Arabamla Dünya Turu – Gürcistan 1 (Batum - Akhaltsikhe - Borjomi)

Gürcistan sınırından geçerken hatırıma, bundan yıllar önce, yanılmıyorsam 1991 yılında, bu sınırın hali geldi. Aynı şirkette birlikte çalıştığım, hem de çocukluktan beridir tanıdığım bir arkadaşımla iş için Batum’a gitmemiz gerekiyordu. Yaklaşık 1 ay sürecek bir sürvey çalışması için, bir sürü ölçü aletleri, onlara ait aksesuarlar, kendi şahsi eşyalarımız; neredeyse bir kamyoneti dolduracak bagajla ve “yürüyerek”. Evet, yürüyerek geçiliyordu o zamanlar Batum’a. Yani, kendi arabanızla gitmiyorsanız tabii… Uçakla Trabzon’a uçup, oradan taksiyle Sarp sınır kapısına gider, sınırı yürüyerek geçtikten sonra sizi karşılayanlar tarafından alınırdınız. Sanırım mevsim sonbahardı. Öğleden sonra sınıra vardığımızda hafiften yağmur da atıştırmaya başlamıştı. Yanımıza gelen bir hamalın koca el arabasına tüm eşyalarımızı yükleyip, Türk Gümrüğü’ne doğru yollandık. O bir sürü ölçü aletini pasaportumuza işleteceğiz ki, dönüşte sorun çıkmasın. Başka ülkelere giderken öyle yapıyorduk çünkü. Gümrük Muhafaza Memuru’na gittim, derdimi anlattım. “Olmaz öyle şey” dedi, “Beyanname düzenleyip, geçici ihraç işlemi yaptırmanız lâzım”. “Ya, olur mu? Biz bunları iş için kullanacağız. Dönerken de yanımızda getireceğiz” falan. Yok, adam Nuh diyor, peygamber demiyor.
- Peki, nasıl yaptıracağız?
- Sarp’a gidin. Orada gümrük komisyoncuları var. Onlar sizin için beyanname doldurur. Getirir, burada işlemi yaparsınız.
- Sarp’a nasıl gidelim? Bu kadar eşya falan…
- ?
- Peki siz doldursanız, hani ücreti mukabili?
- Olmaz, benim işim başımdan aşkın.
Neyse, uzatmayalım, adamla saatlerce cebelleştik. Birilerini aradık, yardım istemek için falan, olmadı. Bir yandan da bizi öbür tarafta bakanlığın adamları bekliyor. Arada Türkçe bilen bir Gürcü yaklaşıyor yanımıza, “Bakan Yardımcısı sizi bekliyor” diyor. Nasıl geçtin bu tarafa, nereden bildin bizim biz olduğumuzu yahu? Bir sürü anlaşılmaz durum yani. Bu arada, orada Bakan Yardımcısı’nın sizi karşılamaya gelmesi öyle şaşılacak bir durum değil o zamanlar. Bakan bile gelebilir. Acaristan Hükümeti’nin bakanından bahsediyorum tabii. Bu arada, hava kararmış, yağmur şiddetlenmiş, bizim eşyalar dışarıda ıslanıyor, biz oradan oraya koşuştururken sucuk gibi oluyoruz. Her taraf zifiri karanlık, yerler çamur içinde. Her taraf Türkiye’ye alışverişe giden ya da dönen Gürcü, Ermeni, Azeri, Rus “bavul turisti” dolu. Karanlıkta