Kos'dan Selam, Komşuya Devam... | |
Her şey, eşimin doğum günü için program arayışı ile başladı. Birçok yıl yaptığımız gibi, güzel bir balıkçıda akşam yemeği fikri benim yaptığım kaba bir hesapla, Kos’da beş günlük otel parasına denk gelince hemen program değişti ve Kos hesapları yapılmaya başlandı…Bu imkansız demeyin, iyi bir araştırma ile internet sitesinden Kos merkezde “PARITSA HOTEL”, beş gece kahvaltı dahil, iki kişi 98 € bulunca hiç zaman kaybetmeden programı yaptık…Düşünemiyorum, sadece iki kişi bir akşam yemeği parasına Kos da beş gece, nasıl bir otel, bilmiyoruz ama iyi görünüyor ve Booking.com daki yorumlar çok iyi…Üstelik bu parayı da dört taksitte ödeyeceğiz…Komşu bekle bizi geliyoruz… Bodrum’a ucuz uçak arayışı da olumlu sonuçlanıp, Sabiha Gökçen’e Bostancı’dan Belediye Otobüsü ile kapağı atınca artık rahatlıyoruz… Bir gece Bodrum merkezde kalmak istiyoruz, çünkü akşam uçağı ile gitmek bünyeye iyi geliyor bu yaşta….Bodrum merkede Gardenya pansiyon, kahvaltı istemediğimiz için iki kişi 60 TL yapıyor fiyatı ama çok eski bir binada temiz fakat kötü odada ancak bir gece kalınır…o kadar….Akşam yemeği her zamanki gibi Kumbahçe semtinde denize nazır BERK restoranda...Eski dostlar bizi yakın ilgi ile karşılıyorlar, Hüsnü Baba şişmanlamış, Cemil zayıflamış, Aşkın evlenmiş, bir yıllık dedikoduları hemen anlatıyoruz birbirimize, lezzetleri özlemişiz, yiyip,içiyoruz, adam başı 40 tl…normal bir fiyat geliyor… Bodrum yeni liman biraz şehrin dışına doğru, Halikarnas Diskonun ilerisine konuşlanmış, sabah 8’de hazır ve nazırız limanda, yan tarafa dev gibi bir yolcu gemisi yanaşmış, biz Rus yapımı bir deniz otobüsüne oturuyoruz, adam başı 15 € luk biletlerimiz ve vizesiz yeşil pasaportlarımızla tam 18 dakikada KOS limanındayız. Bizden başka valizli yolcu yok, herkes günübirlikçi. Hızlı bir pasaport kontrolünden sonra işte attık kendimizi güzel “limani “ye… Limanın en güzel yerinde, Belediyenin hemen yanında “Fanos Travel” ilk durağımız. Fanos Travelin sahibi Dimitri yakın bir arkadaşımızın yeğeni ile evli, yani enişte oluyor bu durumda…Kiralayacağımız araba ve gitmeyi düşündüğümüz volkan adası Nisiros turu hakkında konuşuyoruz ve yarınki Nisiros turuna adam başı 25 € luk bilet alıyoruz…Bu ilginç adayı bir başka yazıda anlatacağım, araya sıkışmayacak kadar güzel bir gündü…Şimdi İstikamet otelimiz Paritsa… Limandan sadece üç sokak ilerde, güzel bir köşe başında arz-ı endam ediyor, önüne şık şemsiyeleri ile ufak bir de cafe bölümü açmışlar…Eşim inanmıyor, bu otel bu paraya olamaz, herhalde bir yanlışlık var, dur bakalım neler olacak !!! diyerek hayretler içinde, gecelik bir kişi 22 TL, öğrenci yurdu fiyatına…Giriş güzel, siyah mermerler, şık koltuklar, ufak bir bar ve solda resepsiyon, otelin sahibi ve her an işinin başında olduğunu öğrendiğimiz Manolis bizi karşılıyor, ikinci kattaki odamıza çıkıyoruz. Yan yana iki ahşap yatak, dolap, tuvalet masası, saç kurutma, TV ve çoook temiz