Metz: Doğa, Tarih ve Mirabelle'nin Şehri...

Doğayı, tarihi anladık da bu “mirabelle” de neyin nesi oluyor dediğinizi duyar gibi oluyorum. Efendim, bu mirabelle bir tür erikmiş. Sarı, hatta kavuniçi, tatlı ve sulu bir erik. Ben de bilmiyordum ama Metz diye internette arama yaptığınızda yazılan şeyleri derlediğinizde başlıktaki üç şey çıkıyor: Doğa, tarih ve mirabelle…

Lüksemburg’dan 09.40’ta hareket eden tren saat tam 10.30’da Metz merkez tren istasyonuna vardı. Tren ücreti ikinci sınıf için gidiş-dönüş 16 €. Tren garında turizm danışmanın küçük bir bürosu olduğunu notlarıma yazmışım ama ne kadar dönüp dursam da bir türlü bulamadım. Garın önündeki De Gaulle Meydanı noel marketlerin ilk günü olması nedeniyle sabahın erken sayılabilecek bu saatinda bile hareketli sayılır.

Fransa’nın kuzeyinde Lorraine Bölgesinin başkenti olan Metz, Moselle ve Seille nehirlerinin birleştiği yerde kurulmuş. Yaklaşık 3000 yıllık geçmişe sahip şehrin merkez nüfusu yaklaşık 125.000. Roma İmparatorluğu döneminde isyancı Galyalıların en önemli şehirlerinden birisi olan Metz tarihte bir dönem Almanların egemenliğine de girmiş.



De Gaulle Meydanı ve yakın çevresindeki caddeler Alman Bölgesi olarak biliniyor. Yaklaşık 40 yıllık Alman hakimiyeti döneminde inşa edilen ve meydanı selamlayan iki önemli yapı var: İlki Metz tren garı. Gri kumtaşından yapılmış olan gar binası 1908 yılında tamamlanmış. Rivayet o ki Almanlar bu garı 24 saat içinde 100.000 askerlik orduyu ve mühimmatı taşıyabilecek şekilde planlamışlar. Zaten oldukça gösterişli ve büyük, buraya fazla olduğu kesin. Diğer bina ise tam meydanın karşı köşesinde yer alan devasa Posta Binası. 1911 yılında tamamlanmış olan bina kiremit renginde. Bu bölgedeki yapıların tamamı gerek Metz’in diğer yerlerindekiler gerekse de başka Fransız kentlerindekilere göre daha karanlık ve mat sanki.

Gezime, hemen Posta Binasının yanından devam eden rue Gambetta’dan başladım. Biraz ilerleyince küçük ama şirin General Mancin Meydanı karşıma çıktı. Kimmiş bu Mancin diye araştırınca, bu bölgede doğmuş, 1. Dünya Savaşı da dahil olmak üzere pek çok cephede komutanlık yapmış, agresif, gururlu ve “kasap” lakaplı bir general olduğu çıktı. Zaten meydanın ortasında ayakta duran heykelinde de tüm gururu okunuyor bence.



Foch Bulvarına açılan meydandan devam edince rue Harrelle ile Robert Schuman Bulvarının kesiştiği noktada sol tarafta Serpenoise Kapısı karşıma çıktı. Elimdeki kaynakta 1852 yılında inşa edildiği yazmasa ve birisi bana sorsa “bu kaç yıllıktır?” diye tereddütsüz “en az 500-600 yıllık vardır derdim. Tabi buranın etrafındaki surlar bulunmadığı için kapı öylece ortada kalakalmış. Bir de noel yaklaşıyor diye kocaman bir avize asmışlar, ne alakaysa…

Cadde boyunca ilerlediğimde Metz’in en önemli ve gösterişli meydanlarından birisi olarak kabul edilen Cumhuriyet Meydanı’na (La Republique) çıktım. 1802 yılında yapılan meydanda noel marketler dışında kocaman bir dönme dolap var. Sürekli mi orada yoksa noel hazırlıkları nedeniyle mi bilemiyorum. Bana yerleşikmiş gibi geldi ama… Meydanda rengarenk bir şekilde süslenmiş çam ağacı nefis görünüyor.



