Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 6-son : Mucizeler Şehri Pisa...

Hatırlarsanız en son San Gimignano’dan Pisa’ya yola çıkmıştım ve tren istasyonunun bulunduğu Poggibonsi’ye varmıştım…Poggibonsi’den Pisa yolculuğum 12.46 treni ile başladı. Trene bindiğimde hemen yan çaprazdaki iki genç bayanın Türkçe konuştuklarını duyunca selam verdim. Altı aylığına Erasmus programı çerçevesinde İtalya’ya gelmişler. Kısa bir sohbetten sonra yeniden elimdeki Pisa notlarımı karıştırmaya başladım. Trenin her yavaşlamasıyla birlikte gözüm tabelalarda kulağım ise anonslarda. Zira Pisa treni Empoli’de aktarma gerektiriyor. En sonunda telefonun GPS’ini çalıştırmak aklıma geldi ve yaklaşık mesafeyi de çözebildim.

Saat 13.20’de Empoli’de trenden inip bilet ofisine Pisa’ya giden treni sorduğumda 2 no’lu perondan saat 13.27’de kalkacağını söyledi. Perona gidip bir sigara içmiştim ki tam zamanında tren geldi. İlginç olan husus her iki trende yaptığım seyahatler boyunca hiç bilet kontrolünden geçmedim. Oysa İtalya’da bu işler oldukça sıkı uygulanıyor ama kısmet işte…

Pisa tren istasyonuna vardığımda kocaman saat 14.02’yi gösteriyordu. Peronu boylu boyunca geçip sola dönerek emanet ofisine ulaştım. Pasaportumun fotokopisini çekerek 12 saatlik emanet için benden 3 € aldılar. Eğer bir parça daha bagajım olsaydı onun için 2 € daha ödeyecektim.



Yaklaşık 100.000 nüfusuyla Pisa meşhur eğik kulesiyle yıllardır merak ettiğim yerlerden birisiydi. 11-12. yüzyıllarda bölgenin en önemli deniz cumhuriyetlerinden birisi olan Pisa 1500’lerin başında Floransa’nın egemenliğine girmiş. Haçlı seferlerine de ilk katılanlardan birisiymiş Pisa şehri. Aynı zamanda önemli bir üniversite şehri olan Pisa’nın tarihi merkezi 1987 yılından bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Floransa’daki gibi Arno nehri burada da şehri nerdeyse ikiye bölüyor.

Tren istasyonundan dışarıya çıkıp karşı taraftan yürümeye başladığımda yolun her iki tarafındaki direklerde bulunan tabela dikkatimi çekti. Beş dilde “Sahte mal satın almanın İtalyan yasalarına göre 500 € cezası bulunmaktadır” diye yazıyor. Bizi uyarıyorlar ama daha tren istasyonunun çıkışında başladı Araplar çanta satmaya. Hem de nike ve puma marka. Herhalde 10-15 €’luk çantalar gerçek değildi. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.


Pisa’daki yürüyüşümde öncelikle Vittorio Emanuele II meydanı karşıladı beni. Ortasında aynı isimli heykeliyle oldukça büyük bir meydan diyebiliriz. Buraya açılan trafiğe kapalı Corso İtalia ise Pisa’nın en büyük alışveriş caddelerinden birisi. Sağlı sollu popüler dükkanlara kafeler ve restoranlar eşlik ediyor. 20 Eylül Meydanı şehrin bu tarafı açısından yolun sonu kabul ediliyor ve Arno nehri üzerindeki Mezzo Köprüsüne çıkıyor. Köprüye kadar olan bölümde çok fazla görülmesi gereken bir yer ya da özellikli bir eser bulunmuyor. Belki de ilk en güzel manzara Arno Nehri ve etrafında bulunan renkli ve az katlı yapılar diyebilirim. Zaten biraz ileriden de Arno denize dökülüyor.

