Arabamla Dünya Turu – Rusya : 2 (Novosibirsk - Tomsk)

Omsk’taki iki gecelik konaklamanın ardından, 28 Haziran öğle saatlerinde Novosibirsk’e doğru yola çıktım. 500km’ye yakın araba kullandıktan sonra, gecenin geç bir saatinde, Lebedevski yakınlarında bir benzin istasyonuna çektim arabayı. Dışarıda, ince ama insanın iliklerine işleyen bir yağmur yağıyor. Benzin istasyonunun yanındaki kafede şaşlık ve borş çorbasından oluşan “klasik” (diğer yemek isimlerini ezberleyemediğim için, bu ikisi klasik mönüm oldu) yemeğimi yedikten sonra odama, pardon, arabama çekildim. Bu yağmurda çadırı açmaya kalkarsam, çadırda ıslak ıslak donarım. Arabanın ön koltuklarını “uyunabilir” hale getirip, Eberspächer ısıtıcımı çalıştırıp yatıyorum. Uyumuşum bile.

Sibirya deyince herkesin aklına soğuk, kar, yokluk, boşluk, yalnızlık gelir, değil mi? En azından benim aklıma öyle gelirdi; ta ki Sibirya’ya gelene kadar. Artık bunların hiç birisi gelmiyor. Aklıma tek gelen, sivirisinek. Sibirya, bizim bildiğimiz Boris Pasternak’ın romanından uyarlanarak çevrilen o meşhur Doktor Zhivago’daki (Jivago değil, dilinizi dişlerinizin arkasına bastırıp, “J” der gibi “Z” diyorsunuz) Sibirya’dan çok farklı. Bir kere, o filmde hiç sivrisinek oynamıyordu. Halbuki gerçek Sibirya, sivrisinekleriyle meşhur, aslen. Sivrisineklerin kaynağı da, tabii, Sibirya’nın uçsuz bucaksız sulak arazileri.…ve benim okaliptüs sandığım, ancak aslında Sibirya’ya özgü gümüş huş ağacı olduğunu sonradan öğrendiğim ağaçlar. Hele o ağaçların olduğu bölgelere girdiğinizde, hiç şansınız yok. Nedim’in özenle seçip gönderdiği sivrisinek kovucu ilaç bile para etmiyor. Milyonlarcası üzerinize üşüşüyor ve büyük bir iştahla kanınızı emmeye başlıyorlar. Ağaçlıktan çıktığınızda, vücudunuzun açıkta kalan her bölgesinde yüzlerce kızarık ve şişlikle, çılgınca kaşınıyorsunuz. Ağaçlığa niye mi giriyorsunuz? Doğada kamp yapanların tuvalet ihtiyaçlarını görebilecekleri tek yer ağaçlık alanlardır da, onun için.

Bu huş ağaçları oranın doğal florasında zaten var olan ağaçlar mıdır, bilemiyorum. Ancak, beni ilk bakışta okaliptüse benzetmeye iten neden, benzerliğinin dışında, Sibirya’nın yer yer bataklık niteliğindeki sulak ortamını kurutmak için özellikle dikildiklerini düşünmemdir. Okaliptüs, malûm, sulak alanları kurutmak için dikilir; topraktan çok yüksek miktarda su çekme özelliği olduğu için.

Novosibirsk Opera ve Bale Salonu – gece

Lebedevski’deki benzin istasyonunda ve arabanın içinde ne kadar uyunabilir ki? Sabah beş buçukta yola çıkıp, öğleyin Novosibirsk’e vardım.

Novosibirsk, 1.5 milyon nüfusuyla Sibirya’nın en büyük kenti. Aynı zamanda en hareketli, canlı ve keyifli kenti. Şehrin merkezindeki Tsentralniya Oteli’ni (zaten Merkez Oteli demek) kendime mekân olarak seçtim.

Burada en merak ettiğim yer Opera ve Bale Salonu (“salon”dan başka isim bulamadım, aslında “Opera&Bale Theatre” ama, “Opera ve Bale Tiyatrosu” dersem, çok garip olacak). Eski Sovyetler Birliği’nin en büyüğü imiş; yani, Moskova’daki Bolşoy’dan dahi daha büyük. Burada bir konser dinlemek herhalde çok keyifli olur. Ancak maalesef, sezonun son konseri benim Novosibirsk’e vardığım tarihten iki gün önce, yani 27 Haziran akşamıymış. Bu iki gün içerisinde de sezon dışı herhangi bir konser yok. Yine de, hiç olmazsa içini görebilirim diye kapısına gideyim dedim. Olur ya, halime acır, içeri alırlar. Ne mümkün. Kapı duvar.

