Oberammergau’daki sakin gecemiz, sabahın çok erken saatlerinde İstanbul’dan ayrılış yorgunluğumuzu aldı götürdü… Sabah gözümüzü dinlenmiş ve güzel, yeni bir güne hazır vaziyette açtık. Detler Haus un kahvaltı odası bizden başka 5 kişilik bir Fransız grubu da ağırlıyor. Kahvaltı müthiş, tam bir Alman kahvaltısı diyecekken bir köşede, Almanların hiç alışık olmadıkları domates, salatalık ve beyaz peyniri de görüyorum, adeta büfede kuş sütü eksik. Yüz yıllık güzel bir çini fırın ve diğer köşedeki Bavyera işi renkli dolap pek hoş…
1835 TARİHLİ DOLAP - ÇİNİ FIRIN Gasthaus un sahibi her yıl Antalya ya tatile gittiğini ve bize aşina bu lezzetleri oradan öğrendiğini söylüyor, eskiden biz Almanları taklit ederdik, işler tersine döndü galiba..
Oberammergau dan çıktıktan birkaç kilometre sonra “Linderhof” tabelasına sapıyoruz,hedefimiz Linderhof u gezip,ara dağ yollarından Plannsee kıyısından Avusturya ya geçiş ve hemen sonra tekrar Almanya ya geçerek Romantik yol a çıkmak…Nedir bu “Romantik Yol”,nerededir, ne vardır bu yolda derseniz, hemen bir özet yapmak isterim.
Güneyde Füssen,Schwangau dan başlayan ve kuzeyde Würzburg a kadar devam eden 380 kilometrelik bu yol, Almanya nın en güzel doğasında, en eski ortaçağ kasabaları, şato ve sarayları arasından geçiyor, sanat ve kültürün yanı sıra tarih açısından da ilginç noktalar oluşturuyor. Bazı yorumculara göre,Almanya nın savaştan sonra yerlerde sürünen anlı-şanlı adını tekrar gündemde güzel anılarla yüceltmek isteyenlerin bir buluşu. Biz bu yolun ne kadarını gidebildik? Würzburg a kadar çıkmadık ama 300 kilometresini gezdik diyebiliriz, Oberammergau dan sonra bu yolda 3 gece daha geçirdik, surlarla çevrili, kuleler ve kalelerle korunan ortaçağ kasabaları, kirişli geleneksel evleri ve çiçekten görünmeyen cepheleri ile köy evleri, Rönesans sarayları, şatolar, ormanlar gezdik, dolaştık, vücudumuz yoruldu,gönlümüz şenlendi.
Şimdi bu yolların kralı ile bir randevumuz var Linderhof da….Bavyera kralı II.Ludwig i çok bekletmeyelim ve Linderhof un araba park yerine 2.50 € vererek arabamızı park edelim.
LİNDERHOF PARKINA GİRİŞ Bavyera kralı Ludwig ,çok gençken ,babası ile çıktığı av partilerinde bu bölgeyi tanıyor ve seviyor. Aslında bölge yabancı değil, baba II.Maximilian ın burada minik bir av kulübesi var. 1869-1878 arasında, Ettal manastırının arazisi içine yapılıyor bu zarif köşk… Aslında bana göre tam da bizim “Küçüksu kasrı” havasında, hani şöyle Sultan ın geçerken uğrayıp bir-iki gece geçirdiği bir yer… Minik bir biblo gibi.. Ludwig, babasının evini yıktırmadı ve yeni köşkün yakınında muhafaza etti.
LİNDERHOF Linderhof,18.yy.da Fransa da moda olan saraylar tipinde ve muhteşem bir parkın içine yapıldı.Fransız-Bavyera rokokosu karışımı,aşırı süslü ,heykeller,havuzlar,içerde aynalar ve optik oyunlar kullanıldı bu sınırlı ufak mekanda.
