Arabamla Dünya Turu – Kosta Rika (Coco - San Jose -Tortuguero) | |
Kosta Rika için “Orta Amerika’nın İsviçresi”, derler. Bunu neye göre söylediklerini bilemiyorum ama, en azından diğer Orta Amerika ülkeleri arasında en pahalısı olması yüzünden böyle bir kanı yerleşmiş olabilir. Coğrafyasından dolayı söylendiyse eğer, benzerine -en azından- Nikaragua ve Panama’da da rastlamak mümkün, çünkü. Ama Kosta Rika’nın, İsviçre’yle bile kıyaslayamayacağınız bazı enteresan özellikleri var ki, yeri geldikçe bunlara değineceğim. Artık, sınırı nasıl ve ne kadar sürede geçtiğimi söylemeyeceğim. Her sınırda benzer muameleler, benzer sürelerde tamamlanıyor. Kimisinde 15 dakika, kimisinde de 45 dakika. Birileri, El Salvador-Honduras sınırında çok beklediklerini (5-6 saat) söylemişlerdi. Bunu duyunca, “İyi ki El Salvador’a gitmemişim” dedim, kendi kendime. Benim şimdiye kadar hiç öyle bir beklemem olmadı; şimdiye kadar yaptığım seyahatlerin hiç birinde (iş seyahatlerimi saymıyorum). Umarım bundan sonra da olmaz. Nicoya Yarımadası, Coco Plajı Nikaragua Gölü ile Pasifik kıyısı arasında sıkışan incecik koridordan sınırı geçip de, güneye doğru indiğinizde, sağa doğru giden yolların hemen tamamı Nicoya Yarımadası ve onun Pasifik sahilindeki yerleşimlere uzanır. Birbiri ardına sıralanmış bir sürü küçüklü-büyüklü tatil kasabası var, bu sahil şeridi boyunca. Ben de kendime, bunlardan en yakını olan El Coco’yu hedef seçtim. Hava kararmaya yüz tutmuştu, El Coco’ya girdiğimde. Önce LP’tan seçmeleri kontrol ettikten sonra, merkeze en yakın ve tesadüfen bulduğum bir tanesine yerleştim. Tavana monte edilmiş bir vantilatörün üflediği havayla serinlemeye çalışarak uyuyorsunuz, kan ter içinde. Ama vantilatörün en önemli faydası, çıkardığı yoğun gürültüyle çevreden gelen sesleri bastırması. Bu sayede, ne üst kattan gelen gürültüleri, ne de dışarıdan gelen yüksek volümde müzik seslerini duyuyorsunuz. O sabit gürültüye bir süre sonra alışıyor insan. Sıcak ve rutubete de biraz alışabilse… El Coco ve Nicoya Yarımadası’ndaki diğer tatil beldeleri, Amerikalı -özellikle- emekliler tarafından parsellenmiş. Ucuz yaşam, cennet gibi doğa (biraz sıcak ve rutubetli ama, olsun) ve ucuz gayrımenkul, emekli olan ve kendilerine yani bir mekân arayan Amerikalı emeklileri cezbetmiş. Mütevazısından, süper lüksüne kadar türlü çeşitli evler, malikâneler, siteler v.s. var ve çoğunda, Amerikalı başta olmak üzere yabancılar yaşıyor. Akşamları Le Coco barlarında 70 yaş üzerinde bir sürü Amerikalı’ya rastlıyorsunuz. Buralarla ilgili anlatacak çok fazla bir şey yok. Bol eğlence, deniz, güneş, kum, dalgalar. Sörf meraklılarının gözbebeği kıyılarda gündüz tüm enerjilerini harcayanlar, akşam ıstakozvari bir kırmızılığa bürünmüş olarak El Coco barlarını dolduruyorlar. Barların çoğu Amerikalı sahiplerinin bilgi ve tecrübeleri ışığında, insanlara, gece sabahlara kadar eğlendirecek aktiviteleri sunarak para harcatma amaçlı. Deniz-güneş-sörf meraklılarına hitap eden bu tatil anlayışı bana fazla uymadığı için, ikinci gününde bölgeyi terk etmek üzere yola çıktım. Sahilde güneye, Samara’ya kadar indikten sonra, Arenal Gölü kıyısı ve Arenal Volkanı yamaçlarını takip eden yoldan, başkent San Juan’ın hemen kuzeyindeki Heredia’ya vardım. Heredia’ya kadar olan kıvrım kıvrım yolun güzergâhı o kadar güzel ki, insan yolun zorluğunu fark etmiyor dahi. Ama, sonuçta