Yeniden Merhaba… Geçen yazımda sizlere Agra’yı anlatmaya çalışmıştım. Bu yazımda kaldığımız yerden devam edelim isterseniz.
Evet, eğitim programının ikinci haftasındayız. Her gün akşama kadar kurstayız, ardından ya alışveriş merkezi ya da halk pazarlarını geziyoruz, zaman hızla geçmekte. Açık pazarlar çok renkli, kalabalık yerler ancak çantalarınızı ve cüzdanlarınızı iyi korumanız gerekiyor. Bu pazarlardan bol bol şal aldım. Meraklısı sari alabilir, iyi kalitedekilerin fiyatları 6.000-12.000 Rupi arası. Bu hafta sonu Delhi’yi gezeceğiz.
Delhi, Hindistan’ın başkenti ve üçüncü büyük şehri olup eski ve yeni Delhi’den oluşmakta. Eski Delhi 12. ve 19. yüzyıllarda Hindistan’da Müslümanların hâkim olduğu dönemde devlet merkezi imiş. Yeni Delhi ise 1911 yılında İngilizler tarafından inşa edilmiş.
Delhi, tarihi boyunca birçok kez işgale uğramış. 14. yüzyılda Timurlenk ve 1739’da Pers kralı Nadir Şah şehri yağmalamış. İngilizler kenti 1803 yılında ele geçirmiş. Ülkenin bölünmesinden önce, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ve Urdu dili konuşulan şehirde bölünmenin ardından çoğunluk Sikh’lere ve Hindu’lara geçmiş.
Cumartesi sabahı saat 10.00’da otobüsümüzle Delhi’ye hareket ediyoruz. Bugünkü programımız önce Kutub Minaresi (Qutab Minar) olarak anılan yapıyı görmek, ardından öğle yemeği, sonrasında Hümayun Sarayı ve vakit kalır ise Parlamento Binası ile Delhi Gate görülecek yerler arasında.
Qutab Minar-Kutub Minaresi
Kutub Minaresi’ne yaklaşık 1,5 saat sonra ulaşıyoruz ve eğitim merkezinden bizlere refakat eden görevlilerin eşliğinde gezi başlıyor.
UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Kutup Minaresi, Quwwat-ul Islam (Kuvvet-ül İslam Mescidi) harabeleri içinde yer almakta. Mimari yapısı ilk Afgan dönemi örneklerinden. Kutub Minaresi (Qutab Minar) Müslümanların Delhi’deki son Hindu Kralını yenmesi şerefine Qutub-ud-Din Aibak tarafından 1199 yılında yapılmaya başlanmış. Yüksekliği 72.5 metre olup en alt kısmın eni 14.3. metre, en üst kısmın eni ise 2.7 metre. En alttan en yukarıya 379 merdiven basamağı bulunmakta. Minare beş katlı olup her katı belirlemek için balkonlar yapılmıştır. Birinci kat kırmızı taştan, dördüncü ve beşinci kat ise mermerden yapılmıştır. İlk kat kavisli ve oluklu, ikinci kat kavisli, üçüncü kat oluklu şekilde olup mimarisi çiçek ve arabesk motifleri içermekte Qutub-id Din, bu minareyi yaptırmaya başladığında sadece birinci katını bitirebilmiş, kendisinden sonra gelenler yapımı sürdürmüş, en son olarak 1368 yılında Firuz Şah yapıyı restorasyonu ile birlikte tamamlamış.
