Seferihisar : Türkiye’nin Sakin Şehir Başkenti...

Tarih 17 Haziran 2012, saat sabah 10:00. Yer İstanbul… İstikamet Türkiye’nin ilk Sakin Şehir Başkenti “Seferihisar”. İstanbul - Seferihisar arasında yaz döneminde iki otobüs firmasının doğrudan seferleri var. Kış döneminde ise İzmir üzerinden aktarma yapılarak gidilebiliyor. Otobüsle gitmeyi düşünenler için güzergah şu şekilde oluyor: Eskihisar’dan feribotla Yalova’ya geçiş, buradan Bursa otogarı, Susurluk’ta yemek molası, zeytin diyarı Akhisar’ı da görüp, 18:30’da İzmir otogarına ayak basıyorsunuz. İzmir- Seferihisar arası manzara doyumsuz, yollar boş.

Nihayet, 19:20 sularında güzel Seferihisar’a varıyorsunuz. Otobüs sizi Seferihisar terminaline varmadan, 5 dakika geride bulunan yazıhanede indiriyor. Yazıhanede görevli genç bir bayanla ayaküstü sohbet ediyorum. İlçenin turist açısından en yoğun döneminin Mayıs-Eylül ayları arasında olduğunu, bunun yanı sıra zaman zaman televizyon dizilerinin çekim mekânı olarak da Seferihisar’ın ev sahipliği yaptığını anlatıyor. Yönetmenliğini aslen Seferihisar’lı olan Çağan Irmak’ın yaptığı “Babam ve Oğlum”, “Bitmeyen Şarkı” ve “Kavak Yelleri” dizilerinin hep Seferihisar’da çekildiğini, ayrıca yine Çağan Irmak’ın “Seferihisar” konulu bir belgesel çekmiş olduğunu öğrenip müsaade istiyorum.



Yazıhanenin önü anayol, sağ tarafınızda Teos, Sığacık yönünü gösteren, sol tarafınızda ise Çarşı merkezini gösteren bir tabela görüyorsunuz. Bir kaç dakika bekleyin, çarşı yönünden gelen Sığacık minibüsleri sizi alıp 20 dakikada, Sığacık’a kadar götürüyorlar. Neden oraya gidelim derseniz, gördüğüm kadarıyla Sığacık şu an Seferihisar’ın en güzel ve popüler bölgesi, ve orada ilçede mevcut durumdaki tatil köylerinin en iyisi olan Club Resort Atlantis bulunmakta. Şahsen memnun kaldım, tavsiye edilir.

Merkezden Sığacık’a giden minibüs yolu biraz bozuk, sağlı sollu mandalina bahçeleri arasından giderken önce Sığacık Merkeze, daha sonra 1,5 km daha devam edip Büyük Akkum plajında bulunan otelime yerleşiyorum. Büyük Akkum Plajı tertemiz denizi ve beyaz kumsalı ile Sığacıkta denize girmek ve su sporları yapmak için en ideal yerlerden. Özellikle rüzgar sörfü için çok uygun olan bölgede bu spora ilgi duyanlar için bir de rüzgar sörfü okulu bulunuyor.



Ertesi sabah şehri keşfetmek için düşüyorum yollara. İlk istikamet “Sığacık” oluyor. Girişinde beni masmavi deniz manzarası ile birlikte, Kanuni Sultan Süleyman zamanından kalma “Sığacık Kalesi”, “Yat Limanı”, balık restoranları, kocaman bir “Salyangoz (Sakin Şehir)” figürü ve Atatürk büstünün içinde bulunduğu meydan karşılıyor. Bir balıkçı barınağı ve 400 yat kapasiteli limanı da mevcut. Sığacıkta, sualtı doğa güzelliğini seyretmek ve dalış yapıp zıpkınla balık avlamak isteyen meraklılar için bölgedeki diğer koylara yat gezileri de düzenleniyor. Türkiye'nin en temiz ve en soğuk koylarından olan mavi bayraklı, dipten denize karışan tatlı kaynak suları sebebiyle diğer koylara oranla daha soğuk olan Ekmeksiz Plajına ev sahipliği yapan Sığacıkta, yamaçlarda çam ormanlarıyla kaplı kamping ve piknik alanları da hizmetinizde.



Meydanda haftada bir gün yerel ürünlerin ve el işlerinin sergilendiği “Sığacık Üretici Pazarı” kuruluyor. Esnafla ayaküstü sohbet ediyorum. İlçe merkezinde kurulan “Köy Pazarı”, Ulamış Mahallesi’nde ve Doğanbey Köyü’nde, açılmış olan “Kadın Emeği Evleri”nden bahsediyorlar. Pek çok yerde kadınların aktif bir şekilde ticaret hayatının içinde olduklarını görmek sevindirici. Böylesi güzel çalışmaların yurdun her yanına yayılması dileklerimle, kendimi kale içindeki sokaklara vuruyorum.

