Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 3 : Floransa'dan devam... | |
Floransa gezim devam ediyor…Sabah kahvaltılarımın bir klasiği olan kruvasan ve kahveyi mideye indirip Uffizi Galerisinin önüne geldiğimde saat 09.15’ti. Malum, bugün 18 Şubat ve Medici ailesinin son ferdinin anısına devlet müzeleri yarı fiyatına, belediye müzeleri ise ücretsiz olarak gezilebiliyor. Yüksek sezonda bazı zamanlar dört-beş saatlik kuyrukların olduğu söylenen Uffizi, sabahın bu erken saatinde çok da kalabalık sayılmazdı. Kasada beyaz kağıtta bir not: “18 ve 19 Şubat günleri bir biletle iki kişi ziyaret edebilir”. Görevliyle aramızda şöyle bir diyalog geçti: - Kaç para? - 6,50 €. - Ama %50 indirimli olacaktı? - Hayır %50 indirimli değil ben bileti veririm sen tek biletle iki kişi girebilirsin. - Ama ben tek kişiyim? - Sıradaki… Ciddi bir kalabalık olmadığı için bilet almadan dışarı çıktım. Birkaç dakika sonra beş kişilik bir Japon grubu kapıya geldi. Zaten Japonlar her yerdeler malum. Lüksemburg’da bile kışın ortasında fotoğraf çekmeye çalışan sadece Japonlardı. Hemen bir tanesine durumu anlattım ve kapıdaki yazıyı gösterdim. Memnun oldular ve bol bol teşekkür ettiler. Bilet parasını ben ödedim ama genç bayandan 3 € aldım. Nerelisiniz, kaç gündür buradasınız, nereyi tavsiye edersiniz tarzı klasik sohbetlerden sonra ayrıldık ve ben doğrudan Rönesans dönemi eserlerin sergilendiği ikinci kata çıkmak için asansöre bindim. Çıkar çıkmaz baktım ki ana turnike yukarıda. Bilet bende, Japon kız ne yapacak? Haydi bekleyelim bakalım dedim. Merdivenden ağır adımlarla yukarı çıkarken bunları görünce “sizi bekliyordum” dedim. Şaşırdı ama durumu görünce belki beş defa daha teşekkür etti. Hayır, sonra bir de elin Türkü beni kandırdı diyecek al başına sıkıntı. Turnikede görevli bayandan başka kontrol olmadığını öğrenince herkes yoluna devam etti. Sanattan anlasın ya da anlamasın Floransa’ya gelen herkesin ziyaret etmeye kendini mecbur hissettiği birkaç yerden birisi olan Uffizi, dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden. Orijinal ismi “The palazzo degli uffizi”. 1560 yılında Floransa’nın meşhur Medici ailesinden Toscana Dükü Cosimo tarafından mimar Vasari’ye yaptırılmış. Birbirine küçük bir koridorla bağlanan iki uzun ve birbirine paralel binadan oluşuyor. Uffizi’nin kelime anlamı “ofisler” demekmiş. Medicilerin idari sarayı ve sonradan da yargıç ofisleri olarak planlandığından bu ismin verildiği söyleniyor. Geçmiş dönemde antik eserler ve bolca heykel de varmış ancak 19. yüzyıldan itibaren bunlar başka tarafa taşınınca başta Rönesans dönemi olmak üzere, 13 – 18. yüzyıllar arasını kapsayan resim koleksiyonları kalmış. “U” şeklindeki binada bir ve üç no’lu uzun koridorlar iki no’lu kısa koridorla birbirine bağlanıyor. İkinci odadan itibaren Rönesans döneminin en ünlü tablolarını sergiliyorlar. Koridorlar boyunca da sağlı sollu heykelleri, işlemeli ve resimli tavanları seyretmek gerçekten çok keyifli. Üç no’lu koridorun sonunda hani bir gün önce Yeni Markette burnunu okşadığım domuz heykelinin de orijinali bulunuyor. Gezi sırasında bir turist grubuna denk gelmeniz hem iyi hem de kötü. İyi çünkü hiçbir araştırma yapmadan gelmiş olsanız bile turist rehberinin onlarca eser arasında doğrudan gittiği eserin o odanın en önemli ve mutlaka görülmesi gereken tablosu olduğunu kolayca anlıyorsunuz. 