birilerini görmek imkansız, sürekli çarpışıyorsun. Gümrük binasının içi loş, havasız. Tam bir kâbus yani. Nihayet bir şekilde adamı ikna ettik, beyannameyi doldurttuk, işlemleri tamamlayıp Türk Gümrüğü’nden geçtik. Gece saat on bir buçuk falan… Ben bir de Gürcü Gümrüğü’nde başımıza gelecekleri düşünüyorum kara kara. O daha önce bizi bulan adam hemen yanımıza geldi, yine nasıl işimizin bittiğini haber aldı ve bizi bulduysa… Biz elimizde onca yükümüzle, şakır şakır yağan yağmurun altında Rus gümrük görevlilerinin (o zamanlar sınırlar Ruslar’ın denetimindeydi) önünden yürüyerek geçtik. Ne “Nereye gidiyorsun?” diye soran oldu, ne ”Bunların içinde ne var?” diye… Pasaportlarımız da bir şekilde damgalatıldı ve biz, saatlerdir bizi bekleyen Başbakan Yardımcısı tarafından -nihayet- karşılandık. Yanılmıyorsam 12 saatten fazla sürmüştü geçişimiz; tabii, tamamına yakını Türk Gümrüğü’nde.
İşte o günleri hatırladım. …ve şimdiyi gördüm. Yeni binaları, düzeni, formalitelerin azlığını, yerlerin beton asfaltını, insanların -çok daha fazla- profesyonelliğini… Gürcüler arabayı aramak istedi. Olacak tabii.
- Şunu aç.
açtım.
- Bunu aç.
onu da açtım.
- Şunda ne var?
- Bu ne?
Çadırın kılıfını, öndeki krikonun kılıfını bile söktürdüler. Çadırı aralayıp içine baktılar. En arka-alttaki hariç tüm sandıkları açtırdılar. Bu araba şimdiye kadar hiç böyle aranmamıştı. Arkada bir sürü araba da sabırsızlıkla bekliyor. Ne yapabilirim ki? Neyse, yaklaşık bir saatlik bir aramanın ardından, benim tüm kapaklar, kapılar, kılıflar açık, bağlantı kayışları açık olan bagaj kapısından aşağıya sarkar, darmadağınık bir şekilde kontrol noktasından çıkıp, boş bir yere park ettim. Toplaması da bir yarım saatimi aldı. Artık Gürcistan’dayım. Batum’da Lonely Planet’tan (LP) bellediğim bir otelde kalacağım. Haritayı iyice beynime nakşedip, şehre girdim. İnsanın önceden de aşina olduğu bir şehirde, yön bulması daha kolay oluyor tabii. Otelin sokağını buldum ama, otelin kendisi yok. Birkaç kişiye sordum, kimse bilmiyor. “Bir LP kazığı” diye geçirdim içimden. Listedeki ikinci otel de hemen arka sokakta ama, o biraz daha pahalı; 100 Lari (Gürcistan para birimi Lari, yüzde biri de Tetri), yani yaklaşık US$60.00. Neyse, eski süsü verilmiş yeni bir bina. Mermer yer döşemesi, abartılı süslü mobilyalar, odalarda şömine ve son derece görgüsüzce dekore edilmiş “lüks” görünümü verilmiş bir otel. Doğan görünümlü Şahin gibi yani.


