Krallığın ve Şampanyanın Başkenti Reims...

Yağışsız, mevsime göre çok da soğuk sayılmayacak bir cumartesi sabahı saat 10.15’te Reims Katedrali’nin arka tarafındaki caddede otobüsten indiğimde yeni bir şehri günübirliğine de olsa keşfedecek olmanın heyecanı vardı içimde. Allahtan Avrupa’da noel pazarları zamanında turizm firmaları pek çok şehre Lüksemburg’dan otobüsler kaldırıyor da normal şartlarda aktarmalarla ulaşabileceğim ve günün yarısının yollarda geçeceği Reims’e direkt gelebildim.

Reims, Fransa’nın kuzeydoğusunda, Belçika sınırında bulunan Champagne-Ardenne Bölgesinin en önemli şehirlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Nüfusu yaklaşık 190.000 olan şehrin tarihi Roma İmparatorluğuna kadar uzanıyormuş. Ben dahil pek çokları tarafından bilinmese de 816-1825 yılları arasında 33 Fransa Kralının taç giyme törenleri Reims’de yapılmış. Yani kraliyet açısından da önemi büyük. Şehir ikincisinden pek değil ama birinci Dünya Savaşından çok hasar görmüş. Onlarca mimar ve işçi yıllarca şehri onarmak için uğraşıp durmuşlar. Pek zarar görmemiş ama ikinci Dünya Savaşı tarihi açısından da ayrı bir önemi var. Almanya’nın 07 Mayıs 1945’te Teslimiyet Belgesini imzaladığı yer de Reims. Şehirdeki dört önemli yapı UNESCO Dünya Mirası listesinde: Katedral, Saint Remi Bazilikası, Saint Remi Müzesi ve Palace of Tau. Şehir aynı zamanda şampanyanın da anavatanlarından birisi olarak biliniyor.



Hemen yan taraftaki caddeden Katedralin bulunduğu meydana çıktım. Notre-Dame Katedrali tıpkı adı gibi dışarıdan bakınca Paris’teki adaşına çok benziyor. Farklı yerlerden gelen tur otobüsleri yaklaşık aynı saatlerde şehre vardıklarından sabah erken saat olmasına rağmen kalabalık sayılırdı. Meydanın biraz ilerisinde bulunan turizm danışmadan şehir haritasını ve bazı broşürleri aldıktan sonra daldım Katedralden içeri.

13. yüzyıla tarihlenen Gotik katedralin içi gösterişten uzak ve oldukça sade geldi bana. İç ve dış bölümlerde yaklaşık 2300 adet heykel bulunuyormuş. 150 metre uzunluğunda ve 81 metre yüksekliğindeki katedral 25 Fransa Kralının taç giyme törenine ev sahipliği yapmış. Ön cephesi de güzel ama bence esas etkileyici olan arka cephesi. Kat kat minik kulelerle son derece estetik ve hoş görünüyor.



Katedralin bulunduğu meydanın bir diğer önemli misafiri ise 1896 yılına tarihlenen Jan Dark (Joan of Arc) heykeli. Elinde kılıcı, atının üstünde düşmana meydan okuyan havasıyla tam bir milli kahraman havasında. Fransızlar için oldukça önemli bir tarihi şahsiyet. Pek çok şehirde bir yerlerde heykelini görmeniz mümkün.



Elimdeki broşüre göre katedralin biraz uzağında yer alan Saint Remi Bazilikası ve Müzesi cumartesi günleri 14-18 arası açık olduğundan Güzel Sanatlar Müzesi’nin önünden tramvayların çalıştığı geniş Rue de Vesle’ye çıktım. Adalet Sarayı ve tiyatro binası da tam bu noktada bulunuyor. Yolun karşısına geçip sola Condorcet Caddesine dönünce noel pazarının kurulduğu ince uzun Drouet d’Erlon’a çıktım.

