Keçileri Nerde Kaçırdım? | |
Keçileri Nerde Kaçırdım? Nallıhan’da! Hem de İki şekilde; Dağ keçileri gördüm, sürü halinde. Beni görünce kaçtılar, topluca. Ve Öyle etkilendim ki Aklımı yedim! Böyle bir yer olamaz., dedim. Bu kadar mı bakir? Bu kadar mı doğal? Bu kadar mı güzel? Bu kadar mı etkileyici? Ankara’nın yükselen yıldızı; Yakında. Devamı; Az sonra.Nallıhan’da her şey var. Bir tek şeye ihtiyaçları var; Marş motoru! Bir çalışırsa, Kimse durduramaz. Hanım dedi ki Rüyamda Evliya Çelebi’yi gördüm. Tamam, o zaman dedim. Biz de gezelim. Atladık, 95 beygirden oluşan motora, Ver elini Nallıhan. Ama gezimizin esas nedeni; Yakıt zamları. Benim bildiğim, Devletimiz bu kadar zam yapmaz. Demek ki İhtiyaç var. Pamuk eller cebe. Bakıyorum büyüklerimize, Maşallah koruma ordusu. Arabalar, Yakıtlar, Sayısız korumalar. Tüm bunlar maliyet. Nasıl karşılanacak? Valla Ben büyüklerimizin en iyi şekilde korunmasını isterim. Bizim için, Gece gündüz demeden, Hatta bazı geceler uyumadan, O ülke senin, Bu ülke benim geziyorlar. Güzel Vatanımızı bir güzel pazarlıyorlar. Bizim itibarımız ve onurumuz için, En iyi otellerde kalıyorlar. Ceketimi satarım, Yine de öderim. İşte bu nedenle, Gezelim Hanım dedim. Yoksa Devletimiz yakıttan niye bu kadar vergi alsın? Bizim için. Vatan için ne yapsak azdır. Yollar arı kovanı. Kepçeler, durmadan kazıyorlar. Kamyonlar, çekiyorlar. Bu kadar asfalt nereden bulunuyor nerden, çözdüm. Resimdeki gibi asfalt sürülmüş. Sürülünce ne olur? Oradan asfalt fışkırır. Ne kadar akıllıca bir hareket. Yoksa Bu kadar asfalta para mı dayanır? Ne ekerden, Onu biçersin. Geldik Ayaş’a. Sanki AY-A.Ş. havası var, Ayaş’ta. Ayın Anonim Şirketi. Ayaş deyince aklıma domates geliyor… Bir de Rahmetli Barış Manço’dan, Domates, Biber, Patlıcan. Ayaş’a girerken, Sol tarafta dükkanları görüyoruz, Hediyelik eşyalık ama tutmamış. Genelde bu tür uygulamalar pek tutmuyor. Su gibi doğal akışına bırakmak lazım. Beypazarı, Alaçatı, Bodrum Barlar Sokağı, Kendiliğinden meşhur olmuş yerler. Mesela, Milli Kütüphane karşısında yer alan, Gökkuşağı projesine tutmaz dedim. Maalesef tutmadı. Keşke tutsa idi. Peki şimdi ne yapmalı? Öyle bırakmalı. 1000 sene sonra, Romalılar dönemi Agora’sı derler. Gölbaşı girişi Alışveriş Mağazaları Hafta sonu tutar, Hafta içi kurtarmaz. Bu arada, Şu Outlet lafından gıcık kapmaya başladım. Türkçesi varken, Niye yabancı kelimeler? Karamanoğlu Mehmet Bey bunu dediğinde, Yıl; 13 Mayıs 1277 idi. Ve şöyle idi, ferman; "BUGÜNDEN SONRA DİVANDA, DERGAHTA, BARGAHTA, MECLİSTE VE MEYDANDA TÜRKÇEDEN BAŞKA DİL KULLANILMAYACAKTIR." Benim müzik zevkim biraz ilginç; Zavallı eşime resmen işkence. Orhan, Ferdi ve Müslüm’den ne kadar damar parça varsa; Bir cd’de topla. Ve sabahtan akşama sadece onları dinle. Buna; Kulak tecavüzü, Ruh tecavüzü derler. Ama neden? Gittim, Kalp damar cerrahisine; Dediler ki Çivi, çiviyi söker, Damara damar iyi gelir. O gün, Bu gün, Sadece damar parçalar dinler, Damar çorba içer, Kanı da Damardan veririm. İşte Tam Ayaş Cezaevinden geçerken, Ferdi’den Hapishane denk gelmesin mi? Aklıma; Tüm kader mahkûmları geliyor. Allah kimseyi düşürmesin derken, Yıllarca tutuklu, Silah bile kalmaz. Her belediye kendini pazarlama çalışıyor. Kimi bunu mükemmel yapıyor. Kimi de Aman canım, Gelecek olan gelir. Kapımız herkese açık diyor. 20-24 Nisan 2011 Altınpark Turizm ve Tatil Fuarını gezerken, Tokat Niksar’ı çok başarılı buldum. Nallıhan da broşürü müthiş. Tüm belediyelere örnek olsun. Son zamanlarda Gölbaşı da atağa geçmiş Ama ne yapmalı, etmeli Tuluntaş Mağarasını açmalılar. Çünkü halkımız; Ya Sivriliğe Ya da Derinliğe meraklıdır. Tıpkı Şeyler gibi. Yolda sağlı sollu, Barakalar… Domates, biber, patlıcan satış yerleri. Ama Daha fideler yeni ekiliyor. Ayaş domatesi sanki domates değil, Bildiğimiz kırmızı et. Evine uzun süredir, Kırmızı et alamayanlar, Ayaş domatesini köze bırakın, Aynı işi görür. Yolun yanında su kanalları. Sulama maksatlı. Özellikle Roma dönemi su kemerleri geliyor gözümün önüne. Ne kadar şık? Estetik, Ve de Kullanışlı! Birden kanal dolgusu yaptırdığım dişim geliyor aklıma. Acaba bu dolguyu bulanlar, Su kanalı mühendisleri olmasın? ‘’Türk Milleti Zekidir’’ diyen atamız ne kadar haklı. Yerli otomobil yapalım derken, Halkımız çoktan yapmış. Bir su motoru, Dört teker, Römork. Taşımayacağı ot yok! Sağ tarafta, Yaşı bir amca eşek ile cebelleşiyor. Yan tarafta ise Spa’lı bir termal otel reklamı. Amca eşek ile boğuşurken, Birileri de Spa’da buluyorlar, Mutluluğu. Sol tarafta, Bir termal otel tesisi. Ama Kaçak olmalı ki Öyle duruyor… Kabası bitmiş. Ondan sonra çivi çakılmamış. Ya müsaade edin, Ya da Temel attırmayın. Şimdi ne yapılabilir? Roma Hamamı denebilir, mesela. Üzerine