Karadağ: Adriyatik Kıyısındaki Cennet... | |
19-27 Haziran tarihleri arasında Strabon gezi grubu ile gerçekleştirdiğimiz ve altı ülkeyi (Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Karadağ, Hırvatistan ve Bosna-Hersek) kapsayan gezimizin yaklaşık iki günü Adriyatik kıyılarının dört güzel kentine ayrılmıştı. Bir tarafı İtalya, diğer tarafı güneyden kuzeye Yunanistan, Arnavutluk, Karadağ, Hırvatistan, (az bir alan da olsa) Bosna Hersek ve Slovenya ile çevrili olan, Avrupa’nın en gözde turizm merkezleri arasında yer alan “Adriyatik sahilleri” gezimizin başlangıç noktasını, Arnavutluk-Karadağ sınırı olarak belirlemek en doğrusu olacaktır. 22 Haziran tarihinde İşkodra kenti yakınındaki sınır kapısını geçerken özellikle Arnavutluk’un başkenti Tiran tüm ekipte genel bir hoşnutsuzluk yaratmıştı. Bu nedenle hepimiz sınır kapısındaki işlemlerin bitirilerek Karadağ topraklarına bir an önce geçmeyi istemekteydik. Karadağ, Türkiye’den vize istemeyen Balkan ülkelerden biri. Belirtmem gerekir ki, sınır kapısında vize haricindeki onay işlemleri bize anlatıldığı gibi saatlerce sürmedi. Kısa bir bekleyişin ardından görevli gelerek pasaportları topladı, giriş onayını yaptıktan sonra da 10 dakika içinde bize teslim etti. Ancak, tur ile seyahat etmemiz kısa bir sürede bu işlemlerin halledilmesini sağlamış olabilir çünkü Arnavutluk sınır kapıları, yalnız seyahat edenlerin uzunca süre bekleme anılarıyla meşhur. Karadağ topraklarına girmemizle birlikte, Arnavutluk’un İşkodra bölgesinde belirgin olan ormanlık ve yeşil alanlar hızını her an artırarak devam etti. Karadağ, gördüğümüz alanları itibariyle, hem deniz hem de doğa manzarası bakımından muhteşem seçeneklere sahip genç bir ülke. (Kosova’dan sonra dünyanın en yeni ikinci devleti). Tabelalarda ismini görebildiğimiz başkenti ise, eski ismiyle “Tito’nun şehri” Titograd yeni ismiyle ise Podgorica. Başkenti, ülkenin güneydoğusunda -Adriyatik sahillerinin uzağında- yer aldığı için, görme imkânımız olmadı ancak öğrendiğimize göre oldukça yüksek ve etrafı yeşil bir kent. Bu arada THY, 2010 Temmuz ayından beri İstanbul-Podgorica arası, gidiş-dönüş 220 €, haftada üç gün direkt uçuşlara başlamış durumda. Arnavutluk sınır kapısından itibaren etrafı yemyeşil, daracık ama düzgün yollarda yaklaşık iki saat ilerledikten sonra Adriyatik kıyılarındaki ilk durağımız olan Bar kentine ulaştık. Geldiğimiz yolun dokusu bana sık sık Karadeniz bölgemizin el değmemiş yörelerini hatırlattı. Yol boyunca seyrettiğimiz kıvrımlı, dar yolların her iki tarafı çeşit çeşit ağaçlarla kaplanmıştı. Dağ yolundan kıvrıla kıvrıla sahile indiğimiz kısımlar ise gerçekten görülmeye değer manzaraya sahipti. BAR Bar, Karadağ’ın 199 km’lik küçük sahil şeridinin en önemli liman kenti. Adriyatik sahillerinde Rumija Dağı (1594 m.) eteklerine kurulmuş, deniz turizmi olduğu kadar bakir doğasıyla dağcılık turizmine ilgi duyanların da tercih ettiği bir bölge olarak biliniyor. Kent, Karadağ için limanı dolayısıyla ekonomik olarak özel önem sahip. Ayrıca buradan İtalya’nın Bari