Yaklaşık 700-800 metre boyunca uzanan trafiğe kapalı alanın iki tarafında kurulmuş bulunan noel pazarı diğerlerinde olduğu gibi renkli görüntülere sahne oluyor. Çocuklar için kurulmuş atlı karınca ve midilli atlarının bulunduğu bölüm çok güzeldi. Ayrıca Fransa kırsalından manzara havası verilerek yapılmış olan ahırda bulunan eşek ve koyunları sevmek ayrıca keyifliydi. Caddenin iki tarafında pek çok restoran, kafe ve alışveriş yapabileceğiniz dükkan mevcut. Tam ortasında ise tepesinde sapsarı bir melek figürünün bulunduğu Sube Çeşmesi var. 1906 yılına tarihlenen çeşmenin dört tarafındaki heykeller bölgenin dört önemli nehrini simgeliyormuş: Marne, Vesle, Suippe ve Aisne.


Pazarın sonuna kadar devam edip General Leclerc Bulvarın’dan sola döndüm. Bulvarın ortasında bulunan geniş alandaki ağaçların kış mevsimine yenik düştükleri için adeta çıplak gibilerdi. Karşı tarafta yer alan poligon şeklindeki bina dikkatimi çekti. Önündeki tabelaya göre, Cirque et Manage olarak adlandırılan yapı binicilik okulu olarak tasarlanmış. Şimdi ise bir tiyatro salonu hizmeti görüyormuş. Binanın tam karşısında ağaçların orada devasa demirden bir kapı var ama herhangi bir yerin kapısı değil. Öylece ortada duruyor. Kimbilir, belki de bir zamanlar asli işlevini yerine getiriyordur.

Modern Kongre binasını da selamladıktan sonra Stalingrad Meydanına geldim. Meydanın iki tarafında dörder tane ahşaptan kapkara heykel tarzı şeyler var. Daha çok yanmış ağaç gibi duruyorlar. Gezi sonrası biraz araştırdım ama ne amaçla dikildiklerini ve neyi simgelediklerini bulamadım doğrusu.


Meydan daha önce bahsettiğim Vesle caddesine çıkıyor. Ben de sağlı sollu dükkanlarla kaplanmış olan caddenin nispeten daha sakin tarafından merkeze doğru devam ettim. Biraz ilerleyince karşıma çıkan Carrefour City’den (Allahtan Fransa’da bu küçük Carrefour’lar pek çok yerde var) su takviyesi yaparak ton balıklı sandviç aldım (1,70 €). Adalet Sarayını geçer geçmez az sonra Kraliyet Meydanı karşıma çıktı.

Kare şeklindeki meydanın yapımına 18. yüzyılın ikinci yarısında başlanmış ve neredeyse 150 yılda ancak şimdiki görünümüne kavuşabilmiş. Ortasında Kral 15. Louis’in Roma İmparatoru şeklinde kurgulandığı büyük bir heykel mevcut. Aslında ilk heykel böyle değişmiş, Fransız ihtilali zamanında yıkıldıktan sonra ikinci kez yapıldığında bu tarz inşa edilmiş.

Biraz daha ilerleyince az ilerideki Forum Meydanına çıktım. Kurulan buz pateni pistinde genci yaşlısı herkes keyifli zaman geçiriyorlardı. Noel zamanı yaptığım gezilerde tüm şehirlerde bu tarz buz pateni pistlerine rastladım. Bir tür gelenek olmuş herhalde. Meydanı gezmeden önce tam köşedeki La General Cafe’de oturup bir kahve içerek (2,70 €) hem olabildiğince güneşin keyfini çıkardım hem de meydanı seyrettim. Notlarımı toparlayıp kalktığımda saat 12.45 olmuştu.


Broşüre göre Forum Meydanı iki önemli esere ev sahipliği yapıyor. Bunlardan ilki 3. Yüzyılda inşa edilmiş olan Cryptoportıque. Romalılar zamanında yapılmış olan yapıyı yılın bu mevsiminde gezemiyorsunuz. Zaten neredeyse görülecek her şey dışarıdan da seyredilebiliyor. İç bölümde birkaç parçanın sergilendiği müze türü bir yer varmış ama açıkçası pek bir şeye benzetemedim.