Büyük meydanın bir tarafında Fransa Bankasının tarihi binası ve bir dizi cafe-restoran bulunuyorken bir tarafında da devasa alışveriş merkezleri var. 19. Yüzyılda inşa edilen Ney Kışlası (Caserne Ney) ise başka bir tarafta tüm heybetiyle misafirlerini karşılıyor. Bir tür askeri mühendislik eğitim akademisi ve kışlası olarak yapılmış bina dışarıdan bakıldığında “U” biçiminde görünüyor. Ortası boş bırakılan binayı ziyaret edemiyorsunuz zira bugün de ordu adına kullanılıyormuş. Zamanında Metz, askeri bir garnizon olarak kullanıldığı için oldukça fazla sayıda askeri kışla ve bina varmış. Sonradan bunların bazıları sivil kullanıma tahsis edilmiş. Binanın kapı girişindeki duvarlarda yer alan rölyefler son derece net ve temiz.

Meydandaki noel pazarlarının arasında biraz dolaştım. İlk kez 7 sene önce Stuttgart’ta görmüştüm bu pazarlardan bir tanesini. Üç aşağı beş yukarı hepsi birbirine benziyor. Başta sıcak şarap olmak üzere, çikolatalar, şekerlemeler, bolca yiyecek malzemesi satan küçük ahşap görünümlü ev şeklinde dükkanlar. Bir de bu tip yerlerin olmazsa olmazlarından birisi olan buz pateni sahaları…



Cumhuriyet Meydanı’nın Moselle Nehrine doğru açılan tarafında ise Esplanade Parkı bulunuyor. Parkın meydandan başlayan tarafındaki girişinde Mareşal Ney’in heykeli bulunuyor. Napolyon’un değerli kumandanlarından birisi olan Ney, devrimden sonra kurban arayanlar için biçilmez kaftan olmuş ve hapse atılmış. Ondan sonrası ise meçhul: Kimisi normal olarak idam edildiğini söylerken kimisi ise gizlice ABD’ye kaçtığını iddia ediyormuş. Kışlaya ismini de veren Ney’in hikayesini tarihçilere bırakalım ve biz dönelim Esplanade’ye…

Dikdörtgen şeklindeki Park yaklaşık 9200 m 2 büyüklüğünde. Moselle Nehrine hafif yukarıdan bakan Park, kış dönemi nedeniyle bakımda gibi geldi bana. Çimenler yeni, ağaçlar tıraşlanmış. Parkın hemen sol tarafında ise Arsenal binası bulunuyor. Orijin olarak askeri amaçlı inşa edilmiş olan bina 1980’li yıllarda konser ve sergi salonuna çevrilmiş. Onun hemen arkasında ise minicik Templar Şapeli (Chapelle des Templiers) yer alıyor. 12. Yüzyıla tarihlenen bu küçük kilise Roma İmparatorluğu zamanındaki Tapınak Şövalyelerinin (zaten Templar bu anlama geliyormuş) kurduğu bir yermiş. Sadece Metz’de değil tüm bölgede ayakta kalan son binaları olduğu için önemli bir cazibe merkezi olarak kabul ediliyor. Zaman zaman sanatsal sergilerin yapıldığı şapel maalesef benim gezdiğim sırada kapalı olduğundan içeriyi görme şansım olmadı.



Aşağıya doğru ilerlediğimde Parkın sonuna doğru geldiğimde sol tarafta bu kez karşıma St. Pierre Kilisesi (Eglise St. Pierre aux Nonnains) çıktı. Fransa’nın en eski kilisesi olarak kabul edilen bu ibadet yeri 310 yılına tarihleniyor. Zaten kiliseden çok küçük bir kaleye benziyor. Yüzyıllar boyunca kilise olarak kullanılmış ama son yıllarda sergi ve konser salonu olarak hizmet veriyormuş.

Buraya kadar gelmişken devam edip önce sulak bölgeyi gezmeyi karar verdim ve göl kenarına inerek marinayı gezdim. Yaklaşık 60 kapasiteli marina kış mevsiminin getirdiği durgunlukla sessizliğe bütünmüş. Bu bölge, Metz’in yeşil ve mavisinin buluştuğu en güzel noktalar. Nehir burada büyük sayılabilecek bir göl oluşturmuş. Arada suni ya da doğal minik kanalların açtığı girinti ve çıkıntılarla hoş bir yer haline gelmiş. Seyri müthiş tabi. Hatta uzun bir de yürüyüş yolu yapmışlar. Köpeğini alan, bisikletine atlayan soluğu bu bölgede almış. Kış mevsiminde böyleyse kimbilir yazın nasıl hareketli ve güzel oluyordur. Burada kış mevsimi hariç tekne turu yapmanız da mümkünmüş. Tabela bilgisine göre 45 dakikalık tur 7,5 €.



