Milano: Modanın Başkenti

Palermo’dan kalkan uçağımızın Bergamo havaalanına 10.50’de inmesi gerekirken tekerlekler yere dokunduğunda saat 10.25’i gösteriyordu. Böyle bir duruma da ilk defa şahit oluyordum. Hava soğuk ama günlük güneşlikti. Çıkış kapısının oradaki stantlardan Milano’ya gidiş-dönüş biletlerimizi aldık. Yolculuk yaklaşık 50 dakika sürdü. Milano tren istasyonunda indik ve her zamanki gibi navigasyonu çalıştırarak otelin 800 metrelik yürüme mesafesinde olduğunu saptadık. 10 dakika sonra oteldeydik: Hotel Arno. (Via Lazzaretto, 17).

Dışarıdan herhangi bir uyarı levhası olmadığını bildiğimiz otel dördüncü kattaydı ama bu eski binaya sonradan eklendiği belli olan bir asansör vardı. Resepsiyondaki sempatik adam check in işlemlerini yaparken Türk olduğumuzu öğrenince birkaç kelime Türkçe konuştu. Bir arkadaşı Türkiye ile ticaret yapıyormuş ve o vesileyle ondan öğrenmiş. Odanın sigara içilmeyen bölümde olduğunu özellikle ikaz etti (Neden acaba?!?). Oda gayet ferah ve temiz. Yataklar pırıl pırıl. İçeride bir lavabo var ama tuvalet ve banyo dışarıda. İki oda ortak kullanıyor. Bu oteli hostelworld.com’dan ayarladık ve günlüğü 66.00 Euro. Otelden bir Milano haritası aldık ve görevli bize nereleri gezmemiz gerektiğini işaretledi. Daha önceden tespit ettiğim bazı yerlere ise burun kıvırdı. Onun işaretlemelerine bakarsak 3 ya da 4 yerin görülmesi gerekiyor. Özellikle bizim gibi 24 saati olanlar için. Gerisi keyfe kalmış…


   

Otelden çıktığımızda saat 12:30’du. Metroya binerek merkeze gitmeye karar verdik. İki metro durağı otele yakın mesafede: Repubblica ve Porto Venezia. Biz Repubblica’da karar kıldık ve Repubblica meydanına doğru yürüdük. Metroya vardığımızda makinelerden 24 saatlik geçerli biletlerden aldık (Adam başı 3.00 Euro) Sarı hatta binip üç durak sonra indik ve DUOMO Katedrali karşımızdaydı. Muhteşem bir manzara. Dünyanın en büyük üç katedralinden birisi olan Duomo’nun inşaatı 14. yüzyılda başlamış ve ancak 1800’lerin başında tamamlanabilmiş. Hatta denildiğine göre Napolyon burada İtalya kralı olarak taç giymiş. Beyaz mermerleri de Maggiore Gölü civarından getirilmiş. Katedrale giriş ücretsiz. İçindeki eserler de gerçekten muhteşem. Çatısına da asansörle çıkılabiliyormuş (6.00 Euro) ama biz tercih etmedik. Yalnız manzaranın harika olduğunu söylüyorlar. Bu arada Duomo Meydanı da çok hareketli ve oldukça büyük. Şehrin kalbi burada atıyor dersek yanlış olmaz.


   

Katedralden çıkınca hemen yanı başındaki Vittorio Emanuele II adını taşıyan ve Galleria diye de adlandırılan pasaja girdik. Cam tavanlı bu meşhur yapı büyük ve lüks alışveriş mağazalarından oluşuyor. Aynı zamanda kafeler, restoranlar ve kitapevleri de mevcut. Galleria’nın öbür tarafından dünyaca ünlü opera binası La Scala’nın da bulunduğu meydana çıktık. Harika Leonardo da Vinci heykelinde fotoğraflarımızı çektikten sonra Via Verdi istikametinde devam ettik. Daha sonra Via Brera’ya geçtik. Brera Gallery tadilatta olduğu için giremedik. Daracık bir caddeydi ve biraz ilerde sol köşede Bar Brera’nın bulunduğu caddeye döndük. Biraz o sokak biraz bu sokak derken aradığımız yerin bulunduğu meydana çıktık: Piazza Castello.