Mezzo Köprüsünden bakınca Barselona gezisinde ziyaret etme şansı bulduğum Girona kasabasına benzettim biraz. Orada nehir akacak suyu biraz zor buluyordu ama zannımca aylardan Şubat olması Arno Nehrini güçlü ve bol sulu yapıyor. Kısa bir süre de olsa köprüden nehrin iki tarafını seyre daldım. Bilen bilir, suyu ve içinden su geçen yerleri oldum olası sevmişimdir. Pisa’da bundan garyrı benden torpilli sizin anlayacağınız…



Garibaldi Meydanında bulunan Garibaldi heykelini de selamladıktan sonra Borgo Caddesinin kemerli yapılarla süslü kaldırımlarından devam ettim. Biraz ileriden sola döndüğümde Cavalieri Meydanına ulaştım. Meydan, Pisa şehrinin en önemli ikinci meydanı olarak biliniyor. 16. yüzyılda şehrin merkezi olan Meydan, Floransa hakimiyetinden sonra ünlü mimar Vasari tarafından, Medici ailesinin gücünü simgeleyen bir düzenlemeden geçirilmiş. Örneğin meydandaki heykel Medici ailesinden 1. Cosimo’ya ait. 1600’lerin başlarında inşa edilen heykel Cosimo’yu ayakta ve bir yunusun kafasına basarken gösteriyor. Bunun anlamı da “denizlerin de hakimi” olmasıymış. Heykelin hemen önünde bir de çeşme bulunuyor. Hemen arkasındaki dört katlı ve pencereler arasındaki süslemelerle dikkat çeken bina gösterişli bina ise Palazzo della Carovana. İki taraftan merdivenleri bulunan saray 16. yüzyılın başlarında Vasari tarafından şövalyelerin idari merkezi olarak inşa edilmiş. Bugün için Pisa Üniversitesinin bir bölümüne ev sahipliği yapıyor.


Meydandaki bir diğer önemli yapı ise üzerindeki saati ve tepesinde çanı ile Palazzo dell'Orologio. Türkçeye “Saatli Saray” olarak çevirebileceğimiz binanın tarihi 12. yüzyıla kadar gidiyor ancak şimdiki görünümüne elbette Vasari tarafından kavuşmuş. Dönemin ünlü politikacısı ve komutanı Ugolino, yeğeni ile ters düşünce, oğulları ile birlikte burada hapsedilmiş ve açlıktan ölmeye mahkum edilmiş. Şimdilerde okulun kütüphanesi olarak hizmet veriyormuş.

Buraya kadar gelmişken Santo Stefano Kilisesinden bahsetmemek olmazdı tabi. Bu küçük şirin kilisenin inşaatı 1565 yılında başlamış. Ön yüzünde beyaz mermerler bulunan kilise şövalyeler ya da bazı kaynaklarda yazdığı gibi askeri tarikat adına yaptırılmış. Arka tarafında da bir çan kulesi bulunuyor.Tabi bu kilisede de Vasari’nin izleri var. Daha önce de söylediğim gibi meydana damgasını vuran aslında Mediciler adına Vasari olmuş. Kapalı olduğu için maalesef gezmek nasip olmadı.



Santa Maria caddesinden ilerlemeye başladığımda yıllardır binlerce fotoğrafını gördüğüm yamuk ya da eğik kule uzaktan görünmeye başlamıştı bile. İlerledikçe bu sefer yanındaki devasa katedral. Ve nihayet muhteşem üçlüyü tamamlayan Vaftizhane. Tren istasyonunda yaklaşık 40 dakika önce başlayan yolculuğum Mucizeler Meydanında son buluyordu.

İnsanlar çok zengin olduklarında çeşitli şeyler alırlar. Ne bileyim villalar, lüks arabalar falan. Ama iş Pisalılara gelince onlar zenginliklerini dosta düşmana göstermek için Mucizeler Meydanını (Piazza del Miracoli) inşa etmişler. Elbette meydan içindeki eserlerden dolayı böyle bir ad alıyor. Aslında meydanın gerçek adı Katedral Meydanı (Piazza del Duomo). “Mucizeler Meydanı” ismi ise İtalyan yazar ve şair Gabriele d'Annunzio tarafından 1910 yılında yazılan bir şiirden geliyormuş. 11. yüzyılda inşa edilen ve dört nefis eseri barındıran meydan yılın dört mevsiminde binlerce insanla dolup taşıyor. Önce Katedral, sonra kule, vaftizhane ve son olarak da Campo Santo inşa edilmiş. Meydanda yukarıda saydıklarım dışında iki müze, bolca çimenlik arazi, kenarlarda yaklaşık 10 metrelik surlar, Sinopie Müzesinin önünde boylu boyunca sıralanmış olan ve ne kadar çakma tişört ve bilumum Pisa malzemesi varsa satan hediyelik eşyacılar, öbek öbek Japon turistler ve kuleyi düşmekten kurtaracağını sanarak milyonlarca defa çekilmiş olan klasik pozu çektirmeye çalışan yüzlerce insan var.


