Arabamla Dünya Turu – Rusya 1 (Omsk) | |
Asya’daki macera devam ediyor ve tekrar Rusya’dayım...Rusya’ya -tekrar- girişim o kadar zor olmadı bu sefer. Neredeyse hiç aranmadan, ama klasik Rusya bürokrasinin etkisiyle yine oradan oraya koşturup, yarım saat kadar bir sürede sınırdan geçtim. Bu sefer hedef Omsk. Omsk’u tercih etmemin nedeni, Sibirya’ya olabildiğince batıdan girmek. Yoksa, genel olarak Kazakistan’dan sonra, Novosibirk’e geçiyorlar, bu şekilde seyahat edenler. Rusya’nın farkına, daha önce Semey’den yaptığım bir gecelik ziyaretimi anlatırken değinmiştim. Fark derken, polislerin davranışından bahsediyorum, öncelikle. İnsan, gezdiği ülkelerde polisten gördüğü davranıştan çok etkileniyor. Düşünsenize, başınıza bir şey geldiğinde öncelikle polise başvuracaksınız. Sizi potansiyel suçlu olarak gören bir polise, böyle bir durumda başvurmak konusunda tereddüt edersiniz. Öyle bir ülkede de kendinizi pek rahat hissetmezsiniz. Bırakın başınıza bir şey gelmesini, yolda, sizi bekleyen bir polisten kaçmak için türlü atraksiyonlar göstermeye çalışırken, bir yandan araba kullanmaya, diğer yandan da trafik kurallarına uymaya çalışmak, yorucu bir iş. Durum böyle olunca, sizi dövmek yerine, yardımcı olmaya çalışan gümrük görevlilerinin, hatta yolda sizi durdurduğunda, “ne yamuğunu bulurum da, bir şeyler kopartırım” diye düşünmek yerine, bir otel bulmak konusunda yardımcı olmak için başka bir arabayı durdurup, önünüze eskort olarak katan trafik polislerinin olduğu bir ülkede insan kendini daha rahat ve güvende hissediyor. Sonuçta, sınırı geçtiğim andan itibaren, kendimi Rusya’nın “güvenli ellerine” terk etmenin rahatlığını yaşıyorum. Akşamın geç bir saatinde Omsk’a vardığımda, kutsal kitabın budget (ucuz) olarak “buyurduğu” otellerden Gastinitza (Otel) Omskgrazhdanstroy’u bulmak için çabalamaya başladık. GPS’te harita olmayınca, tek başvuru adresi, kutsal kitabın kaba haritası. Şehir içinde kısa bir oryantasyon turu ardından, otelin yaklaşık mevkiini GPS’te işaretleyip, baş istikametini o yöne doğrulttum. Yine de yaklaşık bir saatlik bir aramanın ardından (otelin arka sokağındaki kazı çalışması, beni olmayacak yerlere yöneltti) otel olduğu dışarıdan hiç belli olmayan (buna alışığım aslında) bir binanın, yine otel olduğu hiç anlaşılmayan tabelasından zor belâ okuyarak muhterem gastiniztza’mıza ulaştım. Benim saatim gece yarısını gösteriyor. Kapı kilitli. Karanlıkta, el yordamıyla bulduğum zili çalar çalmaz, resepsiyon olduğunu tahmin ettiğim içeride bir kımıldanma oldu. Işıklar yandı. “Resepsiyon gibi” yerdeki kanepe ve üzerindeki yorgan, görevlinin bu saatte bir müşteri beklemediğinin işareti. Resepsiyon görevlisi hanım, gözlerini ovuşturarak önce kapıya yöneldi. Sonra, anahtarı unuttuğunu anlamış olacak ki, geri dönüp bankodan anahtarları aldı. Birkaç anahtar şakırtısının ardından kapı açıldı. Açılmadı, aslında aralandı. “Ne istiyorsun?” gibisinden bakışlar ve -sanırım- aynı nitelikte sözler… “Adnamyestni nomer, bajalsta! Dva noç.” (Tek kişilik oda, lütfen! İki gece). Anlamaz gözlerle bana bakınca “Single room, please! Two nights.”