Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 4 : Siena... | |
Toskana gezimiz devam ediyor...08.10 treni tam saatinde Floransa tren garından Siena’ya hareket etti. Empoli ve Poggibonsi üzerinden 09.35’de Siena tren istasyonuna vardım. Siena tren istasyonu şehir merkezine otobüs terminaline göre daha sapa kalıyor. Bu yüzden geziye başlar başlamaz ilk tavsiyem benim gibi Pazar gününü seçmediyseniz otobüsü tercih etmeniz. Fiyat değişmiyor ama şehir merkezine daha yakın bir noktada bırakıyor. Telefonumdaki GPS’i çalıştırdığımda otelimin 950 metre uzaklıkta olduğunu öğrendim ve başladım yürümeye. Tam bir “U” çizdim. Otelim Casa de Alfredo’yu (Via Lelio e Fausto Socino, n 4) bulmak çok kolay olmadı açıkçası. Herhangi bir tabela olmadığı için birkaç kez aynı yerden geçtikten sonra nihayet 4 numarayı fark ettim ve içeri girdim. Otel, tarihi Camollia Kapısına çok yakın. Otel, bir evin zemin katında ama resepsiyon üçüncü katta. Tek kişilik ortak banyolu odayı “Hostelbookers” sitesinden geceliği 30 €’ya ayarlamıştım. Nijeryalı temizlikçi kız dışında iki bayan da İngilizce bilmiyorlar. Odam oldukça büyük ve ferah. Ayrıca ücretsiz wireless bağlantı da bulunuyor. Temizlikçi kızda merkeze doğru gideceğinden eşyalarımı odaya koyduktan sonra bana eşlik edebileceğini söyledi. Devasa Camollia Kapısının altından tarihi merkeze doğru giriş yaptık. Siena’daki sekiz tarihi kapıdan birisi olan Camollia, şehre Floransa tarafından gelenlerin girdikleri kapıymış. 1550’lerdeki Siena Kuşatmasında tahrip olduğu için mevcut halini 1600’lerin başında almış. Oldukça heybetli görünüyor. Toskana’nın en güzel ve ortaçağ dokusunu en güzel muhafaza eden şehirlerinden birisi olarak kabul edilen Siena’nın nüfusu yaklaşık 250.000. Şehrin tarihi merkezi 1995 yılından bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Efsaneye göre Siena, Remus’un oğlu Senius tarafından kurulmuş ve O’nu emziren kurt şehrin sembolü olarak kabul edilmiş. Diğer pek çok Toskana şehri gibi Siena’da bir Etrüks şehri. Orta çağ boyunca Floransa ile sürekli rekabet ve hatta savaş halinde olan Siena bu baskılara ancak 16. yüzyıla kadar dayanabilmiş ve 1550’lerden itibaren Floransa’nın bir parçası haline gelmiş. Adeta bir film seti havasındaki şehri gezmenin en iyi yolu tabanvay. İstanbul gibi tepeler üzerine kurulmuş olan Siena’nın inişli-çıkışlı sokaklarında her an bir sürprizle karşılaşmanız mümkün. Via de Camollia boyunca dar sokakta, parke taşlı yolda temizlikçi kızla yürüdük. Bir noktada bana Piazza Gramsci’yi göstererek kendi yoluna devam etti. Gramsci Meydanı Siena’nın en önemli otobüs terminallerinden birisine de ev sahipliği yapıyor. Özellikle yakın civara gidecek otobüsler ya buradan kalkıyor ya da buraya mutlaka uğruyor. Ertesi gün gideceğim San Gimignano otobüslerinin de kalkış noktası burası. Meydanın altında danışma ve bilet satış ofisi var ama pazar günü olduğu için kapalı. Durağı ve saatleri yeniden kontrol ettikten sonra Piazza Matteotti’ye çıktım. Tarihi posta binası bu meydanda yer alıyor. Henüz turizm danışmaya rastlamadığım için elimdeki küçük LP haritasına göre sağ tarafımdaki Via dell Paradiso’dan gidersem San Domenico Kilisesine çıktığımı görünce oradan devam ettim. Zira tarihi bölgenin biraz dışında kaldığı için tekrar buraya gelme şansım olmayabilirdi. 