Arada çiseleyen kapalı havaya rağmen umduğumdan daha fazla bir kalabalık olduğunu söylemeliyim. Meydan gerçekten çok büyük ve çok güzel. Üç tane önemli eserin yan yana dizilmiş olması apayrı bir güzellik katıyor. Ve kim ne derse desin meydanın incisi bana göre eğik kule. Hatta onun yüzünden belki de diğerleri hak ettikleri ilgiyi görmüyor bile olabilir. Kulenin yapımına 1173 yılında başlanmış ancak tamamlanması 1372 yılını bulmuş. Yaklaşık 55 metre yüksekliğindeki kule sonradan eğilmemiş, daha yapım aşamasında üçüncü kat çıkılırken eğilmeye başlamış. Buna sebep olarak da temelin zayıf ve ince kum-kilden oluşan bir zemine oturması gösteriliyor. Bölgede sık sık çıkan savaşlar yüzünden kulenin yapımı uzadıkça eğilmesi artmaya başlamış. Üst üste bindirilmiş yuvarlak altı sütun dizisinden meydana gelen kule toplamda sekiz katlı ve 294 basamakla çıkılıyor. Kulenin yedi farklı çanı olduğu ve her birinin farklı bir notayı çaldığı belirtiliyor. Kuleyi kurtarma çalışmaları neredeyse tarih boyunca devam etmiş. 1990-2001 yılları arasındaki 11 yıllık dönemde kule ziyarete kapalı kalmış.



Kulenin karşısına geçip uzun uzun seyrettim. Yıllardır Pisa Kulesinin eğikliğini duyuyor ve fotoğraflardan görüyordum ama canlı olarak görmek bir başka güzel. Gerçekten de yamuk bir kule, yani çıplak gözle çok açık ve net biçimde görünüyor. Dünyanın işi ne kadar ilginç, siz bir kule yaparken çok büyük bir mühendislik hatası yapıyorsunuz ama gelin görün ki o hata dünyanın en meşhur kulesi, en çok turist çeken bölgelerinden birisi haline geliyor. Normal şartlarda çok daha güzel ve yüksekleri var ama güzelliklerinden başka özellikleri olmadıkları için bunun kadar popüler değiller.

Kulenin bolca fotoğrafını çektikten sonra meydanda biraz daha dolaştıktan sonra bilet gişesine gittim. Farklı biletleme sisteminden biraz bahsetmem de yarar var diye düşünüyorum. Öncelikle Kuleye çıkış 15 €. Öyle her istediğiniz anda gidemiyorsunuz ve bir seferde en çok 40 kişi çıkabiliyor. Bu yüzden önceden kule turuna yazılmanız gerekiyor. Katedrale giriş kış döneminde (Kasımdan Şubat sonuna kadar) ücretsiz ancak normal zamanda ücretli. Duomo Müzesi, Sinopie Müzesi, Vaftizhane ve Campo Santa’dan bir tanesi 5 €, iki tanesi 6 € ve son olarak dört tanesi 8 €. Müzeleri çok merak etmediğimden ve fazla da zamanım olmadığından çok merak ettiğim mezarlıkla vaftizhaneye girmek için 6 €’luk biletlerden aldım. Ama öncelik katedralde tabiî ki.



Başta komşu Cenevizliler olmak üzere, herkese karşı Pisa şehrinin zenginliğini simgelemek için inşa edilmesine karar verilen Katedral (Duomo) meydanın ilk eseri. 11.yüzyılın sonlarında başlayan inşaat oldukça uzun sürmüş. 1595 yılında çıkan büyük yanginda ciddi hasarlar görse de sonradan restorasyonlarla her daim güzelliğini ve heybetini korumuş. Döneminin önemli ve büyük katedrallerinden olsa da zaman içinde Floransa ve Siena katedrallerinin gölgesinde kalmış. Özellikle “Kar Beyaz Mermerin Tapınağı” ismini veren nefis sütunlu batı cephesi izlenmeye değer. Doğu cephesi ise yuvarlak kubbeli bölümüyle müthiş görünüyor.

Katedralin ana girişi kulenin olduğu taraftaki kapıdan olmakla birlikte birlikte benim bulunduğum dönemde girişler vaftizhane tarafındaki sütunlu batı cephesindeki küçük yeşil bronz kapıdan yapılıyordu. Bu cephede ortadaki büyük olanla birlikte üç farklı bronz kapı mevcut ama sadece bir tanesi çalışıyor. Bu kapılar 1595 yılında çıkan yangında tahrip olan ahşap kapıların yerine yapılmış. Ortadaki büyük olanda Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın doğuşunu anlatan resimler bulunuyorken sağ ve soldakinde de yine başka dini motifler bulunuyor.



