Toscana'nın Kalbine Seyahat...

Yeniden merhaba… İtalya gezimizin Roma ayağını tamamlayıp Floransa’ya devam ediyoruz. Aslında “Toscana” demek belki de daha doğru olacak. Zira sadece Floransa’yı değil Pisa, Siena, Lucca gibi şehirleri de gezdik. Şimdi paylaşma zamanı…

1. Gün
Bu gün Roma’dan ayrılıp Floransa’ya gideceğiz. Roma-Floransa arası hızlı tren bileti www.trenitalia.com adresinden seyahatimiz başlamadan bir buçuk ay kadar önce alındığından bilet alma derdimiz yok. (Tek yön kişi başı 31 €) Biletinizi İtalyan demiryollarının internet sitesinden en az 30 gün öncesinden alırsanız, “meno30” kampanyasından yararlanarak %30 daha az ödemeniz mümkün. Otelimiz Termini’ye yakın olduğundan, 09.45’teki trenimize yetişmek üzere telaşsızca ayrılıyoruz. Tam vaktinde trenimiz geliyor. Hızlı tren gayet rahat, 1 saat 20 dakikalık bir yolculuk sonrasında Floransa’dayız. Floransa S.M Novella tren istasyonu o kadar gösterişsiz ki (Mussolini döneminde yapılmasına rağmen) bir an için tereddüt ediyoruz. Bir sonraki istasyonda mı ineceğiz acaba? diye. Ancak sonraki istasyon Bologna ve biz Allahtan doğru istasyonda iniyoruz.

Kısa bir yürüyüş sonrası yine booking.com’dan ayarladığımız Hotel Pitti Palace al Ponte Vecchio’ya ulaşıyoruz. (Geceliği 66 €) Otelin konumu muhteşem, terasından Floransa’nın o güzel siluetini izlemeniz mümkün ancak odaların yenilenmesi gerekli. Odamız henüz hazır olmadığından eşyalarımızı otele bırakıp Floransa’yı keşfe çıkıyoruz.

   

Floransa’ya ilk bakışta dahi, sanatın kentin içine ne denli işlediğini anlayabiliyorsunuz. Üzerinde kuyumcuların bulunduğu Ponte Vecchio’da (Eski Köprü) ilerlemeye başlıyoruz. Bu köprü 1345’de yapıldıktan sonra yüzyıllarca Floransa’nın tek köprüsü olmuş. Köprünün üzerinde yer aldığı Arno Nehri ilk bakışta pek de romantik görünmüyor gözümüze, ama akşamüstü güneşin batma kızıllığında fikrimiz değişecek. Mağazaların üzerinde bulunan koridor Pitti Sarayı ile Uffizi'yi birbirine bağlıyormuş. Kent yöneticilerinin herhangi bir saldırıya uğramadan Pitti Sarayı’ndan Uffizi Müzesi’ne geçebilmesi için dükkânların üst katında bir koridor tasarlanmış. Önceleri bu dükkânlarda kasaplar bulunurken Dük, kasapların etrafa yaydığı kokudan memnun kalmamış ve böylece kasapların yerini kuyumcular almış. Kuyumcuların hikâyesi böyle. Köprünün tam ortasında da ünlü kuyumcu Benvenuto Cellini’nin bronz heykeli var.

Yol bizi Piazza del Duomo’ya kadar götürüyor. Şehrin tarihi merkezindeki Katedral oldukça ihtişamlı. Santa Maria del Fiore Katedrali 1296 yılında inşa edilmiş. Hemen yanında ise ince eve uzun Çan Kulesi (il Campanile) bulunmakta. İsterseniz Kulenin tepesine çıkıp kente yukardan bakmamız mümkün ama giriş ücretli. Yanılmıyorsam 6 €.