o zor yol insanı yoruyor. Heredia’da bulduğum ilk otele, fazla kusur aramadan kapağı attım. Aslında, fazla kusuru da yok. Tek kusuru, biraz pahalı olması. Yorgun ve açım. Otelin sahibi olan karı-koca benimle ve seyahatimle o kadar ilgilendiler ki, onları kırıp da, odamda bir duş almak ve arkasından açlığımı bastıracak bir şeyler bulabilmek için izin istemeye bile dilim varmıyor. Azıcık İngilizcesiyle adamcağız, bu yılın başlarında yaptıkları Şili-Arjantin-Patagonya seyahatlerinde gördükleri güzellikleri anlatıp, görmemi özellikle tavsiye ettiği yerleri haritada işaretlerken eşi de bilgisayarda, çektikleri fotoğrafları gösteriyordu. Özellikle Patagonya’nın iyice güneyinde çekilenlerde giydikleri palto, yün şapka ve eldivenleri gördükçe, onların gittikleri -oranın- yazına karşın, benim gideceğim -oranın- kışında ne halt edeceğimi düşünerek ürperiyordum. Beni tek teselli eden, onların Kosta Rikalı olmasından dolayı soğuğa fazla alışık olmamaları olasılığıydı. Kosta Rika gerçekleri Burada kısaca Kosta Rika’nın günümüzdeki durumu ve onu bu güne getiren tarihinden bahsetmek istiyorum. Kosta Rika Orta Amerika ülkeleri arasında ekonomik açıdan en güçlü olanı. Kişi başına gayr-ı safi milli hasıla’dan düşen pay USD10,000.00’ın üzerinde. 2009 yılı verilerine göre işsizlik oranı yalnızca %7.8. Enflasyon son yıllarda %5 civarında seyrediyor. Yolsuzluğun önlenmesi için, son yıllarda seçilen başkanlar arasında varılan bir centilmenlik anlaşması, seçimlerle değişen yönetimlerle değişmeyecek ‘mücadelenin kesintisiz sürdürülmesi stratejisi’ meyvelerini vermeye başlamış durumda. Bütün bu olumlu sonuçların sebepleri var, elbette. Önce, en önemli sebebi söyleyeceğim, sıkı durun! Kosta Rika’nın, bütçesinin yarısını silip-süpüren, ABD istedikçe darbe yapan bir ordusu yok. Evet! Ordusu olmayan bir ülke. Bir araştırma, Kosta Rika’nın, dünyada son 50 yıldır herhangi bir askeri darbe, müdahale, post-modern darbe ve bazı bizim duymaya alışık olduğumuz hareketlerden azade yaşan 22 (yazıyla, yirmi iki) ülkeden biri olduğunu yazıyor. 1948 yılında biten iç savaşın ardından dönemin devlet başkanı José Figueres Ferrer, 1 Aralık’ta orduyu lav ettiğini açıklar. Ondan beridir de Kosta Rika’nın ordusu yok. Ordusuz Kosta Rika’da hiç mi ABD entrikası olmamış? Olmuş tabii, hiç olmaz mı? Tarihtekileri saymıyorum ama, özellikle Nikaragua devriminden sonra Contralar’ı besleyip yetiştirmeyi kendine görev edinmiş olan CIA, Costa Rika jungleları’nda gizli bir üs ve havaalanı kurar. Devlet görevlileri de, bu istenmeyen duruma gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kapamaları için yemlenir. Ancak, durum o hale gelir ki, bu ‘istenmeyen durum’ Kosta Rika’nın, hiç de problem yaşamak istemediği bölge ülkelerinden Nikaragua ile arasının açılmasına sebep olur. Daha sonradan Nobel Barış Ödülü de alacak olan ve Kostarika’da devrim sonrası kaos döneminin bitip, barışın sağlanmasında büyük emeği geçen dönemin devlet başkanı Oscar Arias, ABD Büyükelçisi’nin de ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan ‘CIA ve Contralar’ı temizleme’ harekâtına girişir. …ve bunda başarılı da olur. Bu ‘temizliğin’ sembolik bir başlangıcı (ya da bitişi) da var; binlerce çocuk, CIA’in bu ‘gizli’ havaalanına gider ve pisti ağaçlandırır. Ne hoş, değil mi? Kosta Rika’da işçi hakları, eğitim ve sağlık hizmetlerinde fırsat eşitliği