ve Ancona şehirlerine feribotla gidip gelmek mümkün ve bu durum kenti Karadağ’ın dışa açılan en önemli yerlerinden biri haline getiriyor. (Bar-Bari-Bar gezisi tercih edilen odaya göre 44-192 €, Bar-Ancona-Bar gezisi ise 51-210 € arası fiyatlara sahip) Bar kentine geldiğimizde hava kararmak üzereydi. Bu nedenle doğrudan otelimize yöneldik. Kaldığımız dört yıldızlı Azalea Princess Hotel, sahil şeridinde ve kent merkezinde sayılabilecek bir noktadaydı. Gezi boyunca konakladığımız oteller arasında oda konforu ve yemek kalitesi bakımından en iyisi denilebilecek düzeydeydi. Gördüğümüz kadarıyla özellikle Karadağ, Avrupa’dan çok fazla sayıda turist çekiyor ve bu da otelcilik hizmetlerinin gelişmesini sağlamış. Ancak, bu yörede iki kişilik odalarda, ayrı ayrı iki yatak isteniliyorsa otel rezervasyonlarında bunun ayrıca vurgulanması gerekli. Aksi takdirde, bizde olduğu gibi, iki erkeğe tek yatağın verildiği odalarla karşılaşabilirsiniz! Otelin fiyatlarına gelince; resepsiyondaki listeye göre, bizim bulunduğumuz dönem için deniz manzaralı olmayan çift kişilik bir odanın fiyatı 120 €’dan başlıyordu. Eğer deniz manzaralı bir oda isterseniz fiyat ciddi bir biçimde artış gösteriyor. Otelin deniz manzaralı restoran terasında gayet güzel hazırlanmış yemeklerini (Özellikle balık çok güzeldi) yedikten sonra kent sokaklarına doğru yola koyulduk. Birçok kentte olduğu üzere burada da eski ve yeni kent ayrımı mevcut. Biz öncelikle şehir meydanına yöneldik. Burada sokaklar tertemiz ve çok düzenli. Araba sayısı pek fazla değil. Trafik, pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi yaya öncelikli olarak işliyor. Bar’da bulunduğumuz gün, Sırbistan’ın Dünya Kupası maçı vardı ve sanırım sokaklardaki tenhalık bununla bağlantılıydı. Gördüğümüz birçok cafe Sırpları destekleyen Karadağlılar ile doluydu. Burada çok açık bir şekilde hissediliyor ki bu iki ülke arasındaki ayrılık, iki kardeşin gönüllü ayrılığı gibi bir durum. Bar kenti tam 307 yıl (1571–1878) Osmanlı topraklarının bir parçasıymış. Bu süreçte Karadağ’dan, Anadolu’ya çok göç olmuş. Türkiye'de yaşayan Boşnakların önemli bir kısmı da 1910'lu yıllarda Karadağ'dan gelmiş. Ekibimizde de ailesinin bir tarafı Karadağ’ın Bijole Pole (Sırbistan sınırında) yöresinden gelmiş bir arkadaşımızın olması gezimizi onun için çok anlamlı bir hale getirmişti. Karadağ’da geçerli olan para birimi Euro. Bu bakımdan hiçbir sıkıntı çekmiyorsunuz. Ertesi sabah bu kentten ayrılacak olmamız kent gezimizi gece saatleri ile sınırlandırıyordu. Bar’ın muntazam planlanmış caddelerinde hızla gezerek sahilde güzel bir cafede oturmaya karar verdik. Arkadaşlar, bu yörede oldukça tutulan ve tanesi 3€ olan “Niksicko” biralarını deniz manzarası eşliğinde içtiler. Ertesi sabah, saat 06 civarında kalkarak denize doğru yöneldik. Otelin önünde bulunan sahil taşlıydı ve deniz çok cazip görünmüyordu. Limandan olsa gerek deniz temiz değil bu nedenle kent merkezinde denize girilmesini pek tavsiye etmiyorum. Denizde fazla uzun kalamadık ve liman yolu boyunca uzanan kordonda