1500’den fazla eser olduğu için bence önemli bir avantaj. Bununla birlikte kötülüğü ise sizin bu tabloyu izlemeniz o grubun orayı terk etmesine bağlı. Bu da elbette ciddi bir zaman kaybı olabiliyor. Benim sanatsal bilgim Uffizi gibi dünyanın en önemli eserlerini barındıran bir müzeyi değerlendirmek için çok cılız kalır. Elimdeki kaynaklardan çıkardığım notlarda bulunan atlanmaması gereken eserleri inceledim. Müzenin rehber kitapçığının kapağında da yer alan Boticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” tablosu, Leonardo da Vinci’nin ünlü “Müjde” tablosu, Michelangelo’nun “Kutsal Aile ve Aziz John” tablosu, Caravaggio’nun “Medusa”sı ilk aklıma gelenler. Kısa koridorun üç no’lu koridorla birleştiği noktada güzel bir Vecchio Köprüsü manzarası var. Her ne kadar camın arkasından da olsa bol bol foto çektim. Benzer şekilde en üst katta bulunan kafeteryanın terasından da nefis bir Signoria Meydanı ve Vecchio Sarayı manzarası izleyebilirsiniz. Ve kafeteryadan kısa bilgiler: su veya kahve 2 €, oturursanız iki katı. Sizin anlayacağınız bir İtalyan klasiği olan “ayakta” ya da “oturarak” burada da geçerli. Ne diyelim… Sanat özürlü ben bile Uffizi Galerisinde yaklaşık iki saat gezdim. Ve hemen yanı başındaki Palazzo Vecchio’dan içeri girdiğimde saat 11.20’yi gösteriyordu. Burası belediye müzesi olduğundan tamamen ücretsizdi. Ancak yine de gişeden verdikleri bileti okutarak turnikeden geçiyorsunuz. Palazzo Vecchio, yani “Eski Saray”, 1298-1314 yılları arasında inşa edilmiş. Yerel meclis “Signoria” için inşa edildiğinden aslında ilk ismi Palazzo della Signoria imiş. 1549 yılında Mediciler yeni inşa edilmiş olan Pitti Sarayına taşınınca buranın ismi de Eski Saray olarak anılmaya başlanmış. 94 metrelik Arnolfo Kulesiyle birlikte Floransa’nın Duomo ile birlikte önemli simgelerinden birisi olarak kabul edilen Saray dışarıdan bakılınca oldukça heybetli duruyor. Hemen ön ve yan tarafındaki heykellerle bir bütün olarak düşündüğünüzde çok etkileyici. Daha içeriye girerken ilk avluda bulunan çeşme ve sütunlar çok hoştu. Özellikle Yunuslu Çocuk Heykeli ile bütünleşen çeşmeyi bayağı bir seyredip fotoğrafladım. Yunusun burnundan akan su Pitti Sarayının arksında yer alan Boboli Bahçelerinden buraya getiriliyormuş. Küçük işlemelerle detaylandırılmış heybetli sütunları izlemek de ayrı bir keyifti benim için. Merdivenlerle birinci kata çıktığımda 53x22 metre büyüklüğündeki Salone dei Cinqueceto’ya ulaştım. 