tarihi bilgi. Bilet satış yeri. Değerlendirmek lazım! Sağ tarafta, Termal otel panosu. Hamama giren terler, diyen halkımız Termale giren, masaja da uğrar demekte, Ve yoğun ilgi göstermekte. Arada bir iş kazası da olmuyor değil, Erkek masör, Turist kızımıza masaj yaparken, Parmağı kremden olsa gerek, Biraz ileri kaçınca, Hop dedik demiş. Ve soluğu mahkemede almış. Bir deli taş atmış, Bin akıllı onu çıkarmaya çalışmış dedikleri husus; Bu olsa gerek. Şimdi ayıkla pirincin taşını. Parmak kaymış mı? Yoksa Kaydırılmış mı? Sağ tarafta, Akyaka deresi. Şırıl şırıl akıyor. Kan damarlarım geliyor, Gözümün önüne. İnsandaki dolaşım sistemi ile Doğadaki akarsu rejimi ne kadar benzerlik içindeler. İşte Bu nedenle, Bir dereciğin kuruması, Kılcal damarlara kan gitmemesidir. Nasıl kardiyologlar alarma geçiyorsa, Çevreciler, Çay bile içmeyin derim. Çünkü Maalesef çayları içe içe Nehirleri kuruttuk! Tam karşımda saman yığını. Birden hayvan olasım geldi. Ne len bu? Bu gün ne yicez? Hayvan olsan, Su içeceksin. Yiyeceğin; Ya bir çeşit, Ya da İki. Bizim ise Sayılamayacak kadar çok. Bu Allah’ın kullarına, Diğer canlılara göre, Ne kadar değer verdiğinin göstergesi olsa gerek. Karşımda devasa bir elektrik direği. O an aklımdan, Ulan her şey kablosuz oluyor da Bu neden kablosuz olmuyor, sorusu geçiyor. Olsa? Kablo olmazdı ama Sağlıklı olur muydu? Nerdeyse her şey kablosuza doğru giderken, Enerji nakil hatları neden, direklerde? Yoksa İzdivaç programlarında, Çok iyi elektrik aldım diyenler, Yalan mı söylüyor? Fişi prize sokup çıkarmamdan, Asla elektrik alamazsınız mı diyor? Om Kanunu! Çok iyi elektrik aldım diyenler, Yalan mı söylüyor? Karşıdan traktör, Ve hemen arkasında, Bir römork. Sanki Biri karı, Biri koca. Biri nereye, Diğeri oraya. Peki Bu işi sağlayan ne? Pim! Yoksa Boşanmalara neden, Bu pim olmasın? Tarlalarda hummalı bir çalışma var. Fideler ekiliyor. İşte bu diyorum, Benim ülkem, Bu. Tarım ülkesi. Boşuna mı dedi, Orhan Abimiz; ‘’Ben topraktan bir canım’’ Sağ tarafta. Doğan’ın yeri. Balıkçı. Geçtiğimiz yıllarda, Eşimin ailesi gelmişti. Herkes çupra, Ben ise Sazan’a sazan gibi atlayarak, Sazan yemiştim. Ve Tek mide sıkıntısı ben yaşamamıştım. Bazen sazan olmak, Ne kadar faydalı imiş! Eve gelince ben hariç Herkes tuvalete taşınmış, Yetmeyince de serumlar takılmıştı. Ben sazan ise Taşımaktan hastaları, hastaneye, İmanım gevremişti. Gömleksiz köprüsünden geçiyoruz. Şeytan diyor ki Git bir gömlek al, Yazının altına as. Ya da Kravat. Sulara bakıyorum, Akıyor. Aman diyorum, Aksın, Aksın. Sanki Sen damarlarımda dolaşan kansın diyor. Hayat yola benziyor… Keşke Hayat yolunda, Yoldaki gibi işaretler olsa. Buradan sağa dön. Yavaş git. Tek gidiş. Viraj… İnsanlar doğru yolu bulabilirler miydi acaba? Yoksa O kadar ikaz olmasına rağmen, Şimdiki gibi Sık sık trafik kazaları gibi Yoldan çıkanlar, Kötü yola düşenler mi olurdu? Beypazarı ve Nallıhan bölgesinde de Kapadokya’da olduğu gibi Üç tane yanardağ olsa idi Melendiz, Hasan ve Erciyes gibi Ve bunlar patlamış olsa idi Bu bölge de İkinci Kapadokya idi. Çünkü Toprak yapısı çok benzer. Şans işte. Kapadokya bana şu mesajı veriyor; Doğadaki sert ile yumuşak arasındaki mücadele. Sert kalıcı, Yumuşak gidici. Hayatta kalmak istiyorsan, Sert olacaksın. Yumuşaksan, Sadece sahne sanatçılarına ekmek var. Zaten bunu bilen siyasiler, Sürekli sert mesaj verirler. Ve medyada şöyle yer alır; Sert çıktı. Ama Aşırı sert çıkma, Sertleşme problemine yol açabilir. Sağ tarafta değişik bir bitki örtüsü. Ve rehberlerin en sevmediği soru; Bu ne ağacı? Bu bitki ne? Bu böceğin adı ne? Oranın yerlisine sorarsın, Bilen çıkmaz. Eskişehir’de kırk kişiye, Porsuk Çayı sağlı-sollu yer alan ağaçları sorduk, eşimle. Bir Allah’ın kulu çıkmadı. Ama desen ki Bu organik mi? Hiç düşünmeden, -Organik, derler. Ya da Endemik mi? -Endemik. Nallıhan’da yeşillik aldık. Milletin efendisi köylü, Hiç organik demedi. Ama Zaten, Sebzeler’’ben organik’’im diyordu. Geçenlerde gaz almaya gittim. Organik gaz istiyorum dedim. Satıcı; Ama bizde organik gaz yok, Doğal gaz var dedi. Dedim ki Şu sıralar, organik modası var. Bizim gaz da organik olsun. Ya Mehmet Öz’e ne demeli? Ben her sene yazı dört gözle beklerim. Bu yaz ne diyecek? O ne derse, odur arkadaş. Gerçi geçenlerde, O’nda da kalp sorunları başlamış ama Olacak o kadar. Beypazarı’na girmeye başladık. Ve karşınızda Beypazarı Karasörü. Karasör; Sör’ün karası. Kamyoncuları kamyoncu yapan; Karasördür. O olmasa kaçacak delik ararlar. Karasöre güvenerek, üstüne sürerler. (Lafımız bu şekilde yapanlara) Beypazarı sodası. En sevdiğim soda. Ama sade olacak. İlginç olan; Bizim muhabbet kuşu, görünce çıldırıyor. Kana kana içiyor. Sahibine mi çekmiş? İnözü