Kale içine büyük ahşap bir kapıdan giriyorsunuz. Dar sokaklar, bitişik düzen tek katlı yada iki katlı beyaz kerpiç evler karşılıyor sizi. Sıcaktan olsa gerek, tek tük yaşlı nineler görüyorum alçak pencerelerden dışarı hüzünlü ve yalnız gözlerle bakan ya da iki büklüm haliyle kapısının önünü süpürmeye çalışan... Nerede çocuklar? Bu tek başlarına verdikleri hayat mücadelesi revamıdır? diye sorguluyorum. Selam verip yaklaşıyorum birine. “Kime bakmıştınız” diyor, deniz mavisi gözleri ve yüzünde yılların vermiş olduğu yorgunlukla kapısının önünde dinlenen, 80 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bu mübarek insan. Kulakları ağır işitiyor, bağıra bağıra konuşuyoruz. “Turistim, İstanbul’dan gezmeye geldim buraları diyorum”. “İyi etmişsin gez kızım… Bak Kale içinde iki anayol vadır a kızım. Hangisinden gidersen git kalenin çıkışına ulaşırsın. Orda da karşına deniz çıkar zaten. Eğer kapıdan çıkıp da dik merdivenlerden yukarı tırmanırsan güzel Sığacığımızın manzarasını tepeden izlersin emi kızım.”



Yönlendirmelerine teşekkür ettikten sonra, hemen yürüyüp gitmek içimden gelmedi. Sanki muhabbete hasret iki kelâm daha etmek için, zor yürüyen ayaklarıyla üç beş adım bana eşlik edince, dayanamadım. “Ninecim, tek başına mı yaşıyorsun burada? Kimin kimsen yok mu?” diye sordum. Yürek burkan bir hikâye çıktı karşıma. Aslen İzmirli olduğunu, annesini çok küçük yaşta kaybettiğini, annesinin 40’lı yaşlarda kanserden vefat ettiğini, babasının 6 ay geçmeden bir başka kadınla evlendiğini, üvey annesinin onu evde istemediğini, babasının da kendisi daha 15 yaşındayken hiç görmediği 30 yaşında bir adama verdiğini ve yine daha önce hiç gitmediği Seferihisar’a “Çocuk Gelin” olarak geldiğini” anlatıyor. Bu evlilikten çocuklarının olduğunu, oğlunun İstanbul’da kızının İzmir’de yaşadığını eşinin ise vefat ettiğini ekliyor. Çocuklarının arada sırada ziyaretine geldiklerini, torunları getirdiklerini söylüyor. Eşinin sağlığında hep İstanbul’u görme arzusunun olduğunu, bunun için oğluna “Beni İstanbul’a götür. Köprüden geçir. Boğazı göreyim.” diye serzenişlerde bulunduğunu ancak oğlunun ise “Baba işlerim yoğun bir gün inşallah” diye diye, sonunda eşinin çok İstediği İstanbul’u göremeden bu dünyadan göçüp gittiğini söylüyor. Oturup günler boyu dinlemek isterdim, ancak daha görecek çok yer vardı. İçim hüzünlü vedalaştık. Tarihi Sığacık Camiini de ziyaret edip yoluma devam ettim. Kale içinde dolaşırken aklımda, Kore Savaşları’na katılan Türk Kuvvetlerinin, ikinci kafileden itibaren, 1951-1960 yılları arasında 9 yıl, hazırlık eğitimini burada yaptıktan sonra sefere çıkmış olmaları ve geride bıraktıkları 721 şehit hikâyesi vardı.



Sırada Teos Antik Kenti vardı. Ancak taksiyle yada özel arabanızla gidebilirsiniz. Taksici, 15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra orada olacağımızı, şu an maalesef çok fazla eserin kalmamış olduğunu, çocukluğunda orada aslan ve yılan başlı heykellerin olduğunu ancak kaçakçılar tarafından hepsinin yıllar içinde yağmalandığını anlatıyor. Yıllar içinde keşke bu ilgisizliğe maruz kalmasaydı da, günümüzün sayılı antik kentlerinden biri olarak Teos’un adını daha sık duyabilseydik diye düşünmeden edemedim. Yinede son yıllarda yeniden hız kazanan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok eserin bizleri beklediğini düşünmek umut verici. Bölgedeki en eski yerleşim yeri ve 12 İyon kentinden birisi olan, Hıristiyanlığı ilk kabul eden, bir zamanlar 5 Aziz’in birden oturmuş olduğu etkin bir din merkezi olan Teos’u gezdikten sonra geri döndüm.