HEYKELLİ HAVUZLAR - TERASLARDAN LİNDERHOF Linderhof, bir saray halkını barındırmak için değil, yalnız bir kral için yapıldı, kral öylesine inzivaya çekildi ki, yemek masasında hizmet eden hizmetçileri bile yanında istemediği için, yemek masası aşağıda mutfakta, şamdanlarına kadar hazırlandı ve özel bir asansör sistemi ile yemek salonunun zemininin ortasındaki kapak açılarak yukarıya çıkartıldı…. Yemek salonunda yalnız bir kral….
Köşk ün tam arkasında güzel bir çeşme var…Şelaleler yaparak yukardan gelen suyun içinden atlı arabası ile Deniz tanrısı Neptün fırlıyor..
NEPTÜN ÇEŞMESİ - BAHÇE Ön cephe ise ortasında altın yaldızlı bir heykel grubunun olduğu ve yukarılara kademelerle ve kameriyelerle yükselen güzel bir bahçeye açılıyor.
Devrin modası olan egzotik ve oriental yapılara da yer verilmiş parkın içinde. Tırmanarak çıktığımız tepelerde “Fas Evi” diye tercüme edebileceğimiz bir doğu köşkü de var, içerde tavus kuşu figürlerinin yer aldığı bir taht odası görüyoruz.
Biraz ilerde ise “Venüs Mağarası” yer alıyor, içinde minik bir suni göl ve o devirlerde müthiş bir yenilik olan elektrikle mistik bir aydınlanması var.
Bu güzel yerde tüm günü de geçirebiliriz ama birkaç saat ilerde Ludwig le ikinci randevuya yetişmemiz lazım…
FAS EVİ - PLANNSEE Plannsee nin dalgasız ayna gibi mavi sularında ufak bir tekne turist gezdiriyor, 20 yıl önceki kış gezimizde bu göl buz tutmuştu, uzaklardan kayaklı bir gencin yaklaştığını görmüş, hızla buzun üzerindeki ince kar tabakasında kayıp, yanımızdan geçip gitmişti…. Linderhof un güzel heykelleri kardan zarar görmesinler diye bebekler gibi kundaklara sarılmışlardı.
Plannsee yi geride bırakıyoruz,5-10 km için Avusturya sınırı içine girip,tekrar Almanya ya Schwangau a doğru,Kral Ludwig in dünyada bir eşi daha olmayan masal şatosuna doğru yol alıyoruz…
Romantik yol un ,Romantik kralı Ludwig i biraz tanımak gerekiyor,aksi halde bu harika yapıların ruhunu yakalamamız imkansız.
BAVYERA KRALI II LUDWİG Ludwig, 1845 de Münih de Nymphenburg sarayında doğdu, babası II.Maximilian Fransız Bourbon, Anne Marie ise Prusya sülalelerine dayanıyor. 1864 de genç yaşta Bavyera kralı oldu, bu işe çok hazırlıksız olduğunu kendisi açıklıyor “şu kesinki,çok erken kral oldum,yeterli bilgiden yoksunum” diyor…. Duygusal ve fiziksel yönden zayıf olan Ludwig, tiyatroya çok meraklı, zaman zaman kendisi de oynuyor ve bir hayal dünyasında yaşıyor… 15 yaşında ilk operası olan, Wagner in Lohengrin operasını seyreder ve tüm hayatına etki edecek muazzam bir Wagner sevgisi başlar genç Ludwig de. Kral olduktan sonra da Wagner e Münih de bir ev verir, maaşa bağlar ve ondan devamlı operalar yazmasını ister. Çevrenin ısrarı ile kuzeni Charlotte ile nişanlanır. (Avusturya-Macaristan imparatoriçesi Sisi nin kız kardeşi) Bu nişan fazla uzun sürmez, bozulur, çünkü Ludwig erkek arkadaşları ile çok daha mutludur. Ludwig, eski Alman destanlarından çok etkilenir, masallar ve destanlar dünyasında yapayalnız yaşar. Yegane dostları, etrafına topladığı sanatçılar grubudur, onlarla birlikte, yarattığı pahalı dünyada yaşar. Prusya ya yenilmesiyle birlikte daha da içine kapanır… İşte bu dönemde, büyük paralara malolan Neuschwanstein şatosunda inzivaya çekilir. Bavyera hükümeti bu durumdan son derece rahatsızdır, bir psikolog doktor eşliğinde Neuschwanstein den alınır, akli dengesinin bozuk olduğu gerekçesi ile Starnberg gölü kıyısındaki Burg şatosuna kapatılır. Ertesi akşamüstü göl kenarında yürüyüş yaptıkları Doktorla birlikte, cesetleri diz boyunu geçmeyen göl sularında bulunur. (13 haziran 1886) Resmi açıklamaya göre, Ludwig intihar etmek istemiş, Doktor mani olmaya çalışmış ve çıkan boğuşmada her ikisi de boğularak ölmüştür… Ceset hemen tahnit edilir ve iki gün içinde Münih de gömülür ve böylece olası bir kurşun yarası da gözlerden saklanmış olur…. Temize havale….. Bugüne kadar işin doğrusu bulunamamış…. Belki de bulunmak istenmemiş…. Zavallı Yalnız kral….