Vadisi’nde. Altı kilometre içeride. Acelemiz olsa idi Kapısına kadar dayanmak ister, Fabrikayı incelemek isterdim. Kaynak çıkış noktasını görmek isterdim. Ulan bu bizim Boncuk ta bir âlem. Sen git şarap iç, Şalgam içme. Bir mesaj mı veriyor acaba? Beypazarı’na girmiyoruz. Adı çıkmış beşe, İnmez üçe. Uzun vadede insanlardaki samimiyetin kaybolmaması, Ve doğanın korunması dileği ile deyip Devam ediyoruz. Nallıhan’da her şey var. Hatta Beypazarı’na göre Hem alan, Hem de Bakirlik açısından daha da şanslı ama Henüz patlama yapamadı. Fakat yakında, Adriyatik kıyıları gibi olmazsa Aha buraya yazıyorum. (Rahmetli Anamın meşhur sözü) Bence, Nallıhan yakında Beypazarı’nı geçer. Aslında Beypazarı ile Nallıhan gezisi beraber de yapılabilir. Bakalım, Zaman neyi gösterecek? Hemen önümüzde bir kamyon. Eşya taşıyor. Evden eve. Taşınmak; Dünyanın en zor işlerinden olsa gerek. Belki de bu nedenle, Leylekler, Göç zamanı, O kadar yeri gezip Yıllarca aynı yuvaya gelir. Kuş Cenneti levhası görüyoruz. Öbür dünyada cenneti, Ya da Cehennemi görmek elbette Allah’ın takdiri. Ama ya göremezsek? İşte bu nedenle, Hemen cennete gidiyoruz, Adı kuş ta olsa. Ki Kuşlar uçmasa, Mutluluk olmaz. Kuşlar her zaman uçmalı. Fakat Bayanlar ayrı sever, Erkekler ayrı sever, kuşları. Erkekler paylaşabilir, Bayanlar, asla. Kuşlar ne kadar şanslı. Bu dünyada yaşarken cenneti gören tek canlılar. Başka Cenneti olan var mı acaba? Yatağan Termik Santralını herkes bilir. Bu arada, Yatağan rahmetli Halikarnas Balıkçısı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nı kayığının adıdır. Neden? Çünkü Sık sık gündeme gelir. Ya Çayırhan’ı? Valla ben ilk kez yanından geçerken öğrendim. Burada da termik santral varmış. Kömürden elektrik elde edilmesi bana pek sıcak gelmiyor, nedense. Tıpkı Nükleer santralar gibi. Enerji mümkün mertebe doğal yöntemlerle elde edilmeli. Tabi doğayı koruyarak. Nükleer enerji Japonya’da kendini gösterdi, Çernobil’den sonra. HES’ler ise doğanın biraz içine etti. Kömür desen, Çevreyi maalesef kirletiyor. Sarıyar Hidroelektrik Santralı ise Sempatik geliyor, nedense. Bacadan tüten dumanları görünce, Yüzde yüz dumansız hava sahası geliyor aklıma. Demek ki Yüzde yüz dumansız hava sahası demek; Fabrikaların kapanması, İşsizlik, Elektrik kesintileri... Anladığım kadarı ile Ciner Grubu sahibi. Gücü Özgürlüğünde. Hem ticaret, Hem medya. Ateşle barut gibi İkisi bir arada olabilir mi acaba? Son zamanlarda, Köy Camiilerine çok merak sardım. İki nedenle; İmkânım olsa, Hepsinin fotoğraflarını çekip bir katalog yapmak, Ya da Sergi açmak isterdim. Neden bir Mimar Sinan daha çıkmıyor, acaba? Ya da var, Biz mi bilmiyoruz. Sergi deyince, Babamla beraber, Vakti zamanında az karpuz sergisi açmadık? Seçmece bunlar, diye diye Yüce Mevla’mın yaratımlarını az satmadık? Ki bir sergide, Sergilenen her şey zor satılır. Çayırhan’a bayıldım. Bayıldım. Bayıldım. Eşim hemen ambulans çağırdı. Neden mi? Çayırhan’da deniz var. Çayırhan’da kuşlar, Çayırhan’da huzur. Doğallık… Daha ne olsun? Ey Sakarya Nehri sen nelere kadirsin. Nasıl ki İnsan kalbinde üç tane ana damar varsa Sende bu ülkenin ana damarlarından birisin. Sendeki bir tıkanma, Anjiyo ister, Stend, Ya da Cerrahi bir müdahale. Ve Sakarya Meydan Muhaberesi’nde, Şehit kanları ile sulanmış, Sakarya Nehri. Plan ne kadar basit; Sakarya Nehrinin doğusuna çekilmek. Ve Hattı Müdaa Yoktur, Sattı Müdafaa Vardır, O Satıh; Tüm Vatandır. Şimdi ise Yollarda şu yazı dikkat çekiyor; Bozuk satıh. Çayırhan’da gördüğüm leylekleri, topluca. Bir başka yerde görmedim. Yaklaşık yüz kadardılar. Eşimin müzelik fotoğraf makinesinin yakınlaştırma ünitesi olmayınca, Sessizce yaklaşmaya çalıştım ama Haklı olarak, uçtular, Karşı sahile. En son beş tane kaldı. Sanki bana inat, beklediler. Beklediler… Biri pır diye uçunca, Elde kalan sıfır. Nerden bilsinler, Benden Onlara zarar gelmez. Bilseler kaçarlar mı? Leylek sürüsü içinde, Neden bir başka tür kuş yok? Neden hayvanlar âleminde, Bir tür, Diğer türe karışmıyor? Yoksa Bize bir mesaj mı var? Şu tür binaları görünce bayılıyorum. Şeytan diyor ki Hemen al, Özünü koruyarak, Tadilat et. Rezidans mı? Burası mı? Elbette burası. Her şey iyi güzelde, Doğal yerlere atılan şu naylon ve plastik atıklara ne demeli? Bunları kim toplayacak? Neden medeni ülkelerde bu gibi şeylere rastlanmıyor? Kuran-ı Kerim’deki oku emrinden sonra, Öğretim ve eğitimde, Doğayı koru mu olmalı mı ilk cümle? Baraj doğal. Bu doğal ortam içinde, Termik Santralın işi ne diye soruyor, İnsan ister istemez. Hâlbuki bu kömürler, Fakir halkımıza dağıta dağıta bitirilebilirdi. Hem de Çevre kirlenmezdi. Geldik Juliopolis’e. Kazılar devam ediyor. Ama biraz yavaş. Özel yetkili savcılar duruma el mi