1200’lerin ortalarında yapılan kilise 14. yüzyılda genişletilmiş. Kilisenin Siena’lılar için önemi şehrin Azizesi Santa Caterina’nın Şapelinin (yedi nolu şapel) burada bulunması. Azize Katerina dönemin en büyük katliamlarını yapan veba hastalığı ile çokça uğraşmış, hastaları iyi etmeye çalışmış. Ama kader bu ya sonunda kendisi de vebaya yakalanmış. Roma’da 33 yaşında ölen Azize Caterina’nın başı sonradan Siena’ya getirilmiş ve burada bulunuyormuş. Son derece güzel freskler ve resimlerle bezenmiş şapelde yer alan kapalı kafeste Caterina’nın başı var. Kilisenin içi oldukça geniş ve aydınlık, insanı bunaltmıyor, tam tersine içinizi ferahlatıyor. Gezimi tamamladıktan sonra Via della Sapienza’dan devam edip Costa S. Antonia’nın dar yolunda ilerleyince Azize Caterina’nın evi karşıma çıktı. Caterina’nın doğduğu ev 1300’lere tarihleniyor ve 15. yüzyıldan bu yana kutsal bir mekan olarak kabul ediliyor. Çok fazla vaktim olmadığı için dışarıdan fotolamakla yetinmek zorunda kaldım. Bu arada evin hemen yakınındaki bir boşluktan az önce ziyaret ettiğim kilisenin enfes bir manzarası var. Sokaklar daha da bir daralmaya ama bir o kadar da güzelleşmeye başlamıştı. Tuğladan yapılma evler adeta birbiri içine girmeye başlamış bu arada kısa ama inişli-çıkışlı sokaklar zaman zaman nefesimi zorlamaya başlamıştı. Minik kemerli dar Galluzza sokağından devam edince ulaştığım kavşaktaki tabelalar Siena Katedraline yakın olduğumun habercisiydi adeta. Tabi bu tahminde önümde ilerleyen Japon turist grubunun da etkisi yok diyemem. İtalya’nın en önemli gotik katedrallerinden birisi olarak kabul edilen Siena Katedrali, tarihi 9. yüzyıla dayanan bir başka kilisenin üzerine 1215 ile 1263 yılları arasında inşa edilmiş. Pek çok katedralde olduğu gibi bittikten sonra da iyileştirme, genişletme ve güzelleştirme çalışmaları devam etmiş. Özellikle 1339 yılında ciddi ilaveler yapılmış. Haç şeklindeki katedralin arka tarafında vaftizhane ve kule var. Öncelikle küçük San Giovanni Meydanında katedralin arka cephesini gördüm. Vaftizhane burada ancak diğer pek çoklarında olduğu yuvarlak ya da sekizgen şeklinde değil, dikdörtgen şeklinde. Vaftizhaneler genelde katedrallerin ön tarafında olur ama burada arka tarafta bulunuyor. Tarih boyunca binlerce Siena’lı burada vaftiz edilmiştir eminim. Sağ taraftan (merdivenlerden değil) dolanınca Duomo Meydanına çıktım. Katedralin ön cephesi müthiş güzel ve son derece temiz görünüyor. Beyaz, kırmızı ve yeşil mermerlerin karışımıyla inşa edilmiş ön cephe gerçekten etkileyici. Belki Floransa’daki kadar görkemli olmayabilir ama bence gördüğüm pek çok katedralden daha gösterişli ve göz alıcı. Merdivenlerin her iki yanındaki sütunlarda bulunan kurt figürleri bizi selamlıyor. Arka taraftaki kule ile bir bütünlük sağlamış. Her yönden bolca fotoğrafını çektikten sonra gezmek istedim ancak 13.30’da açılacağını söylediler. Yan taraftaki bölümde özellikle katedralin ön cephesinde de imzası bulunan Giovanni Pisano’nun eserlerinin de yer aldığı Katedral Müzesi (Museum of the Opera del Duomo) bulunuyor. Katedralin ön cephesinin karşı çaprazında Santa Maria della Scala var. Eskiden katedralin rahipleri tarafından bir hastane olarak kurulan bu kırmızı tuğlalı yapı aynı zamanda uzun dönem öksüz ve yetimlerin barındığı bir yer olarak da kullanılmış. Daha sonra da içindeki binlerce eserle birlikte müzeye dönüştürülmüş. Eski dönem hastanesinden ve yetimhanesinden muazzam görüntüler ve eşyalar olduğu yazıyor kaynaklarda. Ben girmedim ama giriş biletini kapıdan alırsanız 6 €, eğer ön rezervasyonla alırsanız 5,50 €. Via Monna, Via Campane ve daracık Bargello’dan meşhur Il Campo Meydanına çıktım. Müthiş güzel bir manzara. İstiridye şeklindeki meydan hafif eğimli duruyor. Meydanın aşağı tarafına denk gelen 102 metrelik kulesiyle Palazzo Pubblica (ya da Palazzo Comunale)) en