Arabamla Dünya Turu – Türkiye (Başlangıç – Karadeniz)


Nasıl bundan beş sene önce arabayla Afrika’ya gitmek benim için gerçekleşmesi zor bir hayal idiyse, o hayali gerçekleştirip, Afrika seyahatini 2006’da tamamladığımdan beri dünyanın çevresini -yine- arabayla “dönmek” de öyle zor bir düştü işte. 2007’de aklıma “düştü” bu plan; dönüşten sonra beni yeniden dürtmeye başlayan şeytanın hınzırca fısıltılarından en hain olanıydı.

Dünyanın çevresini dönmek niye? Yıllarca önce ispatlanmadı mı yuvarlak olduğu? Bunu yeniden ispatlamaya çalışmanın anlamı ne? Ama, ya değilse? Görmeden inanmam! Ya -yeniden- düzeldiyse?

Bu değil tabii esas sebep. Orası mı, burası mı, derken; neden hepsi olmasın, deyiverdim. Doğuya doğru başlamamın sebebi de, Asya’nın kuzeyinin benim için hep var olan esrarının çekiciliği. Bilinmeyenlerle dolu bir dünya, ayrı bir gezegen gibi... Sibirya’nın uçsuz bucaksız yalın stepleriyle başlayıp, Moğolistan bozkırlarını yılkı atlarıyla yarışarak geçmenin ardından, gulaglar’ın acı, keder dolu anılarını kokladıktan, Kolyma’nın, uğruna hayatlarını kaybetmiş insanların kemiklerinin üzerine kurulmuş o “cehennem yolu”nun çamuruna bulandıktan sonra, Asya kıtasının karadan ulaşılabilen en kuzey-doğu ucuna, Pasifik Okyanusu kıyısındaki Magadan şehrine vasıl olmak… Bunlardı, beni önce doğuya yönelten. Amacım, klasik “Orta Asya’ya, özüme dönmek” değil. Bunu o kadar çok işleyen oldu ki, hepimiz o bölgeyi ezbere biliyoruz artık. Oralara gidip, belgesel filmlerde izlediklerini bir de kendi gözleriyle görerek pekiştirmek; sınava girecek öğrencinin, konuları beynine nakşetmek için, sınav sabahı kitabı hızla ve son kez hatmetmesi gibi geliyor bana; aynı satırları defalarca okumak gibi... Benim için ilginç olan, az gidilene gitmek, az görüleni görmek; her ne kadar çoğuna ilginç gelmese de…
İşte böyle bir hevesle başladı bu dünyayı dolaşma fikri. Bu sefer fazla detaylandırmadım rotamı. Aralarda çok fazla hedef koymadım kendime. Biraz akışına, direksiyonun keyfine, yolun gidişine Bırakmak istedim. Ama, hepten hedefsiz bir seyahat de değil tabii, kastettiğim. Nasıl Afrika seyahatimde nihai hedefim Afrika’nın “en güney ucu” idiyse, bu sefer de “en”ler var seyahat rotamın üstünde: İstanbul’dan başlayıp, Asya’nın “en” kuzey-doğusuna; Kuzey Amerika’nın “en” kuzey-batısından, Güney Amerika’nın “en” güney ucuna; Afrika’nın -yine- “en” güney ucundan, “en” kuzey-batı ucuna; Avrupa’nın “en” güney-batı ucundan, İstanbul’a…

ROTA
Toplam 5 kıta geçeceğim; Asya, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Afrika, Avrupa. Şimdilik sadece Asya rotamda ve -önceki Turafrika seyahatime oranla- nispeten daha az detaylı bir rota belirledim. Hedefler; Gobi Çölü, Moğolistan stepleri ve Kolyma Yolu (bir başka deyişle, ya da İngilizce deyişiyle, Road of Bones/Kemikler Yolu). Sonrası için çok fazla hedef belirlemedim kendime; biraz akışına bıraktım. Ama, esasen o bahsettiğim “en”leri tutturacak hızlı bir dünya turuydu, aklımda olan. Sonuçta şöyle bir şey çıktı ortaya:

Planladığım rotam. Resmi büyük görmek için tıklayın.