   

Ortasında kocaman bir havuzun bulunduğu meydan aynı zamanda Viscontilerin yaptırdığı 15. yüzyıldan kalma tuğladan örülmüş Castello Sforzesco’nun da bulunduğu yer. Kare şeklindeki bu kalenin içinde dev bir avlu var. Kalenin birçok yeri gezilmiyor. Bazı sergileri gezebiliyorsunuz. Biz oradayken Osmanlı Sergisi vardı. Girdik ama üç tane çini ve birkaç halıdan başka bir şey yoktu. Zaten yurtdışında bizimle ilgili sergilerde nedense hep benzer şeyler karşıma çıkıyor. Oysa bu kadar zenginliğimiz var.


   

Kaleden çıktığımızda artık acıkmaya başlamıştık ve restoran aramaya başladık. Baktığımız bazı yerler kapalı olduğu için kendimizi Ristorante Pane Vino denen bir yere attık. Daha çok bir şarap evini andırıyordu. Fakat o kadar çok domuz etli şey vardı ki bir anda ben ve Hayati sadece kruvasan yemeye karar verdik. (Sadece kruvasan dediğimizde bayan garsonun suratının aldığı hali anlatamam) Biz üçer tane kruvasan ve birer kola sipariş ettik. Diğer arkadaşımız “oturduk ayıp olmasın” diye vejetaryen bir şeyler söyledi: Caprese…. Sadece ona servis açıldı, zeytinyağı, sirke, peçete falan filan hepsi ona geldi. Ne geleceğini çok merak etmiştik. Veeeeee, 6 dilim domatesin arasına serpiştirilmiş peynir ve tabağın ortasında bir küçük parça marul ! Gülmeye başladık tabi. Biz sigara içmeye dışarı çıktıktan 10 dakika sonra arkadaşımızda geldi. Hiç birimiz doymamıştık ve 35 Euro hesap ödemiştik. (Meşhur Caprese 12 Euro) Bu yemekten sonra bir daha benim hazırladığım peynirli ve domatesli sandviçler hiç espri konusu olmadı.


   

Saat 17’ye geçiyordu ve hava sertleşmeye başlamıştı. Daha önceden bildiğimiz Via Stradivari’deki küçük alışveriş merkezine gittik. Her türden, her fiyata bir şeyler bulmak mümkündü. Ufak tefek alışveriş yaptıktan sonra otele dönmeye karar verdik. Bulunduğumuz yer ile otel arası yaklaşık 1,5 km idi ve yürümeye karar verdik. Bu sırada gördüğümüz bir süpermarketten ufak tefek alışveriş yaptık ve otele vardık…

Akşam yemeği için otelden çıktığımızda saat 20:00 civarıydı. Rehber kitaplarda bahsedilen sadece Milano’da olan bir şeyi uygulamaya karar verdik: Milano’da neredeyse tüm barlarda saat 18:30 – 21:30 arası bir içki aldığınızda 10 ila 50 çeşit arasında değişen sayıda yiyeceği ücretsiz yiyebiliyorsunuz. Onlar buna “Happy Hour” diyorlar. Biz de resepsiyondaki görevliye sorduğumuz da yakındaki bir barın ismini verdi. Via Napo Torriani üzerinde ve Hotel Mellini’nin yanındaki köşede bulunan bara girdik. Ortalama bir bardı. Üç tane bira söyledik. Bunun yanında yaklaşık 15-20 çeşit yiyecek vardı: Cipsler, küçük pizzalar, sandviçler, patates kızartması, zeytin vs. Üç büyük biraya 18 Euro ödedik ve yiyecekler için para vermedik. Bazı sandviçlerde domuz eti olduğu için çeşidimiz azalmış olsa da yine de fena değildi. En azından o gece kimse bir daha bir şey yemedi. Herhangi bir yer aramadan avare biçimde sokakları dolaştıktan sonra otele döndüğümüzde sat 23:30 civarıydı. Marketten aldığımız bira ve soslu fıstıkları odada yuvarladıktan sonra uykuya daldık...