önemli eser kuşkusuz. Zaten İtalya’nın en güzel gotik eserlerinden birisi olarak kabul ediliyor. İnşaat 13. yüzyılın sonlarında başlamış. Zemin kat taştan yapılmış ama üst bölümler kırmızı tuğladan. Yola çıkış noktası ise “Dokuzlar Meclisi”ne ev sahipliği yapması. Yani bir tür yerel meclis binası da diyebiliriz. Dış tarafta heykellerle süslenmiş loca bölümü de ayrı bir hava katmış doğrusu. Bir loca da arka tarafta bulunuyor. Mangia Kulesi (Torre dell Mangia) ise 1300’lerin ortalarında eklenmiş. Yapılırken Floransa’daki kuleden daha yüksek olması amaçlanmış. Kulenin adı ise tembelliği nedeniyle Mangiaguadagni (kazancını yiyen) lakaplı ilk çan çalıcısından geliyormuş. Toskana'da neredeyse tüm zengin konakların kuleleri olduğu için bu kulelerin yüksekliği ailenin varlığının simgesi olurmuş. Yangın gibi tehlikeli durumlarda da çanlarını çalararak halkı uyarıyorlarmış. Çok sonraları inşa edilen Kopenhag ve Odessa Belediye Binaları Siena’daki Palazzo Pubblica’dan esinlenmiş. Campo Meydanı sizlerle... Sarayın zemin katındaki avluyu gezmek ücretsiz. Avludaki duvarın bir tarafında şehrin simgesi dişi kurdun emzirirken heykelini görebiliyorsunuz. Avlunun bir tarafında Museo Civico bulunuyor ancak benim orada olduğum dönemde bakımda olduğu için gezemedim. Siena sanat okulunun önemli eserlerini barındırıyormuş. Özellikle freskler görülmeye değer diye yazıyor kaynaklar. Kuleye çıkmak isteyenler için de gişe burada. Kuleye aynı anda en çok 30 kişi çıkabiliyor. Asansör yok, kimine göre 400 kimine göre 505 basamağı çıkmanız gerekiyor. Bende bu takat yok, almayayım dedim ama meraklısı için çıkış ücreti 8 €, Müze ile kombine bilet alırsanız 13 € oluyor. Bu arada Müzenin tek başına giriş ücreti de 8 €. Meydanın bir diğer önemli figürü de 1419 yılında inşa edilmiş olan Fonte Gaia (Happy Fountain). Meydanın orta üst bölümünde yer alan dikdörtgen biçimindeki bu çeşmenin üç tarafında mermerden yapılmış rölyefler bulunuyor. Her zaman çevresindeki merdivenlerde turistlerin yer aldığı bu çeşme Siena’nın en popüler buluşma noktalarından da birisiymiş. Meydandaki tarihi binaların nerdeyse tamamının altında kafe ve restoranlar bulunuyor. 56 numarada yer alan turizm danışmadan 0,50 € vererek şehrin haritasını aldım. Görevli sempatik bayan sorduğum her şeye sabırla cevap verdi. Bende birkaç kez teşekkür ederek meydan turuma devam ettim. Meydanda kısa bir tur attıktan sonra Palazzo Pubblica’nın arkasındaki Piazza della Mercato’ya geçtim. Antika eşyaların, eski 45’liklerin ve kitapların satıldığı hoş bir pazar kurulmuş. Bir süre onu gezdikten sonra meydanın sonundaki duvarların dibinden Siena’nın arka bölgesinin fotoğraflarını çektim. Şehirde bilinçli bir köhnelik var, öylece bırakılmış binalar mevcut. Porto’da da aynı manzaraları görmüştüm. Bizleri bu tarz şehirlere aşık eden şey zannımca dar sokaklarda salınan bu dökük, boyasız ve eski binalar. “Tarihi dokuyu bozmamak” böyle bir şey olsa gerek. Tekrar meydana döndüğümde biraz acıkmış olduğuma kanaat getirerek hemen Sarayın yanındaki ünlü İtalyan pizzacısı Spizzico’dan 3,40 €’ya irice bir parça Margarita pizza alarak meydanı ve ona açılan ara sokakları gezmeye devam ettim. Kısa gezintimin sonunda ayaklarımın isyanını bastırmak için meydandaki Ristorante Il Campo’da bir Cafe Americano sipariş ettim. Meydanı seyredip aynı zamanda gezi notlarımı toparlarken Uruguay’lı garson Luis hoş sohbetiyle zaman zaman bana eşlik etti. Turizm danışmadaki bayanın bir kağıda yazdığı Siena ve genel olarak Toskana yemeklerini kırık İngilizcesiyle bana tarif edişi inanılmaz