İşte uzaklardan ,tepelerin üstünde ormanlar arasında Neuschwanstein gözüktü, yılda 1,3 milyon turistin ziyaret ettiği ve her taşında Ludwig in ruhunun kazındığı bu masal şatosu bizi bekliyor.
MARİENBRÜCKE DEN NEUSCHWANSTEİN Ludwig,1868 mayıs ayında Wagner e şöyle yazar: Hohenschwangau daki Pöllat uçurumundaki eski şato harabelerini, yeniden,eski Alman şövalyelerinin şatoları stilinde yaptırmaya karar verdim, burada oturmaya can atıyorum…. Kral, hemen tepenin aşağısındaki baba sarayı Hohenschwangau da, Alman mitolojisindeki kuğu şövalye Lohengrin in freskolarının altında büyümüştür… Böylece kuğu, Schwangau kontlarının sembol hayvanı olarak da Ludwig i etkiler.
5 Eylül 1869 da temel atılır,coğrafi ve teknik açıdan çok zorluklar vardır ve ancak 1880 de biter şato. Ludwig ,önce şatonun resmini Münih li bir sahne ressamına çizdirir ve sonra bir mimar teknik olarak işe dahil olur…Büyük salonlarda çelik konstrüksiyon kullanılır,Siemens firması ilk telefonu buraya kurar,tuvaletlerde sifon sistemi , elektrik ve kalorifer tesisatı vardır sarayda,modern ve çok görkemlidir…1875 yılından sonra,gündüzleri uyuyup,geceleri yaşayan kral,1884 de saraya taşınır.
HOHENSCHWANGAU ŞATOSU Bizde arabamızı 5 € luk park yerine koyarak önce baba Maximilian ın Hohenschwangau sarayını dıştan keşfettik ve enerjimizi “Yeni Kuğu Kayası Sarayı” na sakladık… Hohenschwangau kasabasının Japonlar tarafından doldurulan güzel ve eski otellerini seyrederek, bilet satışının yapıldığı merkeze geliyoruz.
HOHENSCHWANGAU KASABASINDAN Yukarda,şatonun kapısında bilet satışı yok,buradan almalıyız kişi başı 12.50 € luk biletlerimizi. Bu noktadan tepedeki şatoya üç şekilde çıkabiliriz… Tepeye 30 dakika süren bir yürüyüşle tırmanabiliriz ki bu bizi aşar,kişi başı 6€ ya tek gidiş atlı arabaya binebiliriz veya bizim de yaptığımız gibi iki kişi 5.60 € ya shuttlebus a binebiliriz. (gidiş-geliş) Görkemli Lisl otel önünde otobüs kuyruğuna giriyoruz,servis otobüsüne kuruluyoruz….
Ormanlar arasından döne döne yükseliyoruz ve şatoya 600 mt. uzaklıkta Marien köprüsü yakınlarında otobüs bizleri indiriyor. İlk durağımız Pöllat uçurumu üzerinde baba Maximilian ın yaptırdığı köprü.. Köprü, köprü değil, mübarek helikopter gibi.
Havaya asılmış bir yol adetave biz üzerinde, karşıdaki masal şatosunu seyrediyoruz.