koysa? Mahkemece henüz adı tescillenmemiş Ergenekondu sanıkları, Buraya da bir şeyler gömün ki Kazılara hemen başlansın. Yoksa bitmez valla. Bilirim bu arkeologları. Üç günlük işi Üç asıra yayarlar valla. Truva’yı kazan, Henrich Schliemann Hazineyi bir an için bulmak için, Burayı mezarlık gibi kazmış. Ama Batılı kaynaklar da şöyle der; Modern arkeolojinin babası. Bu arada işsiz arkeologlar, Mezarlıklarda görevlendirilsin ki Kazılar bilimsel olsun. Ben hayatımda hiçbir şey kazımadım diyen yalan söyler. Kazımıştır, Ya kazı kazan, Ya da Sakal. Bayan ise ağda. Kazılar devam ettiği için, Kazı Merkezine girmek yasak levhalarına uyup girmedik. Ama Burası gerçekten bir antik kent; Burası da kuş cenneti. O anda kuşum Aydın geliyor, aklıma. Şimdi nerelerde? Bir ara, Hangi kanalı açsak, Kuşum Aydın çıkardı, karşımıza. Kayıp Kent Juliapolis’te gezerken, etrafında. Aklımdan kim kaybetti? Kayıp ilanı verildi mi? Bulana ödül var mı gibi anlamsız cümleler geçiyor. O zamanlar, 1956 yılında işletmeye açılan Sarıyar Barajı altında kalmış olmasın? Kütahya’daki Bergama’nın 18 km kuzey doğusunda, Bergama-İvrindi karayolunun 25.km,sindeki Allionai yerleşim alanı gibi Sular altında kalmasın? Kazı-kazan oynayanlar, Hiç antik şehir bulmuş mudur? Amma antikasın diyenler, İltifat mı ederler? Çayırhan Çevresi, Ot kaynıyor. Özellikle turp otu. Birden inek olasım geldi. Ot yiyen hayvanlar, uysal Et yiyenler vahşi olur. İşte bu nedenle ben; Otçuyum. Okul yıllarımda da Az otlamamıştım. Epostamı söylerken bile @ işaretine et demem, ot derim. Aslında, vejeteryanlar için, fena fikir değil. Ali@(ot)yahoo.com Çayırhan’da toprak; Yeşil. Muhtemelen Yeşil buralı olmalı. Yine yeşillendi fındık dalları yerine; Yalnız benim için bak yeşil yeşil diyor. Hani yosun rengi gözlerin olacaktı, senin? Yeşil’i arayanlar, İşte Yeşil burada. Leylekler görüyoruz, Yuvalarında. Ama epeyce yüksekte. Kimse ulaşamaz. Rahatsız edemez. Asansöre desen, hiç ihtiyacı yok. Özellikle antik kentlerdeki sütunların gönüllü sadık bekçisi. Ağaçlar çiçek açmış. Ferdi’den, ‘’Çiçekler açtı, Böcekler öttü, Seni görmedim huzurum kaçtı geliyor, aklıma. Yeşil bu kadar mı yeşil olabilir? Başındaki hece bile Ye ile başlıyor. İnsanın içi açılıyor. İçi açılmışken, apandisit ameliyatı. Bayılıyorum, Taş yollara. Belki hala taş devrindeyim. Ya da Yüreğim taş bağladı. Çayırhan’da 23 Nisan çelenkleri. Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir, diyor bir kesim, Diğeri ise Ama diyor, Cumhuriyet; Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. Bence Her ikisi. Çayırhan Turizm Bürosu. Ama kapalı. Çünkü Hafta sonu ve tatil. Zaten bizde turizm büroları, Turist varken kapalı, Yokken açıktır. Çünkü Herkes gider, Mersin’e. Nasrettin Hoca, Ters biner eşeğe. Taksicilere diyoruz ki Yok mu broşür? Maalesef yok Ama bir taksici, Bir dükkana girdi, Camdaki bronşütü camdan söküp bize getirdi. Halkımız, bu kadar da yaratıcı. Ve Samimi. Sağda bir inşaat. Osmanlı dönemi, Hanlara benziyor. İşte han, İşte hamam. Güller dikkat çekici. Güller… Keşke adım Gül olsa idi. Papağan gibi ‘’Gül’ü seven dikenine katlanır’’ derdim. Sanki Aşkını seven şeyine katlanır der gibi. İşaret diyor ki Dikkat hayvan çıkabilir. Muzip halkımızdan biri de şöyle yazmış üzerine; Dikkat aydın çıkabilir. Bakıyorum, haritadan; Aydın yerinde duruyor. Nallahan Tanıtım Panosu 3 KM diyor. Böyle bir şeyi ilk kez görüyorum. Ve Nallıhan’ın rehber broşürü, Gördüğüm en iyisi. Kim akıl etti ise Kim emek harcadı ise Emeklerine sağlık. İşte Kuş Cenneti. Çıplaklar kampında, Hepsi erkek olan kampta tek dişi geliyor, aklıma. Ben de yalıçapkını kuşunu üç yıl gözlemledim. Sonuç; Çapkınlığın tüm sırlarını veriyor. Bu kuşlar, Sünnet oluyor mu diye soruyorum? İşte Nallıhan Tanıtım Levhası. İlk kez görüyorum, Ve tebrik ediyorum. Ama reklam; İçten dışa değil, Dıştan içe mi olmalı? Pazarlama o kadar önemli ki Pazartesilime yoktur, Ya da Salılama, Cumalama keza öyle. Keçileri Nerede Kaçırdım-4? Önümüzde bir araç. Arkasında, Uzun Araç yazıyor. Ne kadar kompleksli. Siz hiç uzun boylu bir insanın, Önünde ve arkasında, Uzun insan yazısı gördünüz mü? Koyunları görüyorum, Otlayan. Rahmetli Tanju Okan’dan; O anda, İşte bu benim halkım şarkısı geliyor, Radyodan. Başlarında çoban, Ve köpekleri. Gökkuşağının renkleri gibi Toprak renkleri var, Nallıhan’da. Sarı, Kırmızı, Yeşil, Açık kahve, Koyu kahve… Ama Lacivert göremedim. Doğa da cimbomlu maalesef. Fenerliler ne der bu işe bilemem. Ama Her burunda bir fener var, Çevresinde bahçesi. Her insanda bir burun, Burunda fener. O halde Her insan doğuştan Fenerli! Doğayı koruyamıyoruz maalesef. Bir kızımız vardı; Doğa Bekleriz. Hani şu kulaklarını Japon yapıştırıcı ile yapıştıran. Birden ortadan kayboldu. Şimdi kim bilir nerelerde? Yolda sollama yapmak yasak işareti. Acaba Sol bundan mı gelişmiyor, dersiniz? İngiltere gibi Sağdan mı versek? Ağaçlar o kadar güzel çiçek açmış ki Bu kadar güzel kim süsleyebilir? Allah’tan başka. Çiçek açmış ağaç gibi Bir süsleme yapsın, Süslemeciler, Alınlarından öpeyim. İlk ziyaret yerimiz; Tabduk Emre Türbesi. Nallıhan’ı öyle güzel işaretlemişler ki Yanınıza harita almanıza gerek yok. Sadece tabelaları takip etmeniz yeterli. Hani Amerikalılar Kola üzerine yazarlar ya Buradan açınız. Ya da Tahta yola; Yağışlı havalarda kaygan olur. Aynen öyle. Kim akıl etti ise Bravo. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel uygulama. Bu gayretlerini dıştan içe doğru getirdikleri anda, Turizmin yükselen yıldızı; Nallıhan. Aha buraya yazıyorum. Tabduk Emre Türbesine giderken, Sarıyar Barajı ve Milalıçcık yol üzerindeler. Yani kendinizi bir anda, Eskişehir’de de bulabilirsiniz. Bir tane minik kulübe. Çevresi duvar yazıları ile dolu. Ulan ne kadar meraklıyız, Şu okul sıralarına, Tuvalet kapı arkalarına yazmaya? En kötüsü de; Bir cep numarası, Kim bilir kimin? ‘’Ben ibneyim’’ Ara beni. Seni nasıl mutlu ederim? Yolda sağlı sollu ağaçlar. Keşke bir yere, Bunlar ne ağacı? Kısa bir bilgi. Karı koca Tarlalarında çalışıyorlar. O an aklıma Orhan’dan, ‘’Ben topraktan bir canım geliyor’’ Biz her zaman tarım ülkesi olmalıyız. Ve öyle kalmalıyız. Tarım ülkesi aç kalmaz. Tamam, sanayi de gelişsin ama Tarım, Tarım, Tarım… Aç kalan insanlar, Uçak yemez, Tank yemez, Top yemez, Birbirini yer. Rahmetli Anam derdi ki Allah insanları açlıktan terbiye etmesin. Bu sahne 72nci koğuşta mükemmel canlandırılmış. Üst katta torpilli mahkûmlar, Yedikleri tavuk butlarını aşağı atıyorlar, Avludaki mahkûmlar ise Onu ele geçirmek için birbirlerini yiyorlar. Bağcılık çok gelişiyor, Nallıhan’da. Ama şarap üretimi yok. Bir marka yaratmaları lazım. Kalecik Karası gibi. Bu işten para kazanmak istiyorlarsa, Şirince gibi olmaları lazım, mesela. Ama Bağcılığa inanılmaz şekilde asılıyorlar. Bu gidişle maalesef birçok kişi günaha girecek. Tabduk Emre Türbesi’ne geldik. Yunus Emre’yi Yunus yapan; Tabduk Emre. ‘’Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.’’ Sanki beni anlatmış, Tabduk Emre. Malım az ama Yalanım epey bol. Bu kadar yazı içinde, Kim bilir ne kadar desteksiz atışlarımız vardır? Sağ tarafta, Gelincikler. Genç yaşta evlenenlere ne denir? Gelincik. Peki, Geline gelin de Damata neden gidin demez halkımız? Türbeye giderken sağlı sollu Yunus Emre’ye ait dörtlükler. İnsan okuyunca irkiliyor. Öyle derin ki Bu derinlikte denizaltı bile kaybolur. Hani bugünlerde kutuplaşmadan çok bahsediliyor ya İşte reçetesi. İşte bu nedenle, Yunus Emre, Yunus Emre. Söz kutuplaşmadan açılmış iken Akü diyor ki Kutuplaşma olmasa, Elektrik olmaz. Ama Kutup başları belli olmalı, Pozitif olanlar, canlı uçlara Negatif olanlar şase. Yoksa motor çalışmaz. Ama Sinsi olmamalı, Kutup başları. Bu da Etiket peşinde koşanlara; Kapak olsun. Bu da Tabduk Emre Naşı. Nur içinde yatsın. Ruhuna Fatiha. Yunus gibi birini yetiştirmiş, Ne mutlu. Nasıl ki Mevlana’yı Mevlana yapan Şems Yunus’u da Yunus yapan; Tabduk Emre. Valla millet son zamanlarda SPA’cı oldu, Ben ise eşekçi. Tabduk Emre Türbesi’nin hemen yanında eşeği görünce, Hemen yanına gittim. Biraz Eşekçe konuştum. O da bana; Güle güle dedi. Ne para kazanma derdi, Ne harcama. Faturalar… Aidatlar, Ödemeler… Tek derdi var; Ot yemek. Üstüne su. Yük vursan, Bana mısın demez. İstediği yer ve zamanda anırır. Kimse bir şey demediği gibi Üstüne severler, Bak ne güzel anırıyor. Ulan sen sesini çıkarsan, Anında işten atarlar. Gözler desen? Lenssiz. Canını sıkan olursa, teper. Eşek mi olsak idik acaba? Nallıhan ot kaynıyor. Ot. Bana göre ot turları başlamalı. Spor kıyafeti, Bıçak, Torba. Otları topluyoruz. Karnımız acıkınca mola. Pişiriyoruz, Otu otların içinde yiyoruz. Ve geviş getiriyoruz. Kalanları eve. Buna ot turizmi diyorum ben. Sadece vejeterjanlar değil, Otu seven herkes. Bölgede o kadar leylek yuvası var ki Bu da buraların ne kadar huzurlu olduğunun göstergesi. Sanki Zülfü’den, Leylim Ley söyler bir halleri var. Tabduk Emre’nin bulunduğu Emre Sultan Köyü, Tam kafa dinleme yeri. Ben şehirden sıkıldım. Kafa dinleyeceğim. Köy hayatı yaşamak isteyenlere duyurulur. İşte Sakarya nehri. Huzur var. Sakinlik. Doğallık. Daha ne olsun? Bir tek balık avlamak yasak. Tribüne giderken, Balıkları süzen bir sistem var mı diye sordum. Süzme işi yokmuş. Yani Balık Izgara. İşte Bu değirmenin suyu nereden geliyor sorusunun yanıtı. İşte Sarıyar Barajı’nın elektrik elde edildiği tribünler. Bu tribünlerde, Hiç seyirci yok. Elektrik var. Senden bir türlü