Meydanın bir diğer turistik noktası ise Vergeur Müzesi. Üçlü ön cephesi ve minik kuleleriyle hoş bir görüntüsü olan bina bir tür şehrin tarihçesinin anlatıldığı bir müze. Zamanında bir orta sınıf ailesinin yaşam alanıymış. Bu yüzden mutfak, salon, yatak odaları eşyalarıyla birlikte sergileniyormuş. Rönesans stilinde inşa edilmiş olsa da yer yer gotik özellikler de taşıyormuş. Bu tarz yerleri gezmeyi sevmekle birlikte çok fazla zamanım olmadığı için dışarıdan fotoğraflamakla yetindim.

Dar sokaktan devam edince karşıma Belediye Binası çıktı. 17. yüzyıla tarihlenen binanın tamamlanması 19. yüzyılı bulmuş. Ortasında yüksek bir saat kulesiyle estetik görünüyor ama ziyarete falan kapalı. Önünde minik kulübelerde noel pazarları kurulmuş ama diğeriyle karşılatırınca son derece sakin, neredeyse kimse yok bile diyebilirim. Binanın yan tarafında ise sabahın erken saatlerinde kurulduğu belli olan küçük sokak pazarında meyve, sebze satıcıları tezgahları yavaş yavaş toparlamakla meşguller.



Kapalı pazarı tadilata aldıkları için gezme şansım olmadı ama üçüncü yüzyılda inşa edilmiş olan tarihi Mars kapısını gezdim. Döneminde şehre girişlerin yapıldığı önemli bir geçiş noktası olan 33 metre uzunluğundaki kapı dimdik ayakta ve bir dönemin simgesi olarak misafirlerini bekliyor.

Yolun tam karşısındaki köşede birinci Savaşında ölen Reims’lilerin anısına 1930 yılında yapılmış olan anıt (Monument aux Morts) var. Daha önce de belirttiğim gibi şehir ilk dünya savaşında çok büyük hasarlar gördüğü gibi oldukça fazla da kayıp vermiş. Ortasında Rodin’in Düşünen Adam heykeline benzeyen bronz bir heykel, iki tarafında ise acılı insanları simgeleyen rölyefler bulunuyor.


Anıtın arka tarafında Kuzey Mezarlığı var. Kapısındaki turizm tabelasında 18. Yüzyıldan beri kullanıldığı ve ilginç figürlerin bulunduğu yazınca merak edip içeriye girdim. Gerçekten neredeyse her mezarda Hz.Meryem’i ya da Hz. İsa’yı simgeleyen heykeller var. Ama zengin ve yoksul arasındaki fark burada bile kendini gösteriyor gibi. Mezarların bazılarındaki anıt ya da heykelleri şehrin herhangi bir kilisesine ya da meydanına koysanız karşısına geçip seyreder ve bol bol foto çekebilirsiniz. O kadar gösterişli ve göz alıcı. Çoğunluk ise daha sade ve klasik. Mezarlığın bir bölümü savaşta ölen askerlere ayrılmış.

Mezarlığın devamındaki yol beni minik Foujita Şapeline çıkardı. Çok eski bir tarihi olmasa da (1966) bu şapel, Paris Okulunda sonradan Katolikliği benimseyerek vaftiz olan ressam Leonard Foujita tarafından Japon esintileri ile düzenlendiği için tüm kaynaklarda gezilecek yerler arasında sayılıyor. Burası da cumartesi günleri saat 14.00’dan sonra açıldığı için gezme şansım olmadı. Bundan sonra istikamet Republica Meydanı üzerinden Teslimiyet Müzesi (Musee de la Reddition).