keyifliydi. Yazılı lezzetlerin pek çoğu burada yokmuş. “Zaten burası ana meydan ve çok pahalı” diyerek birkaç alternatif yer yazdırdı. Gerçi Pazar günü olduğu için bazıları kapalı olabilirmiş ama olsun denemekten zarar çıkmaz demeyi de unutmadı. Normalde 2,5 € olan kahve için Luis bana iskonto yaparak 2 € aldı. Kalktığımda saat 13.45’i gösteriyordu. Hava çoğunlukla bulutlu olmakla birlikte zaman zaman güneş aralardan kendini göstermekten geri kalmıyor. Meydanı kesen ara sokaklardan birisinde bulunan derece 11’i gösteriyor ve Şubat ayının ortasında hiç de fena değil. Siena’da insanı kendisine çeken garip bir hava var. Buram buram ortaçağ kokması bir yana sanki insanlar da ayrı bir samimi ve sıcak. Tam olarak hangileri turist hangileri yerli pek çıkaramasam da bu dar ve tarihi sokaklarda olabildiğince özgür biçimde dolaşmak ayrı bir zevk. Şehrin kuzey tarafında yer alan San Francesco Kilisesine doğru bir yolculuğa başladım. Meydana açılan Via Rinaldini’den devam ederek dar sokaklar boyunca San Vigilio, San Maria di Provenza, San Pietro a Olive kiliselerini geçip San Francesco Meydanına ulaştım. Meydanla aynı ismi taşıyan büyük kilise 1228-1255 yılları arasında inşa edilmiş ve 15. yüzyılda genişletilmiş. İçerisi oldukça büyük ama bir o kadar da sade. 1650’lerde büyük bir yangın geçirmiş ve daha sonra restore edilmiş. Az bir yerinde tören için sıralar var ve kalan mekan olduğu gibi boş. Yani son derece ferah bir ortam var. Via dei Rossi’den merkeze doğru yürürken bir yer dikkatimi çekti: Otomatik Kafe. Beş farklı makine var. Birinde sandviçler, birinde kahve, birinde soğuk içecekler, birinde çikolata ürünleri ve diğerinde de cips türü şeyler. Makinelerin nasıl kullanılacağı üzerinde beş farklı dilde yazıyor. Bir kaçını denedim. Alması son derece kolay. Su 0,70 €, kahve 0,60 €, ton balıklı sandviç 2,20 €, içecekler 1,10 – 1,90 € arası değişiyor. Daha sonra şehrin farklı noktalarında bu tarz mekanlara yine rastladım. Pratik, kullanımı kolay, kapanma derdi yok ve fiyatları da hiç fena değil. Kim akıl ettiyse iyi düşünmüş bence. San Donato Kilisesini de fotoladıktan sonra küçük ve neredeyse kare şeklindeki Salimbeni Meydanına geldim. 9. yüzyıla tarihlenen meydan oldukça şirin bir yer. Tam ortasında Siena’nın önemli dini ve politik kimliği olan Sallustio Bandini’nin heykeli var. Arka tarafındaki Salimbeni Sarayının duvarları kale surları gibi bir görüntü veriyor. Ara sokaklardaki yürüyüşüm beni önce San Cristoforo Kilisesine, daha sonra da Bağımsızlık Meydanına getirdi. Meydanın en önemli eseri Rozzi Tiyatrosu. Gerçi siz benim “meydan” dediğime bakmayın, ismi öyle olduğu için söylüyorum. Yoksa hepsi hepsi 200-300 metrekarelik yer. Gerçi Siena’daki pek çok meydan böyle. Bu yüzden şehri yaya olarak gezmek dışında bir alternatifiniz olduğunu düşünmüyorum. Tarihi bölge denilen alan hem küçük hem de yürüyerek gezdiğinizde ara sokaklardaki sürprizleri de yakalamış oluyorsunuz. Ayrıca birkaç noktaya ulaşmak dışında çok fazla haritaya da ihtiyacınız yok. Birbirine benzeyen dar, eski yapılı sokaklar, balkonlarında çamaşır asılı ahşap kapaklı tuğla evler. Tipik ortaçağ görüntüsü bu olsa gerek. Artık istikamet katedral. Genelde katedrallerin ana bölümleri ücretsizdir ama Siena’da ücretli. Katedral girişi 3 €, vaftizhane 3 €, Müze 6 €, Crypt 8 €. Bunların hepsinin geçerli olduğu “Opa Si Pass” ise 12 €. Diğerleri beni çok ilgilendirmiyordu ama okuduğum tüm kaynaklar Siena Katedralinin içinin oldukça güzel ve gösterişli olduğunu yazdığı için 3 € vererek giriş biletimi aldım. Ve daldım içeriye… Turnikeden