elektrik alamıyorum diyenler, Buraya gelsin. Buradan da alamazlarsa, Valla yapacak bir şey yok. Toprak renkleri çok etkileyici. Sanki boyanmış. Yanına Kırmızı. Doğa bile GS’lı. Geldik Sarıyar Barajına, 1 Mart 1953 yılında başlanmış, 2 Aralık 1956 yılında ikmale başlamış. Rahmetli Menderes buraya sık sık gelir. Buradan çalışmaları izlermiş. Türkiye’nin ilk Hidroelektrik barajı olan Sarıyar, Atatürk ve Keban’dan sonra hala üçüncü büyük barajı. Bu izleme yerine, İnsan not yazar. Tabela koyar. Rahmetli Menderes’in resimlerini. Ve reklamını yapar. Acayip ziyaretçi çeker gibi hissettim. Hatta Kısa zamanda bir türbeye bile dönüşebilir. Asılacağını bilse idi, Kendini buradan atar mıydı acaba? Efendim bizler ilginç bir milletiz. Önce asar, Sonra severiz. Keşke çamaşır bile asılmasa? Sadece Asma olsun, Üzüm, Ve şarap. İşte bu nedenle ben, Askıya elbiselerimi asmıyorum. Eşim de haklı olarak kızıyor. Hep ben mi asacağım? Sen neden asmıyorsun diyor? Ben de Benden olmasa olmasa Cellât olmaz. Bırak canlıyı, Elbise bile asamam ben. İşte barajda toplanan suların sekiz metre çapındaki boru ile Tribünlere gittiği yer. Bir nevi barajda toplanan suların çıkış noktası. Buradan tribün ve Sakarya Nehri’ne akış. İşte keçileri kaçırdığım yer. İspatı. Var mı itirazı. Psikiyatrların bile bu şekilde ispatlamayacağı belge. Bakın, Keçiler kaçıyor… İşte Nallıhan böyle bir yer. Keçiler hem böyle kaçar, Hem de Öyle bir doğa, Manzara var ki Bayılır, keçileri kaçırırsınız. Horoz diyor ki Bir çöplükte bir horoz olur. Erken öten horozu hemen keserler. Silahta en önemli parça; Horoz. Var mı bana yan bakan? Denizli’nin de horozları neymiş? Sen benim ötüşümü bir görsen. Bu horoz olmasa? Yumurta nasıl olur? Doğal uyandırma servisi. Çok eşli. Horoz der ki Valla ben kıçımı yırtsam, Uyanmayan, uyanmaz. Sizi ne kadar uyandırmaya çalışsam, Uyanmaya niyetiniz yoksa Ben ne yapayım? Böyle gelmiş, Böyle gidersiniz. Uyumaya devam edin. Uyuyun, Uyuyun… Sizi gidi uykucular. Şu binlar, Romalılar döneminden kalmış desem? Ya da Romalı Perihan bu evde doğu desem? Burası Kayıkbaşı diye adlandırılan yer. Balıkçıların iş başı yaptıkları sığ koy. Bu kadar mı sessiz, Doğal olur? Fış fış kayıkçı, Kayıkçının küreği. Tüm kayıklar kıyıya çekilmiş. Sadece bir tanesi iş başında. En çok sazan varmış. Benim yükselen burcum; Sazan. Her şeye atlarım. Yalnız bir şey eksik. Devasa bir tuvalet binası yapmışlar. Kimse dağa taşa yapmıyacak ama Şöyle bir köy kahvesi, Ya da Yöresel yemeklerin yenildiği hiç te fena olmaz. Cız-bız yerleri hazır, Kendin pişir, Eşine yedir ama Biraz sosyal tesis istiyor, Doğallığı bozmadan. Bu kayığı çekerken, Halikarnas Balıkçısı geliyor, aklıma. İlk profesyonel rehber. Bodrum’u Bodrum yapan, Kayığının ismi ile Yatağan’a ismini veren. Birçok eseri ve tercümeleri bulunan; Cevat Şakir Kabaağaçlı. Anadolu, Anadolu diyen. Ama Hiçbir zaman, Ben Anadolu çocuğuyum demeyen. Başta Yunan Uygarlıkları olmak üzere, Birçok uygarlığın anavatanı; Anadolu diyen Balıkçı. Eserlerini okumaktan büyük keyif aldığım, Bunları ne zaman okumuş? Bunlar nasıl yorumlar diye hayran kaldığım Balıkçı Seni, rahmet, minnet ve saygı ile anıyorum. Nur içinde yat. Ernest Hemingway, Burada yazmasın? Yaşlı Adam ve Deniz’i. Bu kayık o kayık olmasın? Büyük balık küçük balığı yutar ama O da Zokayı yutar. Ve böyle bir kayıkla, Tıngır, mıngır kıyıya gelir. Halkımız, Tarihine sahip çıkıyor. Asmış bayrakları. Unutturamaz seni hiç kimse diyor, Ata’sına. Emperyalist güçler ve de samimi yandaşları, Ne yapsanız etseniz de Bazı şeyleri unutturmanız mümkün değil. Hadi her yeri ele geçirdiniz, Ruhları ne yapacaksınız? Tuzruhu değil ki bu. Dök, tuvalet deliğine. Aksın gitsin. Ruh. İşte burcum; Ayıtır söylemesi, Övünmek gibi olmasın, Öküz burcuyum. Zaten hemen anladı, Tatlı tatlı bakmaya başladı. Ne de olsa Burç burcu çekiyor. Yükselenim ise Merdiven. Elliye merdiven dayadım. İşte, ‘’Bağa girdim, Bağ budanmış, Bağa bülbül dadanmış. Onbeş yaşında da Nazife Hanım, Kimlere aldanmış’’ Yazıldığı yer. Bayılıyorum şu türkülerimize. Allah uzun ömürler versin, Tatlıses saldırıya uğradıktan sonra, Kendine gelince şöyle demiş; Ne Mutlu Türkü Söyleyene. Tek çözemediğim; Einstein de çok zorlanırdı; Minareden at beni, in aşağı tut beni. Geldik, Nallıhan şehir merkezine. İlk gözüme çarpan; Bu yeşillikler oldu. Organik demeye gerek var mı? Ya da Tarla domatesi. Bana her şey seni hatırlatıyor, der gibi Görüntü her şeyi anlatıyor. Fazla söze ne hacet. Bu yeşilliği görünce, Etkilenmemek elde değil; Dağdaki keçilerden sonra, Ben yine Keçileri kaçırdım. Zaten Nallıhan’a gelirseniz, Sürekli keçileri kaçıracaksınız. Kaçırmamak mümkün değil. Burada tesadüfen Vahit Hoca ile tanıştık. Sağolsun, Kendisi