Buraları dolaşırken okul çocukları da öğretmenleri eşliğinde dolaşıyordu. Beyaz tenlilere acayip ilgi gösteriyorlar. Valla kendinizi film yıldızı gibi hissettiğiniz zamanlar da oluyor. 13-14 yaşlarında iki kız çocuğu imza isteyince arkadaşlarım epey tiye aldılar durumu. Bir şeyler karalayıp imzaladık tabii defterleri :-)
Kutub Minaresini ve ardındaki yapıları (bir kısmı yıkılmış artık) yaklaşık 2 saatte gezdik ve oradan otobüsümüze dönüp Hümayun Türbesine doğru yola çıkıyoruz. Otobüste suyumuz, meyvelerimiz dağıtılıyor. Bu arada muz bu ülkede acayip bol ve ucuz. Muzu sevenler için ve de diğer şeyleri yiyemeyenler için can kurtarıcı oluyor. Gerçi maymunu ve şempanzesi de bol olan bu ülkede bir süre sonra kendinizi de farklı hissetmeye başlıyorsunuz ya. Neyse!
Yola çıktıktan yaklaşık yarım saat sonra Hümayun Türbesine geliyoruz.
Hümayun Han Sarayı ve Türbesi
Hümayun sarayı ve türbesi 1570’de inşa edilmiş olup bahçe içerisinde yapılan ilk türbe ve pek çok farklı mimarı tarzı barındıran ilk Moğol eseri olma özelliğine sahip. Babür imparatorlarından Hümayun Şah 1556 yılında vefat ettiğinde, eşi Hacı Begüm, ölen imparatora yakışacak bir türbe yaptırmak ister. Hacı Begüm’ün emriyle etrafı çimenler ve ağaçlarla çevrili bu alanın ortasında rengârenk mermer ve kumtaşları kullanılarak türbenin yapımına başlanır. İranlı mimar Mirak Mirza’nın 1565 yılında tamamlanan eseri, ileride Tac Mahal de dâhil olmak üzere pek çok yapı için ilham kaynağı oluşturmuştur. Babür mimarisine ışık tutan yapı UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde de yer almaktadır. Kompleks içerisinde Hümayun’la beraber birçok kişinin daha mezarları bulunmaktadır.
Gezimizi bitiriyoruz ve öğle yemeği için bizi hamburgerciye götürüyorlar, tavuklu hamburgerlerimizi yiyoruz, bu arada caddenin karşısında hediyelik eşyalar satan dükkânları gözümüze kestiriyoruz. Önce bir arkadaşla diğerleri yemeklerini bitirene kadar gidip gelme koşuluyla ekipten ayrılıp dükkanlara dalıyoruz ancak bir 15-20 dakika sonra katılımcıların hepsinin dükkanlara girip çıktığını görüyoruz. O dakikadan sonra program bitmiş oluyor ve büyük bir istekle herkes hediyelik eşya bakmaya başlıyor. Alışveriş faslı bitiyor, saat akşamın yedisi olmuş, kimse başka bir yeri görmek de istemiyor ve eğitim merkezine yorgun ama elimiz kolumuz hediyelerle dolu olarak mutlu mesut dönüyoruz.
Pazar günü için dışarıda programımız yok çünkü tüm ülke katılımcıları öğle yemeği için kendi ülkelerinin geleneksel yemeklerini eğitim merkezinin mutfağında yapacak. O hallerimiz de çok komik oluyor doğrusu, sabah 10 gibi herkes mutfağa giriyor, düşünün 45 kişi bir mutfakta, herkes yemek yapmaya çalışıyor. Ben de çorbasından tatlısına bir şeyler pişiriyorum. Sonuçta ortaya 60 çeşit yiyecek çıkıyor ve o gün herkesin midesi bayram ediyor. Gerçi haftada iki üç kere eğitim merkezi vesilelerle otellerde yemeğe götürüyorlar bizleri ve otellerde bana uygun birkaç çeşit oluyor. İkinci haftanın sonunda baharatlara da alışmış oluyorum zaten. Ancak çiğ sebze yemekten hala kaçınıyorum ve eğitimin sonuna dek bu hep böyle devam ediyor. Zeytini nasıl özlüyorum nasıl!
Gelecek hafta Mumbai eski adı ile Bombay’a iş gezisine gideceğiz. Sevgiyle kalın…
|