İlçe merkezinde eski yapılar ve betonarme binalar birlikte kente hayat veriyor. Merkezde “Sakin Şehir” sembolü olarak büyük bir “Salyangoz Heykeli” var. “Sakin Yaşama Hoşgeldiniz!” dercesine sizi kucaklıyor. Eski Belediye binası “Köy Pazarı” haline çevrilmiş ve içinde ücretsiz olarak mekânlar üreticilerin hizmetine tahsis edilmiş. İçeri giriyorum, bir resim ve seramik atölyesini ziyaret ediyorum. Yapılan eserler heyecan verici güzellikte.

Merkezde büyükçe bir çay bahçesi var, sıcaktan kaçıp, ağaçların gölgesinde soğuk bir şeyler yudumlamak iyi geliyor. O gün şansıma Köy Pazarı da kurulmuştu. Alışveriş için geziyorum, ürünlerin organik ve taze olmasına dayanamayıp torbaları dolduruyorum.



Tabii ki tarihi eserleri de görmeden dönmek olur mu? İlçe merkezinde Selçuklular ve Osmanlılardan kalma camiler bulunmakta. Bu camilerin hepsi çeşitli tarihlerde onarım gördüklerinden günümüzde de ibadete açıklar. Güdük Minare Cami, Hıdırlık Cami, Turabiye Cami ve Ulu Cami’yi ziyaret ediyorum. Merkezde bulunan Hamam daha iyi şartlarda korunup günümüze dek ulaşabilirdi. Eskiden Kore’ye giden askerler bu hamamda yıkanırlarmış. Bir de şehitlerin anısına yaptırılan “Şehitler Çeşmesi” var. Çeşmede şu yazı dikkatimi çekiyor. “Bu çeşme İzmir Valisi Kâzım Dirik paşanın eseridir. 1926. Kanlı bir Rum çetesi şanlı zaferden sonra Sisam Adasından bu havaliye çıktı. Ah.! 2 zabit (subay) ve 3 Neferi (er) şehit etti. Bu çeşme o gazanferler için yapıldı.”



Saat akşamın 7 si olmuş, karnım da acıkmıştı. Merkezdeki “Sefertası” isimli lokantaya girip, yöresel yemeklerin tadına bakmak istiyorum. Ancak, sonradan öğrendiğime göre lokanta akşam 5’e kadar hizmet veriyormuş. Sanırım Sakin bir Şehirde olduğumu unutup, İstanbul’daki gibi pek çok dükkanı 24 saat açık bulabilmeyi sanmakla hata ettim. Yol üstüne masalarını çıkartmış bir pide-lahmacuncuda da karnımı güzelce doyurabilirdim. Esnaf gayet güler yüzlü ve hizmette kusur yok. Hatta yemek sonunda verdikleri kolonyalı mendilin üstünde bile “Salyangoz” figürünün olması, bu akımın toplumun her yerinde benimsenip sahiplenildiğinin bir göstergesiydi. Bazı çatılarda ve balkonlarda hep “Salyangoz” figürleri görmeniz çok espriliydi. Bir günü daha bu şekilde yorgun ama keyifli bir şekilde tamamladım.

Ertesi gün Seferihisar’ın başarılı, vizyonu geniş belediye başkanı Tunç SOYER’le görüşme imkânı buldum. Göreve gelir gelmez Seferihisar için yaptığı en güzel yatırımlardan biri olan “Sakin Şehir” etiketini 28 Kasım 2009 yılında Seferihisar’a kazandırmak olduğunu, uluslararası bu birliğe Türkiye’den ilk üyenin Seferihisar olup, başını çektiği bu hareketin ülke genelinde giderek yayıldığını, ve “Sakin Şehir” sayısının 10’u bulduğunu anlattı. Bu projenin Seferihisar’a kattığı artıları da öğrendikten sonra, şehir hakkında kendi gözlemlerimi de aktarıp makamından ayrıldım.



Günün geri kalanını otelin özel sahilinde püfür püfür esen ama üşütmeyen rüzgarında, dalga seslerini dinleyerek, sıcacık Ege güneşinin keyfini çıkararak geçirdim. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim ilçede 8 adet mavi bayraklı plaj mevcut. Ayrıca hizmet veren kaplıca ve sıcak su kaynakları da her geçen gün daha çok ilgi gören yerler arasındadır.Gece 22:30’da ilçe merkez terminalinden bindiğim otobüsle İstanbul’a dönüş yolculuğum başlamıştı.