   

Buradan sonra kısa bir yürüyüş bizi Piazza della Signoria Meydanına ulaştırıyor. Burası kentin sosyal ve kültürel merkezi. Belediye Sarayı’nın da bulunduğu bu meydan insan seli, adeta ruhu olan heykeller ve sokak sanatçıları ile her daim cıvıl cıvıl. Her yer heykellerle süslenmiş. Bunlardan bence en güzeli Benvenuto Cellini tarafından yapılan ''Perseus'un Medusa'nın başını kopardıktan sonra havaya kaldırması'' sahnesinin betimlendiği heykel. Michelangelo’nun ünlü Davut heykelinin 1973’te yerleştirilen kopyası da burada. (Gerçeği ise Galeria dell’Accademia’da bulunuyor) Biz de meydanda biraz oturup soluklanmak istiyoruz. Derken görevli olduğunu düşündüğümüz bir adamın elindeki ekmek kırıntısını kapmak üzere havalanan serçe dikkatimizi çekiyor. Serçeyi ve onu besleyen adamı izleyerek epey bir vakit geçiriyoruz. Bundan sonra burada geçireceğimiz 5 gün boyunca bu kuşla tekrar tekrar karşılaşacağız.

   

Floransa’dan hediyelik eşya, deri çanta vb. ürünler almak istiyorsanız en iyi seçenek Mercato Nuovo (Yeni Pazar). Pazar alanı alışveriş tezgâhlarının yanı sıra önündeki domuz heykeli ile de ünlü. Bu heykelin burnunu okşarsanız tekrar Floransa’ya geleceğinize inanılıyor. Zaten heykelin burnu da okşanmaktan parlamış. Bir de domuzun ağzına bozuk para koymaya çalışan turistler vardı ki, hikâyenin o kısmını çözemedim.

   

Floransa akşamlarını ya bu meydanda ya da eski köprü üzerinde karşılamak bence en iyi seçenek. Floransa sizi hemen içine alan ve imkânsıza inanmaya çabucak ikna edebilen bir kent. Eski köprü üzerinde çalgıcılar eşliğinde gün batımını karşılamak bu kadar güzelken ya da Piazza della Signoria Meydanında flüt sesleri eşliğinde gecenin tadına varırken heykellerin birazdan canlanacağına inanmak hiç de zor değil.

   


2. Gün
Bu gün için planımız Uffizi Müzesi’ni gezmek. Uffizi Müzesi’nin giriş biletini, yine kuyrukta bekleme korkusu yüzünden internet sitesinden çok önceden almıştık, tabi yine küçük bir rezervasyon ücreti ödedik. 15 € olan biletin internet fiyatı 19,45 €. Otelden çıkmamız ile kendimizi Uffizi’de bulmamız beş dakikalık bir zamanımızı alıyor. Ancak biz müzenin önüne geldiğimize inanamıyoruz çünkü etrafta kuyrukta bekleşen insanlar yok. İn cin top oynuyor. Duruma bir anlam vermeye çalışırken bir taraftan da elimizdeki rezervasyon çıktısı ile biletin aslını değiş tokuş etme işlemini gerçekleştirelim diyoruz. Akılınızda bulunsun, Uffizi biletlerinizi internetten aldığınız taktirde doğrudan müze girişine değil, girişin karşısında yer alan bölüme giderek, buradaki görevliye elinizdeki çıktıyı gösterip, biletin aslını almanız gerekiyor. Yöneldiğimiz tarafta da kapı duvar resmen. En sonunda bir görevli sanki her an kapıyı kırıp zorla içeri girme ihtimalimiz varmış gibi kapı aralığından kafasını uzatma nezaketini gösteriyor. Bize ve daha birkaç kişiye müzenin bugün restorasyon çalışması dolayısıyla kapalı olduğu, belki öğleden sonra açılacağı açıklamasını yapıyor. Herkeste moral sıfır. Müze girişi yarına kalsın artık deyip Pisa’ya gitme kararını veriyoruz. Allahtan Floransa’da kalacağımız süre uzun.

Tren istasyonuna ulaşıp Pisa’ya bilet almaya çalıştığımızda ise yeni bir hayal kırıklığı daha ortaya çıkıyor. Bugün Toskana bölgesindeki raylar bakıma alındığından trenle bu civarda dolaşmamız imkânsız. Bu kez tren istasyonuna çok yakın olan otobüs terminaline gidip Siena’ya bilet almak istiyoruz. Ama bilet satan kadın dönüş otobüsü bulamayacağımızı söylüyor. Bugün gezinin aksilik günü anlaşılan, (‘Sen bir rota çizmiş olsan da kesinkes, yolun hep bir planı vardır senin hakkında. Yolları yolculuk, yola çıkanı yolcu yapan budur’ diyen yazarı anıyor ve) pes ediyoruz artık. Çevre gezileri yarına kalsın, yeni rotamız Pitti Sarayı ve Boboli Bahçeleri.