16. yüzyıla ait bu devasa salon 1490’lardan itibaren “500’ler Konseyi”nin toplantı salonu olarak kullanılmış. Salonun en önemli eserlerinden birisi hiç şüphesiz Michelangelo’nun “Genius of Victory” heykeli. Papa 2. Julius’un mezarı için başlanan eser sanatçının vefatı nedeniyle tamamlanamamış. Duvarlarda ve tavanda Vasari tarafından yapılan ve savaş sahnelerini simgeleyen resimler mevcut. Bunlar daha çok Floransa’nın Pisa ve Siena’ya olan hakimiyetini anlatan sahneler içeriyor. Tavandaki 39 sarı metalin ortasında Vasari kendisini bir tür tanrı olarak resmetmiş. İlginç bir psikoloji yani. Salonun bir tarafı bakım nedeniyle kapalı olmasına rağmen son derece etkileyici olduğunu söyleyebilirim. İkinci katta iki ayrı bölüm var. Bunlardan ilki “Apartments of Eleonora”. 1. Cosimo’nun eşi Eleonora ve nedimelerinin kullanımına tahsis edilen bu odalarda bolca resim, dönemine ait bazı şahsi eşyalar bulunuyor. Bunun dışında ikinci kattaki en etkileyici yerlerden birisi ise “Sala dell'Udienza”. Adalet Salonu olarak da adlandırılan bu salonun duvarları birbirinden güzel resimlerle süslenmiş. Tavanda ise altın sarısı metallerin içine işlenmiş mavi renkler son derece şık. Kendimi bir an bambaşka bir dünyada hissettim diyebilirim. Bu arada minik şapelden de bahsetmeden olmaz tabiki. Yaklaşık bir saatlik gezinin sonunda dışarıya çıktığımda Signoria Meydanı’da oldukça kalabalıklaşmıştı. Haritayı ve diğer bazı broşürleri otelde unuttuğum için yeniden Turizm Danışmaya uğradım. Sonja beni hatırladı ve “Ne yaptın Uffizi’yi?” diye sordu. Uffizi’deki macerayı anlatınca yanındaki meslektaşına döndü ve “Akıllı Türk…” dedi. Sonja bana Pitti Sarayı ile ilgili bayağı bilgi verdi. Zira Saray için çok farklı türde bilet alma imkanınız var. Uffizi Galerisini gezdiğim için Pitti Sarayının tarihi odaları ile bahçeyi gezmemin yeterli olacağını, daha fazla tablo ve resmin benim için gereksiz olacağını söyledi. Ayrıca Duomo ile ilgili detayları da aldım. Kule ve Dome için gereksiz ve yorucu dedi. Vaftizhane ve Müze’ye girmemi tavsiye etti. Tekrar Signoria’ya gelerek heykellerle dolu Loca’yı ve Loca’dan meydanı fotoğrafladım. Bu arada Neptün Çeşmesinin arkasında belediyenin ücretsiz olarak sunduğu bir su makinesi hizmeti var. İki çeşmenin birinden normal su diğerinden ise hafif gazlı su akıyor. Tam ben çantamdaki şişeyi doldururken gelinle damat alkışlarla Vecchio’nun yan kapısından çıktılar. Gelinin kucağında kendisi gibi sarı kafa bir çocuk. Hep beraber ön taraftaki heykellerin oraya geldiler. Bende onları takip ettim. Bolca fotoğraf çektirdikten sonra bizlere el sallayarak meydandan ayrıldılar. Hoş bir manzara. Sarayın yan tarafındaki Via de Neri ve sonrasında Via de Benci istikametiyle oldukça büyük olan Santa Croce Meydanına ulaştım. Tarihi ve ahşap panjurlu pencereleriyle son derece estetik görünen meydanın etrafında kafe, restoran ve hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Meydan aynı adlı bazilikasıyla popüler olmuş. Ön cephesi beyaz mermerle kaplanmış olan Bazilika tüm dünyadaki en büyük Fransiskan (Hristiyanlığın bir kolu) Kilisesi olarak biliniyormuş. Hemen sağ tarafında iki yanda aslan figürleriyle ünlü Dante’nin heykeli bulunuyor. 