Adı: Tuna, Doğumyeri: Karaormanlar...

Çocukluk yıllarımda büyük nehirler nasıl doğar, bir nehirin doğması ne demek çok merak ederdim…İşte bu gezimizde Tuna’nın doğum yerine çok yakınız…Karaormanlarda doğmuş, bakalım nasıl bir yer doğum yeri? Hangimizin anılarında, ailesinin gizli kalmış hikayelerinde, tarihimizin en şanlı sayfalarında yoktur ki Tuna? Bir yaz günü kafilelerle geçtiğimiz, uğruna kanların, canların akıtıldığı, anne tarafımın dedelerinin akınlar yaptığı canım Tuna…

Köyümüzden çıktık, Karaormanların koyu renkli çamları, düzgün çayırları, güzel köyleri arasından, yarım saatte vardık Donaueschingen’e..Kasabanın adı zaten belli ediyor Tuna yı…Elimde daha önceden adresime gelen broşürlerim, kasaba planım, Pazar gününün sessizliği içinde girdik Donaueschingen’e..İlk durağımız 1910 yıllarına ait Art-nouveau stili Belediye binası ve hemen önündeki müzisyenler çeşmesi. Bu çeşme çok hoş ve müzisyenler grubu çalıyor, söylüyor bronz figürlerle. 1989 da kasabanın 1100. yılı için yapılmış.

BELEDİYE VE MÜZİSYENLER ÇEŞMESİ…

Biz ne yapacağız acaba güzel İstanbulumuzun 8000 yıllık tarihi için? Çanak-çömlek (!) uğruna geciken metromuz bir anı olabilir mi ? Sokaklarda bizden başka bir de İtalyan turist var bir-iki tane..Her yer sessiz...Ana cadde boyunca 1900 ler stilinde bazı güzel yapılar dikkat çekiyor.

Kasabanın tümünde Fürstenberg ailesinin hakimiyeti seziliyor, Fürstenberg sarayı, Fürstenberg koleksiyonu (doğal tabiat tarihi), Fürstenberg bira fabrikası….Çocukluğumda skandalları ile meşhur İra Fürstenberg de bu aileden herhalde ?

DONAUESCHİNGEN ANA CADDEDEN… DİANA ÇEŞMESİ VE FÜRSTENBERG BİRA FABRİKASI

Kasabanın diğer ucunda, saraya komşu bir çukurlukta “Tuna Kaynağı”na ulaşıyoruz…Kaynağın adının ilk geçtiği tarih, MÖ.15 yılı, Romalı general Tiberius burayı ziyaret etmiş…İşte şimdi karşımda geç Barok öğelerle süslenmiş, demir bir parmaklıkla çevrili dairesel bir havuz var, yanıbaşında da iki figürlü bir heykel grubu.

Bugünkü düzenlemeyi 1875’de prens III.Karl Egon yaptırmış…Karaormanların Karst pınarlarından yeraltına süzülen sular, bu berrak havuzda çıkıyor yer üstüne. Masmavi bir çukurluk, dibinden çıkan kabarcıkları gözle görebiliyorum, her ülkeden bozuk paralar da dipte parlıyor.

TUNA KAYNAĞI… PARALAR PARLIYOR

Yan taraftaki komşu St. Johann kilisesinin aşağıya uzanan istinat duvarında bazı çökmeler yüzünden kalın kalaslarla duvar korunmaya alınmış, bu sebeple pınarın ana teması olan güzelim heykel pek hoş gözükmüyor, 2013 de bitecekmiş çalışma, Alman öyle diyorsa öyledir..

BAAR ANA KIZI TUNA YA YOL GÖSTERİYOR

Bu bölge coğrafyada Baar bölgesi olarak geçiyor, heykel de zaten bununla yakından ilgili: Baar ana, kızı genç Tuna ya 2800 km.lik yolculuğunda yolu gösteriyor. Yol uzun ve zorlu, güzel kız, büyüyecek, gelişecek, çoğalacak, zorlukları yenecek, 10 ülkeden geçecek ve sonunda, 2840 km. sonra Karadenize kavuşacak…Anne uyarılarını dinleyen güzel Tuna, bizim tarihimizin en güzel yıllarını da süsleyecek, atlarımız su içecek, kılıçlar yıkanacak serin sularında..Dairesel alanın kenarlarında taş banklar da yapılmış, oturup, seyredip, düşünmek için…Tuna ya” hoşça kal, güzel kız!” diyerek ayrılıyoruz.