Bu rota çizgisi, seyahat sırasında değişiklikler gösterecek. Nasıl değişeceğini, aşağıdaki listede verilen, yola çıkmamdan itibaren kaydedeceğim ve yazılarımı güncellememle birlikte yeni eklemelerle artacak olan yol izlerimden takip edebileceksiniz.
Bu rota çizgisi, seyahat sırasında değişiklikler gösterecek. Nasıl değişeceğini, aşağıdaki listede verilen, yola çıkmamdan itibaren kaydedeceğim ve yazılarımı güncellememle birlikte yeni eklemelerle artacak olan yol izlerimden takip edebileceksiniz. Bu listedeki her bir satır, belirtilen aralıkta geçmiş olduğum yol güzergâhını Google Earth’ten takip etmenizi sağlayacak.
Yol İzlerine BURADAN ulaşabilirsiniz.

ARAÇ
Böyle bir seyahate nasıl bir arabayla çıkmak isterdiniz? Bir limuzin? Bir Humvee? Lüks bir minibüs? Sizi bilmem ama, benim tercihim belli: Bir Land Rover Defender 110. Nedenlerini önceki seyahatimden okuyabilirsiniz. Burada tekrar anlatmayacağım. Peki, neydi o seyahatteki arabamın özellikleri, kısaca tekrarlayayım:

Araç, Otokar Otobüs Karoseri A.Ş.'nin Arifiye'deki tesislerinde özel olarak üretilmiş bir Land Rover 110 HT (Hard Top). Bu araç, 2 kişilik, yani önde yalnızca sürücü ve bir yolcu koltuğu bulunan, arka bölümü camsız ve piyasada "van tipi" tabir edilen bir model. Ruhsatında "Kapalı Kasa Kamyonet/Arazi Aracı" olarak tanımlanmış. Standart olarak, 300Tdi olarak bilinen, 2,5lt hacminde, 111hp gücünde, turbo ve arasoğutucu (intercooler) takviyeli bir motora sahip; dört tekerlekten çekişli, arazi şanjmanı ve orta diferansiyeli olan bir araç. Bu standart özelliklerine, Otokar'da 2005 yılındaki üretimi sırasında aşağıdaki ilaveler yapılmıştı:

- Özellikle kum ve ağır çamur koşullarında aracın kendi-kendini kurtarmasına yardımcı olacak 3.5 ton kapasiteli Warn M8274-50 burun vinci ve bir çift kum/çamur paleti ilave edildi.
- Arazi koşullarında oluşabilecek ufak-tefek çarpmalarda arabanın yürümesini engelleyecek bir hasarın oluşmasını önlemek için ön koruma demiri (nudge bar) yapıldı.
- Engebeli arazide yerdeki taş ya da kayalardan oluşacak darbelerden motorun karterini korumak amacıyla karter muhafaza sacı takıldı (gereğinden biraz sağlam ve tabii ağır oldu ama...).
- Motor emiş manifolduna/filtreye; toprak yolda aşırı toz ve derin su geçişlerinde suyun girmesini önlemek için yükseltilmiş hava emişi (şnorkel) takıldı.
- Yine derin su geçişlerinde akslara, havalandırma deliklerinden su kaçmasını engellemek amacıyla hortumlar ilave edilerek havalandırmalar yükseltildi.
- Her ne kadar gece yolculuğu kesinlikle planlanmıyorsa da, olası gece seyirlerinde kullanılmak üzere, 1 çift Hella 500 seyir, 1 çift de Hella 500 sis lambasından oluşan ilave ışık kaynakları monte edildi.
- İlave 2 stepne ile çeşitli bagajın yerleştirilmesi ve ayrıca tente, ilave lambalar, kum/çamur paletleri gibi aksamın monte edilebilmesi için tavana bir portbagaj yapıldı.
- Aracın yakıt ikmali yapmadan daha uzun süre yol almasını sağlamak amacıyla 4 adet 20'şer litre kapasiteli çelik yakıt bidonları (jerry can) ve bu bidonların yerleştirileceği, özel olarak tasarlanmış ‘bidon dolapları' aracın her iki yanına yapıldı.
- Bu nitelikte zor koşullarda yapılacak bir seyahatte ağır şartlara dayanıklı sağlam lastikler seçildi: Michelin XZY 7.50R16
- Dışarıdan gelebilecek her türlü darbeye karşı çamurluk üstü koruma sacları ve lamba koruma kafesleri monte edildi.