yürüyüşe koyulduk. Yolda gördüğümüz Karadağlılar fiziki olarak oldukça iyiler. Avrupa’nın kadın ve erkekler bakımından en uzun milletleri arasındalar. Burada turistlere karşı yaklaşım oldukça iyi, çok fazla ihtiyacımız olmasa da Karadağlılar yardımseverler ve turizmin nasıl yapılacağını oldukça iyi biliyorlar. Karadağ’da araba kiralama imkanı çok hesaplı değil. Günlük ortalama 50 € civarındaki fiyatlar oldukça yüksek. (10 günden fazla kiralamak ve daha düşük modelli arabaları tercih etmek şartıyla 25 €’dan da başlayan fiyatlar da mevcut). Son olarak Adriyatik sahillerinin tepelerinde uzanan yemyeşil zeytinliklerden bahsetmeden geçemeyeceğim. Öyle ki Bar’da 2000 yaşından daha büyük bir zeytin ağacı bulunuyor. Bu ağaç yöreye gelen tüm turistlerin uğrak yeri. Burada kaldığımız kısa süre içinde ziyaret etme imkanı bulamadığımız yerler de oldu tabi ki. Eski Bar kent alanı, kale, Kral Nikola’nın sarayı, Virpazar, Skadar Gölü bunların başlıcaları. Bar’dan ayrılarak, Adriyatik kıyılarında bir diğer orta çağ kenti olan Budva’ya (Bar-Budva arası 38 km) doğru ilerliyoruz. Yol, deniz seviyesinin yaklaşık 70-80 mt yukarısında, bir tarafında yükselen dağlık alan, diğer tarafında ise Adriyatik denizinin uçurumu ile devam ediyor. Bizdeki gibi her yere duble yol yapma çabasının olmaması Karadağ sınırlarında dikkatimi çeken en önemli konulardan biri. Belki yer şekilleri pek imkân vermiyor belki de buna ayıracak kadar kaynakları yok ama sebep ne olursa olsun, yollar daracık. Daracık derken olumsuz düşünmeyin, düzgün asfalta sahip, doğayı olabildiğince bozmadan yapılmış yollardan bahsediyorum. Ayrıca manzaranın güzelliği hiç ritmini bozmadan devam ediyor. Sutomore ve Petrovac’ı geçip, Bar’dan yaklaşık 33 km sonra karşınıza (Budva-S.Stefan arası 4.5-5 km) “Sveti Stefan” çıkıyor. Adanın kuşbakışı fotoğrafları bol bol çekiliyor. Sveti Stefan, Budva sınırlarında güzelce bir köy. Burayı meşhur eden ise aynı ismi taşıyan adası. Ada, kıyıya dar bir yolla bağlanmış görsel olarak mükemmel bir yerleşim. İçerisinde taş evler var. Öğrendiğimize göre şu anda ada ziyaret edilemiyor. Çünkü burada tadilat halinde bir otel var. Önceki tarihlerde, bir çok ünlüyü ağırlayan bu adaya gezmek amavıyla 7 € karşılığında girilebiliyormuş. Ancak şu anda böyle bir imkan da bulunmuyor. Adanın kuzeyinde ve güneyinde turistlerin ziyaretine açık iki güzel kumsal da yer alıyor. XV. yy’da balıkçılar ve tüccarlar tarafından kurulan ve uzun süre bu amaçla kullanılan ada, 1960’da bir şehre dönüştürülmüş ve Stallone, Madonna, M. Theatcer ve S.Loren gibi ünlülere ev sahipliği yapmış bir mekan. Buraya ulaşım ise şöyle sağlanabilir: Eğer uçakla Karadağ’a gelirseniz, “Tivat” havalanından taksi ya da otobüsle Sveti Stefan’a gelme imkanı mevcut. Eğer Budva’da bulunuyorsanız ulaşım birçok yere olduğu gibi S.Stefan’a da hiç problem değil. Budva’dan Sveti Stefan’a özellikle yaz döneminde her 15-20 dakikada bir 1.5 € ücretle midibüs benzeri bir vasıtayla gelinebiliyor. BUDVA Adriyatik kıyılarının dar ve kıvrımlı yollarında, Karadağ’ın