bir banyo, önümüz balkon, buzdolabı ve klima mevcut, her yer pırıl pırıl,daha ne isteriz ? Kaldığımız beş gün boyunca her gün temizlik yapıldı ve iki kez de çarşaflar yenilendi…Biz bu oteli sevdik, tavsiye ederiz…Kısa bir dinlenmenin ardından sokaklardayız…Hava parçalı bulutlu ve ılık, tam gezmeye uygun, deniz tatili düşünmediğimiz için bu mevsimde ucuz fiyatlarla KOS’un keyfini çıkarmaya hazırlanıyoruz. İlk durağımız, önceki KOS gezimizde tanıyıp sevdiğimiz Caravelle tavernaya geliş raporu vermek. Otelimiz, Caravelle nin konuşlandığı plaja da 300 metre uzaklıkta. İbrahim bey ve yeğeni Egemen’le sohbet, birer güzel kahveden sonra akşama masamızı ayırtıp, biraz plajları kontrol ettikten sonra, şehrin merkezine doğru yürüyüşe geçiyoruz. Daha önceki KOS yazımda da (Yalıkavak’tan Kos’a Pupa Yelken) belirttiğim gibi KOS’da Osmanlıdan kalma önemli sayıda Türk nüfusu var, çoğu turizmden geçiniyor, lokanta ve hediyelik eşya, kuyumculuk konularında başarılılar. Yaptığımız sohbetlerde kamu çalışanlarında durumun çok kötü olduğunu, maaşlarda kesintiler olduğunu, kendilerinin serbest iş kollarında daha iyi durumda olduklarını, Türk turistlerin adalara çok güzel para bıraktıklarını söylüyorlar. Limanın en güzel bölümü kalenin yanı başındaki palmiyeli yol, bu yolun üstünde, eski şehrin önemli bir meydanını kaleye bağlayan şirin bir köprü var, alttaki yol, Psalidi bölgesine ve yeni marinaya devam ediyor… Hipokratesin derslerini verdiği meşhur çınarın olduğu meydan yine yeşillik ve serin, hikayesi biraz uydurma olduğu belli olan çınar 600 yıllık diyorlar, hani Hipokrates altında ders vermişti? Üstat MÖ 460 yılında bu adada doğduğuna göre bu çınar ancak bir hikaye olarak tarihe geçmeli. Çapı 12 metreymiş, alttan destekler olmasa her an çökebilir ve altındaki Lonca camii şadırvanı zarar görebilir… 18. yüzyıla tarihlenen camii sonraki yıllarda tamir görmesine rağmen şu anda terk edilmiş durumda, alt katındaki geçitte caminin vakfına ait hediyelik eşya dükkanları var…En güzel ve göz alıcı nokta, antik devşirme parçaların kullanıldığı şadırvan…Belli ki bir de mezarlığı vardı bu yapının, etrafta çok kötü durumdaki iki mezar taşı bunun belgesi. Yapının külliyesine ait olduğunu tahmin ettiğim hamam, bugün gece kulübü olarak kullanılıyor, hamamın kubbeleri delinerek yapılan ve aralara sokuşturulan havalandırma boruları tam bir felaket… Lonca Camiine komşu alanda, şehrin tam kalbinde antik Agora yer alıyor. İtalyan kazılarının ortaya çıkardığı yapılar korunaklı bir alanda gezilebiliyor bu havada…Yazın zor olur bu gezi. Agoranın yanından, sevimsiz hamamın arkasından devam eden, lokantaların arasından geçen Nafklırou sokağı antik bir kapıyla Elefterias=Hürriyet meydanına açılıyor, şehrin kalbi burası. Bir yanda defterdar Hacı İbrahim’in 1724’de yaptırdığı Defterdar camii, ki halen kullanılıyor, bir yanda İtalyanların tamamen Art-Deco stilinde inşa ettikleri devlet binaları, diğer yanda da yine İtalyan