Evet! 2005 yılında, ilk Afrika yolculuğuma başlamadan önce, aracın fabrikadan çıktığı hali böyleydi. Ben tabii bu haliyle yetinmeyip, daha bir takım ilaveler yapmıştım:

- Yol boyunca, yerleşim yerlerinden uzakta, özellikle çöl bölgelerinde yapılacak seyir ve konaklamalarda ihtiyaç duyulacak su için gereken toplam 94 litre kapasiteli 2 adet su deposu ile, bu suyu pompalamak ve içme suyu kıvamında temizleyecek olan arıtma sistemi için yeterli basıncı sağlamak için bir hidrofor (Jabsco PAR-MAX 4),
- 6 aylık tek başına yapılacak bir seyahati az da olsa katlanılabilir kılmak için, sarsıntılı ve tozlu, aynı zamanda gürültülü yol koşullarında dinlenebilecek niteliğe sahip bir müzik sistemi (bunun için bir i-Pod ve bunu bağlayabileceğim 2x25W'lık bir amplifikatörle, bir çift 60W'lık Alpine hoparlör),
- Yol boyunca ihtiyaç duyacağım içecek ve yiyecekleri soğuk, ‘buz gibi' saklamak için bir buzdolabı (Waeco CoolFreeze CF-40),
- Bilgisayarım ve bazı elektrikli el aletlerinin enerji gereksinimi için 12V DC enerjiyi 220V AC enerjiye çeviren 600W'lık bir invertör (ASP Domino 05/12),
- Arkadaki ‘yaşam mekanı'na bir aydınlatma lambası (Hella),
- İlave tüm elektrikli aygıtlar için, starter aküden bağımsız bir ‘hizmet aküsü' (Sonnenshein Dryfit A400, 65Ah) ve her iki aküyü birbirinden bağımsız olarak şarj etmek için izolasyon diyotu,
- Konumumu ve yolumu, uydu sinyallerini kullanarak bulmam için bir GPS cihazı (Garmin GPSmap 276C) ve buna ait harici anten,
- Neredeyse tüm seyahatim boyunca kullanabileceğim ve internet bağlantımı sağlayacağım bir uydu telefonu (Thuraya),
- Yaşam bölümünü, dışarıdan güvenlik anlamında izole edecek, gerektiğinde şoför mahalline geçişi sağlayacak kilitli bir kapısı da olan kafesli çelik bölme,
- Uzun yolculukların ardından altında dinlenmek ve güneşten korunmak için kullanacağım, portbagajın yanına monte edilen, 1.65 metre uzunluğunda ve 2.50 metre açılabilen bir tente (Omnistore),
- Ve son olarak, insansız bölgelerde, arabanın içinde rahat bir uyku uyuyabilmek için tasarlanmış, gerektiğinde açılarak altındaki ‘kargo bölümüne' ulaşılmasını sağlayan yatak.

Tabii, bu ekstra ekipmanlardan elektrikle çalışanları için gereken tesisat, sigorta kutuları, kumanda kutuları v.s. montajları da ayrıca yapıldı.

Afrika seyahati, tüm bu ilavelerle ilgili tecrübeler kazanmamı sağladı. Bu tecrübelerin en önemlisi, arabanın içerisinde uyumanın hiç de öyle tahmin ettiğim gibi "rahat" olmadığıydı. Dolayısıyla, yeni seyahatle ilgili en büyük değişiklik bu konudadır. Diğer değişiklik ve ilaveler de yine Afrika seyahati tecrübelerim ışığında yapılmıştır.

“O gün” yaklaşırken…
Planladığım yola çıkış tarihine (ki, 11-12 Nisan gibidir) 4 haftadan az bir süre kalmış olmasına rağmen, daha her şey havada, her şey dağınık ve hiçbir şey eksiksiz değil.