13 ve 14. yüzyıllarda inşa edilen bazilikanın çan kulesi çıkan yangında tahrip olduğundan 19. yüzyılda yeniden inşa edilmiş. Oldukça büyük bir alana yayıldığı hemen belli oluyor. Bugün için yeterince kapalı mekan ziyaret etmeyi planladığım için içerisini gezmedim. Meraklısı için giriş ücretinin 5 € olduğunu belirteyim. Graze köprüsünden Arno Nehrinin öbür tarafına geçtim. Bardi Caddesi boyunca yürüyerek eski köprüye doğru yaklaştım. (Bu arada caddede köprüye yakın bir noktada Conad Süpermarketin olduğunu da belirteyim) Via Guicciardini istikametine devam edince devasa Pitti Sarayı ve ona yakışan büyüklükteki Pitti Meydanına çıktım. Saraya giriş yapmadan önce biraz ileride bulunan San Spirito Meydanındaki aynı isimli kiliseyi ziyaret ettim. Meydanda bulunan Cabiria Cafe-Restorannın naylonla kaplı dış bölümünde bir Cafe Americano içerek (2 €) notlarımı toparladım. Saat 14.00’de kafeden kalkarak Pitti Sarayı gişelerinin önüne geldim. Burada gişelerde Uffizi’deki gibi herhangi bir not konulmamış. Teyit etmek için sıraya girdim ve gişedekine sordum. Biraz ukalaca cevap vermesine rağmen bir bilet parasıyla iki kişinin girebileceğini öğrendim. Şimdi sırada ikinci kişiyi bulmak kalmıştı. Bu arada Saray yöneticilerinin yaptıklarının da çok doğru olmadığını belirtmek zorundayım. Tek bir uyarı olmadığı için ben orada beklerken pek çok insan normal bir biletle giriş yaptı. Tabi hiçbir ikaz koymazsanız insanlar nereden bilecek? Herkes Hakan mı gelmeden böyle şeyleri öğrensin… Kapıda beklediğim kısa süre içinde Saraya giriş biletlerinin bulunduğu tabloyu dikkatlice inceleme fırsatım oldu. Öncelikle Sarayda değişik noktalarda geçerli olan üç farklı bilet var. 1 no’lu biletle Palatine Galeri, Kraliyet Odaları ve Modern Sanat Galerisini gezebiliyorsunuz. Bunun için ödeyeceğiniz tutar 8,50 €. 2 no’lu biletle Boboli Bahçeleri, Porselen Müzesi, Gümüş Eşyalar Müzesi, Kostüm Galerisi ve Bardini Bahçesini gezebiliyorsunuz. Bunun için ödeyeceğiniz tutar ise 7 €. 3 no’lu bilet ise tahmin edebileceğiniz gibi yukarıda yazılan her yerin gezilebileceği üç gün geçerli bir bilet. Ödeyeceğiniz tutar ise 11,50 €. Eğer 16.00-18.00 arası ben her yeri gezerim derseniz bu bilet için 9 € ödüyorsunuz. Sarayı tek gezmeye yeltenen birkaç kişiye yanaşıp bir biletle iki kişi gezebileceğimizi söylememe rağmen sanırım hiç birisi bana inanmadı. Tam artık ümidimi kesmişken karşıdan gelen tek kişiyle son kez şansımı denemeye karar verdim. Govar, Hintli. O da benim gibi yalnız geziyormuş. 