   

Bulunduğumuz yerden arada rastladığımız bir parkta dinlenmek suretiyle Boboli Bahçeleri’ne varmamız biraz sürüyor. Sonunda buraya geldiğimizde ise karşılaşacağımız görüntü bize bütün aksilikleri unutturacak güzellikte. Kişi başı 7 € vererek bahçe ve saraya giriş biletimizi alıyoruz. Boboli Bahçeleri servi ve çam ağaçlarıyla kaplı, çok büyük ve çok güzel. Ayrıca tepelik bir alanda yer alan bahçeden nefis bir Floransa manzarası izlemeniz mümkün. Bahçede yeşillikler ve Floransa manzarası arasında epeyce bir dinlendikten sonra Medici ailesinin konutu olan Pitti Sarayı’nı gezip şehir merkezine dönüyoruz. Pitti Sarayı, saray saray olmasına da bir Versay Sarayı da değilmiş hani.

Günün devamında, Uffizi Müzesi’nin öğleden sonra ziyarete açılma ihtimali aklımıza geliyor ve buraya yeniden uğramaya karar veriyoruz. Nihayet müze açılmış. İçeriye alınmayan sırt çantamızı bıraktıktan sonra sonunda müzeye girebiliyoruz.

Uffizi Müzesi, Medici Ailesi’nin yönetim ofisi olarak kullandığı bir Rönesans sarayı. 14 yüzyıl Cimabue, Giotto ve Simone Martini çalışmalarından, 15. yüzyılın seçkin sanatçıları olan Botticelli, Della Francesca, Leonardo Da Vinci'nin eserleri ve geç Rönesans ressamlarından Raffaello, Michelangelo, Correggio, vb. sanatçıların yapıtlarına kadar birçok meşhur eser müzede sergileniyor. Ancak en büyük kalabalık Boticelli’nin, ‘Venüs’ün Doğuşu’ adlı resminin önünde birikmiş durumda. Eserleri inceleyip, müzenin pencerelerinden kente de baktıktan sonra buradan ayrılma vakti geliyor. Artık yarın günübirlik çevre ziyaretlerine başlayabiliriz.

3. Gün
Bugünkü programımızda ilk amacımız Pisa Kulesi’ni görmek. Vakit kalırsa devamını sonra düşüneceğiz. Tren istasyonuna ulaşıp büfeden Pisa için, 6’şar €’ya tek yön biletlerimizi alıyoruz. İtalya’da tren biletinizi internetten almadığınız taktirde trene binmeden önce biletinizi sarı cihazlara onaylatmalısınız yoksa ceza kesebilirler dikkat. Tabi biz de biletlerimizi onaylatıp, bizim kara trenleri aratmayan Pisa treni ile yola koyuluyoruz.

   

Bir saat gibi bir sürede Pisa’dayız. Tren istasyonu ile kule arasındaki mesafeyi yürümeye karar veriyoruz ki, şehrin geri kalan kısımlarını da görelim. İlerleyince anlaşılıyor ki, Pisa diğer İtalyan şehirleri kadar çekici değil. Bizde kuleyi gördükten hemen sonra şehirden ayrılmaya karar veriyoruz. Bir nehrin üzerinden geçip biraz daha yürüyünce kule uzaktan görünüyor. Sürekli fotoğraflarını gördüğümüz eğik kulenin bu kez kendisini görüp, bilindik pozlarımızı vererek çeşitli fotoğraflar çekiyoruz. Kule sağlam olmayan zemini nedeniyle sekiz katından üçüncüsü yapılmışken eğilmeye başlamış. Zaman geçtikçe de eğimi arttığı için kulenin yıkılacağından korkulmaya başlanmış. 2001 yılında temelden eğimin karşı tarafından toprak çıkarılarak eğim %10 oranında azaltılmış. Eğer isteseniz bilet alarak Pisa Kulesi’ne çıkmanız da mümkün. Ancak her seferinde belli sayıda ziyaretçi kuleye alınıyor ve 8 yaşından küçük çocuklara izin verilmiyor. Aklınızda bulunsun.