Dönüş günü…. Sabah saat 08.30 gibi kalktık ve çantaları topladık. Otelde check out saati 10.00 olduğu için çantaları resepsiyona bıraktık. Bugün için yapılacak ya da görülecek özel bir şeyimiz yoktu. Kahvaltı için dışarıya çıktığımızda bizim için hiç de sürpriz olmayan bir manzara ile karşılaştık: Kar….

Otelin kapısından dışarıya çıkıp sola doğru 3 dakika yürüyerek Piazza Cincinnato’ya geldik ve köşedeki aynı isimli bara girdik. Güzel ve taze görünen kruvasanlardan yine 3’er tane söyleyerek çaylarımız eşliğinde mideye indirdik (Toplam 13.80 Euro) Bazen kar bazen de karla karışık yağmur yağıyordu. Bu sefer Porto Venezia metro durağına yürüyerek Duomo’ya vardık. Burada hoş ve lüks bir kafeteryada birer tane Cafe Americano içerek gelip geçene baktık (9 Euro) Orada çok lüks 7 katlı bir alışveriş merkezinde (Ri… ile başlıyordu ama ismi aklıma gelmiyor) hayatımızda görmediğimiz lüks markaları gördükten sonra yedinci katındaki “Food Market” bölümüne çıktık. Burada dört tane mankenle yapılan fotoğraf çekimini izledik. Aynı zamanda terasa çıkınca Duomo Katedraline dokunacakmışsınız kadar yakın olduğumuzu anladık. Neredeyse Katedral kadar yüksekteydik o anda ve manzara çok güzeldi.


   

Alışveriş merkezinden çıkınca Via Torino boyunca ilerledik. Burası da alışveriş için uygun bir cadde. Aynı zamanda Corso Buenos Aires’te öyle. Canlı ve hareketli caddeler bunlar. Bu arada saat öğleni bulmuştu ve bizim havalimanına giden otobüse binmemiz için 2,5 saatten fazla zamanımız vardı. Ancak yağmur da bizi engelliyordu. Bu yüzden metroya binip alakasız bir durakta inerek o bölgeyi gezmeye karar verdik. Kırmızı hatta bindik ve Turro durağında indik. Viale Monza’da dışarıya çıktığımızda ilk gördüğümüz şey İstanbul Ayasofya Kebapçısıydı. İçeri girdik selamlaştık. Onlardan birkaç yüz metre geride bir süpermarket olduğunu öğrendik. Oraya gidip bir miktar alışveriş yaptıktan sonra kebapçıya geri döndük. Birer kebap ve kola içtikten sonra hesabı ödeyip ayrıldık. (Normalde adam başı döner + içecek 5.50 Euro olan menü için bizden toplam 10.00 Euro istediler, biz de 15.00 Euro bıraktık ve çıktık. Aynı duraktan metroya bindik ve biraz karıştırsak da oteli bulduk. Birer tane kaşarlı sandviç hazırladıktan sonra çantalarımızı alarak otelden ayrıldık. Yağıştan dolayı taksinin uygun olacağını düşünmemize rağmen o havada taksi bulamadık. 15 dakikanın sonunda biraz ıslandıktan sonra 5 dakika kala otobüse yetiştik. Uçağımız 17.10’da olmasına rağmen hava yüzünden otobüse erken binmeye karar vermiştik. Normalde 50 dakika süren yol bu sefer 1,5 saate yakın sürdü ve 15.50’de Bergamo Havaalanına geldik. Ancak uçağımızın 50 dakika rötar yapacağını öğrendik. Çantaları verdikten sonra küçücük havaalanını gezmeye başladık.