gibi demokratik toplumun gereklilikleri ülkede daha 20. yüzyılın başlarından itibaren gündeme gelmeye başlamış. Temel eğitimin zorunlu ve tümüyle ücretsiz olduğu ülkede sağlık hizmetleri de ücretsiz veriliyor. Eğitimli işgücü ve bunların arasında da İngilizce bilenlerin oranının yüksekliği, yabancı yatırımcıların Kosta Rika’ya üretim yatırımları yapmasını sağlamış. Bugün Intel’in 3,500 kişi istihdam eden bir mikroişlemci fabrikası, Heredia’da faaliyette. Procter&Gamble Batı Yarıküresi merkez ofisini Kosta Rika’da oluşturmuş. Amazon gibi dev bazı ‘dotcom’cuların Kosta Rika’da önemli sayıda personel çalıştıran merkezleri var. Yalnızca Intel’in, ülkenin yurtdışı satışlarındaki payı %20, gayr-ı safi milli hasıladaki payı ise %4.8. Bunlar ileri teknoloji endüstrisi. Ama, Kosta Rika’nın uzun zamandır dışsatımını oluşturan iki önemli ürünü var; kahve ve muz. Son birkaç on yıllık süreçte ise, akıllı bir kararla, ülkenin büyük bir kısmını, ekoturizm amaçlı koruma bölgesi ilan etmişler. Bu da, Kosta Rika’nın turizm gelirlerini katlamış. 2008 yılında ülkeye 2 milyon 100 bin yabancı turist gelmiş ve yaklaşık 2.15 milyar ABD Doları bırakmış. Tüm bu olumlu değerler, 4.5 milyonun biraz üzerinde insanın yaşadığı bir ülkeyi, ‘müreffeh’ hale getirmeye fazlasıyla yetiyor, tabii. Volcan Poas ve Tortuguero cenneti Ertesi sabah, San Jose’ye tehditkâr bir şekilde tepeden bakan Poas Volkanı’na hareket ettim. Orta Amerika’nın özellikle Pasifik kıyısına yakın bölgeleri hemen tümüyle tektonik ve volkanlarla dolu. Bunlardan birisi de Volcan Poas. San Jose’nin 40km kuzeyinde yer alan volkanın bir krateri hala aktif. Yani, dibindeki sıcak sülfür havuzundan gaz salmaya devam ediyor. Saldığı gazın buharından dibini görmek mümkün değil. Sabah çok erken saatte çıkıldığında görülebiliyormuş, söylendiğine göre. Aktif kraterden 300m daha yüksekteki eski krater ise artık bir krater gölü var, yaklaşık 30 dakikalık bir tırmanmayla ulaşabildiğiniz. Botos Gölü’nü de, dağın tepesini sürekli kaplayan bulutlardan sıyrılmış halde görmek için şanslı olmak gerekiyor. Arada bu kadarcık açıldığı oluyor : Kosta Rika’daki tek volkanımı da gördükten sonra, kısacık programıma özellikle sığdırmak istediğim Karayip Denizi kıyısındaki Tortuguero’ya doğru yola çıktım. Bu seyahatimde, ABD’den sonra ilk kez Atlas Okyanusu’nu göreceğim. Tortuguero’nun içinde bulunduğu jungle için LP, “yağmur ormanları içerisinde en ‘ıslak’ olanı” ve “küçük Amazon” deyimlerini kullanmış. Jungle’ın içindeki kanallarda tekneyle gezinmek bana çok etkileyici geliyor. Bunu mutlaka görmeliyim. Karadan ulaşımı olmayan Tortuguero’da bir de milli park var, Parc Nacional Tortuguero. Kabuksuz, yani ‘bağa’sız, kaplumbağalar buraya yılda bir kez yumurta bırakmaya geliyor. İspanyolca’da ‘tortuguero’ zaten kaplumbağa demek. Bağasız kaplumbağa olur mu? Oluyormuş işte. Bence onlara kaplumbağa değil de, ‘bağa’ları olmadığı için, ‘kaplum’ demek daha doğru olacaktır. Dünyanın en büyük kaplumbağası olan ‘deri sırtlılar’ın boyu 2m’ye,ağırlığı 600kg’a kadar ulaşıyor. Maalesef, yumurtlama mevsiminin sonlarına yaklaştık ve karaya çıkıp yumurtlamalarını izleme şansım çok az. Anladık, Tortuguero’nun karadan ulaşımı yok da, nereden ulaşacağımızı da açıklayan net bir bilgi yok. İki seçeneğim var; ya Karayip kıyısında, güney-doğudaki Puerto Limon’dan (Limon Limanı, Türkçe okununca ne