geçtikten sonra katedralin tarihçesini anlatan büyük bir panoyla karşılaşıyorsunuz. Katedralin tamamlanması 100 yıla yakın sürmüş. Sonra genişletelim demişler katedralin doğu tarafına ekleme yeni katedral yapılmış. Beyaz, yeşil ve kırmızı mermerle yapılan ön cephesi ve kulesi ile birlikte gerçekten göz alıcı bir yapı haline gelmiş. Katedralin içi oldukça gösterişli. Tavanlardaki mavi üzerine altın rengi yıldızlar inanılmaz bir hava yaratmış. Özellikle de kubbenin olduğu yerdeki bölüm inanılmaz. Kenarlarda farklı şapeller var. Ama sadece sağa, sola ya da yukarıya bakmıyorsunuz. Aşağıya, yüzeydeki mermerlere işlenmiş 56 farklı dini resim mevcut. Böylesini hiç görmemiştim, gerçekten büyüleyici. Tüm gezdiğim katedralleri düşündüğümde belki de ilk defa ana altara bu kadar yakından bakıyorum. Genelde her zaman önü kapalı olur ve uzaktan bakarsınız. Donatello’nun St. John bronz heykeli çok güzel. Belki de katedralin en çok dikkat çeken eserlerinden birisi baba-oğul Pisano’lar tarafından carrara mermerinden yapılmış olan Vaiz Kürsüsü (Pulpit). Bir tanesi ortada olmak üzere dokuz farklı sütunun ikisi erkek ikisi ise dişi aslanlar tarafından taşınıyor. Kürsünün üst bölgesinde yer alan yedi farklı panel Hz. İsa’nın yaşamından kesitleri sunuyor. Katedralin bir diğer önemli yeri de Piccolomini Kütüphanesi. Papa 3. Pius’un amcası kardinal Silvio Piccolomini’nin (sonradan Papa 2. Pius oluyor) kitapları için 1492 yılında yaptırdığı bu bölümün duvarlarında Piccolomini’nin hayatını anlatan freskler yer alıyor. Duvarlardaki fresklerden birisinde Osmanlı askerleri de var ama ne anlatmak istediğini tam olarak kavrayamadım. Fresklerin alt tarafında da el yazması bilmem kaç yıllık kitaplar cam bölümlerin arkasında muhafaza ediliyor. Dış bölümü üçgen, ortası ise kare ve dikdörtgen şeklinde olan muhteşem tavan panelleri ise mitolojik hikayelerden bahsediyor. Odanın ortasında ise Zeus’un güzel kızları Aglaia, Euphrosyne ve Thalia’yı anlatan ünlü Üç Güzeller (Three Graces) heykelinin 3. yüzyıla tarihlenen güzel bir kopyası bulunuyor. Katedraldeki güzel bir uygulamadan da bahsetmeden geçmeyelim. Arzu ederseniz 6 € ücret ödeyerek kimlik karşılığında tablet pc’lerinizi alıyorsunuz ve birkaç temel dilde katedraldeki tüm eserler hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Çağa ayak uydurmuş güzel bir uygulama bence. Yaklaşık 45 dakikalık keyifli bir gezinin ardından Siena Katedralinin mutlaka gezilmesi ve görülmesi gereken yerlerden birisi olduğuna karar verdim. Hatta bana göre iç bölümü Floransa’daki katedralden çok daha güzel. Orada her şeyi farklı yerlerde paraya bağladıkları için açıkçası çok da fazla görülecek bir şey kalmamıştı. Gerçi burası da ücretli ama bence her yönüyle hak ediyor Katedral çıkışı Via del Capitano üzerinden aşağı taraftaki San Agostino Meydanına kadar yürüdüm. Bu bölge daha çok fakültelerin bulunduğu bölge olarak biliniyor. Siena Okuluna ait çok değerli gotik eserlerin sergilendiği Pinacoteca Nazionale’de burada yer alıyor. Lonelyplanet’a göre her ne kadar sadece 70 km.lik bir fark olsa da Floransa ve Siena’nın aynı dönemde birbirlerinden ne kadar farklı sanat akımlarının etkisinde kaldıkları bu galeride çok daha net anlaşılıyormuş. Normal koşullarda da muhtemelen gezmezdim ama Pazar günleri saat 13.00’da kapandığı için zaten gezebilmem imkansızdı. Meraklısı için giriş ücretinin 4 € olduğunu da belirteyim. Via di Citta üzerinde bulunan Chigi Saracini Sarayı bugün için müzik akademisi işlevi görüyormuş. Binanın ön cephesi küçük kemerli yapısıyla ve kale tarzı görüntüsüyle son