yapımı Belediye Pazar yeri veya Nea Agora=Yeni Pazar. Meydanı çevreleyen bu yapıların önlerinde ise güzel kafeler bir “Frappe “ için sizi bekliyor. Sütlü ve şekerli arzu ederseniz, ”ena Frappe, gliko, me gala parakalo! “ demeniz yeterli olacak.. Pazar binasının içinde hediyelik eşyadan kurutulmuş meyveye, baharat ve sabun-zeytinyağına kadar yöresel ürünler satılıyor, diğer kapıdan çıkışta ise dev gibi dört benjamin ağacının gölgesine kurulmuş Agora Taverna karşılıyor sizi. Bu gölgeli meydanın sağındaki hafif yükseltiye merdivenlerle çıkınca şehrin ana kilisesi ile karşı karşıyasınız, adalardaki birçok kilise gibi Meryem’e adanmış, bin yıllardır bu bölgede “ana tanrıça” devam edip gidiyor, hangi din olursa olsun…Kilise avlusu begonvillerle renklenmiş, bu bölgede nar çiçeği renginde kırmızı begonvil çok yaygın. Arkadaki alış-veriş sokağı İfestou’ya geçiyoruz, tentelerin ve begonvillerin gölgesinde hediyelik eşyalar sergileniyor her dükkanda, çoğu Çin malı, fiyatlar Bodrum’a göre ucuz, bazı el yapımı takılar ilginç. Arada, bir köşede altı dükkan yapılmış ve camii özelliğini çoktan kaybetmiş Morukzade İmam Rıfat efendinin yaptırdığı caminin kubbesini ve kitabesini yakalıyorum…Arayan bulur….Gözlerimi kaldırdığımda, bozulmuş kubbenin üzerinde ay şeklinde alem duruyor. Kalabalık sokak devam ediyor, esnaf kendini Ege’nin ılık havasına atmış İskandinav turistleri gördükçe ellerini ovuşturuyor. Diagoras meydanında yolun sonuna geliyoruz. Çok şirin ve tavernalarla çevrili bir meydan, sol tarafta, bugün yalnız minaresi ayakta, o da sembolik, güdük bir minare, “Yeni Kapı” camii minaresini görüyoruz… Artık soluklanma zamanı, meydanın tam karşısında La Prima’ya çöküyoruz. Garson Aleksandros’un güzel sohbeti eşliğinde yarım litre şarabımız ve ikram meyvemizle birlikte hafif bir öğlen atıştırmasına 16 € ödüyoruz. Uzatılmış öğle molası pek iyi geliyor…Zaten bu seyahatte hiç acelemiz yok, her şeyi ağır ağır, tadını çıkartarak yapacağız, vakit bol… Liman karşısındaki şık kafelerde iki Yunan kahvesinin (!) ardından otelimize doğru dar sokaklarda dolaşıyoruz. Bir kamyonet arkasına eski bir çamaşır makinesi yüklemiş, megafondan avaz avaz anons ediyor, esmer renkli vatandaş tüm gücü ile bağırıyor “paliantzisssss=eskiciiii”. Eskici geçip gidiyor, bir başka kamyonet, bu kez arkasına canlı bitkiler yüklemiş, aynı şiddette bir anons ile bağırıyor “Kipuros=bitkiler”, anlaşılan KOS belediyesinin bu konuda bir yasağı yok. Akşam yemeğine söz verdiğimiz gibi Caravelle’ye gidiyoruz. Fatma hanım, İbrahim bey ve Egemen bize güzel bir masa donatmışlar, Barbayanni uzomuz eşliğinde güzel mamalar yiyoruz. Gecenin yıldızı minik Simi karidesleri, alevli bir tavada aniden kızartılıp limon suyu ile söndürülüyor, kabukları ile yeniyor. İkinci güzellik ise çeşitli otlarla buğulama yapılmış midye…Yemediğimiz bir şey kaldı mı ? Soğuklar, sıcaklar, uzo dahil, 47 € ödedik. Bir önceki KOS gezimizdeki 6 kişi avantajı tabii daha