hatta bu bölgenin turizm başkentlerinden Budva’ya doğru ilerliyoruz. Çoğu İtalya’dan gelen gezi gemileri ve yatların doldurduğu denizden yaklaşık 50 m. yukarıdaki anayol, bize Adriyatik kıyılarını ve koyları en güzel biçimde izleme ve fotoğraflama fırsatını sunuyor. Burası denizi, kumsalı, dağlık alanları ve ormanlık yapısı ile her bakımdan güzel bir bölge olan Sveti Stefan’dan Budva’ya kadar kumsalı pırıl pırıl ve fazlasıyla kalabalık 8 tane muntazam sunumu olan plaj saydım. Plajların hemen üst kısımlarında tipik Akdeniz yerleşimleri görülüyor. Arabayla bu hattı gezenler için her bir plaj ve çevresi uğramaya değer nitelikte. Budva, Karadağ’ın sahildeki topraklarının merkezinde yer alan önemli bir turizm merkezi. Kent aynı zamanda Adriyatik sahillerinin hatta Balkanların en eski yerleşimlerinden biri olarak da önem taşıyor. Bu kentte de yöredeki benzerleri gibi eski kent merkezi mevcut ve Budva kentine esas kimliğini veren de etrafı surlarla çevrili bu eski kent merkezi. Ekipteki çoğu arkadaşım gibi böylesine bir yapı ile ben de ilk defa karşılaştım. Ortaçağ dönemini anlatan ya da korsanlarla ilgili filmlerde görebileceğiniz bu doku ve manzara hepimizi hayran bıraktı. Budva’da ki ilk gezi alanımız eski kent merkezi oluyor. XV. Yy.da ortaçağ kent yapısına uygun biçimde etrafı surlarla çevrilen bu eski yerleşim, aynı Dubrovnik’de olduğu gibi hemen denizin kenarında kurulmuş. Surlarla çevrili alana farklı yönlerde yer alan beş giriş kapısından girebilirsiniz. İç mekân, dışarıdan görünümünde ötesinde güzelliğe sahip. Bu kentlerin temel özelliği olarak karşımıza çıkan daracık sokaklar, muhteşem mimariye sahip yapılar (evler, kiliseler, dükkânlar) ile doldurulmuş. Surların birçok noktasında gözetleme kuleleri yer alıyor. Labirent gibi bir alanda yol alıyoruz. Bu arada eski kent merkezine giriş herhangi bir ücrete tabi değil. Eski kentte birkaç hediyelik eşya (küçük maketler 2 €, magnetler 1-1.5 €) aldıktan sonra buradaki önemli binaları gezmeye başladık. VII yy.da inşa edilmiş ve kütüphanesindeki eserlerle meşhur Aziz Ivan kilisesi, Aziz Sava ve Trinity kiliselerini kısa kısa gezdik. Bu mekânların içinde fotoğraf çektirmenin yasak olduğunu zaten biliyoruz ama Budva’daki kiliselerde görevlilerin şapkaların çıkarılmasına dahi müdahale etmelerine alışık olun. Eski kent merkezinde deniz tarafında yer alan ve giriş ücreti 2 € olan müzeye girmedik. Ayrıca burada, sur dışındaki kadar olmasa da bolca kafe ve lokanta var. Surların dışına çıktıktan sonra, arkadaşlarımızın tavsiyesi ile doğruca eski kente 500 m. yürüme mesafesinde yer alan “Mogren Plajı”na gitmeye karar verdik. Burası 300-350 m. uzunluğunda küçük bir plaj ancak eşsiz güzellikteki kumu burayı Karadağ’ın en iyi plajlarından biri haline getiriyor. Balkanlar gezisi boyunca vakit sıkıntısından dolayı yapamayıp da en çok üzüntü duyduğum şey burada denize girememek oldu. Burası oldukça temiz bir sahil, zaten 2004 yılında” Mavi Bayrak”lı olarak tescillenmiş. İsmi burada bir gemi kazası yapmış İspanyol denizci