MARİENBRÜCKE - TEPEDEN HOHENSCHWANGAU A BAKIŞ Almanlar, şatonun restorasyondaki bir cephesinin manzarayı bozmasından dolayı özür dileyen ve “sabredin” diyen levhalar asmışlar etrafa… Köprü muhteşem, manzara daha da muhteşem. 600 mt .yi yokuş aşağı inip, şatonun kapısına dayanıyoruz… Biletin üzerinde her şey yazılı, bizim tur 13.20 de başlıyor ve ışıklı levhada 464 sayısı yanınca bizi alacaklar içeriye… Alman düzeni şaşmaz!
Fotoğraf çekmek yasak… olsun… ben aklıma yazıyorum her şeyi nasıl olsa… Walt Disney e ilham veren bu geç gotik masal şatosunda rehberimiz bizi kule kule dolaştırıyor, çıkıyoruz, iniyoruz, koridorlar, geçit görevi gören yapay mağaralar ve görkemli taht salonu… Bu salon Bizans stilinde, havarilari ve Alman mitolojik kahramanları gösteren mozaiklerle süslü. Tepedeki devasa dairesel avize bir Bizans tacı şeklinde yapılmış… Bu avize bana hemen, Budapeşte de Macar Milli müzesindeki Kral İstvan ın tacını hatırlatıyor. Bu taç İstanbul daki Bizanslı ustalar tarafından hazırlanmıştı… Tacı ,bir avize olabilecek kadar büyütün hayalinizde… Taht da muhteşem… Şatonun tüm odalarının duvarları Wagner in operalarından sahnelerle süslenmiş, Alman destan kahramanları heryerde… Sigurd, Gudrun, Tristan ve İsolde,Parzifal, oğlu prens Lohengrin, ünlü ozan Tannhauser duvarlardan ziyaretçileri süzüyor. Hitlerin de Wagner e neden hayran olduğu çok açık değil mi?… Şanlı geçmiş,güzel bir ırk…
ŞATOYA GİRİŞ - ST.GEORGE HER YERDE Gündüzleri mavi rengin hakim olduğu muhteşem yatak odasında uyuyan kral, akşamları sanatçılarla buluşmakta, kışın karda tarihi giysiler giyerek meşalelerle aydınlatılmış kızaklarda geziler yapmaktadır… Bu güzel şatoda ne yazık ki 172 gün kalabilmiş Ludwig, ısmarlanan tahtta da hiç oturamamış. Yatak odası civarında tuvalet gördük ama hiç banyoya rastlamadık, anlaşılan seyyar küvetlerde banyo adeti daha henüz devam ediyor o yıllarda.
En üst katta bulunan dev “Sanatçılar Salonu”muhteşeminde ötesinde… Duvarlar bir resimli roman gibi freskolarla dolu, tabii ki yine Wagner in operalarından sahneler… Çıktığımız kuleleri yine inmeye başladık döne döne, bir yandan da talihsiz kralı düşünüyoruz. Ludwig in ölümünden sadece yedi hafta sonra şato parayla ziyaretçilere açılır, amaç sarfedilen paraları biraz olsun telafi edebilmektir.
Bütün bu şatafat ve talihsiz olaylara ,ölümlere rağmen şu anda Bavyera halkı 41 yaşında ölen krallarını bağırlarına basmış durumdalar,şatonun aşağı katlarındaki hediyelik eşya dükkanları adeta para basıyor,Japonlara mal yetişmiyor,her objenin üzerinde yakışıklı kral var,yastıktan ,kravata kadar…
Dönüş yolunda otobüse binmeyip,yokuş aşağı yürümeye karar veriyoruz.Ormanlar içindeki yollardan, patikalardan güzellikleri seyrederek, sincaplarla oynaşarak, güzel gasthauslarda biralar içerek Hohenschwangau daki park yerine varmamız saat 16.00 yı buldu bile…
Romantik Yolun romantik kralına veda ediyoruz…. Yol devam edecek, sahneye başka saraylar, başka krallar çıkacak ilerde ama Ludwig unutulmayacak… Bu gece Augsburg da kalacağız… Yerimiz hazır, bizi bekliyor….
|