hesaplı olmuştu… Bir sonraki günümüz, volkan adası Nisiros da geçti, bu ada bir başka yazının konusu olmayı hak ediyor…Arabamızı aldıktan sonra düştük yollara…Hyundai Getz’e ÜÇ gün için 85 € ödedik, son derece makul…48 € luk benzin biraz fazla geldi, olsun helal ettik Fanos Travele… Adayı baştan sona güzel, asfalt bir yol katediyor, ama bizim amacımız anayol değil, tüm ara yollar…İlk durak Marmari….Bir köy vardı da yok mu oldu, yoksa burası sadece bir plaj noktası olduğu için mi önem kazandı bilinmez..Bilinen, güzel sahildeki plajlar tüm teşkilatları ile yaza hazır, hava serince, su da öyle, şimdilik müşteri bekliyor plajlar ve hemen arkadaki kafeler. Biz de sabah kahvemizi Marmari’deki Artemis kafede içerek yola devam ettik. Sırada Mastichari var…İşte burası daha kalabalık ve bir köyün de mevcut olduğu bir sahil, bu gelişmede karşımızdaki Kalymnos adasına bu köyden kalkan teknelerin payı çok büyük. Turistler geliyor, gezip-dolaşıp tekne saatini bekliyor ve sonra atlıyor tekneye ver elini Kalymnos…Belki bir başka zaman biz de gitmeliyiz bu komşu adaya.. Öğlen atıştırmasını, sahilde, iskeleye nazır Kali Kardia=İyi Kalp’de yaptık… Karides, kalamar, şarap, kahve, ederi 27 €…Öğle keyfi… Öğleden sonra adanın diğer tarafındaki Kardamena köyüne geçtik, bu köyden de karşıdaki Nisiros’a tekneler kalkıyor, KOS dan 1,5 saat, buradan 45 dakika sürüyor volkan adası. Dar sokaklarda dolaştık, neşeli sahilde gezindik, ufak bir bira keyfi yaptık ve dağ yollarından Pyli köyü üzerinden, yemyeşil daracık virajlı yollardan yamaçtaki Zia köyüne tırmandık. Zia, tüm rehber kitaplarda gidilmesi gerekli kategorisinde…çok hak verdik bizde. Dikeos dağına yaslanmış, içinden sular akan yemyeşil bir köy. En önemli özelliği buradan, karşıdaki Kalymnos adası arkasından güneşin batışını seyretmek..Turist mevsiminde güneşin batışına yakın boş masa bulunmazmış, biz şanslıyız, sokaklarda gezenleri toplasan, ancak bir lokantayı doldurur, burada ise her manzaraya hakim yerde bir taverna mevcut… Arabamızı köy meydanına park ederek, daracık, taş döşeli yoldan hediyelik eşya dükkanlarına bakarak yükselmeye başladık. Köy evleri, akan sular, bahçeler arasından tepedeki Panaghia Koimesis=Meryemin ölümü kilisesine ulaştık. İçerdeki basit ama çok renkli freskoları inceledik ve meydandaki en iyi yeri kapmış Oromedon tavernaya, denize ve Kalymnos’a nazır bir masaya kurulduk. Alüminyum folyoda peynir fırında, nefis mücver, dolmades avgolemono=limon terbiyeli dolma, uzo ve kahveden oluşan yemeğe 27.50 € ödedik, bence Kalymnos adası gerisinde kıpkırmızı batan güneş bu parayla ölçülemez…helal ettik…Akşam ışıkları yanarken biz de Kos’un en canlı piyasa bölgesindeki bir kafedeydik. Bir sonraki günümüzde, bir kitapta okuduğum Plaka bölgesine gidelim dedik…Ne varmış burada, kitap tavus kuşları var diyor, ehhh bu bölgede birkaç tane görürüz belki diyerek, ana yoldan ayrılarak bozuk bir yoldan bir çam korusunun içine daldık. Bizden