Gece yürüyüşe çıktım. Yine o eski günleri hatırladım. O zamanlar gece dışarıya çıkılamazdı pek. Hem tehlikeliydi, hem de zifiri karanlık olduğu için, bir şey göremezdiniz. Zaten gidilecek bir restoran, café, pastane v.s. türü yer de yoktu. Şimdi ise her şey değişmiş, her yer ışıl ışıl, sokaklar insanlarla ve arabalarla kalabalık, birçok restoran, bar, café, market, mağaza, dükkân geç saatlere kadar açık.

Evropas Meydanı’nda dans eden fıskiyeler, gençler ve çocuklar

Eski ve köhne binalar restore edilip ışıklandırılmaya başlanmış. Yeni ve modern görünümlü binalar yükseliyor. Her yer inşa halinde; yeni meskenler, -tabii- alış-veriş merkezleri, iş merkezleri v.s. İnsanların yüzlerindeki o eski korku, umutsuzluk, bezginlik, mutsuzluk kalmamış, en azından çoğunda. Buraların şehirleri beni hep böyle şaşırtmıştır, uzun yıllar sonra yeniden ziyaret ettiğimde.

Eski ve yeni-1

Batum’da yapılacak çok fazla bir şey yok. Sabah kahvaltısından sonra kısa bir şehir turu attım. Eskiler, yeniler birbirine karışmış. Şehir gece gözüme daha güzel görünmüştü.

Eski ve yeni-2

Yolum doğuya, Acaristan’ın içlerine doğru. Eskilerde gittiğim Keda ve Khulo üzerinden Akhaltsikhe’ye ulaşacağım bu akşam. Yol kısa ama, son kısımları zorlu. Uzun sürecek yani.
Bu yol, zaman zaman Türkiye sınırına oldukça yaklaşarak Acharistskali Nehri’nin dağlar arasında açtığı derin vadi boyunca ilerler. Bu Nehir, Türkiye’deki Çoruh’un bir kolu olan Okçular Deresi’nin Gürcistan’daki (Acaristan’daki) devamı Chirukistskali Nehri’nin bir uzantısıdır. Acharistskali daha sonra Türkiye’den gelen Çoruh’la birleşir ve Batum’un hemen güneyinde, Çorukhi olarak denize dökülür. Madem yeniden birleşecektir, o zaman niye ayrılır; buna da akıl sır ermez.

Eski ve yeni-3

Yine o eski zamanlarda, Khulo’dan, vadinin öte yamacındaki bir köye teleferikle geçmiştik. Eğlence amaçlı bir teleferik değildi bu. Karayolundan ulaşmaya kalkarsanız, bir gününüzü alıyor, demişlerdi. Kamu hizmeti yani. Teleferiğin vagonuna doluşan bir sürü insanla karşıya geçerken, tam ortasında tel kopar da birkaç yüz metreyi bulan uçuruma düşersek kaç parçaya bölünürüz acaba, diye düşünmeden edememiştim. Anlattıklarına göre, zamanın birinde olmuş böyle bir şey. Bu sefer Khulo’da teleferiği bulamadım. Karşı yamaçtaki kulesi duruyordu ama, Khulo’dakinin yerinde yeller esiyordu.

Goderdzi Geçidi’nde kar tüneli

Yol Khulo’dan sonra gerçekten zorlaşmaya başladı. Hele Goderdzis Geçidi’ne yaklaşırken iyice zorlaştı. Yer yer heyelanla yok olmuş yolu onarmışlar ama, oralardan geçmek için de Land Rover mahareti lazımmış gerçekten. Goderdzis Geçidi (2,025m) yolun zirve yaptığı yer. Acaristan yaklaşık burada sonlanıyor. Daha sonrası Gürcistan. Geçit, tam bir geçit şeklinde. Yüksekliği arabanın iki misli olan bir “kar tüneli”nin arasından geçiyorum. Zirvede park etmiş bir arabadan çıkan birkaç Gürcü, olayı votka içerek kutlamak için davet ediyorlar. Özür dileyerek reddediyorum; kabul ettiğimde, votka banyosu sonucu başıma gelecek hazin sonu çok iyi bildiğimden.

Acaristan aslında Gürcistan’ın bir parçası ama, özerk bir bölge (idi). Aslen Gürcü olan Acarlar, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolu altına girmesinden sonra çoklukla Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, kendi devlet yönetimini kurarak, bağımsız bir ülke olmak için çok uğraşmışlar, Gürcistan’da o zamanki karışıklıklardan yararlanmaya çalışmışlardı ama, sonra bunu başaramadılar. En son 2004’te, eski Cumhurbaşkanı Aslan Abashidze’nin (ki, bendeniz kendisiyle tanışma “şerefine” nail olmuştum) oyuna gelerek Saakashvili tarafından Moskova’ya sürülmesinden sonra önceki bağımsızlığını da yitirdi.

