Arabamla Dünya Turu – ABD : 4 (Las Vegas - Grand Canyon) | |
24 Haziran Perşembe akşam üstü, dünyanın belki de en büyük eğlence merkezi Las Vegas’ta, önceden rezervasyon yaptırdığımız Sahara Hotel’e vardık. Reno’yu anlatırken söylemiştim; bu “kumar şehirleri”nde kumarhane-oteller, oralarda kalasınız diye neredeyse üzerine para ödeyecekler. Bu meşhur ve eski (resepsiyondaki görevli hanımın söylediğine göre 57 yıllıkmış, yani “1953’ten beri…”) otele, o lükse ve görkeme, bir oda için gecelik ödediğimiz para US$25.00. San Francisco’da 24 kişilik koğuşta kalmak için hostele kişi başı US$36.00 ödediğimizi düşününce… Las Vegas tam bir yoz kültür şehri. Her şeyin mubah olduğu bu şehirde, belediye otobüslerinin üzerinde, kendilerini pazarlayan “eskort kızlar”ın reklâmları, dev posterler halinde yer alıyor; “Ara beni, çıldırtayım seni” gibisinden ibarelerle, üstelik. İnsanların umutlarından para kazanmak (artık “para kazanmak” deyimi çok fazla masum kalıyor, servetlerini katlamak, diyelim) için, kumarhane-otellerin yapmayacakları şey yok gibi. Venediğinden, Mısır Piramitleri’ne, Parisine kadar ünlü olan her yerin kopyası yaratılmış. Venedik Hotel’in kanallarında gondollarla gezen genç çiftler, gondolyerin kargadan beter sesiyle söylemeye çalıştığı (ya da söylediğini zannettiği) Napoliten şarkı ve bu eşi bulunmaz manzarayı fotoğraflamaya çalışan -çoklukla Japon- turistlerin fotoğraf makinelerinin patlayan flaşları eşliğinde, ay mehtabının doyumsuz keyfini çıkarıp, romantik aşk yaşıyorlardı. Ya da, kim bilir, kumarda kaybettikleri onca paranın acısını dindirmeye çalışıyorlardı. Harcanan elektrik enerjisinin haddi ve hesabı yok. Işıklı panoların ve içerilerin aydınlatılması, dışarının 36(+)°C’lik rutubetli sıcağını telafi etmek için dibine kadar basılan soğuk havalar için harcanan elektrik o derece aşırı ki, gündüzleri kimi zaman, bazı bölgelerde elektrikler kesiliyor, altyapı artık yetmediği için. Tabii, o zaman da her yerden jeneratör uğultuları gelmeye başlıyor. Jeneratörü olmayan marketler kapıya kilit vuruyorlar, içerinin önceden kalan serinliğinmi fazla harcayıp da, malları bozmamak amacıyla. Bazı yerlerde enerji israfı o denli delice ki, örneğin bir kumarhanenin önünden geçerken, sırf sıcaktan bunalan insanların aklını çelmek, kendilerini serin bir yere atmak için daha büyük bir şevk duymalarını sağlamak için kapılar sonuna kadar açılıp, önündeki kaldırım da serinletiliyor. Böylece, o kaldırımı kullanan yüzlerce insandan onlarcası, o serinliğin gittikçe artan çekiciliğine kapılıp içeriye dalıyor. O onlarcadan bir kısmı da, makinelerin kollarına “geçerken” asılıveriyorlar. İşte, umut ticaretinin kandırma yöntemlerinden birisi. Velhasılı, hiç de bana göre bir yer değil, Las Vegas. Alican’ın gönlünü hoş tutmak ve ona söz verdiğim bir yaş günü kıyağını yerine getirmek için bunlara katlanıyorum hep. Ertesi gün kıyağı yerine getirmek üzere Fantastic Car Rent’e gittik, Alican’la. Ona verdiğim söz, bu her şeyin mubah ve ucuz olduğu şehirde, ona çok keyif vereceğine inandığım bir “fantastik” araba kiralamak. Yine önceden rezerve ettirdiğimiz Corvette arabamızı alıyoruz. Ona söz verdiğim gibi, hep Alican kullanıyor, arabayı; kiralama süresi olan 5 saat boyunca. Üstü açık kiralamakta hata etiğimizi hemen anlıyoruz, tabii. O sıcakta, üstünü kapatıp, klimayı açmak dışında yapacağımız bir şey yok. Aslında Las Vegas’la ilgili yazacak bir şeyler daha vardı, tarihiyle ilgili. Bu hilkat garibesi şehrin nasıl ortaya çıktığına dair merakımı gidermek için internette bir şeyler karıştırmıştım ama, iyisi mi, onu da meraklısının kendi araştırma özgürlüğüne bırakayım. Alican’la birlikte görmek istediğimiz son yer de Grand Canyon. Parkın girişinden önceki köyde, bir RV kampına yerleştik. Sabah erkenden kalkıp, gün doğmadan Kanyon’un “çarpıcı fotoğraflarını çekmemiz lâzım. Kalkış, saat 04:30. O günün akşamına da, gün batımının “çarpıcıları”nı çekeceğiz. Grand Canyon’da bir balkon var, belki duymuşsunuzdur; Grand Canyon Skywalk. Esas milli parkın batısında, bölge yerlileri Hualapai’ler tarafından yaptırılan bu cam balkon, kanyonun güney kenarından boşluğa doğru uzanıyor, kanyonun en derin yerinden 240m yukarıda. Turistlerin sıraya girip, otobüslere doluşarak altlarındaki korkutucu boşluğu seyredebilmek için adam başı seksen küsur Dolar ödedikleri bu balkona “çıkmaya” gittik, son olarak. Milli park yetkilileri ve çevreciler tarafından, kanyonun doğal yapısını bozduğu gerekçesiyle aforoz edilen bu çirkinliğe giriş için böyle bir parayı ödemenin anlamsızlığı, maalesef, bilet fiyatını son anda öğrendiğimiz için “dank” etti kafamıza. İkimiz de, düştüğümüz bu gaflete hayıflanarak, gerisin geriye döndük, yaptığımız onca yolun üzerine birer bardak soğuk su içip. Alican’la birlikteliğimizin son durağına, Los Angeles’e doğru yola çıktık. Rotamızı, ülkenin kuzey batısında Chicago, Illinois’ten başlayıp, güney-doğuda Los Angeles’ta son bulan, şarkılara ilham kaynağı olan meşhur Route 66’dan da geçecek şekilde ayarladık. Los Angeles’ten önceki gecemizde, Kingman’da son kampımızı yaptık, Alican’la. Gelecek yazıda, Los Angeles ve sonrasını anlatıyor olacağım. Kalın sağlıcakla. Not: Ali Eriç'in “Arabamla Dünya Turu” gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu – Türkiye (Başlangıç – Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz. |