bize gönüllü rehberlik yaptı. Aracın bagajını yeşillik ile beş lira gibi astronomik bir rakama doldurduk. Üstüne Vahit Hoca demesin mi? Fazla almadın değil mi? Saat 1500 olmuştu, Ve aç ayı oynamazdı. Yöresel yemek yiyelim dedik, Yöresel ama Nallıhan Beypazarı gibi değil bu konuda. Ha deyince hemen olmuyor. Bu bir eksiklik, Bunu en kısa zamanda gidermeleri gerekir. Neyse Dostlar Lokantasına gittik. Laf lafı açtı, Fal falı. Mideler, doldu doldu taştı. Üstüne şekerli kahveler. Nallıhan güveci beğendim. Salatanın manzarası çok güzeldi. Pilav da henüz pirinç tarlasından yeni toplanmıştı. Hem karım, Hem de Karnım doymuştu. Hocamızın eşliğinde, İlk durak; İpek iğnesi oymaları ile meşhur, El yapımı göz nuru eserleri görmek. Bir kitap alalım dedik, Nallıhan’ı anlatan, Önce ücretli, sonra ücretsiz dediler. Bu olmadı. Valla ben, İğne oymasından anlamam. Anladığım tek oyma; Matkap ile oymak. Sırf bu nedenle, Dişçi olmayı çok isterdim. Ulan hem bir güzel oyuyorsun, Hem de Koyuyorsun, dolguyu. Üstüne teşekkür, Borcumuz ne kadar? Şeytan diyor ki Al şu binayı. Zaten satılıkmış ama çok istiyorlarmış. Ne kadar dedim? 300000 TL imiş. Pansiyonculuk yap. Aslına uygun iyileştirme çalışmaları. Şehrin göbeğinde, Karşısında Dostlar Lokantası. İşte burada, Devletin destek olması lazım. Kredi desteği ile bu gibi yerleri işletmeye dönüştürmek lazım. Turizm Bakanı mı olsam ne? Ama Yerim dar, Oynamasını bilemem. Baltayı taşa vurunca vurdum derim. Baltanın ucu kazara değmiş diyemem ki. Sonra, Tavuk döner, Et döner, Sucuk döner yiyemem. İşte bu nedenle Pek dönemem. Mevsim çilek mevsimi. Çile ile başlayan kelime, Sonuna bir –k- harfi eklenince, Nasıl da çileğe dönüşüyor. Sanki Çilenin sonu çilek der gibi. Rivayete göre Köroğlu Hana gelir, Ve burada atının nalı düşer. Bu nalı, Hanın üzerine asarlar. İşte adı buradan geliyor, Nallıhan’ın. Bu Han restore edilmiş. Dükkanlar yapılmış. Ama şu aşamada pek tuttu denemez. Ya canlandırılması lazım. Ya da Alaçatı, Beypazarı, Şirince de olduğu gibi doğal akışında, Şöyle bir kilometrelik sağlı sollu dükkanlar olacak. Yöresel ürünler satılacak. Nallıhan’a özgü ne varsa. En başa da otları koymak lazım. Burada Hamiyet Hanım ile tanıştık. Hem ressam Hem de Oymacılık öğretmeni. Neler yapmışlar ki Argoda ‘’seni bir oyarsam’’ da geçen, Oyma eylemini, O kadar güzel hale getirmişler ki Hemen orada oyulasım geldi. Resmen sanat olmuş, Oyma. Böyle oymalara can kurban. Hocamız dünyanın her yerine eserlerini gönderiyor. Ve büyük övgü alıyor. Bu eserleri görünce, Yine keçileri kaçırasım geldi. Ne denebilir ki Mükemmel. Hocamız alkışlar, Alkışlar… Ama bu sefer bayılmadım. Önce ambulans var mı? Ne kadar zamanda burada olur? Baktım iş uzayacak, Bayılmaktan vazgeçtim. Ama eşimin ağzının suları aktı. Hemen bir peçete verdim, Sildi. Şimdi bir reklâm. Hamiyet Gürelli. Nallıhan. Kime sorsanız bilir, Gösterir. Alma niyeti olanlar, Hamiyet Hocam sizleri bekliyor. Bendeki tahtaların eksikliğinden olsa gerek, Tahtadan işleri çok seviyorum. Bana kalsa hemen almıştım. İçine su ya da ayran koyup içiyorsun. Ama eşim istemedi. Ben de yuvayı dişi kuş yapar diyerek, üstelemedim. Ama oldukça ilginç ve değişik geldi. Üç tane balta aldık. On liraya. Dedim ki Ya bu güzel olmuş ta Hani bizde bir söz vardır; Baltayı taşa vurmak diye. Tahta yerine taş koysanız? Ve bu sözümüzü, Hem Türkçe Hem de İngilizce uygun bir yere yazsanız? İşte meşhur çıkrık. Aklıma Çıkrıkçılar Yokuşu geliyor. Ve de Çıkıkçılar. Bir yerin mi çıktı. Gidiyorsun, yerine takıyor. Hem de bu zamanda, hala. Ortopedistler ne der bu işe? Ve kozalaklardan yapılmış, Bir sepet. Sepet sepet yumurta, Beni sakın unutma, der gibi. Kozalak ve mangal. Ben sana abayı yaktım diyen Gülben, Mangalı yaksa, Evliliğini kurtarır mıydı acaba? Nesli tükenmek üzere olan, Bir Anadol görüyoruz, Anadolu yollarında. Kim koydu ise Ne kadar güzel bir isim. Anadol. İşte size üretilen yerli araba. Eskişehir’deki Devrim Arabalarından sonra. Ben Anadolu Çocuğuyum demiyor da Sanki Anadolu Arabasıyım der hali var. İşte Nasuhpaşa Camii, 1595 yılı yapımı. Fotoğrafı çekerken, kareye telleri ve kabloları sokmamaya çalışıyorum ama Nafile. 