kadar da ‘ahenkli’ geliyor kulağa) ‘zamansız’ kalkan motorlarla, kıyıyı takip eden kanal boyunca giderek ulaşacağım, ya da haritada görünmeyen ama, hasbelkader GPS’imde yer alan bozuk yolu takip ederek Rio La Suerte’nin (La Suerte Nehri) başladığı noktadaki La Pavona’ya çıkacağım. Sonrasını bilmiyorum. Her iki durumda da, suyolunun başladığı noktada arabamı bırakmam lâzım. Seçeneklerden La Pavona’yı tercih ettim ve yola çıktım. Son 40km’lik bölüm dışında düzgün asfalt olan yol önce temiz toprak yola dönüştü. Son 10-15km’lik kısmında ise gittikçe kötüleşen bozuk toprak yol oldu. Vardığım yer bir restoran-bar, başka bir şey yok. Bir de, üzerinde sundurma olan büyücek bir park yeri. Sundurmanın altına çektim Lando’yu. Geceliği USD10.00. Restoran-barın 100m ilerisinde jetty adı verilen teknelerin kalktığı kumluk var, La Suerte Nehri kıyısında. Çantalarımı sırtlanıp, tekneye bindim. Benden başka 3 kişi daha geldi; onlar Tortuguero’dan. Jetty’ler, 110-125 beygirlik (buna dikkat!) 4 zamanlı kıçtan takma motoru olan ince-uzun sandallar, 20-25 kişi taşıyabiliyorlar. 4 zamanlı motor olması, milli park yönetiminin koyduğu bir kısıt. 2 zamanlı olanları egzost gazıyla karışmış soğutma suyuyla birlikte ortama yağ bırakır, çünkü. Kanallar içindeki keyifli yolculuğumuz başladı. Teknede 4 kişi olduğumuz için hızlı gideriz diye düşünürken, öyle olmadığını gördüm. Yer yer nehir ve kanallar o kadar sığlaşıyor ki, ‘kaptan’ büyük bir dikkatle çok ağır gitmek zorunda kalıyor. Hızlı gittiği yerlerde ise keyif müthiş. Güneşin batışıyla birlikte etraftaki jungle’ın gizemi gittikçe artmaya başladı. Olağanüstü keyifli bir yolculuk. Kendimi gerçekten Amazonlar’da hissediyorum. Bir de şu arkada oturan genç, cep telefonundan maçı ‘seyretmiyor’ olsa… Şu teknolojinin gözü kör olsun. Iyi hoş da, tam dünyadan izole, Amazonlar’da hissediyordum kendimi. Neyse ki, yolun yarısından sonra GSM sinyali kesildi ve maç yayını sustu. Hava iyice kararmaya yüz tuttuğunda Tortuguero’ya girdik. Evet! Tortuguero Amazonvari bir jungle’ın (bu arada, önceden söylemiş miydim bilemiyorum ama, jungle’ın Türkçe karşılığı yok) kıyısında bir köy. kumluk bir zemine kurulu köyün içinde, kumlardan yürüyerek, Miss Miriam’ın hosteline ulaştım. Miss Miriam Karayip kökenli, belli. Odaların pencereleri, sivrisineğe karşı tel gerilmiş, o kadar. cam yok, tabii.gerek de yok. Okyanusa bakan taraftaki odalardan birisini tutunca, dalga gürültüsünden başka bir şey duymuyorsunuz, zaten. Her bir odanın duvarı, birbirinden değişik ve hoş motiflerle süslenmiş. benim şansıma düşen buydu : Akşam yemeğimi Budha Bar’da (tam LP tabiriyle ‘fancy&charming’ -süslü ve büyüleyici- bir yer) yedikten sonra köyde ufak bir tur attım. Yemekten önce, ertesi gün kanalarda yapacağım ‘kayaking’ turu için rezervasyon yaptırmıştım. ‘Kayaking’, kürekle yapılan kano gezintisinin gâvurca adı. gezinti parkuru, milli park sınırları içerisinde kalan kanallar ve süresi 3 saat. Ertesi sabah, saat 6’da başlayacak tur için saat 5 buçukta kalkıp, fotoğraf çantamı sırtlandım ve Bony Scott’ın evinin önüne gittim. Bony de Karayip asıllı. Burada hemen herkes öyle, zaten. Bony çoktan kalkmış, bekliyordu. Beklediği birisi daha varmış; Belçikalı bir kadın. O da geldiğinde kanoya binip, açıldık. ‘Açıldık’ biraz abes kaçıyor tabii; fazla ‘açılamıyorsunuz’ çünkü. Her neyse! O üç saat boyunca, hayatımın