. Yok, onu da anlamadı. El-kol işaretleri ile birlikte ”Nomer, mnye, adin, dva noç” gibisinden saçmalayınca, anladı. E, kadın uyku sersemi tabii. Karşısında akıcı bir Rusça’yla konuşunca, olmuyor. Saçmalayınca, şok etkisi, ani adrenalin salgısı, kendine geliyor. Varmış. Ama, fiyatı hiç de öyle kutsal kitaptaki gibi değil. Bu arada gözüm duvardaki saate takılıyor; biri geçmiş. Bu saatte bir de otel arayacak halde değilim. Bir gecelik olarak onaylıyorum. Buralarda, özellikle eski geleneği sürdürme yanlısı olan otellerde bir adet var: Odayı tuttuğunuz zaman, 24 saat size ait. Yani, bu oda ertesi gece yarısını 1 saat geçinceye kadar bana ait. Ya da, 12 saat tutarsam, odanın yarı fiyatını ödüyorum. Oda, biraz eski görünüşlü olmakla birlikte, her şey var; duş, tuvalet, televizyon, buzdolabı… Tek eksik, sıcak su yok; “Remont”muş (tamir ediliyormuş yani) efendim. Dedim ya, gecenin bu saati başka seçenek yok diye. Yattık, nitekim. Ertesi gün yapmam gereken önemli bir iş var: Rusya’nın GPS haritasını bulmak. Bunun için, internetten harita satın almak, yine internetten -birilerinden- “beleş” harita bulmak, ya da -eğer varsa- Novosibirsk’te bir Garmin bayiinden harita almak lâzım. Tüm bunlar için iyi bir internet caféye ihtiyacım var. Kitabın yazdığı Internet Zona çalışmak için çok uygun görünüyor. Fazla gürültü de yok. Garmin’in Rusya sayfasına girdiğimde, gariptir ama, bırakın Novosibirsk’i, Omsk’ta bile Garmin bayii olduğunu gördüm. Adresini alıp doğruca oraya gittim. Amacım, Rusya’nın Garmin için hazırlanmış GPS haritasını almak. Alışveriş merkezi modası çıkmadan önce, -hatırlarım- çocukluğumda -ve hatta gençliğimde- “pasaj” diye bir kavram vardı. O zamanlar (1960’lar ve ‘70’ler) kendi çapında alışveriş merkezleriydi bu “pasajlar”. Hattâ, Ankara’da bu “pasajlar”ın en meşhuru, Kızılay’da Koca Beyoğlu Pasajı’ydı. Adı niye öyleydi, bilemem. Bir giriş katı, bir de izbe bodrum katından oluşur, giyim, kumaş, ayakkabı v.s. alışveriş için oraya gidilirdi; eğer Ulus’taki Büyük Çarşı’ya gidilmiyorsa. Koca Beyoğlu Pasajı, Ulus’a göre bir gömlek daha sosyetikti. Daha sosyetiği de yoktu (ya da, ben bilmezdim).Şimdi, nereden çıktı bu pasaj muhabbeti, derseniz, Garmin bayiinin olduğu yer de işte öyle bir “pasaj”. Tek farkı, bodrum katı yerine, üstte bir kat var. Her neyse! Debri isimli dükkânda genç bir kıza İngilizce bilip bilmediğini sordum. hemen bankonun arkasındaki küçük bölmeye seğirtip İgor’u çağırdı. Yine genç bir delikanlı, İgor. Hafiften utanarak, İngilizcesi’nin yetersizliği konusunda özür dileyerek ne istediğimi sordu. Derdimi anlattım. Bana, Garmin için hazırlanan haritanın doğu Rusya’da yetersiz kalacağını, ancak kendisinde başka harita olduğunu söyledi. GPS’imi almak için aşağıya beraber indik. Arabayı görünce, biraz da imrenerek, ne yaptığımı sordu. Anlattım. Yukarıda, GPS’ime yükleyeceği haritanın fiyatını sordum. Biraz düşündükten sonra, “Böyle bir seyahat yapıyorsun. Bu da benim katkım olsun. Hediye!” dedi. Allah razı olsun, ne diyeyim. Yüzümü kızartıp, bir de Moğolistan haritası olup olmadığını sordum. Elinde olduğu kadarını yüklemeye söz verdi. Telefonumu alıp, işinin bittiğinde arayacağını söyledi ve beni azat etti. Fırsattan istifade, bir süpermarkete gidip, azalan yiyecek ve içecek stoklarımı tazelemek üzere alış-veriş yaptım. İgor ve İrina’ya da güzel bir Fransız şarabı aldım; bu da benden onlara hediye. İgor aradığında, benim de alış-verişim bitmiş, malları arabaya yerleştiriyordum. GPS’imi alıp, İgor ve İrina’yla vedalaştım. Omsk’un iki önemli özelliği var: Birincisi, 1849-1853 yılları arasında Dostoevski’ye ev sahipliği yapması. Aslında