10 gündür İtalyadaymış ama Floransa’ya geleli henüz birkaç saat olmuş. Önce o da inanmadı ama gidip sormasını söyledim. Hangi bileti almamı istediğini sordu, fark etmez dedim. Sadece iki kişi olduğumuzu söylemesi gerekiyordu. Sıraya girdi ve birisi 11,50 €, diğeri ise 0 €’luk iki biletle geri geldi. Bozuğum olmadığı için 6 € vererek biletimi aldım. Kapıdan geçtikten sonra herkes yoluna devam etti. Arno Nehrinin güney tarafında kalan Pitti Sarayı 15. yüzyıla tarihleniyor. Floransalı ünlü banker Luca Pitti tarafından yaptırılan Saray 1549 yılında Medici ailesi tarafından satın alınmış ve yönetsel mekan olarak kullanılmış. 18. yüzyılda bir ara Napolyon tarafından da kullanılan Saray kısa bir süre İtalya Krallığının yönetim merkezi de olmuş. Bugünse ülkenin en önemli koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. Her ne kadar tüm Sarayı gezmeye biletim olsa da esas merak ettiğim yerler Kraliyet Odaları ve Boboli Bahçeleriydi. Gelmişken Sarayın en önemli eserlerinin bulunduğu Palatine Galeriye de biraz bakalım dedim ve daldım içeri. 18. yüzyılda halka açılan Galeride 500’den fazla tablo bulunuyormuş. Özellikle ilk giriş salonuyla çarpılmaya başladım diyebilirim. Çok anlamasam da görülmesi gereken bir yer olduğu kesin. Tüm Sarayda fotoğraf çekmek şiddetle yasak ama bazı noktalarda gizli gizli çekmeyi başardım. Sonraki gezi noktam Kraliyet Odaları idi. Toplam 14 odadan oluşan bölüm özellikle Medici Ailesinin 19. yüzyıldaki yaşamını yansıtıyor. Ailenin yaşam alanları mümkün olduğunca aslına sadık eşyalarla sergileniyor. Duvarlarda da aile üyelerinin büyüklü küçüklü resimleri bulunuyor. Bazı odalar son derece küçük. Genel olarak güzeldi ama daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Üst kata çıktığımda Modern Sanat Galerisini pas geçip Kostüm Galerisine girdim. 16. yüzyıldan günümüze kraliyet ailesinin, özellikle de bayanların, şatafatlı kostümlerinin, gece kıyafetlerinin, takıların, kürklerin yer aldığı galeri benim çok ilgimi çekmedi ama eminim bayanların çok ilgisini çeker. Arka taraftan Boboli Bahçelerine çıktım. 16. yüzyılın klasik özelliklerini taşıdığı söylenen bahçede yukarıya doğru çıktıkça hem Sarayın hem de Floransa’nın güzel manzarasını yakalayabiliyorsunuz. Amfitiyatro olarak düzenlenmiş olan bahçenin ilk bölümünün ortasında kocaman bir dikilitaş var. Yokuşun ortasındaki havuzda yine bir Neptün Heykeli bulunuyor. Son noktaya doğru yokuş yukarı devam ettim. En tepedeki heykelin dibinden güzel bir Saray ve Floransa manzarası var. Porselen Müzesi’nin tabelasını görünce aslında bahçenin henüz bitmediğini de anlamış oldum. Yukarıya devam edince Porselen Müzesi karşıma çıktı. Yemyeşil, turistik olmayan Floransa’nın manzarası harika. Müze ise birkaç parçadan oluşan bence vasat bir koleksiyon. Yandaki yoldan devam edip aşağıya indim. Tam çıkış kapısının orada sağ tarafta Gümüş Eşyalar Müzesi vardı ve daldım içeri. Müzeyi gezince saraydaki bütün porselenleri ve gümüş eşyaları buraya sakladıklarını anladım. Özellikle takılar gerçekten çok hoştu. Saray gezisini tamamladığımda saat 16.00’yı geçiyordu. Vecchio Köprüsünden karşıya geçtim. Açıkçası Galeri Accademia’ya gidip gitmemekte kararsızdım. Uffizi Galerisinin oradan geçerken sabahki tenhalıktan eser olmadığını, şubat ayında