Morgini’den gelen plaja giriş ücretsiz. Buranın tek dezavantajı şehir merkezinde yer aldığı için aşırı kalabalık olması. Budva’daki son dakikalarımızı, Surların dışında hemen limanın yanı başındaki bir kafede oturarak değerlendiriyoruz. Budva kenti, tamamen turizme göre şekillendirilmiş dersek hiç de yanlış olmayacaktır. Karadağ’ın genelinde görülen profesyonellik ve güzel mekanlar oluşturma geleneği burada da devam ediyor. Sokakları, yolları, binaları son derece planlı ve güzel. Gördüğüm kadarıyla, Budva’da her türlü yiyecek bulmak mümkün. Pahalı deniz ürünlerinden, pizzaya kadar her şey var. Biz 2.5 €’ya birer bardak portakal suyu içtik. (Soğuk içecekler 1 , bira fiyatları ise 2 €’dan başlıyor. Pizzalar 5-10 € arası.) Otobüsümüze binmek üzere kent meydanına doğru yöneldiğimizde burada birçok minibüs ve otobüs gördük. Yazılı fiyat listelerinden ve ulaşım bilgisi panolarından öğrendiğimize göre Budva kentinin etrafı ile çok iyi bir ulaşım ağı kurulmuş. Podgoricadaki “Golubovci” havaalanı ile Budva arası yaklaşık 77 km (Golubovci-Podgorica: 12, Podgorica-Budva: 65 km). Burada öğrendiğimize göre, Podgorica ile Budva arasında 6 €’ya otobüsle gitmek mümkün. Karadağ’daki diğer havaalanı ise Tivat havaalanı. Burası ile Budva arasındaki mesafe yaklaşık 25 km. (Havalanı-Tivat: 5 km; Tivat-Budva: 20 km). Mesafeler uzun olmadığı için her iki havaalanından Budva’ya taksi ile gelmek de mümkün, ancak pazarlık yapmayı unutmayın. Bu arada yöredeki havaalanlarından biri de Dubrovnik’de bulunuyor ve Budva ile arası yaklaşık 80 km, edindiğimiz bilgiye göre bu mesafeyi taksiler yine pazarlığa bağlı olarak ortalama 80–90 €’ya kabul ediyorlarmış. Yakın çevreye ise daima kısa aralıklarla ulaşım imkânı var. Kent meydanındaki alana gelmeniz yeterli. Mesela, daha önce de belirttiğim gibi, Budva’dan Sveti Stefan’a özellikle yaz döneminde her 15-20 dakikada bir 1.5 € ücretle midibüs benzeri bir vasıtayla gelinebiliyor. Budva ile diğer bir turistik mekan Petrovac arası ise 2 €. Ulaşımın kolay ve ucuz olması, buraya gelenlerin kent merkezindeki oteller yerine yakın civarda konaklayabilmelerine de imkân tanıyormuş. Rehberimiz, özellikle yaz döneminde aşırı kalabalık olan kent merkezindeki otellerin oldukça pahalı olduğunu ancak buna rağmen yer bulmanın da zor olduğunu anlattı. Sezon sonrası 30 €’dan başlayan kişi başı konaklama ücreti sezonda 50 €’nun altına inmiyormuş. Bu arada ben kent merkezindeki Hotel Morgen’in fiyatlarına bakma şansı buldum, listeye göre fiyatları dört döneme ayırmışlar. High Season olarak adlandırdıkları dönem için kişi başı 42-70 € fiyat belirlemişler. Budva yaz aylarında düzenlediği festivallerle de meşhur bir kentmiş. Bunu sokaklardaki broşürlerden anlayabiliyorsunuz. Yaz aylarında düzenlenen festivallerden Tiyatro Festivali çok renkli geçiyormuş. Bir de müzik festivalinden övgüyle bahsedildiğini duydum . Ancak tam olarak zamanlarını öğrenme fırsatım olmadı. Bu arada kent, arabasıyla buraya gelmek isteyenler için son derece sıkıntılı park problemine sahip. Bunu her