Bir yandan seyahatin yakınlaşmasıyla heyecan ve gerginlik de artıyor tabii. Her ne kadar önceki seyahat deneyiminden sonra, yenisi benim için daha az “bilinmez” ise de, farklı bir coğrafyaya, farklı bir kültüre ve çok daha önemlisi, uzun yıllar dünyaya kapalı yaşamış bir topluma gidiyorum. Aslında çok da yabancısı olduğum coğrafya ve kültür değil: 1989-93 yılları arasında birkaç kez Kazakistan’ın kırsalında, yine 1989’dan bu güne kadar onlarca defa da Gürcistan’ın hemen her yerinde gezmişliğimin olması, nelerle karşılaşabileceğim konusunda -en azından- tahminde bulunmama yardımcı oluyor. Ama, yine de bir “bilinmeze yolculuk” bu. Önceki seyahatimde bunu daha yoğun yaşamıştım. “İyi ki,” diyordum, “…ilk durağım Halep. Hem iyi bildiğim, hem de çok sevdiğim bir şehirdir”. Şimdi de ilk durağım Batum olacak; hem iyi bildiğim, hem de sevdiğim bir şehir.


Aslında bu seyahat stresi yola çıkana kadar sürer. O gün, eşinizle, arkadaşlarınızla, komşularınızla vedalaşıp marşa bastığınız an kaybolur. Yerini, hazırlık döneminin kahreden stresinden kurtulmuş olmanın rahatlığına, ama bir yandan da, bitmek bilmez kilometreleri katederken çekeceğiniz yalnızlığın hüznüne bırakır. İlk birkaç gün; sonra o hüznü de atarsınız üstünüzden. Zaten her gününüz yoğun, her gününüz tempolu, her gününüz yorucu geçer; ne hüzünlenecek, ne özleyecek zaman bulursunuz. Ya direksiyon sallıyorsunuzdur, ya web sayfanıza yazı yetiştiriyorsunuzdur, ya çektiğiniz fotoğrafları derliyorsunuzdur, ya bir yerlerde otel arıyorsunuzdur, ya da saplandığınız bir çamur deryasından arabanızı kurtarmaya çalışıyorsunuzdur.

“Vira Bismillâh!”
… der denizciler; denize açılmak için motoru çalıştırdıklarında, palamarları çözdüklerinde, yelkeni bastıklarında. Limandan ayrılmanın anonsudur bu; uzaklara, uçsuz bucaksız engine, neredeyse sonsuz mesafelere, yalnızlığa, bilinmezliğe… Aslında bir temennidir, aynı zamanda. Umutların, hayallerin beklentilerin gerçekleşmesi, sonunda eve sağ salim dönmenin, yeniden kavuşmanın temennisi, duasıdır.

Ben de bu sabah, yani, 6 Mayıs Çarşamba günü saat 09:40 itibariyle İstanbul’da evimin önünden marşa bastım; aynı temenni, aynı dua ile : Vira Bismillâh!

Eşim ve Ben

Bugünün bir özelliği var, bilirsiniz. Hıdrellez Bayramı’dır bugün. Hızır, ab-ı hayat (yaşam suyu) içer ve ölümsüzlüğe ulaşır. Yazın gelişini, 6 Mayıs’la başlayan bu dönemde, bolluk ve sağlık dağıtarak duyurur. Kimilerine göre Orta Asya’dan beridir Türklerin inana geldiği bir mit, kimilerine göre ise tüm Mezopotamya’da tarihin eski çağlarından beridir var olan bir inanış. Her ne ise, 6 Mayıs bize yazın geldiğinin habercisi.
Bu günün bir özelliği daha var; sizleri bilmem ama, benim için önemli. Bundan tam 50 yıl önce doğmuşum. Dile kolay; 50 yıl. Yani, yarım asır. 100 yılın yarısı, yani. Hani kısaca “yy” diye yazıyoruz ya, işte onun yarısı. Eh! Yarım da olsa, asırlık adamız, bugüne bugün.