bile hatırı sayılır bir kuyruk olduğunu gördüm. Turizm danışmadaki bayan Davud Heykelinden başka özelliği olan bir şey olmadığını söylemişti. Kapanış saati 18.50 olduğu için öncelikle bir şeyler yemeye karar verdim. Bir Floransa klasiği olan Riboletta ile açlığımı bastırmaya karar verdim. Daha önce şehirde dolaşırken sohbet ettiğim Arnavut garson Besi’nin çalıştığı Ristorante Regginella’ya gittim (Via Canto De’Nelli, 38). Akşam yemeğine çok fazla zaman kalmadığı için sadece çorbayı deneyip deneyemeyeceğimi sordum. Besi, buna olumlu cevap verince daldım içeri. Riboletta, çorba diye satılıyor ama kesinlikle yalnız bir çorba olarak nitelemek haksızlık olur. İçinde ekmek, havuç, kereviz, patates, domates vb. ne kadar sebze varsa koymuşlar. Hani, rivayet odur ki bizim aşure Nuh’un gemisinde son günde ambarda kalan her şeyin karıştırılmasıyla yapılmış ya bu da sanki öyle bir şey. İçine ne buldularsa sebze namına atılmış gibi geldi bana. Susuz, yemek gibi. Lezzetliydi, ya da ben acıkmıştım. Beğendim. Porsiyon da son derece büyük geldi. Sıcacık. Ucuz da, bahşiş hariç 6 €. Şiddetle tavsiye ederim. Yemekten sonra istikametim Duomo Müzesi ya da uzun adıyla Museo dell’Opera dell Duomo. Ne devlet ne de belediye müzesi olduğu için herhangi bir indirim yok. Giriş ücreti 6 €. Katedralin arkasında yer alan müzedeki eserlerin içinde iki tanesi öne çıkıyor: Bunlardan ilki Vaftizhanenin katedral tarafındaki yer alan “Cennetin Kapısı”nın orijinali. Maalesef benim orada olduğum anda bakım nedeniyle bu kapıyı görmek mümkün olmadı. Diğeri ise Michelangelo’nun meşhur La Pieta’sı. Katedral müzesi 1891 yılında açılmış. Dışarıdan baktığınızda öyle katedral gibi albenisi falan yok, sarı boyalı sıradan bir bina havasında. Katedralin kuruluşundan bu yana kullanılmış pek çok eser burada sergileniyor. Özellikle ön cephede daha eski dönemlerde kullanılmış olan heykel ve diğer kabartmalar çok ilginç. Müzenin en önemli iki eserinden birisi olan La Pieta için özel bir oda ayrılmış. Aslında birden fazla Pieta heykeli varmış. Bunlardan en meşhuru Roma’da Vatikan’da bulunan Pieta. Floransa’daki ise Michelangelo’nun kendi mezarı için yapmaya başladığı ama gerek mermerin kalitesi gerekse de yaptığı işi çok beğenmediği için kol ve bacakları kırdığı esermiş. Daha sonradan bu eseri öğrencisi tamamlamış. Heykeldeki detaylar son derece güzel. Beğendim, belki de psikolojik olarak böyle söylüyorum. Müzeden çıktığımda saat 18.00’i geçiyordu. Çok yorulduğumu hissettim, bu yüzden Davud’un kopyaları ile yetinmeye karar vererek Accademia’ya gitmekten vazgeçtim. Otele gidip yaklaşık bir saatlik bir dinlenmeden sonra dışarıya çıktığımda saat 19.30’u gösteriyordu. Oteldeki bayanın tavsiye ettiği küçük ve şirin La Spada Restoran ağzına kadar dolu olduğu için maalesef buranın lezzetli yemeklerini yemek nasip olmadı. Birkaç defa önünden geçtiğim ve her daim kalabalık olması dikkatimi çeken Ristorante La Medici’ye gitmeye karar verdim. Niyetim