alanda görebiliyorsunuz. Saatlik park ücretine 1€ aldıklarını gördüm ancak yer bulmak çok zor. Zaten Budva ile ilgili şikayetler çoğu zaman çok fazla turistin yarattığı kalabalık hakkında. Budva kentinda yine vakit sınırından dolayı göremediğimiz yerler oldu. Örneğin; Becici, Kamenovo plajı, Kraljinica Plaza gibi. Ancak bu ve benzerlerinin çoğunun mavi bayraklı plajlar olduğunu hatırlatmakta fayda var. Eğer Morgen plajında erken saatte gidip şelzonga oturmayı başarırsanız diğerlerini göz ardı etmeyi -benim gibi- düşünebilirsiniz. KOTOR Karadağ gezimizin son durağı Kotor kenti. Adriyatik kıyılarında dolaşmanın temel özelliği, ormanlık ve dağlık yollarda devam ederken birden denize seviyesine inerek, karşınıza her seferinde daha güzel bir Ortaçağ kentinin ve civarının çıkması olsa gerek. Kotor körfezinde yer alan ve tepeden bakınca sahip olduğu fiyort oluşumu ile yörenin çekim merkezlerinden biri haline gelen bir kent Kotor. Gerek doğal güzelliği gerekse sahip olduğu -surlar içindeki- eski kenti ile müthiş bir yerleşim. Surlarla kaplı Ortaçağ kent dokusunu ilk kez Budva’da görmüş ve yukarıda belirttiğim üzere tüm ekip bundan fazlasıyla etkilenmiştik. Ancak Kotor’daki eski kent çok daha büyük, kalabalık ve gezilmeye daha fazla değer. Belirtmem gerekir ki burada Budva’ya göre çok daha fazla sayıda turist var. Tabii park yeri sıkıntısı buna bağlı olarak had safhada. Ulaşım bakımından Kotor, Budva’da da olduğu gibi çok zorluk çekilmeyecek bir kent. Burası Tivat havaalanın çok yakın. Ayrıca dikkatimi çeken buradaki deniz trafiğinin yoğunluğu oldu. Cruise adı verilen büyük yolcu gemilerinden birisi devasa haliyle Kotor körfezinde bekliyordu. Ayrıca harika fiyord oluşumu burayı deniz ulaşımı bakımından cazip bir yer haline getirmiş. Otobüsten indikten sonra, doğruca eski kent girişine doğru yöneliyoruz. Kotor’daki Ortaçağ’a ait bu kent, şu an deniz kenarında değil ve arkasında koca bir dağ var. Dahası bu dağın tepesinde yaklaşık 2 saat yürüyerek çıkabileceğiniz bir kale var. Bize oradaki yerleşimi anlatması için “Tourism Info”dan bir rehber sorduk ve kısıtlı olan vaktimizin belli bir kısmını onu bekleyerek geçirdik, sonrasında da rehberden ayrılmaya karar vererek kendi başımıza Kotor’un eski merkezini gezmeye koyulduk. Kotor Ortaçağ kent yapısı mimari bakımdan çok iyi korunmuş. Buraya giriş ücretsiz. Kiliseler, eski saraylar, müzeler, kafeler, restoranlar ve dahası burada arka sokaklarda halen hayatını sürdüren insanlara ait evlerden oluşan koca bir alan burası. Aldığımız broşürde, kiliseler/manastırlar, saraylar, kamu binaları, giriş kapıları ve istihkâm yapıları (kule, sur) olarak sınıflandırılmış tam 60 yer tespit edilmiş. Bunların çoğu da gerek tarihi ve gerek mevcut içeriği ile uzunca gezilmesi gereken yerler. Kotor tek başına uzunca bir süre yer ayrılması gereken bir kent olarak kafamıza yerleşiyor. Deniz tarafındaki ana girişten kente girdiğinizde, karşınızda hemen bir saat kulesi ve kulenin sol tarafındaki “Od Orujza” meydanı çıkıyor. Bu meydan, VII yy.da inşa edilmiş “Duk Sarayı”, 1810 yılında yapımına başlanmış Fransız Tiyatrosu ve 1420 yılından günümüze gelen Cephanelik binası ile çevrelenmiş. Birbirini kesen dar yollar boyunca kentin önce meydanları merkez alarak önce batı tarafını, ardından da doğu tarafını uzunca gezdik. 