Akhaltsikhe’ye vardığımda hava kararmış, hafiften yağmur atıştırmaya başlamıştı. Şehirdeki üç otelden en gözüme kestirdiğime yerleştim.

Vardzia Kaya Yerleşkesi

Salı günü planım daha da güneydeki Vardzia Kaya Manastırı’na gitmek. Yol fena değil. Ufak tefek bozuk bölümleri ile Kertvisi’den sonraki son 20km’lik bölüm dışında düzgün sayılır. Vardzia, 12. yüzyılda Kral II. Giorgi’nin kızı Perenses Tamar tarafından yaptırılmış. Burada daha önceden (10. yüzyıldan itibaren) var olan Ananuri kaya köyünü geliştirmişler. Ortadaki kilisenin doğu ve batı yakasında toplam 109 mağara grubunda tam 309 oda ve altı kilise daha var. Bizim Ürgüp-Göreme ve cıvarındaki kaya yerleşimlerinin bir benzeri.

Vardzia Kilisesi

Yaklaşık 2km tırmanarak ulaştığım kiliseden, arabayı park ettiğim enformasyon binasına döndüğümde, bir keşişle beraber yemek yiyen (ve tabii, içki içen) Gürcüler tarafından davet edildim.

Alabalık ve şarap

İngilizce de bilen Keşiş Lazare ve diğerleriyle bir saat kadar sohbet edip, ev şarabı eşliğinde alabalık yedik. Tüm ısrarlarıma rağmen yine de, 2-3 kadeh şarabı -neredeyse zorla- içirdiler.

Keşiş Lazare



Kertvisi Kalesi


Akşam Borjomi’deki Borjomi-Kharagauli Ulusal Parkı’nda çadır açacağım. Parkın Borjomi girişindeki idari binaya vardığımda kapı kilitli ve kimse yoktu. Kapıda, arabanın içinde bekleyen genç Zaza’dan yardım istedim. İngilizce bilen Zaza birilerine ulaşmak için çok çabaladı ve sonunda başardı da. Kapının anahtarını alıp açtık. Arabayla parka girdim ve yürüyüş parkurlarının başladığı noktada, Gürcistan’daki ilk kampımı kurdum.

Gürcistan’da ilk kamp yerim

Borjomi su kaynakları ile meşhur bir yer. Özellikle sodalı maden suyu, eski Sovyetler Birliği’nin hemen her yerinde içiliyordu. Şimdi de aslında, Gürcistan dışında da halâ birçok eski Sovyet ülkesinde satılmakta.

Hiç bu kadar büyüğünü gördünüz mü?

Çarşamba sabahı erkenden, kahvaltımı yapmadan önce, parkurların en kısasını yaklaşık 3 saatlik bir yürüyüşle tamamlayıp kısa bir kahvaltı ettim. İdari binada kamp ücretini ödedikten sonra, Tiflis’e doğru yola çıktım.




 Yazılan Yorumlar...
nilay
(13 Kasım 2012)
ooooooooooooof. eladi hamsi. mende yaxin gelecekde ora gedecem insaallah. sekillerde gorduyum her yeri gezecem. oralarda sekil cekdirecem. INSAALLAH.
qismet olar
tural
(13 Kasım 2012)
super yerlerdir. esasende evropas meydani ve goderzi kecidi. oralari gormek isterdim
Raynor
(18 Haziran 2012)
Ali bey, nihayet yeni seriye başlayabildim. Kertvisi Kalesi fotodan çok heybetli görünüyor. Kar tünelinden arabayla geçmek de ayrı bir cesaret ister diye düşünüyorum. Merakla seriyi izlemeye devam edeceğim.
Engin D
(16 Haziran 2012)
Batum şu anda nerdeyse Türkiyenin bir kenti gibi. Batum Havaalanını TAV işletiyor. THY ve özel havayollarının iç hat seferlerine açık. Artvine gitmek isteyen yolcular pasaportsuz olarak havaalanını kullanabiliyor.