Arabamla Dünya Turu – Peru 1 (Sullana - Tucume ve Sipan - Trujillo)

Ekvador’un Macara’sından çıkıp, ülkeyi terk ettikten sonra Peru’ya girmem, artık hemen her sınır girişindeki kadar rutin işlemlerle, kısa sayılabilecek bir süre ardından gerçekleşti.

Geçen yazıda söylemiştim; Ekvador’dan çıkmadan önce gördüğüm manzara tam bir kum çölü görüntüsü idi. Bu görüntüsü, hemen hemen tümüyle Pasifik sahilini takip eden yol boyunca Lima’ya, hatta daha da ilerisine kadar devam edecekti. Şimdiye kadarki sınır geçişlerimin aksine, burada sınırda ya da hemen sonrasında herhangi bir bankaya ait ATM yok. Sınırda, kazıkçı ‘para satıcıları’ndan para bozdurmadığıma hayıflanarak, en yakındaki şehre, Sullana’ya -mecburen- girmek zorunda kaldım. Asya’dan ithal 3 tekerlekli tuk-tuklar ya da benzeri motosiklet bozması ‘toplu-taşım’ (2 kişilik ‘toplu’ bunlar) araçları, şehrin sokaklarında karıncalar gibi oradan oraya dolanıp dururlarken, onların arasından kazasız-belâsız yol bulup da bir ATM’e ulaşmam 1 saatimi aldı.


Sullana’nın sokakları

O geceki hedefim, sınıra yaklaşık 400km ötedeki Chiclayo kenti. Burayı bir hedef olarak seçmiş olmamın nedeni, yakın çevresindeki Inka öncesi medeniyetlere ait iki önemli merkezi; Tucume ve Sipan’ı gezebilmek. Chiclayo’ya, Sechura Çölü’nü aşarak varıyorsunuz. Kendimi, Afrika seyahatimde, Mısır’ın Batı Çölü’nde hissediyorum; yer yer karayolunu işgal etmeye yeltenmiş kumulları ile o kadar bir çöl yani. Bir yandan da, Kolombiya ve Ekvador’daki -nispeten- refah durumundan sonra yol kıyısındaki derme-çatma kulübelerden oluşan köyler, Peru’da durumun daha kötü olduğu izlenimini veriyor insana.

Tucume ve Sipan
Tucume, önce Lambayeque (M.S. 700 ilâ 1375), daha sonra da Chimu (bölgede M.S. 1375 ilâ 1470 arası hüküm sürmüşler) kültürüne mekân olmuş bir yerleşim. Piramitler, Lambayeque’lerin (Sican olarak da biliniyor) 1050 yılında, bizim son yıllarda duymaya başladığımız, ancak tarihte hep var olmuş El Niño yağmurları ile harap olan Batan Grande yakınlarındaki yerleşimleri yerine 1100 yıllarında inşa edilmeye başlanmış. Yaklaşık 25 değişik büyüklükte olduğu tespit edilmiş olan piramitler, kentin 1533 yılında yıkılmasının ardından, zaman içerisinde tamamıyla kumla kaplanmış. Yıllar sonra, yine El Niño yağmurları tarafından yıkandıkça gün yüzüne çıkan piramitler, Tucume’nin önemli bir yerleşim olduğunu ortaya koymuş. Kazıları, birçok uluslararası kuruluş tarafından desteklenen Tucume piramitleri yaklaşık 20 hektarlık geniş bir alana yayılmış bulunuyor. Sanki çocukluğumuzda, deniz kıyısında, kumlarla yaptığımız kaleleri andıran piramitlerin şu anki hallerini, ortadaki tepenin zirvesinde bulunan seyir noktasından izlemek çok zevkli; hele gün batımında. 1470 yılında Inkalar tarafından ele geçirilen kent, Inka Kralı’nın yakalanıp öldürülmesinin ardından, yıkılmış.

Tucume piramitleri


Piramitlerden bir detay. Kumdan kaleler gibi görünen kum katmanı, El Niño tarafından yıkandıktan sonra bu hale gelmiş. Katlar seçilebiliyor. En alttaki kat Sicanlar, sonrakiler ise Chimular tarafından yapılmış. Kazı alanını daha yakından incelemek yasak!