Biraz kıyıda gezinti yaptıktan karşı tarafta çadırların kurulduğunu ve kalabalık olduğunu görünce minik bir köprüden geçerek oraya doğru ilerledim. Bir tür okullar arası atletizm müsabakaları yapılıyordu. Gölün çevresini de kapsayan bir parkur boyunca koşan onlarca çocuk-genç, kurulmuş çadırlardan yapılan müzik yayını ve arada verilen molayla daha önceden dereceye girmiş olanlara verilen madalyalar.

Gölü sağıma alıp yürüyüşüme devam ettim ve daha sonra karşıma çıkan Moselle Nehrini aşmak için üst taraftaki karayoluna çıktım. Hemen altımdan geçen kürekçilere de selam vermeyi unutmadım tabi. Karşıya geçip yeniden aşağıya indiğimde bu sefer kendimi üniversite kampüsünün tam ortasında buldum. Aynen Nancy’de olduğu gibi Metz’de bir üniversiteler kenti olarak biliniyor. En büyüğü de Lorraine Üniversitesi. Sağlı sollu Matematik, İdari Bilimler, Filoloji ve daha aklıma gelmeyen bir sürü fakülte binası arasından ilerleyerek Üniversite Köprüsünden bir kez daha nehri aştım.



Bölgede biraz dolaştıktan sonra ufukta bana el sallayan St. Vincent Kilisesine de selam verdikten sonra sağa doğru dönerek ara sokaklardan minik St. Marcel Köprüsüne ulaştım. Köprü, şehrin bu tarafını Mosselle Nehrinin ortasındaki Saulcy adacığına bağlayan iki köprüden birisi. Ve bu adacık dediğim yer ise şehrin en önemli meydanlarından birisine ev sahipliği yapıyor: Komedi Meydanı.

1738 yılında tamamlanan ve bu minik adacığın yarısından fazlasını kapsayan meydan aslında canlılık anlamında biraz sönük kalıyor ama tiyatro/opera binasına ev sahipliği yapıyor. 1752 yılına tarihlenen bina Fransa’da halen faal olarak kullanılan en eski tiyatro/opera binası unvanına sahip. Turuncuya kaçan sarı rengiyle oldukça ihtişamlı duruyor açıkçası. Tabi meydan her zaman sanatsal faaliyetlerle de anılmıyor. Fransız ihtilali zamanında burada kurulan giyotinlerde tam 63 kişi idam edilmiş.



Saulcy Adasının bir diğer önemli misafiri de Temple Neuf. Kilise, 1901-1904 yılları arasında Alman hakimiyeti döneminde askeri kilise olarak inşa edilmiş. Bir dönem Fransızlar meydanın sarı taşlarından aykırı duran bu gri kiliseyi istememişler ama sonradan Metz’in en güzel noktalarından birisi olduğu kabul edilmiş. Ön taraftan bakıldığında hiçbir özelliği olmayan bir kilise havasında ama öbür taraftan Moyen Köprüsünden baktığınızda ise, adanın gemi burnu gibi tam ucunda yeşille mavinin buluştuğu yerde enfes bir manzara veriyor. Hemen önünde yer alan bahçenin adı ise Aşk Bahçesi. Ne romantik ama…

Diğer köprünün başında durup başınızı kaldırdığınızda tüm heybetiyle Katedral sizi selamlıyor. Ben de ona doğru yürümeye başladım. Bu sırada Metz’in kapalı pazarı (Marche Cuvert) karşıma çıktı ve daldım içeri. Oldukça büyük pazarda etten, şarküteriye, peynirden, tatlıcıya ne ararsanız mevcut. Böyle yerleri çok sevdiğim için her koridorunu büyük bir keyifle gezdim. Kapalı pazarın dışındaki Jean Paul Meydanında da sokak pazarı kurulmuş. Burada da giyecek ve sebze-meyve ağırlıklı ürünler satılıyor. Birkaç parça Çin malı ürün hariç bir Pazar için bence fiyatlar oldukça yüksek sayılır. Bu arada katedralin hemen altındaki pazarla devasa katedral komik bir manzara oluşturmuş.