Kasabanın merkezinde hemen yine Tuna ya rastlıyoruz, bu kez ince bir dere, biraz sonra Brigach nehrine dökülüyor bu dere, artık resmen “Tuna” adını alıyor. Yarım saat sonra daha da büyümüş kızımız, gür akan bir nehir halinde.

KÜÇÜK TUNA BÜYÜYOR…MÜLLHEİM GİRİŞ

Bugünkü rotamızda hep Tunayı izleyeceğiz, Donau-Tal=Tuna vadisini gezeceğiz..Yılan gibi kıvrılan nehri daracık bir yol izliyor ve tabii bol manzara, küçük köyler arasından geçiyor, bisikletliler ve motosiklet tutkunları da yanı başımızda, kıvrıla kıvrıla gidiyoruz.

İlk molayı Müllheim adındaki ufacık köyde veriyoruz, tam köyün ortasından geçen karayolunda ilerlerken bir hoş kalabalık dikkatimizi çekiyor…Ne oldu, ne var derken, anlaşılıyorki, panayır tipli bir etkinlik var. Köy 1200’lerden kalma, Tuna kıyısında, kulenin altındaki kapıdan içeri girince satıcılar tezgahlarını kurmuş, millet keyifle dolaşıyor, evler çoook eski, yeni yapılar süslü, çiçekli, bakımlı, herkes memnun hayatından, biz dahil. Hanımlar, beyler birbiri ile yarışıyor çiçek yetiştirmede, her delikten fışkırıyor sardunyalar, begonyalar, petunyalar, emeklerinin karşılığı da benim duyduğum hayranlık olsa gerek.

KÜÇÜK TUNA BÜYÜYOR…MÜLLHEİM GİRİŞ

Tuna akıyor sağda, biz takipte…Biraz ilerde yolu kesmiş itfaiyeciler, herkes durdu, bilgiyi alan daha fazla ileriye gidemiyor, bir kayma varmış yolda, genç itfaiyeci bana da gereken bilgiyi veriyor ve harita üzerinde bağlantı yolunu işaretliyor. Sapıyoruz dağ yollarına, bu hiç hesapta yoktu ama görmemiz de iyi oldu..Çıkış iyice dik…Ehhh her çıkışın bir de inişi vardır diyerek çeneyi kapatıyoruz. Hedef Beuron manastırıydı, neyse ki aşağıdaki kapalı yola manastırdan önce bağlanıyoruz.

PAZARIN ÇÖREKLERİ

Manastırın kökleri 8 yüzyıla dayanıyor, yeşillik, büyük bir arazinin ortasında fakat halen kullanıldığı için turistik olarak içeri giremiyoruz, yalnızca St. Martin kilisesini ve manastır arazisine girişi sağlayan üzeri kapalı ilginç köprüyü gezebiliyoruz. Manastırın daha önce gördüğüm fotolarını da çekmek için biraz önce indiğimiz dağa çıkmak gerekiyor…Etrafta rahiplerin ürettiği salam-sosisler, peynirleri satan dükkanlar var..Kütüphanesi de el yazma eserler açısından çok zengin. Bölge Hohenzollern sülalesinin egemenliğinde, eskiden de öyleydi, şimdi de…

BEURON MANASTIRI GİRİŞ KÖPRÜSÜ

Manastır molasından sonra yine yollardayız…Bu bölgenin araştırmasını yaparken çok ilginç, şimdiye kadar hiç kimseden duymadığım bir güzellik ile karşılaştım: Hechingen’deki Hohenzollern şatosu…Şimdi oraya gidiyoruz, yollarda epeyi oyalandık, kaçırmayalım giriş saatini. 27 nolu yoldan tüm haşmeti ile gözüküyor tepenin üzerinde.

