atıyorsunuz, akabinde bu mumlardan biri yanıyor. İlk defa karşılaştığım bir uygulama. Diğer taraftan, müzelerden alınan ücretler de açıkçası kayda değer. Ancak bu yapıların iyi korunmasından hareketle elde edilen gelir yine buraların bakımına harcanıyor diyebiliriz.

   

Sonraki hedefimiz Villa Borges. Burası Romanın ortasındaki küçük orman gibi. Bu güzel manzara eşliğinde saatlerce vakit geçirmek mümkün. Dahası bisiklete binmeyi seviyorsanız güzel bir gezinti için bisiklet de kiralayabilirsiniz. Sakin ve oldukça huzurlu bir ortama sahip olan Borges Parkından ayrılma zamanı. Yarın yine yollardayız. İstikamet Floransa…


 Yazılan Yorumlar...
Mesut Ünal
(03 Şubat 2011)
Gitmek isteyip de henüz gidemeyen (benim gibi) biri için çok faydalı bir yazı. Resimler de çok başarılı.