Seferihisar, misafirperverliği, doğal güzellikleri, pırıl pırıl denizi, altın sarısı sahilleri, güneşi, rüzgarı, tarihi zenginliği ve kaplıcalarıyla sizleri bekliyor. Yolunuz bir gün Ege’ye düşerse mutlaka bu şirin ilçeye uğramadan geçmeyin. Bir başka “Sakin Kent” yazımda görüşmek üzere, sevgiyle kalın…


 Yazılan Yorumlar...
Şükran Şahin
(15 Eylül 2016)
Gülşah hanım, 1 haftadır sığacınktayız. Kızkardeşimin yazlığındayız. Vesileyle bu güzel yazınızdanda yararlandık. Teşekkürler. Bu tatlı karışıklık güzel dostluklara dileğiyle😊
GÜLŞAH CENGİZ
(29 Ağustos 2012)
Evet, Bende ortada bir karışıklık olduğunu seziyordum ancak, çok müdahale etmek istemedim. Birgün bu yazıyı benim yazdığım anlaşılacak Ersin Bey tarafından diye sabırla bekliyordum. :) Ancak yinede çok güzel paylaşımda bulunup değerli yorumlarını bizlerle paylaştığı için teşekkür ederim kendisine. Size de çok teşekkür ederim Hakan Bey. Yeni yazılarda buluşmak üzere diyelim :)
Ersin Bankoğlu
(28 Ağustos 2012)
Sn.Hakan Bey Seferihisara 77den beri gidip,gelirim eşim oralıdr.Düyarlılığım ondandır,muhteşem bir yerdir,doğa ,tarih,kültür mirası biraz içerde oluşu itibarı ile kendini kurtarabilmiştir.Selamlar.
hakangeziyor
(28 Ağustos 2012)
Ortada bir karışıklık olduğu belliydi ve Şükran hanımın dikkatli gözleri sayesinde sonunda işler tatlıya bağlandı.
Gülşah hanım bir İzmirli olarak defalarca gittiğim Seferihisarı çok hoş anlattınız. Özellikle Sığacık her zaman favor mekanlarımdan birisi olmuştur. Özellikle yaz akşamlarında tadına doyum olmaz limanda gezmenin. Kaleminize sağlık...
Ersin bey, siz de yaptığınız katkılarla büyük keyif verdiniz bence. Size de sonsuz teşekkürler...
Ersin Bankoğlu
(28 Ağustos 2012)
Sn.Gülşah Cengiz ben bu yazıları Şükran Şahin arkadaşımıza ait olduğunu zannettim.Kusura bakmayınız selamlar.
Ersin Bankoğlu
(25 Ağustos 2012)
Şükran,Seferihisarda çarşı ortasındaki park ve yanınıdaki dutların altındaki kahvelerde çay,kahve içmek en büyük zevkimdir.Arasta sokağı nefistir,iki tarafı dut ağaçları ve sokağın üzeri sarmaşık kaplıdır.
Ersin Bankoğlu
(25 Ağustos 2012)
Sn.Gülşah Cengiz.Rica ederim,Şükran diye hitap ettiğim kişi
bu gezilerin gözlem yazılarını yazan Şükran Ağartan Şahin arkadaşımızdır.
GÜLŞAH CENGİZ
(25 Ağustos 2012)
Seferihisarla ilgili bilgilendirici yorumlarınız için teşekkür ederim. Teosla ilgili Dünya aktörler birliğinin geçmişteki merkezi olduğu bilgisini bende duymuştum, ancak ilave etmeyi unutmuşum. Hatırlattığınız iyi oldu. Ancak Mesajlarınızda Şükran diye kime hitap ettiğinizi anlayamadım. Kusura bakmayın.
Ersin Bankoğlu
(24 Ağustos 2012)
Şükran Teos Antik kenti M.Ö.3.Y.Y.da Dünya aktörler birliğinin de merkezidir aynı zamanda.Seferihisar da aynı Bartın ve Amasra gibi doğanın insanoğluna armağınıdır.Ama insanoğlu bu armağanın değerini bilmediği gibi adeta çürük kavun gibi bıçaklamaktadır.Selamlar.
Ersin Bankoğlu
(22 Ağustos 2012)
Şükran Seferihisar gözlemlerin çok nefis.Biliyorsun eşim Hatice Seferihisarlıdır.Bende 1977den beri eş durumundan Seferihisarlıyım.Seferihisarda yavaşşehir,yavaşşehir diye,diye medyatik hale getirilip,göç alma ve yapılaşma hızlandırıldı.Sığacık yolu 5 imara açılp Tansaş yapıldı dahada yapılıyor,sığacık meydanı yat limanı için dolduruldu.Ben biraz aykırı yazdım selamlar.