buna “hapishane sahipliği” demek daha doğru olur. Dostoevski, bu 4 yıllık hapis yaşamında, ölümden dönmüş, yaşadığı ağır şartlardan ötürü. Diğer önemli özelliği ise, iç savaş sırasında Bolşevik Ordusu’na karşı direnen Amiral Kolçak’ın geçici “devleti”ne mekân olması. Amiral Kolçak (Alexander Kolchak), diktatör kişiliğiyle tanınan, aynı zamanda maceraperest ruha sahip bir asker. Kuzey Kutbu’na düzenlediği keşif seyahatleri ve bu konuda hazırladığı çeşitli yayınlar, onun aynı zamanda coğrafya alanında da tanınmasını sağlamış. Ama, Kolçak’la ilgili en ilginç hikaye, Çarlık Rusya’sına ait hatırı sayılır öneme sahip bir hazineye ait. Bolşeviklerden kaçırılan 1300 ton altına ilave olarak yüklü miktarda gümüş ve platinin yanı sıra, milyonlarca Ruble’lik serveti taşıyan özel bir tren, bir şekilde Omsk’ta Kolçak’ın eline geçer. Bu hazinenin bir kısmı, anti-Bolşevik ordusunun silahlanması için harcanırken, çoğu da, Omsk’ta yaşayan Çarlık Rusyası devrinin geri geleceğini uman Beyaz Ruslar tarafından bonkörce harcanmaya başlanır. Hazinenin bir kısmı ile, Beyaz Ordu’nun ihtiyacı için Japonya’dan yüklü miktarda silah ve mühimmat alınır. Parası peşin olarak ödenen bu silahlar, Beyaz Ordu’nun eline hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Tüm bunlardan artan ve Chita’nın doğusuna kaçırıldığı rivayet olunan hazinenin geri kalan kısmını da ben, Chita’ya vardığımda bulacağım. Kolçak’ın hikâyesi, Irkutsk’ta Kızıl Ordu askerleri tarafından 1920 yılında yakalanıp kurşuna dizilmesiyle son bulur. Cesedi, Irkutsk’un içinden akan Angara Nehri’ne atılır. Şimdi bu yerde, Amiral Kolçak’ın bir heykeli bulunuyormuş (göreceğiz). Omsk’a Kazakistan sınırından doğru gelirken, 55km kala Archairsky Manastırı’nın önünden geçiyor yol. Bu manastırın önemli bir özelliği var. 1905’te inşa bu manastır 1930 yılında yıkılarak, yerine çalışma kampı kuruluyor. Yaklaşık 200,000 kişinin ağır koşullar sonucu ya da idam edilerek öldürüldüğü rivayet olunuyor, bu kamplarda. 1992 yılında manastır, yeni haliyle yeniden inşa ediliyor. Hayatımda ilk defa Gulag çalışma kampı kalıntısı görmek umuduyla gittiğim Archairsky Manastırında, çalışma kampından hiçbir kalıntı kalmamıştı tabii. Onun yerine 9 kubbeli devasa bir kilise, şirin bir şapel ve 15 metre yüksekliğinde bir çan kulesi bulabildim. Girdiğim bahçeden çıkmak için kapıya yöneldiğimde kapının arkamdan kilitlenmiş olduğunu görünce, açtırmak için bulduğum yaşlı rahibenin “Madem Rusça bilmiyorsun, ne işin var buralarda” misilli söylenmesine, spasiba balşoy’la (“çok teşekkür ederim) cevap verebildim, ancak... (Devam edecek) Not: Ali Eriç'in “Arabamla Dünya Turu” gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu – Türkiye (Başlangıç – Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz. |
Yazılan Yorumlar... | |
berat (14 Ağustos 2012) |
ve ben samara üzrinden omsk seyahati düşünüyorum ve baykal gölüne kadar.sizce azerbaycan ve kazakistan üzerinden gitmekmi daha iyi? |
berat (14 Ağustos 2012) |
ali abi,bende omsk için bir gezi planı üzrinde çalışıyorum.2005 toyota yaris 1.0 ile..çatpat ingilizcem var,beni bu geziye sarp kapısından başlamak niyetim var ama kafamda soru işaretleri çok.mesela siz omsk seyahatinize nereden başladınız.nasıl bir prosüdür uygulandı otomobil için ülke giriş çıkışlarında? yazılarınızda daha ayrıntılı bilgiler veririsenin memnun olurum |