   

Pisa ziyaretimiz sona erdi ama gün henüz bitmedi tren istasyonuna döndüğümüzde buradan Lucca’ya gitmeye karar veriyoruz. Pisa-Lucca tren bileti tek yön 2.40 €. Trenimiz geliyor biz de kendimize birer koltuk bulup oturuyoruz. Sonra trene bizimle birlikte binen İsmail YK kılıklı bir İtalyan, başımıza dikilip İtalyanca bir şeyler anlatıyor. Bir şey anlamıyoruz doğal olarak, ama adamın susmaya niyeti yok. El kol hareketlerinden anladığım kadarıyla, İtalyan konukseverliğiyle, bize bölge hakkında bilgi veriyor galiba. Ancak dilini anlamadığımız için adamcağızın anlattıkları bizim için bir şey ifade etmiyor. En azından duygularımız karşılıklı, adam için de bizim onu anlayıp anlamamız bir şey ifade etmiyor gibi. Aynı boyutta yaşamadığımıza hükmettiğimiz adam, birazdan bırakıyor anlatmayı. Biz de rahatça Toscana’nın yeşil doğasını hayranlıkla izleyerek Lucca’ya varıyoruz.

   

Lucca’da bizi ilk karşılayan hasar görmeden ayakta kalabilmiş surları. Kale duvarlarının yanındaki ağaçlık alanda yürüyerek kent merkezine doğru yol alıyoruz. Pisa ve Lucca arası inanılmaz yeşildi zaten, Lucca’ya iner inmez de bu ağaçlık alanının içinden geçmek oldukça huzur verici. Kentin güzel sokaklarında ilerlerken Duomo San Martino’yu görüyoruz. Biraz ilerleyince de karşımıza Puccini’nin heykeli çıkıyor. Lucca’dan içlerinde Puccini’nin de bulunduğu birçok müzisyen çıkmış.

   

Lucca’da halen çeşitli müzik festivalleri yapılmakta. Bugün şanslı günümüz ki biz de bir etkinliğe denk geliyoruz. Lucca’nın taş sokakları ve tarihi binaları arasında iskambil destesi kıyafetleriyle bir bando ekibi görmek ‘Alice Harikalar Diyarında’ etkisi yaratıyor. Bu hissi yaratan havayı içimize çekip olabildiğince geç kendimize gelmek istiyoruz.

4. Gün
Bugün Siena’ya gidiyoruz. Tren bileti tek yön 6,20 €. Tabiî ki biletlerimizi onaylatmayı unutmadık, zaten neredeyse tüm yolculuklarda bilet kontrolü oldu. Yolculuk yine bir saat civarında sürüyor. Ancak bize bir yıl gibi geldi desem yeri. Trene öyle bir koku sinmiş ki, bir koyun sürüsüyle seyahat etsek ancak bu kadar olabilirdi. Birde klimalar çalışıyor diye pencereleri de açtırmıyor adamlar. Burnumuzun direği sızlayarak yolu bitiriyoruz. Allahtan Toscana’nın üzüm bağları ve tepelere kurulmuş köyleriyle manzarası bir harika. Burnumuz ızdırap gözümüz ise ziyafet çekiyor.

   

Siena’nın tren istasyonunda inince şehir merkezine nasıl gideceğiz diye düşünüyoruz. Siz düşünmeyin efendim. Büfedeki İngilizce sorunuza İtalyanca cevap veren kadından 1 €’ya otobüs bileti alın, tren istasyonunun karşısındaki alışveriş merkezine girin sonra otobüsleri gösteren okları takip ederek dışarı çıkıp asansörle aşağıya inin. İşte otobüs durakları burada. Tren istasyonu ile kent merkezi arasındaki mesafe kısa gibi görünüyor ama dönüş yolunda yürümeye kalkınca anlıyoruz ki o kadar da kısa değilmiş. Otobüsten şehir merkezinde inince sağa doğru 100 metre gittikten sonra sol tarafta ismini hatırlamadığım küçücük bir pizzacı var. Burada İtalya’da yediğim en güzel pizzayı yiyoruz. Sahibi pizzayı gözünüzün önündeki fırında o anda yapıp satışa sunuyor. Siz de fırsat bulursanız içeride oturulacak yeri dahi olmayan bu pizzacıdan fırından yeni çıkmış sebzeli pizzanızı alın ve Siena’nın kahverengi-kızıl sokaklarıyla yemek keyfinizi paylaşın.