Yapının iç kısmı gerçekten etkileyici. Duvarlardaki mozaikler ve özellikle tavan bölümündeki Hz. İsa mozaiği müthiş canlı ve güzel görünüyor. 1302-1311 yılları arasında Pisano tarafından yapılmış olan vaiz kürsüsü ise çok güzel. Üzerinde dini hikayeler anlatılıyor. Gerçi normalde olması gereken yer ana atlara daha yakın bir yermiş. Bir de merdivenlerin orijinal merdivenler olmadığı yazıyor notlarımda. Siena’daki vaiz kürsüsü de baba oğul Pisano’lar tarafından yapılmıştı ve bence oradaki bundan güzel. Birde katedralin altın rengi metalden tavan bölümü de çok hoş görünüyor bence. İçeriye girdiğinizde sizi saran hoş bir aydınlık var. Bu da inanılmaz bir rahatlık sağlıyor.

Katedralden sonraki durağım yeşil bronz kapıların bulunduğu batı tarafındaki vaftizhane oldu. 12. yüzyılda başlayan inşaat yaklaşık 200 yıl sürmüş ama İtalya’nın en büyük vaftizhanesi olduğunu yazıyor kaynaklar. İçerisi diğer başka benzerlerine göre oldukça sade düzenlenmiş, duvarlar bomboş. Zemin katta yine Pisano tarafından yapılmış başka bir vaaz kürsüsü var ama bu sefer oldukça sade. Orta bölümde de muhtemelen törenlerin yapıldığı bir yer var. Dar bir merdivenden üst kata çıktığımda aşağının bolca fotoğrafını çektim. Yukarıda hiçbir şey yok ama pencereleri kapatmasalarmış güzel bir meydan ve katedral manzarası olacağı kesin.



Bu arada içerideyken başımı kaldırdığımda vaftizhanenin de aslında yamuk olduğunu anladım. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim dikkatli baktığınızda katedralin de yamuk olduğunu anlayabiliyorsunuz. Yani, meydanda yamuk olan sadece kule değil, ne varsa hepsi yamulmuş ama kule en çok yamulan olduğu için diğerleri bu kadar dikkat çekmiyor. Eğer yolunuz buraya düşerde vaftizhaneye gelirseniz lütfen tavana bakın. Ne kadar haklı olduğumu anlayacaksınız.


Vaftizhaneden çıkıp Campo Santo’ya doğru yürürken hafiften yağmur çiseliyordu. Campo Santo’nun kelime anlamı “Anıt Mezar” ve dini bazı anlamlar da içeriyor. Meydanın son eklenen eseri olan mezarlık 1278-1464 yılları arasında yapılmış. Aslında ilk planlanan bir kiliseymiş ama sonradan mezarlığa çevrilmiş. Giriş kapısının üstünde değişik ve ilginç bir heykel var. İç bölümün ortasında geniş bir avlu ayrılmış ve “U” biçiminde üç tarafında sergilenen heykeller, mezarlar ve duvarlarda freskler var. Özel odalarda sergilenen ve ölüm, cennet, son hesaplaşma gibi temaları olan freskler insanı bir garip hissettiriyor. Gerçi ikinci dünya savaşında ciddi hasar görmesine rağmen yine de etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Zaten buranın en önemli eseri de bu freskler bence.

Dışarıya çıkıp meydanda geniş bir tur atarken Troy’la tanıştım. Amerikalı, sırtçantası ile gezengillerden. Kuzeni bir Türkle evliymiş ve geçen yıl İstanbul-Ankara-Kapadokya’yı gezmiş.Yarı profesyonel makinesiyle şu klasik Pisa Kulesi pozunu çekmemi istedi. Hani düşen kuleyi tutma pozu…Birkaç kez deneyerek nihayet becerebildim. Bana da teklif etti olmaz, gerek yok falan derken daha fazla naz yapmadım ve verdim bende pozu. Biraz yukarıda gördüğünüz foto işte böyle çekilmişti.