derece hoş. Arka taraftaki avlusunda ise eskiden buz gibi suların çekildiği ama bugün için kullanılmayan bir su kuyusu var. Yeniden Il Campo’ya çıktığımda saat 16.00’yı geçiyordu. Zaten Siena’da sanki tüm dar sokaklar bir şekilde şehrin kalbi olan bu meydana çıkıyor. Meydan oldukça hareketlenmiş. Minik çocukların çoğunda karnaval kıyafetleri var. Şubat ayı bölgede “Mardi Grass” denilen karnaval dönemine denk düşüyor. Toskana’nın irili ufaklı pek çok kasabasında bu dönemde keyifli sokak gösterileri ve geçit törenleri izlemek mümkün. Çocuklar ellerindeki konfetileri meydanın ortasındaki havuzlu çeşmenin olduğu bölgede birbirlerine atıyorlar. İnanılmaz hoş görüntüler. Daha da keyfini çıkarmak için daha önceden denediğim restorana tekrar oturdum ve cafe Americano sipariş ettim. Luis her zamanki samimiyetiyle orada. Hazır Onu bulmuşken ve Il Campo’nun keyfini çıkarırken Siena’nın meşhur Palio yarışlarını sordum. Dili döndüğünce anlatmaya çalıştı sağ olsun. Campo Meydanında yılda iki defa (Temmuz ve Ağustos) düzenlenen at yarışları 14. yüzyıldan bu yana Siena’lılar için çok şey ifade ediyor. Her at ve binicisi “contrada” denilen 17 farklı semti temsil ediyor. İsimleri de ilginç: Baykuş, kirpi, kaz, dişi kurt…. Yarış toplam üç tur sürüyor ve iki-üç dakika içinde bitiyor. Binlerce insan Campo Meydanının ortasında ve meydana bakan binaların pencerelerinde bu muazzam gösteriyi seyrediyor. Tabi yer bulabilmek için günlerce önceden rezervasyon yaptırıp yüksek ücretlere razı olmanız gerekiyor. Restoranlar dışarıdaki masa ve sandalyelerinin tamamını kaldırıyorlar ve yarışın yapılacağı bölüme özel bir kum seriyorlar. Zaman zaman sakatlanmalar da oluyormuş. Özellikle kazanan semtin destekleyicileri neredeyse deliriyorlarmış. Şehirde gezerken televizyon ekranında geçmiş yıllarda yapılmış bir Palio yarışına denk gelmiştim. Nerdeyse birbirlerini ezeceklerdi. Kahve için Luis’in tarifesinden 2 € ödeyip aklıma takılan birkaç soruya cevap bulabilmek için yeniden turizm danışmaya gittim. Maalesef ertesi gün seyahat edeceğim San Gimignano’da bavulumu koyacağım bir emanetçi olmadığını teyit ediyorum. Gelmeden önce de olmadığını biliyordum ama umut işte… Meydanın bir tarafında seyyar bir büfede satılan lokma benzeri şeyin ne olduğunu sorunca kızın yüzünde güller açıyor adeta. “Frittelle, klasik bir Toskana lezzeti”. diyor. Her yıl sadece Mardi Grass yani karnaval döneminde satılan, içinde pirinç, un, portakal kabuğu bulunan ve birkaç baharatla tatlandırılarak yağda kızartılan tipik bir Toskana geleneği olduğunu ve mutlaka tatmam gerektiğini söyledi. Ben de öyle yaptım. Adetle satılıyor. Dört tanesi 1 €. Ve dördün katlarında ilave 1 € daha ödüyorsunuz. Bizim lokmaya benzeyen lezzetli, üzerinde iyice toza dönmüş şeker bulunan küçük hamur işleri. Bir çırpıda mideme inince yeniden aldım ve hızlıca oradan uzaklaştım. Havanın yavaş yavaş kararmaya yüz tuttuğu dakikalarda meydandaki çeşmenin yanına oturup bir süre meydanı seyrettim. Siena’nın kalbi burası. Meydanı ve çevresindeki dar sokakları talan ettiğinizde Siena gezinizi tamamlamış oluyorsunuz aslında. Bir de katedral var tabi ki. Küçük bir şehir, özellikle tarihi bölge daha da küçük. Pek çok tur şirketinin günübirlik gelmesinin de sebebi buymuş demek ki. Ben de ertesi gün başka yerlere gitmeyecek olsam çok rahat Floransa’dan günübirlik gelebilirmişim. Meydan bölgesinden ayrılmadan gelelim biraz da midesel mevzulara…Siena’nın (ya da Toskana diyelim) en önemli tatlılarından birisi panforte. Badem, fıstık, meyve kuruları ile başta tarçın olmak üzere bilumum