kendime Toskana lezzetlerinden bir akşam ziyafeti çekmekti. Garson odun ateşinde pişirildiğini söyleyince dayanamayarak öncelikle bir margarita menü sipariş ettim. Yanında 25 cl.lik birasıyla menünün fiyatı 6 €. Notlarımı karıştırdıktan sonra domatesli ve zeytinyağlı kızarmış ekmek olan bruschetta ve onun yanında da kum midyeli spagetti (Spagetti alla Vongole) sipariş ettim. Yan taraftaki çifte gelen dev margarita pizzayı görünce garsonu çağırıp “bana da böyle mi gelecek” diye sordum. “Aynen” cevabını alınca o zaman bruschettayı iptal ettim. Margarita pizza çok lezzetli ama bizim lahmacun hamuru kadar ince neredeyse. Napoli’de de böyleydi. Türkiye’deki Amerikan tipi çok malzemeli ve kalın hamurlu pizzalara alışmış olanlar pek beğenmeyebilirler. Kum midyeli spagetti çok lezzetli ama midyeler geleneksel olarak kabuklarıyla pişirildiği için bana biraz değişik geldi. Ben temizlenmiş midyeli geleceğini düşünmüştüm. Lezzetliydi ama yenmese de çok fazla bir şey kaybedilmez diye düşünüyorum. Spagetti 9 €, menü için de 6 € olmak üzere bahşiş hariç 15 € hesap ödedim. Bence son derece makul bir rakam. Bu arada akşam yemeğim sırasında TV’de Juventus-Catania lig maçı da bana arkadaşlık etti. Saat 21.30’a geliyordu. Sokaklarda dolaşırken yolum daha önceki yazımda bahsettiğim Hamit’in çalıştığı Star Kebap’a düştü. İbrahim’de orada. Sıkı bir sohbet başladı yine. Az sonra İbrahim beni aldı birkaç yüz metre ilerideki bir diğer Star Kebap’a baklava yemeye götürdü. Bizimkilerin eline su dökemez ama Floransa koşullarında en azından tanıdık bir lezzet olması önemli tabi. Telefon ve maillerimizi alıp vedalaştık. Birkaç yüz metre ilerideki otelime vardığımda saat 23.30’a geliyordu. Dopdolu Floransa seyahatimin sonuna gelmiştim. Yorgundum ama ertesi gün Siena’ya yapacağım yolculuk beni heyecanlandırıyordu. Ne de olsa bir başka popüler İtalyan kentini görecektim. Bavulumu topladıktan sonra ne vakit uyuduğumu bile hatırlamıyorum… (Devam edecek) Seyahatle kalın… Serinin diğer yazılarını okumak için : Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 1: Lucca Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 2: Floransa |
Yazılan Yorumlar... | |
Setenay Süzer (01 Ağustos 2012) |
Neşe hanım verdiğiniz bilgi için çok teşekkür ederim.Bilmediğim bir konu idi.İmkan olsa Uffiziyi şimdiki fotograf gözümle yeniden ziyaret edebilseydim diye düşündüm.Selamlarımla |
NEŞE (31 Temmuz 2012) |
Sevgili Setenay,Sanat tarihinde bugünkü bilgimize göre bir Bayezıd portresi yok,adam zaten çok tutucu ,babasından kalan bütün portreleri ve freskoları yok ediyor,sizin gördüğünüz Cem sultan ın olabilir,meslek açısından böyle bir portre hatırlıyorum ama nerede olduğu konusunda bir şey söyleyemiyorum..Sevgiler. |
Setenay Süzer (31 Temmuz 2012) |