Ve artık istikamet Metz’in en çok turist çeken yeri olan Katedral’e ve hemen yanı başındaki Silah Meydanına (Place d’Armes) geldi. Katedrale girmeden önce meydanın öbür tarafında bulunan Turizm danışmaya giderek şehrin haritasını aldım. Son derece detaylı ve güzel bir harita. Ve meydanı dahi incelemeyi sonraya bırakarak katedrale daldım.

Gotik stilde inşa edilmiş St. Etienne Katedrali’nin tarihi 3. yüzyıla kadar gidiyor. Ama bugün görünen anlamdaki katedralin inşaatı 1220 yılında başlamış ve yaklaşık 300 yıl kadar sürmüş. Zaten bu Avrupa şehirlerinde ne kadar katedral gördüysem hiç 250 yıldan önce bitenine rastlamadım. Hatta Barselona’da olduğu gibi bir türlü bitmeyenleri de var. Katedral altın renkli özel bir taştan yapılmış. 1877 yılında şehirde çıkan yangın Katedralin bir bölümüne zarar vermiş ama sonradan onarmışlar. Yalnız onarırken bu sefer batı kanadında başka bir yerini tahrip etmişler. Bu yüzden bati kanadı neo-klasik iken sonradan neo-gotik hale gelmiş. Katedralin en önemli özelliklerinden birisi de Fransa’daki en büyük vitray resimlerinin bulunduğu katedral olması. Toplamı 6500 metrekare imiş. Bu korkunç bir rakam. Ama katedrali gezerken bunu fark etmemeniz mümkün değil zaten.



Minik heykellerle süslü dev kapıdan içeri girdiğimde ilk önce biraz karanlık geldi bana. Sonradan gözüm alışınca ne kadar heybetli bir yerde olduğumu anladım. İçeride aldığım broşürden farklı bölümlerle ilgili birkaç satırlık açıklamaları okuyunca insanın kafasında biraz daha netleşiyor. Aynı zamanda önemli figürlerin önüne konulan levhalarda da açıklamalar yapılmış, hem de üç dilde. Tabandan tavana yükseklik çok büyük. Sonradan araştırdığımda tam 42 metre olduğunu öğrendim. Stillerden ve mimariden çok anlamam ama gerçekten etkileyici bir yapı. Ne kadar çekmeye uğraşsam da güneş ışıklarından dolayı vitrayların fotoğrafını bir türlü çekemedim. Oysa buranın en önemli esprilerinden birisi bu vitraylar. Kısmet…

Gelelim şehrin kalbinin attığı en önemli yerlerden birisi olan Silah Meydanına (La Place d’Armes). Katedral, belediye binası (City Hall) ve turizm danışma ofisi ile çevrelenmiş olan dikdörtgen biçimindeki meydanın tarihi çok daha eskilere dayansa da bugünkü halini 18. Yüzyılda aldığı söylenebilir. Bugünkü turizm danışma ofisi eskiden askeri kışla olarak kullanıldığından meydan bir tür askeri ve dini erkanın buluşma noktasıymış. Aynı zamanda hemen yanı başındaki kapalı ve açık Pazar yerleri ve şehirle ilgili önemli kararların alındığı belediye binası da birleşince neden yıllardır şehrin kalbinin burada attığı zaten ortaya çıkıyor.



Meydanda turizm danışmanın önündeki bölgede Metz doğumlu General Abraham Fabert’in bronz bir heykeli var. Onun tam zıt tarafında otobüs durağının olduğu yerde ise birbirinin aynı ancak ters konumda iki asker heykeli bulunuyor. Bunun dışında bu tarz meydanlarda her zaman görmeye alıştığımız kafeler ya da restoranlar yok. Son derece sade ama bence bir o kadar da etkileyici görünüyor.

Yavaş yavaş karnım acıkmaya başlamıştı. Ara yoldan St. Jacques Meydanına geldim. Hem noel marketleri kurulmuş hem de az önce söylediklerime nazire yaparcasına meydanın her iki tarafı da kafe ve restoranlarla dolu. Favorim Subway ve bizden bir mekan (Snack İzmir) olmasına rağmen bu sefer bir değişiklik yapıp İtalyan fast food restoranı Pasta Mano’ya oturdum. Ton balıklı panini menü bana 6,50 €’ya patladı ama lezzetliydi. Restorandan kalkıp benim için bir klasik olan Subway’den sıcak kahvemi alıp (1,20 €) İzmir Kebap’ın patronu ile güzel bir sohbetten sonra Türk olmanın getirdiği özel izinle dışarıdaki masalarından birisinde oturarak hem etrafı seyrettim hem de notlarımı toparladım.