önce gelen birkaç arabanın yanına park ederek arabadan indik ki ne görelim, Hollandalı turistler yanlarında getirdikleri kutu mamalarla ormandaki kedileri beslerken etrafımızda salına salına belki 50 tane tavus kuşu dolaşıyor…ne sürpriz…Son derece hür bir ortamda, akan dereden su içiyor, avlanıyor, böcek ve çam fıstığı topluyor, uçmaya çalışıyor, kötü sesleri ile çığlıklar atıyor. Hiç bir çocuk bu güzel hayvanları kovalamıyor, evdeki vazoya koyarız diye hiç kimse kuyruktan tüy koparmaya kalkmıyor… Yolumuza devam ederek sonraki durağımız,adanın en uzak noktasında bir tepede yer alan Kefalos’a geldik. Adından da çok belli olduğu üzere bir kafa biçiminde coğrafyaya sahip köyün bir kalesi var..Sokaklarda ve minik meydanda dolaşarak virajlı bir yolla sahildeki Kamari plaj bölgesine indik. Kıyıdan uzakta ve üzerinde minik bir şapel olan Kastri adasına bayıldık ve bu kez yeniden geriye diğer sahile dönerek, Löplöpçüler.com sitesinde okuduğum Limionas’daki Tavernaya demir attık…Burada köy tipi bir yerleşim yok, bir taverna, yanında 3 adet pansiyon odası, aşağıda bir balıkçı barınağı ve plaj, arkada nefis bir koy, işte tüm Limionas … Yanni’nin tavernasına kurulduk… “Bizi nerden buldunuz” sohbetinden Türkiye’den geldiğimiz anlaşılınca, sohbet ve ikram çok derinleşti. Yarım litre bizden, diğer yarım litre Yanni’den bir litre şarap, şarapta zeytinle pişirilmiş ahtapot, jumbo karides saganaki, beyaz peynirle doldurulmuş piperi kokkina=kırmızı biber, cevizli baklava (ikram), iki kahve, mastika likörü (ikram) nden oluşan yemeğe 30 € ödedik…Bol sohbet yaptık, Yunan ekonomisini kurtardık, hepinize tavsiye ediyorum….Dağ yollarından, ara plajlara inerek, her koyda bir selam vererek Kos’a dönmemiz akşamı buldu. Akşam yemeğini bu gece meze olmadan, ana yemek olarak yemeğe karar verdiğimizden, altımızda araba da olduğu için Kos’un 5-6 km dışındaki Türk köyü Platani’ye yollandık. Orta Meydandaki büyük çınar kurumuş, kesmişler, meydan kele dönmüş, etrafındaki Türk lokantaları gayet bakımlı, güzel kebap resimleri asmışlar. Şerif tavernaya oturduk, güzel şişler yedik, Şerif beyin oğlu Ahmet servis yaptı, geç saatte işi biten Şerif bey de rakı kadehini alarak masamıza geldi, sohbet derinleşti bu kez de Türkiye yi kurtardık… Adanın Türkiye sahillerinde Akyarlar’a bakan bölümü Tigaki plajları olarak anılıyor, burada büyük otellerden küçük pansiyon ve apartlara kadar her türlü konaklama mevcut. Bir mini tren Tigaki merkezden otelleri dolaşıyor, turistleri taşıyor. Yüksek bina yok, bakımlı bahçelere üç katlı oteller yapılmış, sahil ortak kullanımda, oteller geride. Kos limanının sağ bölümünde ise (yüzümüz denize doğru), Psalidi bölgesi yer alıyor. Buraya yeni yapılan Marina canlılık getirmiş, bu sahildeki taverna ve plajlar Agios Fokas burnuna kadar devam ediyor. Tam burunda aynı bizde olduğu gibi dev bir Yunan bayrağı boyamışlar araziye..Bu noktadan sonra birkaç güzel otel gördük sahilde. Yol kayaların