   

Pizzalarımızı yedikten sonra, dün Lucca’da rastladığımız gibi, geleneksel kıyafetleriyle sokaklarda gösteri yapan gruplarla burada da karşılaşıyoruz. Trompet çalan, ellerindeki değişik nesneleri havaya atıp yakalayarak çeşitli maharetler sergileyen, topluluğu biraz izleyip şehrin kalbi olan Piazza del Campo’yu buluyoruz. Burada yılda 2 defa ‘Palio’ denilen at yarışları yapılıyormuş. Allahtan bu yarışlara denk gelmiyoruz. Bir dakikadan az süren ve eyersiz at üzerinde yapılan bu yarışlar meydanda izdihama yol açıyormuş çünkü. 1590 yılında boğa güreşlerinin yasaklanmasıyla başlayan yarışlarda, her bir at ve binicisi, şehrin ‘Contrada’ adı verilen 17 semtinden birisini temsil ediyor ve her binici, temsil ettiği semtin renklerine, simgelerine uygun olarak giyiniyormuş. Her Contrada’nın toplanma zamanları varmış. Geleneksel kıyafetlerini giyen kişiler sokaklarda trompet çalıp gösteri yapıyorlarmış. Palio zamanı yaklaştıkça bu gösteriler artıyor ve her Contrada en güzel gösteriyi yapmaya çalıyormuş. Şimdi Palio hakkında bir fikir sahibi olduktan sonra, hem Lucca hem de Siena’da rastladığımız etkinliklerin Contrada’ların düzenledikleri gösterilerle ilgili olması gerektiğini düşünüyoruz.

Kentin görülecek yerlerinden bir diğeri olan Siena’nın Duomo’su, İtalya’nın en önemli katedrallerinden biri. Siyah-beyaz çizgili mermer bu yapı seyahatimiz boyunca gördüğümüz en etkileyici yapılardan biri. Bunlar dışında bu kentte tüm sokaklar birbirinden güzel. Kısacası, yolunuz İtalya’ya düşerse Siena’yı mutlaka görün. Kentin tarihi merkezine attığınız ilk adımdan itibaren, ibresi Ortaçağı gösteren bir zaman makinesiyle seyahat ettiğinizi hissedeceksiniz.

5. Gün
Bugün Floransa’nın 8 km kuzeydoğusundaki Fiesole’ye gitmeye karar veriyoruz ki, gün sonunda bu durumun tüm gezi boyunca verdiğimiz en isabetli kararlardan biri olduğunu düşüneceğiz. Fiesole’ye gitmek için tren istasyonunun yanındaki otobüs durağından 7 numaralı otobüse biniyoruz. Otobüs biletini şoförden alabiliyorsunuz. (2 €) Ancak bozuk paranız olması kaydıyla. Biz de otobüs şoföründen biletlerimizi alarak yarım saatlik bir otobüs yolculuğuna başlıyoruz.

   

Floransa’dan Fiesole’ye giden yol oldukça virajlı ve servi ağaçlarının arasından kıvrılarak uzanıyor. Tahmin edemeyeceğim kadar güzel bir yolculuk sonrasında Fiesole’ye ulaşıyoruz. Burası Floransa’yı ayaklarınızın altına seren harika manzarasıyla muhteşem bir küçük kasaba. Biz de burada kaldığımız süre boyunca manzaraya doyamıyoruz. Kasabanın en güzel sürprizlerinden biri, taş döşeli dar ve dik yollarından yürüyerek ulaştığımız, kasabanın en tepesinde yer alan San Francesco Manastırı. Manastırın hemen yanında Peru’dan gelen hediyelik eşyaların satıldığı küçük bir dükkân var. Burada artık hiçbir şey yoktur dediğiniz anda karşınıza çıkan bir Manastır ve gözünüzün doyamayacağı bir manzara… Buradan ayrılmak istemeyeceksiniz. Eğer Floransa’ya gelinecekse buraya da kesinlikle vakit ayrılmalı diye düşünüyorum.

   


İyi seyahatler dileğiyle...


 Yazılan Yorumlar...
ozgur
(03 Temmuz 2011)
çok teşekkürler, harika bir yazı...