Saat 13.30 olmuştu ve hava sabaha göre iyice yumuşamıştı. Yağmur olmaması benim için daha önemli. Zira hiçbir yeri doğru dürüst gezme şansınız olmuyor. Hele bir de günübirlik bir gezi olduğundan başka şansınız da kalmıyor. Çok şükür bugüne kadar ki tüm gezilerimde beni üzecek kadar bir yağmurla karşılaşmadım. Meydandaki noel pazarları bazen çok keyifli olabiliyor. Küçük el yapımı maket evler, her tür ve şekilde çikolatalar, yerel biraları satan tezgahlar, her türlü hediyelik incik boncuk ve eşyalar…Kısaca ne ararsanız var sizin anlayacağınız.


Şehir haritasında farklı renklerle gösterilmiş altı değişik yürüyüş rotası gösteriliyor. Ben de tam merkezi kapsayan ve katedralden başlayan kırmızı rotayı takip etmeye karar verdim. Rotada bahsedilmeye değer olan ilk yer Jeanne-d’Arc Meydanı. Hani şu ünlü Fransız Katolik azizesi. Küçük meydanın köşesinde Metz’in önemli kiliselerinden birisi olan St.Segolene bulunuyor. Son halini 19. yüzyılda alan kilise çift kulesiyle hoş görünüyor.

Rotanın güzergahındaki bir diğer önemli yer ise şehrin en önemli müzesi La Cour d'Or. Kimi kaynaklar burada birden fazla müze olduğunu söylüyorlar ama ben bir taneden başka görmedim. Yalnız, müzeyi dört farklı bölüme ayırmışlar: Arkeoloji ve tarih, orta çağ, mimari ve güzel sanatlar. Çok kararsız kalmama rağmen zaman darlığı nedeniyle gezme fırsatı bulamadım. Meraklısına giriş ücreti 5 €.



Rotayı tamamlayınca niyetim ayakta kalan şehir surları ile diğer giriş kapısı olunca bu sefer En Fournirue boyunca ilerleyerek sağ tarafımda kalan St.Louis Meydanına ulaştım. Şehirde gördüğüm en hareketli ve güzel noel pazarı buradaydı. Kısa bir süre pazarı gezdikten sonra St. Simplice meydanı üzerinden yoluma devam ederek önce St. Maximim Kilisesine uğradım. 12-15. yüzyıllar arası inşa edilmiş kilise öyle izbe ve soğuk ki sanki onlarca yıldır kullanılmıyor bir havası var. Andre Maginot Bulvarından sola doğru yürüdüğümde ise heybetli Porte des Allemands karşıma çıktı.

Tam Türkçesi “Alman Kapısı” olan yapı bu ismi Alman egemenliğinden dolayı almamış. Bir Cermen-Roman dini tarikatı olan Töton Şövalyelerinin hastanesi hemen kapının yanı başındaymış. Bu nedenle kapıya Alman Kapısı ismi verilmiş. Şehir tarafına bakan iki kule 13. yüzyılda, diğer taraf ise 15. yüzyılda tamamlanmış. Surlar inşa edilirken kapıyı da buna dahil etmişler. Daha sonradan kendi haline bırakılmış. En ciddi onarımı da şehir Almanların hakimiyetinde olduğu dönemde görmüş. Mallarına sahip çıkmışlar sizin anlayacağınız. Yalnız bugünkü haliyle kendi kaderine terk edilmiş gibi.



Kapıdan aşağıya doğru devam edince ayakta kalan ve onarımdan geçmiş olan şehir surlarının bir bölümünü gördüm. Çok yüksek olmamakla beraber kalın ve sağlam görünüyorlar. Yeniden merkeze doğru yürüyerek daha önceden gezdiğim alışveriş mağazaları ile dolu sokakları arşınladım. Subway’den bir kahve daha alarak Metz’de yapmam gereken son şeye doğru ilerlemeye başladım. Neydi o derseniz hemen söyleyeyim: Kartpostallara bile konu olan Moyen Köprüsü üzerinden ya da civarından minik Saulcy Adasında yer alan Temple Neuf ve Aşk Bahçesinin fotoğraflarını çekmek.