Teslimiyet Müzesi, Almanya’nın müttefik kuvvetlere kayıtsız şartsız teslim olduğunu tüm dünyaya duyuran Teslimiyet Belgesi’nin imzalandığı kırmızı tuğlalı teknik okul binasında oluşturulmuş olan bir müze. 07 Mayıs 1945 günü saat 02.41’de o zamanki Müttefik Sefer Kuvvetleri Yüksek Karargâhı (SHAEF)'nın bulunduğu binada, Hitler’in intiharından sonra geçici olarak devlet başkanı olan Dönitz’in tam yetkiyle görevlendirdiği Alman kıdemli Orgeneral Alfred Jodl ve Müttefik kuvvetler temsilcilerinin imzaladığı belgeyle 2. Dünya Savaşının sonu gelmiş. Kırmızı tuğlalı bina bugün Roosevelt Lisesi olarak hizmet veriyor.

Müzenin kapısının önünde müttefik kuvvetlerin ve Almanya’nın bayrakları dalgalanıyor. Giriş ücreti 3 €. Ancak Reims’de “Pass Decouverte” denilen güzel bir uygulama var. Bir tür müze kart olarak da adlandırılabilecek bu biletle Reims’deki 5 farklı yere (Musee de la Reddition, Musee Saint Remi, Musee des Beaux Arts, La Planetarium ve Chapelle Foujita) başka bir ücret ödemeden girebiliyorsunuz. Yani bir tanesinin fiyatına beşi birden. Nereye giderseniz görevli biletinizdeki oraya ait tırtıklı bölümü koparıyor ve kalanı size iade ediyor.



Aslında müze olarak adlandırılan yer binanın küçük bir bölümü. Esas anlaşmanın imzalandığı salon ve birkaç koridordan oluşuyor. Görevli bayan öncelikle tercih ettiğim dili sorarak beni küçük bir salona aldı ve yaklaşık 12 dakikalık siyah beyaz bir film izledim. Filmde kısaca mevcut durum ve anlaşmanın imzalanması anlatılıyor. Daha sonra üst kata çıktım. Merdiven ve koridorlarda dönemin gazetelerinden sayfalar, fotoğraflar, camlı bölümlerde bazı askeri kıyafetler, denizaltılar ve silahlar sergileniyor. Son nokta ise elbette anlaşmanın imzalandığı oda.

Odada, camlı bir bölümün arkasından, anlaşmanın imzalandığı masa ve sandalyeler sergileniyor. Duvarlarda ise savaşın taktiksel haritaları, müttefik kuvvetlerle Alman kuvvetlerinin dağılımı, askeri harekatlara yönelik haritalar mevcut. Bir dönemin en kanlı olayının resmen son bulduğu odada bulunmak insana farklı duygular hissettiriyor. Eminim o dönemi yaşamış Avrupalıların burada hissettikleri çok daha başkadır.

Müzeden çıkınca köprüye doğru yürüdüm ve tramvay durağındaki otomatik makineden bir saat geçerli ulaşım biletini aldım (1,30 €) A numaralı tramvaya binerek Adalet Sarayının da bulunduğu Opera durağında indim. Burada 6 no’lu otobüse aktarma yaparak (4-5-9 no’lu otobüsler de olabilir) yaklaşık beş dakika sonra Saint Remi durağında indiğimde saat 15.15’i gösteriyordu. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan ve şehrin azizine adanan Saint Remi Bazilikası iki tarafındaki kuleleriyle karşımda duruyordu ama kapalı olduğu için gezme şansı bulamadım. Ben de hemen yan tarafında Bazilika’ya bitişik olan Müzeye girdim.