Chiclayo’ya girmeden, akşamüzeri gezdiğim Tucume’den sonra, ertesi sabah da Sipan şehri kalıntılarını ve hemen yanındaki müzeyi gezdim. Sipan da, bölgede M.S. 100 ilâ 800 yılları arasında hüküm sürmüş bir uygarlık olan Mocheler’in bir yerleşimi. Mocheler, yukarıda bahsettiğim Chimular’ın ataları, aslında. Tucume’de olduğu gibi, Sipan’da da piramitler var. Piramitlerin inşasında, adobe (aslında eski-İspanyolca olan bu kelimenin kökeni Arapça’da al-tub’a dayanıyormuş, yani ‘çamur-tuğla’) denilen ve Meksika, hatta ABD’nin güney eyaletlerinden başlayarak tüm Güney Amerika’da kullanılan, bizim de yabancı olmadığımız bir malzeme kullanılmış; yani, kerpiç tuğla. Karışım tamamıyla aynı; killi çamur ve saman. Sipan, 1987’de Perulu arkeolog Walter Alva ve karısı tarafından bulunup ortaya çıkarılıyor. Sipan’da Alva tarafından bulunan ve aynı zamanda Sipan’ı Peru’nun en önemli arkeolojik merkezlerinden biri yapan şey ise El Señor de Sipan, yani Sipan’ın Lordu ünvanlı mumya ve o mumyanın bulunduğu mezar. Bu mezar -her nasılsa- gerek Tucume, gerekse Sipan’daki tarihi şehirleri yağmalayan hırsızların gözünden kaçmış. El Señor de Sipan’ın mumyası ile birlikte gömülmüş tüm paha biçilmez eşya ve mücevherlerle el değmeden kalabilmiş önemli bir yer. Bulunan eserler (müzede sergilenenlerin bazıları, gerçeklerinin replikaları), son derece özenle ve emekle hazırlanmış bir müzede ve modern sunum teknikleriyle sergileniyor.

Sipan kazı alanının bir bölümü. Adobe’leri (kerpiç tulalar), El Niño tarafından yıkanmış ‘kumdan kaleler’in aralarında seçebilirsiniz - Kazı alanında temizlenmiş bir bölüm


El Señor de Sipan’ın mezarı. İçinde gördüğünüz iskeletler (ki bazıları Señor’un yardımcı ve yakınlarına ait) ve diğer tüm eşyalar asıllarının kopyaları, tabii - Sipan müzesi


Kazılarda bulunan maske


ve heykellerden…

El Señor de Sipan aslında bulunan bu mumyaya verilen bir isim. Gerçek ismi bilinmeyen şahsın, beraberinde bulunan takı ve aksesuarlardan (ve çevresindeki diğer iskeletlerden), toplumun sosyal statü bakımından en yüksek mertebesinde olduğu ve büyük olasılıkla da Moche uygarlığını bir süre yönetmiş ve belki de yönetici olduğu sırada ölmüş olduğu çıkarılıyor. Kazıların -görece- yeni başlamış ve uygarlıkla ilgili daha doğru bilgilere ulaşılmasını sağlayacak kanıtların çoğuna henüz ulaşılamamış olması, bu tür noktalarda bilgilerin varsayımdan öteye geçmesine engel oluyor, haliyle.

Chan Chan kenti ve iki tapınak-piramit
Lima’dan önce görmeyi istediğim bir kent var; Trujillo. Aslında görmek istediğim bu kent değil, tabii. Yakınındaki iki ören yeri: tarihi Chan Chan şehri ve Huacas del Sol y de la Luna (Güneş ve Ay Piremitleri). Bunların ilki Chimu uygarlığına ait, dünyanın adobe (kerpiç tuğla) ile yapılmış en büyük kenti sayılıyor. Yaklaşık 20km² kapladığı tahmin edilen şehrin merkezi ise 6km²’lik bir alana yayılmış. Chimu uygarlığın krallık başkenti olmuş merkezin bir bölümü, orijinal planına uygun ve orijinal malzemesiyle -neredeyse- yeniden inşa edilmiş. Her ne kadar gerçeğine uygun yapıldıysa da, ‘yapma’ olduğu hissinden kurtulamıyor, insan.