1732 yılında inşa edilmiş Maritime Museum, XVII yy. eseri St. Joseph kilisesi, St. Francis Manastırı ve daha niceleri. Eski kent aynı zamanda Unesco dünya mirası listesinde de yer alıyor. Surlarının uzunluğu, kentin 4.5 km kadar uzun bir alana yayılmasını sağlıyor. Burada inanılmaz güzel bir atmosfer var. Eski kent merkezinde bahsettiğim üzere bayağı bir dolaştıktan sonra restoranlardan birine oturuyoruz. Bar ve gece kulüplerinden görüldüğü üzere burası geceleri de oldukça hızlı gibi. Yemekte arkadaşlardan bazıları buraya ait bir köfte yediler ve çok beğendiler ancak biz burada köfteyi pek tercih etmediğimizden dolayı pizza sipariş ettik. İçecek ile birlikte yediğim pizza (8 €) hiç de fena değildi. Yemekte fazla oyalanmadan doğruca tepedeki kalenin hiç değilse bir kısmına tırmanmak için hareket ettik. Ekipten üç kişi yemeğe vakit ayırmaksızın doğrudan kale tırmanışına geçtiler ve ben onlara neden katılmadığımı hala düşünüyorum. En tepe noktaya giden yolda, aralıklarla kuleler inşa edilmiş ve bunlar bir nevi yürüyüş yapanlar için hareket-geri dönüş noktaları olarak vazife görüyor. Biz, sadece ikinci kuleye kadar çıktık, orada bayağı bir fotoğraf çektik. Bulunduğumuz nokta, hem eski hem de yeni yerleşimi kuşbakışı harika bir biçimde seyretmemize imkan verdi. Çıkamadık ama tabii ki daha yukarısı daha güzel bir manzaraya sahipti. Adriyatik kıyılarını ve fiyordu gemileriyle birlikte izledikten sonra geldiğimiz basamaklardan geriye döndük. Kale yolunda yürüyüş için 2 € ödeyerek bilet almanız gerekiyor, ancak bu ücret benzer yerlerde alınanlara (örneğin Dubrovnik surları) göre oldukça düşük. Kotor civarında da göremediğimiz yerler tabii ki oldu. Perast, Gospa Od Skrpjela Adası ve körfezde tekne turu gibi. Bu arada yöredeki çoğu kente olduğu gibi burada da yaz aylarında festivaller düzenleniyormuş. Ağustos ayında yapılan “Yaz Karnavalı” binlerce turiste ev sahipliği yapan Kotor’un en önemli etkinliği. Kotor’da merkeze belli bir mesafede (otobüslerle gidebileceğiniz) plajlarda yol boyunca görülebiliyor. İyi seyahatler… Not: Karadağ hakkında daha detaylı bilgi için Visit Montenegro internet sitesini inceleyebilirsiniz. |
Yazılan Yorumlar... | |
Egemen (21 Kasım 2012) |
Geçen ağustosta Balkan turuna çıktım ve Karadağda Podgorico-Budva-Kotor-Herceg Noviyi gezdik. Diğer Balkan ülkelerine kıyasla Karadağ kesinlikle her bakımdan daha üstün. Denizi-fiyatları-insanları-tarihi ve havasıyla kesinlikle en güzeli. Benim önerim orada otellerde kalmaktansa yerel halkın kiraya verdikleri odalarını kullanın. Hem çok hesaplı hem de yerel halkla samimi muhabbet imkanı sunuyor. Benim orada yaşadığım tek sıkıntı helal yemek bulamamaktı. bunun dışında Karadağ (benim favorim Budva) kesinlikle uzun uzun kalınması gereken bir ülke. |