1911 yılında yol yapımında çalışan Fransız, Bu camiyi aslına uygun olarak yaptırmış. Yani Fransız kalmamış. Bu Fransız’ı ben rahmet ve minnetle anıyorum. Fransa nere, Nallıhan nere? Sen kalk oralardan buralara gel, Ve bu camiyi yaptır. Rahmetli Barış’ın tabiri ile Alkış. Akdere Köyü hala Köy. En son çıkan yasa etkilese idi Mahalle olacaktı. Bilinçli olarak bu köyü koruyalım demişler Ve epey yatırım yapmışlar. Ben ne zaman Çeşme görsem, Aklıma; Ferdi Çeşme’yi burada mı besteledi gelir. Konakları onarmışlar. Devlet desteği ile. Güzel olmuş. İnşallah en yakın zamanda pansiyon hayatı gelişir. O esnada çeşme dikkatimi çekti. Plastik. Dedim ki Bunu eski bir çeşme ile değiştirseniz çok daha iyi olacak. Her şey eski iken, Yeni bir şey sırıtıyor. Vahit Hocamızın arkadaşları ile tanıştık. Sağ olsunlar hemen çay ikram ettiler. İşte benim, Anadolu insanım. Saf ve temiz, Samimi, Karşılık beklemez, Gözünün içine bakar. Bir dahaki sefere haber verin, Ne isterseniz yapalım dediler. Bu lale, Sadece Nallıhan’da yetişirmiş. Ve bahçe süslemelerinde de lale desenleri var. Lale Devri geliyor, aklıma. O zamanda yaşamak lazımmış. Çalsın sazlar, Oynasın kızlar. Ve Sibel Can’dan Lale Devri İnsanlarıyız… Ulan Patrona Halil, Sen de nereden çıktın? Ne güzel, Lale Devri devam edecekti. Hollanda bile hala bizden alacaktı laleleri. Paraları Leyla’ya değil, Laleye basacaktık. Geldik Hoşebe Mesire yerine. Bu yazıyı okuyan Adanalı varsa, Mangalları kapın, Hemen gelin buraya. Gülben’den ‘’Ben sana mangalı yaktım’’ eşliğinde Yanında da bıcı bıcı. Burası özellikle okul turları için ideal. Atıştırmaların yapılacağı, En uygun mekânlardan birisi. Olur olmadık yerlerde bile Ben ÖDTÜ’lüyüm diyen, Bir komşumuz vardı, ÖDTÜ’nün Eymir’i olur da Nallıhan’ın olmaz mı? Saptık, Eymir’e dört kilometre. Eymir, Köy. Bu binaları restore edip Pansiyonculuk. Köy hayatını yerinde görecekler. Tavuk, Köy yumurtası, Köy kahvaltısı, Her şey burada yaşanacak ve hissedilecek, Eymir’de. ÖDTÜ Eymir Gölü’ne herkes giremiyor. ÖDTÜ’lü olmak gerekiyor. Ulan dedik, Bari bu Eymir’e girelim dedik. Aynı zamanda burası da bir kuş cenneti. Cennetin tabelası yoktu. Yolu ise kaçırdık. Az gittik, Uz gittik, Dere tepe düz gittik, Geri döndük. Yola girdik, Maalesef kötü yola düştük. Hemen geri döndük. Ulan Eymir alacağın olsun, Bir dahaki sefere Tabanvay gelmezsem? O güzelim kuşları görmezsem? Ne zaman koyunları görsem, Radyoda Tanju Okan’dan, İşte bu benim halkım çalmaz mı? Tesadüfün bu kadarı? ÖSYM Şifresi mi bunlar? Ve işte Adına mahzar salatası olan; Çoban. Başka hangi mesleğin salatası var? Kavalı yoktu ama asası ve köpeği hemen yanında. Köpek bana şöyle bir baktı; Kardeşim dedi; Seni ısırsam, Dişlerime yazık. Yönetim karmaşık gibi de görünse, En basit anlatımını; Çoban verir. Kaval, Aba, Köpekler, Ve koyunlar… Koyunların karnı doyduğu sürece, Su içtikleri sürece, Yalaklardan sorun çıkmaz. Ama Çakal, Tilki, Ve yırtıcı hayvanlara dikkat etmek lazım. Rezidanslarda yaşamak yerine, Aha şurada yaşamak isterdim. Doğa, Doğal yaşam, Doğaya bekleriz, der gibiler. Arkadaş bu doğallık kayboldu mu? İnsan ilişkilerinde de Doğallıklar kayboluyor. Var mı itirazı olan? Bakın, Doğada arabalar bile ne kadar doğal? Ne len bu? X5’ler, X6’lar… Matematikte iki bilinmeyenli işlemleri beğenmeyen halkımız, Arabaya gelince, X’leri ne kadar bol olursa o kadar iyi olur, demekte. |
Yazılan Yorumlar... | |
FATİH BÜYÜKŞAHİN (09 Kasım 2012) |
hayatım boyunca böyle güzel bir anlatım görmemiştim eline gözüne sağlık .... bu arada bende kesinlikle elbiselerimi astırmıyorum .... |
Ferudun Babacan (10 Eylül 2012) |
Setenay Hanım, çok teşekkürler...Rahmetli Annemden genlerime mizah geçmiş.Şimdi de foto mizaha başladım bakalım nasıl bulacaksınız:)) http://fotomizah.blogspot.com/ |
Setenay Süzer (10 Eylül 2012) |
Merhaba değerli hemşehrim,Ferudun Bey, Sıradışı nefis anlatımlı, Ankara batısı gezinizi, zevkle, ilgiyle okudum yine . Kaçan keçileri, koyunları güzel yakalamışsınız ama Kuş cennetinde Çayırhanın o eşsiz peyzaj sunan, erozyonun bile bir güzelliği var dedirten dağlarının detaylarını ve onca leylek varken yakalayamamanız talihsizlik olmuş doğrusu. Son fotografa bayıldım, müthiş esprili ve çok hoş Çok selamlar saygılar |
Ferudun Babacan (06 Eylül 2012) |
Gülden Hanım, ben dahil az okuyan bir nesilin evlatlarıyız:)) Zahmet edip okuduğunuz ve yorumunuz için ben teşekkür ederim:)) |
Gülden (06 Eylül 2012) |
Ferudun bey ;öncelikle kaleminize ve yüreğinize ,aynı zamandada gözlemlerine saglık ..Keyifle okudum,üslup zaten muhteşem :) hem bilgilendiriyor hem eğlendiriyorsunuz..teşekkürler bu güzel yazı için .. |
Ferudun Babacan (28 Ağustos 2012) |
Hakan Bey, Nallıhan Beypazarı ve en az beş katı büyük bir saha.Peri bacaları olmayan bir Kapadokya:)) |
hakangeziyor (28 Ağustos 2012) |
Ferudun Bey, özlemiştik keyifli yazılarınızı. Uzun aradan sonra sizi okumak ayrı bir zevk. Bu arada yazıyı okuyunca Ankarada yaşayan birisi olarak Nallıhanı görmemiş olmam da ayrı bir ayıp tabi ki :) Kaleminize sağlık... |
Ferudun Babacan (27 Ağustos 2012) |
Erdin Bey, Ben teşekkür ederim sayfa ve düzenlemeler için:)) |
Erdin İVGİN (26 Ağustos 2012) |
Ferudun Bey Nallıhan gezinizi keyifle okudum. Hem güldüm hem bilgilendim. Elinize sağlık |