Sandviçlerden sonra birer kahve içtik. (4.80 Euro) İtalya seyahatimiz boyunca içtiğim tek kaynar kahve idi. Süperdi. Sorunsuz bir şekilde havalanan uçak yine sorunsuz bir inişle 21.30’da İstanbul Sabiha Gökçen’e indi. Bizi bekleyen arabamıza koşarak mutlu ve yorgun bir biçimde başkente doğru yola çıktık…..


 Yazılan Yorumlar...
hakangeziyor
(22 Haziran 2012)
Aslı hanım, öncelikle yoğun bir program olduğunu söyleyebilirim. Benim tercihim 8 gecelik bir programda en çok iki şehri ve bu iki şehre yakın diğer gezilecek yerleri gezmektir. Örneğin, Roma 4 gün (bir gün Napoli) ve Floransa 3-4 gün (bir gün Siena ve San Gimignano, bir gün Pisa ve Lucca ). Çoğu zaman bir şehri görüyoruz ama tadı damağımızda kalıyor, ya da yakın güzellikleri kaçırıyoruz diye düşünüyorum. Zira o bölgeye tekrar gitmek ya nasip olmuyor ya da uzun yıllar sonra oluyor. Elbette nasıl gezeceğiniz ve neyi tercih edeceğiniz tamamen size kalmış.

Kaç kişi olduğunuzu bilmiyorum ancak bahsettiğiniz sürede bir program size pek şehir dışı gezi imkanı sunmayacaktır. Şehir içinde de zaten arabayı hiç tavsiye etmem. Bu yüzden bölgesel trenlerle seyahat edin derim. Hem ucuzdur hem de çok sık tren vardır. Şehir parkında 10-15 Euroya varan park ücretleri ödersiniz. Bu da arabanın maliyetini artırır.
Venedik ve Floransada da benzer pass uygulaması mevcut ama hiç de cazip değil. Venedik pass la ilgili düşüncemi ilgili gezi rehberi yazımda bulabilirsiniz. Floransa pass yeni başladı ve 50 Euro ama bence çok da gerekli değil.
Umarım yardımcı olabilmişimdir. İyi seyahatler.
aslı fitoloğlu
(22 Haziran 2012)
Hakan bey öncelikle çok teşekkür ederim bu kadar çabuk cevap aldığım için. bir soru daha sormak istiyorum; seyahat güzergahımızı roma(3),floransa(2),venedik(2),milano(1) şeklinde planladık,iyi mi oldu pek bilmiyoruz:( şehirler arası ulaşım için araç kiralamayı düşünüyoruz ilk defa yurtdışına çıkacağımız için sanki bizim için daha iyi olur gibi geldi. siz özellikle şehirler arası ulaşım için treni mi önerirsiniz. ya da hangisi daha ekonomik ve güvenli olur? Roma Pass mantıklı gibi duruyor. sanırım Milanoda da milano kart varmış. floransa ve venedikte de buna benzer bir uygulama var mıdır? biraz uzun oldu sorum galiba:) tekrar teşekkürler..
hakangeziyor
(20 Haziran 2012)
Aslı hanım, sizin için en mantıklısı Milano Merkez tren istasyonu yakınında bir otelde kalmanız. Zaten Milanodaki otellerin belki üçte ikisi bu bölgede yer alır. Aynı zamanda tek bir metro ile bir kaç durakta merkeze ulaşmanız mümkün. Belki daha da önemlisi sizi Bergamo Havaalanına götürecek otobüslerin tamamı Merkez tren istasyonunun oradan kalkar. Böylece oraya ulaşmanız da kolay olur. İyi seyahatler...
aslı fitoloğlu
(20 Haziran 2012)
Merhaba, biz Venedikten Milanoya geçmek istiyoruz. Bunun için Milanoda otelimizi hangi bölgede seçmeliyiz. Milanoda sadece 1 gün kalacağımızdan görmemiz gereken yerlere yakın birde konaklayabilir miyiz. Bu arada dönüşümüz de Bergamo havaalanından İstanbul a olacak.
reyhan yasar
(20 Temmuz 2010)
arkadaşlar hayırlı ve de uğurlu olsun insanın gezip gezip yazası geliyor.