Rotam, “Rota” sayfasındaki o detaysız haritada gördüğünüz (görebilirseniz eğer) gibi Gerede üzerinden Samsun’a, ya da Karadeniz sahiline vasıl olmak şeklinde değil. Karadeniz’e direkt Şile’den başladım. Olabildiğince sahilden gideceğim. Olabildiğince diyorum; kimi yerlerde coğrafi şartlar kıyıdan karayoluna müsaade etmiyor çünkü. Üstelik bundan 15 sene kadar önce geçtiğim Ağva-Kerpe arasındaki, kıyıya yakın orman yolunu da bulamayınca, iyice içerilere, güneye düştüm bu sabah. Ama inatla, Ağva-Kerpe arası herkesin tavsiye ve tercih ettiği Kaynarca’ya girmeden bir takım yollar buldum. Yine git, deseler bulamam, eminim.

Sonuçta Akçakoca’dayım. Emektar Diapolis Otel bugünkü geceleme mekânım. Ne de olsa yaş günüm; bu gecelik “lüks” bir otelde kalmayı hak ediyorum. Şaka bir yana, haftalardır utançtan yeni bir şey yazamadığım sayfaya, yola çıktığımı müjdeleyecek bir yazıyı gönderebilmek için internet erişimi olan bir mekân ve ev yaşantısından seyahat havasına yumuşak geçişi sağlayacak ortam olması nedeniyle Diapolis Otel’de kalıyorum. Yoksa, daha ilk günden lükse alışmanın gereği yok. Yarın akşamdan itibaren çadırdayım, “ev” yemeği ile.

Gün batımı; Akçakoca Limanı

Ne kadar oldu, bilmiyorum; Akçakoca’dan ileriye, Karadeniz kıyısını dolaşmadığım. Sanırım en son 1996 yılıydı, buradan ilerisini kıyı kıyı giderek Samsun’a kadar kat ettiğimiz. Hele Samsun’dan sonrasına, belki 15-16 senedir gitmiyorum. Ondan önce kaç kere gittiğimi ise ben bile unuttum.

Akçakoca’dan marşa bastıktan sonra Karadeniz Ereğlisi’nde bir çay molası verdim, gazete keyfiyle. Karadeniz’i hep kıyıdan gitmek iddiasında olan bir kimse Zonguldak’tan sonra tıkanır. Amasra’ya kadar içeriden, Çaycuma-Bartın üzerinden gitmek gerekir. Bu yolun genellikle sahili takip eden bir alternatifi vardır aslında; Kilimli-Hisarönü-Boğaz üzerinden. “Biraz” virajlı ve yorucu bir yoldur. Şimdi Hisarönü’ne kadar asfaltlamışlar ama, bundan yıllar önce topraktı. O zamanlar, Akçakoca’dan Amasra’ya gitmek isteyen bir grup arkadaşa tavsiye etmiştim o yolu. Sonradan kulaklarımın bir süre devamlı çınladığını hissettim. Ama güzergâhı müthiş keyifli, buna karşın oldukça da yorucudur. Tam benlik yani. Yine aynı yolu kullandım. Son bölümünde mecburen Bartın’a girdikten sonra, hep merak ettiğim Küre Dağları’ndaki Gergece Şelalesi’ne gitmek için iyi bir fırsat olduğunu düşündüm. Sora sora Bağdat bulunurmuş ama, Gergece Şelalesi’ni sora sora bulmak Bağdat kadar kolay olmadı. Sonunda, hayvanlarını otlatan Hüseyin’le karşılaşmasaydım, Gergece benim için bir ütopya olarak kalacaktı. Değdi mi? Orasını sormayın. Gargece yerine Hüseyin’in fotoğrafını koymayı yeğliyorum; arkasında Gergece’nin “hayali”yle.

Hüseyin Bozacı; Yeşilkaya Köyü / Bartın

Sahilden devam. Amasra’yı, Gergece’den kestirme bir iniş bulduğum için 10km kadar geçmiş bulunuyorum. Bu gece İnebolu’yu bulmak niyetim. Kurucaşile- Cide-İnebolu arasının, direksiyon çevirmekten kollara kas yaptıran virajları saatler sürüyor. İnebolu’ya vardığımda gün batmak üzere. Şehrin çıkışına doğru yeni doldurulan denizin üzerine yaptıkları araba park yerine çekip çadırımı açıyorum. Bunu yaparken, şehrin piyasaya çıkanlardan uzak olan bir yeri seçtim özellikle. İyi ki de seçmişim. Sanki açtığım sirk çadırı; bir anda millet üşüşüverdi. Nerden gördünüz de geldiniz yahu. Sorular:
- Abi sen bu çadırda mı uyuyacaksın? (Yok, çadır süs olsun diye. Ben kaldırımda yatacağım)
- Arabanın içinde tuvalet de var mı? (Var tabii. Bir de lokanta açıyoruz yakında)
- Bu araba kaç basıyo?
- Kaç para abi bu araba?
- …