son yıllarında aldığım en büyük keyfi yaşadığımı söyleyebilirim. ben kanonun en önünde oturuyordum. Bonny de en arkada tek kürekle kürek çekiyordu. Başta “Yardım ister misin?” diye sorup, ikinci küreğe asıldım ama, “Ben idare ederim ama, sen bilirsin” dedi Bonny. Zaten, kanonun kıç tarafından tek kürekle o iyi idare ediyordu ve ben keyfi iliklerime kadar yaşamaya baktım. Daha fazlasını anlatmayacağım. Yani, o dinginliği, o huzuru burada tarif etmem mümkün değil. Ama, tek kelimeyle, MUHTEŞEMDİ. Fotoğraflar aşağıda: Bony çok iyi bir rehber; gerek bilgi ve tecrübesiyle, gerekse çevreye olan saygısıyla. Oralara giderseniz diye kontakt bilgileri aşağıda. “Hani, bir Turco gelmişti ya buralara…” diye başlarsanız söze, hatırlayacaktır, eminim. Bildiği kadarıyla, o köye hiç ‘Turco’ gelmemiş çünkü. İngilizcesi gayet iyi : Bony Scott E-posta : bonletravels2004@yahoo.com Tel : +506 2709-8193; +506 8640-5826 Turdan saat 10 gibi döndük. Kaplumbağaların yumurtlamasını izleme şansımın düşük olduğunu Bony de teyit ettiği için, aynı gün saat 11:15’te kalkan ‘tarifeli’ jetty’e bindim. Tarifeli seferler daha ucuz oluyor. Yolda polis çevirdi. Şaka yapmıyorum! Tam yüklü giderken, kanallardan birine girişimizde polis teknesi durdurdu bizi. Önce teknecinin evraklarını istedi. Bu tarifeli seferler, Tortuguero’daki bir kooperatif tarından düzenleniyor. Durduk. Evraklar verildi. Anladığım kadarıyla,bir takım eksikler var ve ‘istihap haddi’nin üstünde yolcu almış durumdalar. Polis ceza pusulası düzenledi. Bir yandan da yolcuların evraklarını; pasaport ve kimliklerini görecekler ve kaydedecekler. Korku, kuzeyden, Nikaragua’dan kaçak gelecek göçmenler. İyi de, benim pasaportum arabada. Polis, pasaportun mutlaka olması gerektiğini söylüyor. Bulunur bir çaresi, diye fazla telaşlanmadım ve her ihtimale karşı ehliyetimi hazırladım, göstermek üzere. İşler uzadıkça uzuyor. Sıra kimlik kontrolüne geldi ki, daha bana ulaşamadan, kanala giren daha da yüklü bir başka jetty, polisin ağına düştü. Müşteri artınca, ‘örnekleme’ usulüyle kimlik tespiti yöntemine dönen polis, beni atladı. Atlamasaydı, derdimi nasıl anlatacağımı bilmiyordum, gerçekten. Yaptığı kontrol tek kelimeyle ‘sıkı’ydı, çünkü. Bu şansımı, artık iyice aklaşmış saçlarıma yoruyorum. Bu sefer 2.5 saat süren tekne yolculuğundan sonra, arabamı bıraktığım yerde sağ salim buldum. Başkente, San Jose’ye dönüyorum. İki gece kalıp, dinleneceğim ve biraz yazı yazacağım. Bu okuduklarınız kolay çıkmıyor, çünkü. Belki başkaları da vardır ama, San Jose’den tek şey aktaracağım size; Teatro Nacional (Ulusal Tiyatro). 1897 yılında inşa edilen bina, LP’in dediği gibi -gerçekten- şehrin en etkileyici binası. Hemen girişindeki Café del Teatro Nacional’de bir kahve içmeden ve tiramisu yemeden geçmeyin, derim. 13 Nisan sabahı saat 07:30’da San Jose’den hareket ettim. Önümde, akşama kadar bitirmem gereken 850km’lik bir yol ve bir sınır geçişi var. Panama sınırına girdiğimde saat öğlen 11:30’u gösteriyordu.. Hepinize sevgiler! Not: Ali Eriç'in “Arabamla Dünya Turu” gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu – Türkiye (Başlangıç – Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz. |
Yazılan Yorumlar... | |
Dilek (12 Eylül 2012) |
Merhabalar. Sitenizi çok başarılı buluyorum. Bu istikrarınızın devamını dilerim. Arabayla dünya turu muhteşem bir şey olmalı! |