baharattan oluşan bir tür kek. Aslında ne kadar kek diyebiliriz o da meçhul. Zira oldukça yoğun ve ağır. Uzun zaman da saklanabiliyormuş. Turizm danışmadaki görevli Siena’da en lezzetli panforteyi Nannini’den alabileceğimi söyledi. Popüler, büyük ve hareketli bir mekan olan Nanini’yi bulmak hiç de zor olmadı tabi. Kilosu 24 €. Eminim başka yerlerde buradan daha ucuzdur ama pazar günü pek çoğu açık olmayacağı için şansımı fazla zorlamak istemedim. Arka taraftaki tezgahta duran bayandan bir parça isteyince çok ince bir dilim kesmeye kalktı. Gözüme fazla küçük görününce “biraz daha büyük lütfen” dedim. Günahımız, yaklaşık 250 gr ve 6,10 €. Güzelce yapılan paketimi alarak akşam yemeğinden sonra denemek için çantama attım. Hava çoktan kararmıştı. Ara sokaklar, bol bol fotoğraf, karanlık ama hareketli yerler derken Siena gezime başladığım Gramsci Meydanına çıkmışım. Buraya kadar gelmişken ertesi gün sabah erken saatte yapacağım yolculuk için otobüs saatlerini kontrol etmek için yer altına indim. Sabah kapalı olan gişe açık olunca da bileti almaya karar verdim. Siena-San Gimignano direkt otobüsü 5,50 €. San Gimignano’yu gezdikten sonra Pisa trenine bineceğim San Gimignano-Poggibonsi otobüs bileti de 1,95 €. Güzel olan şey saat tarifesini gösteren broşürü alıyorsunuz, hangisi size uygun geliyorsa o saatte kalkan otobüse binebiliyorsunuz. Tıpkı bölgesel trenlerde olduğu gibi. Tabi burada da bileti makinelere onaylatmayı unutmamak lazım. Saat 19.00’u geçmişti ve Luis’in verdiği listedeki restoranlardan birisine yakın olduğumu fark ettim. Ayrıca burası otelime de oldukça yakındı: Via dei Montanini, 32-34 numarada yer alan Ristorante IL Salotto. Sarışın, orta yaşı biraz geçmiş bayan İtalyanca beni buyur etti ve bende İngilizce kabul ettim. O yine İtalyanca hoş geldiniz deyince “eyvah Hakan, işin zor” dedim. Allahtan eşi ve iki çocuğuyla ailecek yemek yiyen Stefan vardı ve bana yardımcı oldu. Notlarımı açtım ve bayana gösterdim. Stefan’ın çevirisinden anladığım kadarıyla bayana göre dersimi iyi çalışmışım. Tabi bunda turizm danışmadaki görevlinin de katkısı büyük. Gelmeden önceki araştırmalarım da göstermişti ki Toskana bölgesinde dana biftek özel bir öneme sahip. Pek çok yemeğin içinde var ya da bizzat kendisi asıl yemek. Restorandakiler tarafından ana yemek olarak az pişmiş, yumuşak, ince ince dilimlenmiş dana biftek (Taglita di Manzo alla rucola) sipariş etmeme karar verildi. Başlangıç olarak da irice, bir tür biber ve peynirle yapılan ev yapımı spagetti (Pıcı Cacio & Pepe). Floransa’da yiyemediğim Bruscheretta’yı da söyledim ama kalmadığını söylediler. Son şansım Pisa yoksa yiyemeden geri döneceğim galiba. Tüm bunların yanında da güzel bir kırmızı şarap (Chianti colli Senesi). Yemek boyunca Stefan’la sohbet ettik. Aslen Verona’ya yakın bir kasabada oturuyormuş. Üç defa çalıştığı şirketin işleri nedeniyle İzmir’e gelmiş ve çok beğeniyormuş. Onlar da benim gibi Siena’ya gezmeye gelmişler. Çocuklardan birisi 6 birisi 4 yaşında. Küçük olan Leo acayip yaramaz ve zıpır bir çocuk. Aynı bizim Deniz gibi yani. Bizim İtalyan bayan sık sık gelip beğenip beğenmediğimi soruyor. Ben de elimle harika işareti yapıyorum. Bozuluyor gibi oluyor. Meğer baş parmakla diğer parmakları birleştirip sallama işareti (yani güzel anlamında yapılan) İtalya’da “derdin nedir, sorun nedir” gibi bir anlama geliyormuş. Stefan açıkladı, gülüştük. Hem makarna hem de et çok güzeldi. Hatta makarnanın az olduğuna üzüldüm diyebilirim. Özellikle biftek yumuşacıktı, lokum gibi. Şaraptan çok anlamam ama rahatsız etmeyip yağ gibi gittiğine