Yerel Çalışmalar Müzesi – yine gece

İki gece Novosibirsk’te geçirdikten sonra Tomsk’a hareket ettim. Tomsk benim Sibirya’da -şimdilik- en kuzey nokta olacak. Niye Tomsk? Meşhur ahşap yapıları beni çektiği için. Tomsk halkının, meşhur Tans-Sibirya Demiryolu hattının şehirlerinden geçmesine, gürültü ve hava kirliliğine neden olacağı nedeniyle itiraz etmesi, bu şehrin günümüze kadar sakin ve huzurlu hayatına devam etmesini sağlamış. Sibirya’nın, Novosibirsk’ten sonra önemli bir üniversite şehri olan Omsk, bu özelliği nedeniyle genellikle genç ve entelektüel nüfusuyla, keyifli bir şehir. Kutsal kitapta yazılı olan TGU Hotel, Tomsk Üniversitesi’nin misafirhanesi aslında. Üniversitenin yurt binalarından birisinin en üst katında bulunan misafirhane, aynı zamanda otel olarak da kullanılıyormuş. Kutsal kitaba göre hem temiz ve konforlu, hem de ucuz. Nefes nefese tırmandığım beş katın sonunda bulduğum resepsiyon görevlisi kadın, beni önce yukarıdan aşağıya süzüp, sonunda oteline uygun evsafta bulmamış olacak ki, kesin bir ifadeyle “Nyet” dedi. Kös kös 2 sokak arkadaki Sputnik Otel’e yönlendim.






Tomsk’taki iki dolu günüm, sırtımda fotoğraf çantam, elimde kutsal kitapla, sokakları arşınlayarak geçti. Hepsi birbirinden güzel ahşap binaların bol bol fotoğraflarını çektim. Size de sunuyorum.



Tomsk’ta görmek istediğim bir diğer yer de, Kırmızı Cami. 1904 yılında yapılan cami, Sovyet döneminde votka fabrikası olarak kullanılmış (ne tezat ama). Şimdi ise yıkık ve metruk bir halde duruyor. Önünde, renovasyonuna ilişkin bir tabela konulmuş ama, uzun süre önce konulduğu solgun halinden belli olan tabela yalnızca Rusça ve Arapça yazılı olduğu için, içeriğini anlayamadım. Ancak, renovasyona karar verildiği tarihten sonra uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen, henüz bu konuda fazla bir hareket de olduğunu sanmıyorum.



Son ziyaret noktam da, şehrin kenarından akan Tom Irmağı’nın kıyısındaki Lagerny Bahçeleri’nde bulunan II. Dünya Savaşı Şehitleri anıtı ve buradaki Anne-Oğul Heykeli. Heykel, oğlunu savaşa gönderen anne ve oğlunu betimliyor. Önünde sürekli yanan ateş, klasik Sovyet savaş anıtlarında olduğu gibi. ve yine diğer tüm savaş anıtları gibi burası da, yeni evlenenler tarafından, törenden sonra mutlaka ziyaret ediliyor.

Voznezenskaya Kilisesi’nin çan kulesi...


Eski Mümünler Kilisesi...Tümüyle ahşaptan imal edilmiş

Tomsk’tan sonraki hedef Rusya’nın Altay Bölgesi ve Altay Cumhuriyeti. Altay Cumhuriyeti, Rusya’ya bağlı özerk bir cumhuriyet olması nedeniyle, yabancıların girişi için de bir kural koymuşlar. Başkent Gorno-Altaysk’ta İçişleri Bakanlığı Yabancılar Bürosu’na başvurup izin almak zorundasınız. Aksi halde, -örneğin- sınırdan Moğolistan’a geçemiyorsunuz. 4 Temmuz sabahı Tomsk’tan ayrılıp, Gorno-Altaysk’a ulaşmak üzere yola çıktım. Altay Bölgesi’nde Barnaul ve Biysk şehirlerinden sonra Gorno-Altaysk’a ulaşacağım. Ancak bu yol, bir günde tamamlanamayacak kadar uzun. O nedenle, Biysk’te bir gece konaklıyorum. Ancak, ne Barnaul, ne de Biysk’te kayda değer bir şey olmadığından, burada da bahse değer bulmadım.

Tom Irmağı...


2. Dünya Savaşı Anıtı...


Gelinin Karnına Dikkat!.

Yazıyı burada noktalıyorum. Gelecek programda Altay Cumhuriyeti’nden kısa anılar var. Gobi’den esenlikler, hepinize.


 Yazılan Yorumlar...
erkan
(02 Ekim 2012)
merhaba. herşeyi yalnız mı yaptınız? korkmadınız mı? mesela ben uçakla tek başıma gitsem bir hafta gezsem dolaşssam olur mu? zorlukları nelerdir. ingilzce biliyorum azda rusçam var. oralar güvenli mi?