üzerinde yükselerek devam etti veeeeee bir noktada bitti. Bu yolun biteceğini okumuştuk, sürpriz değil. Biz de arabayı milletin yanına park ederek, kayaların aşağısında, deniz kenarında bir kaynaktan fışkıran sıcak suyu görmeye hazırlandık. Rus turistler hemen mayoları giymişler, elde havlu, anlaşılan o sıcak suya girilecek. Bu bölgeye Thermae adı verilmiş..Adı üstünde…Toprak yokuştan kıvrılarak, karşıdaki Nisiros’u seyrederek aşağı inmeye başladık. Bu sıcak termal su, karşıdaki Nisiros volkanından, denizin altından geliyormuş, bence bu suyun bir ucu da Bodrum’un karşısındaki Karaadadan çıkan sudur..Ufacık, havuz gibi taşlarla örülen bir yerin ucundaki kayalardan termal su denize akıyor ve bu mini sıcak havuza mayosunu giyen tıkış tıkış sığışıyor. Artık Kos’a dönüş vakti geldi..Biraz istirahattan sonra bu son gecemizde önceden çok beğendiğimiz Kalymnos Tavernasına gitmeye karar verdik (Averof cad. no.5) Çiçeklerle süslü bu güzel mekanda kendimizi garson Suat beye emanet ettik. Hiç bir eksiği olmayan güzel yemeğe aşağı yukarı Caravelle ayarı para ödedik..Ama farklı olan buzukisini alarak dostlara çalmaya gelen Kost’nın güzel müziğiydi. Uzolar devrilmeye başlayınca Suat bey, Kosta’nın kulağına fısıldadı, Kosta yanımıza konuşlandı, sarılmalar, ahhhhh çekmeler, Allahlar, yavrumlar arasında Maria oynadı, Kosta çaldı, biz coştuk, Kalymnos’un sahibi madam tabakları fırlattı yere…”Yamasss”, ”Yassu..”lar uçuşuyor havada…Final böyle olmalı. Bodrum’a dönüşler hafta arası 17.30, hafta sonu 16.30 da oluyor. Bizde Kos’daki bu son saatlari güzel İtalyan yapılarını ve Agora’nın görmediğimiz iki şapelini inceleyerek geçirdik, son bakışlarla KOS’u içimize yazdık. Güzel gezdik, güzel yedik-içtik…Şimdi istikamet “stin Bodrumi”=Bodrum a doğru… Görüşmek üzere… |
Yazılan Yorumlar... | |
Şükran Şahin (30 Ocak 2013) |
Neşe hanım, ege, akdeniz sahillerine defalarca gittiğimiz halde; bu adalara geçmek kısmet olmadı. Sizin bu güzel, eğlenceli ada yazılarınızdan sonra bu sene önceliğimiz Yunan adaları gezisini aldık:) Teşekkürler nefis paylaşımlarınıza:) |
hakangeziyor (18 Haziran 2012) |
Hocam, nefis bir yerde geziyorsunuz. En kısa sürede anılarınızla birlikte olmak dileğiyle... |
NEŞE (18 Haziran 2012) |
Sevgili Hakan,bu satırları Almanya dan,"Romantik Yol" dan yazıyorum..Güzel yorumlarına çok teşekkürler,Ege adaları gerçekten güzel ve ucuz,eylülde başka planlarım da var ancak bizim bu iki haftalık Almanya-Fransa gezisinden de çok haberler var...Sevgilerimle.. |
hakangeziyor (18 Haziran 2012) |
Hocam, yine aldınız bizi adalara götürdünüz. İlk Kosa gittiğinizde "kapsamlı bir adalar turu planı yapmak lazım" demiştim. Pek kapsamlısını beceremedik ama araya Midilliyi sıkıştırdık. (Onu da daha yazamadım) Özellikle bize yakın adalarda bizden çok şeyler görmek mümkün oluyor. Güzel fotolarınıza baktığımda Kosun da böyle olduğunu görüyorum. İnşallah en yakın sürede orada olmak dileğiyle...Kaleminize sağlık... |