göre sorun yok. Ne de olsa bölgenin dünyaca ünlü şarabı. Tüm bu harika akşam yemeğinin bana maliyeti 25 € oldu (Biftek 14 €, makarna 6,5 €, şarap 3 €) Otele vardığımda saat 22.00’yi geçiyordu. Ilık bir duştan sonra çantamdaki panforteyi denemeye karar verdim. Bütün badem, tarçın, karanfil ve bilumum baharattan oluşan panforte gerçekten lezzetli ama ağır bir tatlı. Bizim mesir macununa çok benziyor tadı. Ancak yarısını yiyebildim. Bence siz siz olun tek başınıza 150 gr.dan fazla almayın derim… Keyifli Siena gezimin sonuna gelmiştim. Ertesi gün San Gimignano üzerinden Pisa…Siena tek kelimeyle enfes bir yer. Sakın buraya uğramadan Toskana’dan ayrılmayın… (Devam edecek) Seyahatle kalın… Serinin diğer yazılarını okumak için : Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 1: Lucca Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 2: Floransa Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 3: Floransa’dan Devam |
Yazılan Yorumlar... | |
Mesut Ünal (24 Ekim 2016) |
Hem meydanda hem de meydanın hemen yukarısındaki ana caddede şubesi bulunan Nannınıde mutlaka Tiramisu denenmeli bence çok başarılı |
NEŞE (21 Temmuz 2012) |
Yazıları sindire sindire yazın,aman ne olur,çok uzun değil,parça parça okuyalım da uzun sürsün keyif...Sevgiler.. |
hakangeziyor (19 Temmuz 2012) |
Sevgili Tamer, hoşgeldin. Dört gözle haberlerinizi bekliyorduk. En kısa sürede yazılarla görüşmek üzere... |
TAMER (19 Temmuz 2012) |
Sevgili Hakan, sevgili Neşe Hanım... Benim gibi İtalya aşıkları... :) Meşhur Yunanistan - İtalya turumu tamamladım ve döndüm... Yazılarımı yazmaya çalışıyorum, notlarımı çalışarak hergün birşeyler ilave ediyorum... sanırım önümüzdeki hafta bitecek. Bu arada 4 Temmuz da Siena daydım ve at yarışları 2 Temmuz da yapılmış...:( Üzüldüm... Ama Siena ve özellikle San Gimignano muheteşemdi. Ve tabi Sirmione ve Garda gölü... Az kaldı, bekleyin. |
NEŞE (02 Temmuz 2012) |
Sevgili Hakan,bin kere gitsem İtalya ya yine giderim....Almanya çok güzel geçti,3 gün de Fransa şarap yolu ekledik,yazıları yavaş yavaş hazırlıyorum...Sevgiler |
hakangeziyor (02 Temmuz 2012) |
Ah hocam, bir bilsem sonumuzun ne olacağını :)... Güzel sözleriniz için teşekkürler...Bu arada Almanya gezinizden de hoşlar getirdiniz... |
NEŞE (29 Haziran 2012) |
Hakan,ne olacak bizim bu İtalya aşkımız?Sen yazıyorsun,ben de hayran hayran okuyor,anıları tazeliyorum.Siena nın dar sokaklarının ve renkli mermer cepheli şahane katedralinin bir kez daha keyfine vardım,güzel yemeklerle de bu keyif tamamlandı,çok yaşa!!!! Çok teşekkürler... |
Raynor (27 Haziran 2012) |
Abi, her zamanki gibi yine döktürmüşsün. Siena için hiç kimse mi kötü bir şey söylemez? İnan acaip merak ediyorum. Bu arada biftek hiç de fena görünmüyor doğrusu...Afiyet olsun.. |
hakangeziyor (27 Haziran 2012) |
Tamer Bey, her İtalyaya giden arkadaşa dediğim gibi "sizi çoook kıskanıyorum":) İtalyanın yeri bende ayrı. Bu yüzden çok seviyorum, defalarca daha gidebilirim. Bu arada döndüğünüz de sizden de çok keyifli anılar okuyacağımızı hissediyorum. Şimdiden müthiş eğlenceler diliyorum... |
TAMER (27 Haziran 2012) |
Hakan Bey Toskana yazılarının sonuncusu en güzeli olmuş sanırım... Yine çok güzel anlatmışsınız... Ama devamı da yine güzel olacak gibi... Kısmetse daha önce de bahsettigim 10 günlük Yunanistan - İtalya turumuza bu cuma akşamı çıkıyoruz. Çıkmadan önce yeni bir yazı eklenmiş mi diye bir bakayım demiştim bu yazınız ilaç gibi oldu... İnşallah önümüzdeki Çarşamba Siena da olacağız. Bu sefer bende sıcağı sıcağına notlarımı tutacağım... Şimdilik seyahatle kalın... |