Merhaba Hakan Bey, İki gündür sizin gezilerinizi okuyorum Dün Disneyland-Parisi gezdirdiniz, bu gün dolu dolu zevkli anlatımınızla Floransa daydım.Bu tarihi şehri 1989 ve 1996 yıllarında gezmiştim.Son derece keyifle okudum yazdıklarınızı.Uffizide bir şey gözünüzden kaçmış.Onu hatırladım şimdi.89 Temmuzuydu çok kuyruk var diye gruptan kimsenin gözü kesmemişti ama gezi öncesi elimdeki tek kaynak Meydan Laorusse tan edindiğim bilgide Foransa ya gidilince Uffizi mutlaka görülmeli yazdığından eşim dahil herkes Upim mağzasına doluştuğunda( o zamanlar gözümüz gönlümüz şimdiki gibi dolu olmadığından rehberlerinde yönlendirmesiyle angora kazak,deri çizme vs merakıyla gezilerin nerdeyse tümünü çarşı pazar dolduruyordu)tek ben kuyruğa girdim allahtan çoğu kimse grupmuş korktuğum kadar beklemeden içeri girdim.Siz anlatırken ne güzel yeniden gezdim galerileri.14 yada 15. sala önünde kuyruk vardı koridorda beklerken kapı üstlerinde tavana yakın dizilmiş portlere göz attım bir tanesi beni müthiş heyecanlandıran ve sevindiren 2. Beyazıt ın yada Cem Sultanın un olabilir 23 yıl geçmiş tam emin değilim) portresiydi.Bir İtalyan ressam çizmiş ,G. Belliniydi belki Acaba sizinde dikkatinizi çektimi diye merak ettim ama odalar öylesi zengin eserlerle dolu ki kimse tavanlara yakın asılı portlere dikkat etmez sanırım.İkinci gidişimde Vechio, Pittizi Boboli bahçesini görmüştüm .Bir de San Lorenzo kilisesi bünyesindeki Medici Chapel de Michelangelonun mezar dizaynları müthişti,bir daha giderseniz aklınızda olsun. Accademia galeri bana da kısmet olmadı.Sayenizde yeniden görmüş gibi olduğum bu güzellikler için çok teşekkür ederim.Selamlarımla elinize sağlık, hep birlikte Nice seyahatlere. |
hakangeziyor (08 Temmuz 2012) |
SevgiliTutku, trenitalia sayfasını incelediğimde Ceregnanodan öncelikle Rovigoya, oradan da Floransaya tren olduğunu tespit ettim. Her şartta öncelikle Rovigoya gitmen gerekiyor. Rovigodan günün bazı saatlerinde direkt, bazı saatlerde de Ferrera aktarmalı Floransa trenleri mevcut. Ya da yaklaşık 9 km lik Ceregnano-Rovigo arasında mutlaka yerel bir otobüs bulunur, ona binerek de Rovigoya gidebilirsin. Senin için baktığımda Ceregnano-Rovigo arasındaki yerel tren ücreti 1,50 Euro dan başlıyordu. Rovigo-Floransa ise 9,50 Eurodan başlayıp trenin çeşidine göre 30-40 Euroya kadar çıkıyor. Tüm araştırmaları www.trenitalia.com adresinden yapabilirsin. Kolay gelsin... |
tutku " (08 Temmuz 2012) |
Lama Polesine, Ceregnano Rovigodan floransaya nasıl ulaşabilirim.tren yolu yok sanırım bulamadım. yardımcı olursanız cok sevinirim teşekkürler:) |
NEŞE (20 Haziran 2012) |
Hakan ,ne güzel anlattın,beni yeniden bu güzel rönesans şehrinde adım adım dolaştırdın...Uffizi de gördüklerin tam bir sanat tarihi dersi niteliğinde,P,tti sarayını unutmuşum,seninle yeniden hatırlamak çok güzel oldu..Danışmadaki Signora ile dostluk güzel olmuş,görsünler bakalım akıllı Hakanı....Çok teşekkürler...Seyahatten dün gece döndüm ben de ,notları toparlamaya henüz başlamadım sevgili Hakan... |
Sibel Sönmez (16 Haziran 2012) |
Toskana güzel bir yer. Her zaman gidilebilir. Siz de çok keyifli anlatıyorsunuz. İzlemeye devam. |