Bir süre sonra kendimi, fuarda Otokar’ın son ürünü Land Rover Defender Seyyah modelini tanıtıyormuşum gibi hissetmeye başladım. Bu gece burada uyumak bana haram. “Hadi beyler, gösteri bitti, kapatıyoruz!” Çadırı topladığım gibi, yola koyuldum. Artık görenler göremeyenlere anlatsın.

Abana’dan hemen önce Denizciler diye bir balıkçı köyü var; ufacık. Bir de barınağı, tabii… Barınağa arabayı çektim ve hemen çadırı açtım. Etrafta kimse yok. Herkes ya balıkta, ya da evde (herhalde). Sirke rağbet yok yani. Güneş batmış, hava kararmak üzere. Bu arada ay da dolunaya beş kala. Yemekte ekmek arası parça etli pate (ne olduğunu ben de bilmiyorum, kutuda öyle yazıyordu), söğüş salatalık ve domates ile arkadan meyve tabağı -elmadan müteşekkil- var. Derken saat dokuz buçuk ve benim uykum geldi. Çadıra çıkıp yattım. Çadırın girişinde de yalnızca sineklik kapalı. Böylece hem temiz hava, hem de ay ışığı giriyor içeriye. Uyumuşum.

İlk kamp yerim. Denizciler Köyü balıkçı barınağı

O gece gördüğüm bir rüyayı anlatayım size. Manavgat çayının kenarında, ama suyun içinde bir masa kurulmuş. Ben de yine suyun içinde bir iskemlede, masanın başında oturuyorum. Üzerimde bir battaniye, ayaklarım çıplak ve suda. Herhalde yemeği sipariş etmişim ki, bekliyorum. Yemek daha gelmeden ben uyandım. Karın açlığından değil gördüğüm rüya, eminim. Yarım ekmeğe “pate” iyi doyurmuştu çünkü. Bir patırtı geliyor. Uyku sersemliğiyle ne olduğunu önce anlamıyorum. Sonradan fark ettim ki, dışarıda yağmur yağıyor. Sineklikler genellikle yağmuru da tutacak özellikte yapılmadığı için çadırın ayak ucu bölümü bir güzel ıslanmış. Şilte suyu çekmiş. Uyku tulumu neyse ki su geçirmiyor ama, ıslanınca ayaklarım da soğumuş tabii. Manavgat Çayı’nın sırrı çözüldü. Yapacak bir şey yok; kapıyı indirip fermuarı çekiyorum.

Ertesi gün -yine- kıyıdan ve bu sefer hedef Samsun. Zeliha Teyze’de (aslında Buket’in teyzesidir) bir gece kalmazsam gücenmez elbette ama, kalırsam da çok sevinir.

Zeliha Teyzemiz

Cumartesi günü yeniden yola koyuluyorum. Bu seferki hedef Çamlıhemşin, Ayder Yaylası. Kıyıdan Çamlıhemşin’e ayrıldıktan biraz sonra hava iyice karardı ve hafiften yağmur atıştırmaya başladı. Arada yer yer şiddetlenen yağmur “Ayder Şehri”ne gelmeden kesildi. Ayder Şehri diyorum çünkü, burası bir şehir olmuş resmen. En son 1988 ya da 1989 yılında gelmiştim, sanırım. Daha yolu yapılmamıştı ve yine bir Land Rover’la ancak çıkabilmiştik. O zamanlar birkaç yayla evinden başka bir ya da iki tane derme çatma pansiyon, bir de ufak bir kaplıca oteli vardı. Yani, Ayder meşhur olmamıştı daha. Şimdi artık “in” anlaşılan. Oteller, moteller, restoranlar, caféler, barlar, evler… Ben görmedim ama, herhalde son dönemlerin modası AVM (Alış Veriş Merkezi) bile vardır, kim bilir.