Köprüde çalışma yapıldığından mecburen yan tarafındaki bölgede foto çekebildim. Gerçekten bu noktalardan kilisenin ve bahçenin manzarası müthiş güzel görünüyor. Adeta bir geminin burnunu andıran uç noktadaki kilise ve bahçenin kareleri eminim çok daha güzel fotoğraf makinelerini hak ediyor. Artık yavaş yavaş Metz’in sonuna gelmiştim. Bu yüzden ağır ağır tren garına doğru yola çıktım.



Cumhuriyet Meydanı oldukça kalabalıklaşmıştı. Daha meydana girerken duyulan hoş ve bir tür etnik müziğin kaynağını ararken alışveriş mağazasının önünde iki Kızılderili kostümlü sokak müzisyeni karşıma çıktı. Fondan verdikleri müziğin üstüne canlı olarak çaldıkları flüt, kaval ve benzeri üflemeli çalgılarla çok hoş bir enstantane oluşmuştu. Bir süre bende kalabalığa katıldım ve onları izledim.

Havanın kararmaya başlamasıyla birlikte Metz’in aydınlanmış yüzü ortaya çıktı. Pek çok kaynağa göre Metz gündüz ayrı gece ışıklar altında ayrı bir güzel. Meydandaki noel pazarları akşamüstü bu saatte müthiş hareketli hale gelmişti. Noel pazarlarından bazı fiyatları not aldım: Sıcak şarap 2,50 €, kahve 2,20 €, krep 2,50 €, 100 gr. kaliteli çikolata 4,80 €, baget sandviçler içeriğine göre 3-50-6 €. Ortaya kurulmuş buz pateni pistinde genci yaşlısı onlarca insan işin keyfini çıkarıyor. Bazı çocukların ve amatörlerin patenleri çift bıçaklı. Giriş ücreti patenli 5 €, paten sizinse 3 €.


17.59 trenini kaçırmamak için gar yolculuğuma devam ettim. Tarihi kapının altına yerleştirilen avizenin ışıkları yanmış. Hoş görünüyor, ama hala garip duruyor bence. Tren garına geldiğimde binbir çeşit konfeti ve süsle bezenmiş çam ağaçları meydana ayrı bir hava katmış. Noelin Avrupa şehirlerine en hoş yansımalarından birisi de bu ışıl ışıl görüntüler oluyor. Adet yerini bulsun diye çok sevmememe rağmen 2 € verip bir bardak sıcak şarap aldım. Yine bitiremedim. Tren tam zamanında yanaştı. Sadece 50 dakika sonra Lüksemburg garında olacağım…

Metz, belki güzel bir şehir ama çok fazla beğendiğimi söyleyemem. Bu düşüncemde hem mevsimin hem de günübirlik bir gezi olmasının etkisi olabilir. Oysa içinden su geçen şehirlere her zaman torpil yaparım ama nedense katedral ve civarı dışında çok orijinal bir yer gibi gelmedi bana. Ya da belki de gelmeden önce okuduklarımdan beklentim çok yüksek oldu. Noel hareketliliğinin başlaması bir parça canlılık vermiş. Ya olmasaydı? Siz bilirsiniz ama fazla vaktiniz yoksa ve buralardan geçiyorsanız yine de tercihinizi 50 km ilerideki Nancy’den yana kullanın derim...

Seyahatle kalın…





 Yazılan Yorumlar...
kaan
(31 Ekim 2013)
ben metz de yasayan bırı olorak sız gercekden metz gezmemısınız derım bura kadar guzel bır sehır yok
Sibel Sönmez
(17 Mart 2012)
Fransayı her zaman sevmişimdir ama Metz popüler bir yer olmadığı için pek bilinmiyor. Sayenizde bilgilendik. Teşekkür..
hakangeziyor
(17 Mart 2012)
Hocam, maden işini sizden öğrenmiş oldum. Artık madenlerden pek iz yok. Mirabelli görmek bana da nasip olmadı, zira mevsim uygun değilmiş. Teşekkürler...
NEŞE
(16 Mart 2012)
Sevgili Hakan,Metz deyince benim aklıma bir madenci şehri gelir,başkada bir anım yok yirmi yıl öncesinden...Şimdilerde madenler de kapandığına göre hatırlayacak ne kaldı? Mirabell i ilk defa senden duydum,öğrenmiş oldum...Çok teşekkürler...