Chan Chan kentinden duvar rölyefleri ve detaylar


Kentin restorasyonu henüz devam eden bölümleri - Bu bir biringo. Peru’ya has bu köpeklerin tüyü olmuyor. Koyu tenli bu köpeklerin vücut ısıları da soylarının diğer örneklerine göre daha yüksek olurmuş

Gelelim Güneş ve Ay Piramitleri’ne… Yolunu bulması her ne kadar zor olsa, her ne kadar şehrin değişik yönlerindeki çıkışlarına birkaç kez gitmem gerekti ise ve önünden 2-3 kez geçtiğim motosikletli polislerin (onlardan -özellikle- hep çekinmişimdir) dikkatini fazlasıyla çektiysem de, sonunda Huacas del Sol y de la Luna’nın yolunu bulabildim. Ama, iyi ki bulmuşum. Sadece “Peru’da şu ana kadar” demeyeceğim, Peru’nun tümü boyunca (buna Machu Picchu da dahildir) gördüğüm en etkileyici kalıntılar demekte hiçbir sakınca görmüyorum; en etkileyici ve en ilginci.

Moche uygarlığı tapınakları olan Güneş ve Ay Piramitleri’nin en ilginç tarafı, ilk yapıldığı hallerinden sonra dört kez genişletilmiş olması. Ama, genişletme öyle tahmin ettiğiniz şekilde olmuyor. Anlatayım! İlk yapılan tapınak, 50 ilâ 100 sene sonra kerpiç tuğlalarla dolduruluyor ve üzerine ikinci ve -tabii- daha büyük olanı, yeni bir kabuk-tapınak inşa ediliyor. Böylece 50 ilâ 100 yılda bir tekrarlanan bu yeniden-inşa faaliyeti sonunda toplam 4’er tapınak inşa edilmiş. Bunlardan en içteki en eskisi, en dıştaki ise an yenisi şeklinde. İlk yapılan tapınağa ulaşabilmek için dıştaki 3 kabuk-tapınağı sökmeniz gerekiyor. İşte şu anda yapılan işlem bu. Ancak bu ancak -daha- Ay Piramidi’nde yapılabilmekte. Güneş Piramidi ise halâ olduğu gibi, tüm gizemiyle duruyor. Her iki piramitte dolgu için kullanılan tuğlaların toplam sayısının yaklaşık 260 milyon (yazıyla, ikiyüz altmış milyon) adet olduğu tahmin ediliyor.

Ay Piramidi’nden, aradaki yerleşim ve Güneş Piramidi’nin görünüşü - Güneş Piramidi

Alttan çıkanları, dolgu kerpiç tuğlalar boşaltıldıktan sonra ortaya çıkan o hala orijinal boyaları ve renkleri ile durmakta olan freskleri, hem de kerpiç sıva ile yapılmış olan o ince detaylı freskleri, o her biri aynıymış gibi görünürken aslında her biri yapan sanatçının ruh halini canlandıran birbirinden farklı freskleri… Bunların hepsini tek tek incelemek… Bir tarihin beni bu kadar etkilediğini hatırlamadığımı söyleyebilirim.

Ay Piramidi’nde ilk tapınağın olduğu kattan açılmış bir bölüm - İkinci ve üçüncü tapınak katları. Hemen üzerinde dördüncü tapınağın sınırları


Eski tapınaklara ulaşabilmek için boşaltılan adobe’lerden (kerpiç tuğlalar) bazıları… Üzerindeki işaretler, dolguya katkı sağlamak isteyen ‘hayırsever’ zenginlerin işaretleriymiş - Büyük salonda ortaya çıkan muazzam bir fresk. Tüm renkler orijinal

Peru’ya gidenlerin çok azı bu olağandışı eserleri görebiliyorlar, maalesef. Ülkenin kuzeyinde ve dolayısıyla sapa kalan bu tapınakları görememiş olmak, büyük bir kayıp.

Trujillo’dan ayrıldığım gün ziyaret ettiğim Güneş ve Ay Piramitleri’nden sonra Lima’ya gündüz makul bir saatte girebilmem mümkün değildi. O nedenle, arada, Lima’ya yakın bir kentte, yaklaşık 200km mesafedeki Barranca’da kaldım. Ertesi gün, 4 Mayıs sabahı erkenden kalkıp, Lima’ya yollandım. 5 Mayıs akşamüzeri Buket İstanbul’dan gelecek. Hem Lando’yu, hem de kendimi bu güzel buluşmaya hazırlamam lâzım. Lima’nın nezih ve sakin bir semtinde, güzel bir butik otelde yer ayırtmıştım. Bekliyoruz!

Peru’nun ilk bölümü böylece sona erdi. Lima ve sonrasında buluşmak ümidiyle, hoşça kalın.