Arabayı, tüm binaların bitiminden en az 500 metre daha yukarıda, yol kenarındaki bir düzlüğe park edip, çadırı açtım. Gece soğuk olacağa benziyor. Çadıra tedarikli çıkmak lâzım. Yemekten sonra kalınca bir şeyler de alıp, çadıra girdim. Biraz gazete ve kitap okuduktan sonra uykum geldi. Gece bir ara uyandığımda donuyorum sandım. Herhalde sıcaklık sıfır dereceye yakındı. Elimin altında bulduğum her şeyi giyip yeniden uyku tulumunun içine büzüldüm. Yine de soğuktu ama uyumuşum.

Ayder Yaylası

Pazar günü anneler günü. Buket’ten başlayarak tüm annelere olan görevimi yerine getirdikten ve kahvaltı-çay keyfimi de tamamladıktan sonra yola çıktım. Bugün artık Gürcistan’a geçiyorum. Türk tarafından çıkışım biraz sırada bekleyerek ama sorunsuz oldu. Sırada beklerken yaklaşan Kemalpaşa’lı (bu, Artvin Kemalpaşa, Sarp kapısından hemen öncedir) iki gençle muhabbet ettik biraz. Arkadaşları telefon etmiş Batum’dan; “mangal”a çağırmışlar. Sanki kapı komşuları çağırmış, diyeceğim ama, hakikaten “kapı komşuları”. Seyahatimin iyi geçmesi için temennilerde bulundular, ayrıldık.

Fırtına Deresi ve Vadisi


Bakalım Gürcistan kapısında da işler böyle rahat olacak mı?


Not: Ali Eriç'in “Arabamla Dünya Turu” gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu – Türkiye (Başlangıç – Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz.







 Yazılan Yorumlar...
par-es
(06 Nisan 2013)
Slm. herkese bende kendime gore bir dunya turu hazirliyorum. Bunun planlarini yaparken internetten cok yararlaniyorum.Burada tecrubelerini ve bilgilerini paylasan basta Ali bey olmak uzere herkese tsk. ederim.Bu konuda benimle iletisime gecmek isterseniz esesli26@hotmail.fr e-mail gonderebilirsiniz.Tesekkurler.
Gülden
(16 Eylül 2012)
Tek kelime ile muhteşem ..Kesinlikle takipteyim :) yolunuz herdaim açık olsun ..
berat
(14 Ağustos 2012)
benimde tek hayalim böyle bi gezi :)) ama ben 1.0 toyota yaris ile bu yolculuğu planlıyorum...malum hayat pahalı ve bütçemiz kısıtlı.amma şu dünyaya bidağa gelmeyecez nitekim tv ekranlarında dizilere veya kahve ve park kenarlarında fuzuli futbol ve hükümet eleştirilerine ayıracağım vakti bir seyahate ayırmak istiyorum...adidas papuca 280 tl nike tşörte 160 tl ödeyeceğime yarı fiyatından daha aşağıya ve kalitesi aynı ama ismi farklı şeyler alıp bu geziye imkan yaratmak istiyorum.çok okusakta gezen karşısında cahil kalmak ağrıma gidiyor,şu fani dünyada çocuklarıma maddi miras bırakamayacağım ama anlamı büyük manevi bir öğreti bırakmak istiyorum.sınırlar aşılmalı,kültürler tanınmalı.bu yolda lider kişilere herzaman saygımız var.teşekkürler ALİ ERİÇ..
erhan
(18 Haziran 2012)
maksadınız az gidilene gitmekse bence... tibet..bhutan...on numara olur...şayan-ı tebriksiniz vesselam...
Erdin İVGİN
(18 Haziran 2012)
Müthiş bir maceraya başlıyoruz. "Arabayla Dünya turuna" çıkmakhayal etmasi bile zor . Hemde 3 yıl sürecek bir macera. Yazılarınızı keyifle okuyacağız.
hakangeziyor
(15 Haziran 2012)
Ali abi, Afrika gezini tam bitirmişken yepyeni bir coğrafyada yepyeni bir maceraya başlıyoruz. Süper...İlgiyle takip edeceğim...