Meydandaki hediyelik eşya tezgahlarını dolaştım biraz. Binlerce hediyelik var. Elbette en başta tahmin edebileceğiniz gibi yamuk kule. Anahtarlıktan, tişörte, tablodan içki kadehine ne ararsanız var. 1 €’dan başlıyor Allah ne verdiyse gidiyor. Bunun yanında çakma ayakkabılar, çantalar ne isterseniz. Demek ki bu şehirde çakma mal satmak değil almak cezaya tabi. Baksanıza neredeyse orijinal bir ürün görmek mümkün değil.

Yavaş yavaş dönüş yoluna girmiştim karşıma çıkan bir kafede keyifli bir kahve eşliğinde (1 €) notlarımı toparladım. Ara sokaklardaki yolculuğum beni yeniden Vittorio Emanuele II Meydanına, doğal olarak da merkez tren istasyonuna çıkardı. Havaalanına tren biletimi aldıktan sonra (1,40 €) istasyondaki kafeden kendime kocaman bir dilim pizza aldım (3,20 €). Ne olur ne olmaz diye otomatik sandviç makinesinden de ton balıklı bir sandviç alıp çantaya attım. (2 €).

17.55 treni tam zamanında kalktı.Havaalanı tren istasyonuna o kadar yakın ki tren ağır ağır gitmesine rağmen 6 dakikada havaalanına geldi. Yani neredeyse sıkı koşan birisi trenden önce buraya gelirdi. Pisa havaalanı ne çok büyük ne de çok küçük. Pek çok düşük maliyetli havayolu buraya uçuyor. Özellikle Floransa için oldukça fazla kullanılan bir havaalanı diyebilirim. 19.50’de kalkacak uçağım beni bekliyordu. Altı günlük İtalya yolculuğumun sonuna gelmiştim. Pisa’dan Brüksel’e uçarken İtalya’yı terk etmenin hüznünü yaşıyordum ama pek çok keyifli anılarımı da yanımda götürüyordum. Bende bu İtalya aşkı oldukça daha çok gelirim diye düşünüyorum…

Seyahatle Kalın…





Serinin diğer yazılarını okumak için :
Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 1: Lucca
Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 2: Floransa
Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 3: Floransa’dan Devam
Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 4: Siena
Şubat Güneşinde Toskana Gezisi 5: Güzel Kulelerin San Gimignanosu


 Yazılan Yorumlar...
hakangeziyor
(02 Ağustos 2012)
Setenay Hanım, İtalya deyince bende akan sular duruyor. Dört defa gittim daha 14 defa daha gidebilirim. Ne mutlu ki siz benden yıllar önce bu güzel memleketi gezme şansı bulmuşsunuz. Güzel ve teşvik edici sözleriniz için teşekkürler...
Mehmetçim, elimde değil, yazdıkça yazasım geliyor, ne yapayım...Şaka bir yana biliyorsun, İtalyanın yeri bende başka. İnşallah birlikte de kısmet olur bir gün...
Raynor
(02 Ağustos 2012)
Abi, maşallah yine döktürmüşsün. Hayır anlamadığım şey şu o küçücük Pisada nasıl anlatılacak bu kadar şey var ben de bunu anlamıyorum inan.Tamam mucizeler meydanını anladım da yine de senin bu samimi anlatımına ve detaylarına hasta oluyorum. Harbi eline sağlık, ne diyeyim...
Setenay Süzer
(01 Ağustos 2012)
Hakan Bey,
Detaylı bilgilerinizle zenginleştirdiğiniz bu güzel anlatımınız ,beni yıllar öncesine götürdü yine.89 yılı İtalya gezimizde extra tura fazla ücret ödemiyelim diye Floransadan trenle gitmiştik.Kalabalığa rağmen bir süre kuyrukta bekledikten sonra Kuleye her isteyen rahat çıkıyordu,onca yıl sonra , merdivenlerin orta bölümleri basılmaktan aşınmış olduğundan,kaymamak için inerken zorlandığım aklımda yer etmiş.Çanın olduğu üst kata kadar çıkmanın ayrıcalığını yaşamış olmanın keyfini duydum şimdi .Teşekkürler paylaşımınız için
NEŞE
(28 Temmuz 2012)
Ahhh o İtalya aşkı,o değil mi kaçıncı kez bizi çizmeye çeken,o değil mi yapyabancı bir dili aşkla öğrenmemi sağlayan ?Çok teşekkürler Hakan,Campo Santo yu görmemiştim,öğrendim iyi oldu..Vaftizhane de ,Katedral de çok güzel,bu üçlü unutulmaz..
gokhan kocak
(28 Temmuz 2012)
Paylaştıgınız için cook teşekkürler Hakan hocam, saglıcakla...gk