ST MARTİN KİLİSESİ

Bavyera daki Neuschwanstein den hiç de geri kalır yanı yok, bu şato, özel mülk olduğu için mi pek göz önünde değil acaba..?? Yine bir masal şatosunun yanı başındayız. Şato halen Hohenzollern sülalesinin elinde ve bu ailenin varisi Prusya prensi unvanını taşıyan genç ve yakışıklı Georg Friedrich..Yani şu anda Almanya krallık olsa bu genç ve yeni evli prens Prusya kralı olacak..Her genç kızın rüyası!! Babaanne Rus çarları ile akraba ve hala eylül ayında, babaannenin doğum gününde tüm aile bu şatoda toplanıyor. 1000 yıldır bu aileye hizmet eden şatoyu merak ediyorum…

ORADA BİR ŞATO VAR UZAKTA…HOHENZOLLERN ŞATOSU- HECHİNGEN

Arabayı yine aşağılardaki park yerine teslim ediyoruz, yer gösteren çocuk Türk “Abi şöyle gel,böyle gel” diye bizi yerleştiriyor. Daha sonra servis minibüsüne biniyoruz, gidiş-geliş kişi başı 3€, şatoya giriş toplu turla olacak ve kişi başı 10€. İçerde foto çekmek yasak. Grubumuza bilgi veren rehber önce bizi bir giriş holüne alıyor ve tavana kadar çıkan, duvarlar üzerine çizilmiş soy ağacı hakkında bilgi veriyor, günümüze gelince tam önümüzdeki yakışıklı prensin fotoğrafını işaret ediyor..Genç kızlar bir “ahhh” çekiyor, özellikle Amerikalılar daha bir dikkatli bakıyor.

ŞATOYA GİRİŞLE BERABER AVLUDAN GÖRÜNÜŞ

Bugünkü yapı 1867 de bitirilmiş, yani belki biraz da Neuschwanstein’e rakip gibi, sanki gizli bir yarış var iki yapı arasında..Mobilyalar çok güzel, tablolar harika, bazı salonlarda özel bir doğu merakı var, devrin modası “Orientalizm”…Bu yıllarda yapılan şatolarda çok sevilen bu stile Neo-Gotik diyoruz, eski ortaçağ şövalyeleri zevkinde..Duvarlarda bol bol Büyük Frederik’in portrelerine rastlıyoruz, şimdiki prensin büyük dedesi…Salonlardan salon beğen derseniz, benim gönlüm “Mavi Salon” u seçti, merdivenle çıkılan minik cumbası, altın yaldızlı mobilyaları ve duvar aynaları, mavi döşemeleri ile insani ölçülerdeki bu salon çok şık…Son olarak, hazine dairesine girip ünlü Prusya krallık tacını da görüyoruz. Ehh hayatımızda kaç kere nasip oldu bir krallık tacını görmek..? Toplasak beş taneyi geçmez.

ŞATODAN BAKIŞ

Turumuz bitti, yüksekten aşağıdaki sonsuz yeşil araziyi ve küçük köyleri seyretmek çok güzel, sanki bir prens olduk biz de, arazimizi seyrediyoruz, sağlı-sollu. Asil aile, belki de şatonun yüksek giderlerini karşılamak için, burayı düğün ve toplantılar için de kiraya veriyor, avludaki bira bahçesinin geliri de bu işe gidiyor..Öyle ise bizde katkıda bulunalım asil bütçeye. Gelsin soğuk biralar, köyümüze dönmeden önce biraz soluklanalım, kuleler yüksek…Köy yolları uzun…


 Yazılan Yorumlar...
Ferudun Babacan
(07 Ağustos 2012)
Neşe Hanım, bence en iyi gezi yazarı:))
Setenay Süzer
(07 Ağustos 2012)
Karaormanlarınızı merakla bekliyordum, zevkle okudum bilgilendim,Tuna nın kaynağı ne güzelmiş, şatonun mavi odasını da görseydik keşke.(ziyaret edilen ve turizme hizmet veren mekanlarda en sinir olduğum ve bütün gezi keyfimi kaçıran konu,bu fotograf yasağı, flaş için söylenecek bir şey yok ama cep telefonları bile bu iş için kullanılırken ve Kabede bile artık göz yumulurken ,ne luzumsuz bir engelmiş).Ben kendimi gezi öncesi çok iyi hazırlanırım sanırdım, sizin bu harika anlatımlarınızı okudukça doğrusu eksiklerim olduğunu görüyorum Sanırım mesleki avantajınız (eğitiminiz:sanat tarihi yada mimarlık ??) bu üstünlüğü sağlıyor.Pek çok teşekkürler Neşe Hanım devamı çabucak gelir umarım.Sevgi ve selamlarımla.