17. yüzyıla tarihlenen bir binada yer alan müzede 30’a yakın galeri bulunuyor. Zemin kattaki ilk galeriler şehrin antik Roma dönemindeki eserlerine ayrılmış. Oldukça güzel ama problem şu ki tüm açıklamalar Fransızca, bu yüzden neyin ne olduğunu anlamak imkansız, sadece bakıyorsunuz. İkinci kata çıktıktan sonraki geniş salonun duvarlarında ise Saint Remi’nin doğumundan ölümüne kadar hayatından kesitlerin anlatıldığı 10 farklı resim mevcut. Resimler kumaş türü bir şeyin üzerine yapılmış. Hemen başlangıcındaki raflarda resimlerin tek tek İngilizce açıklamalarını içeren bilgisayar çıktısını bulunca daha bir anlayarak gezmek nasip oldu sonunda. Salonun tam ortasında ise etrafında minik heykellerin yer aldığı bir sandık var ama açıkçası ne için olduğunu anlayamadım.



Müze ziyaretim tamamlandığında saat 16.15 olmuştu bile. Bu arada müzeden çıkarken bahçede yeni evli bir çiftin fotoğraf çekimine de denk geldim. Profesyonel olduğu her halinden belli olan fotoğrafçı genç çifti kılıktan kılığa sokuyor, talimatlar veriyor, onlar da ne yapsınlar kuzu kuzu denileni yapıyorlardı. Sanki biz aynı şeyi stüdyoda yapmadık…

Etrafı seyrederek ilerlerken La Planetarium’u fark edince oraya doğru yönlendim. Burası güneş sistemini ve gezegenleri izleyebileceğiniz özel bir mekan ama giriş bölümü dışında her istediğiniz anda içeriye giremiyorsunuz. Ben vardığımda 20 dakikalık gösteri başlamıştı ve bir sonraki 16.45’te başlayacaktı. Benim için geç olacağına karar verip yoluma devam etmek zorunda kaldım.



Yaklaşık 15 dakika sonunda merkeze ulaştım. Havanın yavaştan kararmaya başladığı dakikalarda bir kez daha Noel marketlerinin oraya gitmeye yeltenmiştim ki Güzel Sanatlar Müzesinin önünden geçtiğimi fark ettim. Çok adetim olmasa da elimde bilet olunca ona da bir şans tanımaya karar verdim. Fotoğraf çekmenin yasak olduğu müzenin duvarlarında farklı dönemlere tarihlenen pek çok tablo var. Ama benim asıl ilgimi vitray işçiliği ve vitraylar çekti. Seyrettiğim minik belgesele göre Reims, vitray konusunda bir hayli gelişmiş ve bu konuda liderlik etmiş bir şehir. Hani şu kiliselerde pencere bölümlerinde dini motifler bulunan camları kastediyorum. Mini belgeselde nasıl yapıldığına yönelik bilgiler de veriyorlardı. Müzenin benim için en ilginç yeri burasıydı diyebilirim.

Akşam vakti Noel Pazarları tüm hareketliliğiyle göz kamaştırıyordu. Farklı kıyafetleriyle gösteri yapan grupları izleyip meydanda biraz turladıktan sonra Subway’de kısa bir kahve molası verdim (1,50 €). Katedralin arkasından saat 17.30’da kalkacak olan otobüsüme ulaştığımda hareket saatine 10 dakika vardı….

Seyahatle kalın…





 Yazılan Yorumlar...
hakangeziyor
(30 Nisan 2012)
Teşvik edici yorumlarınız için sonsuz teşekkürler...
kadife
(30 Nisan 2012)
merhaba .anlatımınız çok başarılı ...ellerinize yüreginize saglık ...bravo
NEŞE
(15 Nisan 2012)
Hakan,Rheims katedrali gerçekten gotik sanatın şaheseri ve ilk örneklerden...Ben yapıyı ilk gördüğümde çok etkilenmiştim,bir diğer etkileyici yapı da şüphesiz Mars kapısı.I.Dünya savaşında bu bölgede müthiş savaşlar olmuş,biraz daha kuzeydeki bataklıklarda yüzlerce Alman ve Fransızaskeri hayatlarını kaybetmiş...Teslimiyet müzesini görmemiştim,iyi oldu,senden öğrendik detayları..Ellerine sağlık bu noel gezileri çok iyi oldu...