2004 yılı, 23-Nisan tatilinde muayenehane komşum üç doktor hanımla planladığımız bir haftalık Portekiz gezimizi, Ankaradaki Büyükelçilik binasında çıkan yangın nedeni ile vize alımı gerçekleşmeyince ertelemek zorunda kalmış, rotamızı hemen yeşil pasaporta vize istemeyen Hollanda’ya çevirmiştik. Her işte hayır vardır söylemini boşuna dememişler. Lale zamanı, Amsterdam ve çevresindeki turistik bölgeler ile dünyanın en güzel parklarından sayılan Keukenhof Lale bahçesi, lale çeşitleri dışında açelyalar, sümbüller nergisler, Japon bahçelerini kıskandıran güzellikte Sakura ağaçları ile cennete çevrilmişti. Yol güzergahlarında bizler için çok şaşırtıcı gelen rengarenk lale tarlalarını ve rüya gibi geçen o seyahati uzun süre unutamadık. Birbirimize hala, neydi o gezi, tekrar gidebilsek keşke der dururuz. Portekiz için o sıra bulduğum İngilizce anlatımlı rehber kitap benim en büyük kazanç oldu. Zira 2011 Mayıs’ta planladığım gezi için, bütün kitapçılara baktığım halde, gezilerimde çok yararlandığım Dost yayınları Berlitz cep serisi dahil ne Türkçe ne ingilizce Portekiz’le ilgili hiç bir rehber kitap bulamadım.
O yıllarda başlayan fotoğraf merakıyla ’Trekearth’ fotoğraf paylaşım sitesini takip ederek, ilerleyen yaşamımda gerek fotograf bilgisi gerekse kültürel zenginlikli pek çok kazanımlar edindim. Portekiz için gidilecek en güzel mevsimin Mayıs-Haziran olduğunu, bizim İstanbul Boğaz sırtlarını ve koruları Nisan’da eflatuna boyayan Erguvan ağaçları gibi o tarihlerde özellikle Lizbon’un meydan ve sokaklarının Jakaranda ağaçlarının çiçekleri ile mora boyandığını ve çok iyi korunmuş tarihi geçmişi ile ilgimi çeken Obidos’u, değerli dostlarımdan öğrendim ve her sene o tarihlerde gitmek için heveslendim. Kısmet 2011 Mayıs ayında imiş.
Yıllar yılı, derslerde öğrencilerine anlattığı coğrafi keşiflerin çıkış noktası Portekizi en az benim kadar merak eden coğrafya öğretmeni kuzenimle birlikte, yedi günün her dakikasını ayrı güzellikte değerlendirdiğimiz, hayallerimizin ötesinde bir gezi yaptık ve Portekiz bizi, zengin tarihi geçmişi, yemyeşil doğası, fiziği ve kılık kıyafetleri ile bize çok benzeyen halkı, Gülbenkyan gibi zengin içerikli müzeleri, Sintra şehrindeki görkemli Pena ve National kraliyet sarayları, Jakarandaları ve de Obidos’u ile beklediğimizden çok daha fazla etkiledi.
Portekiz programımızı yaparken bir günümüzü Obidos için ayırmış, gezi öncesi çalışırken Lizbon’dan trenle ulaşımın olmadığını ancak, özel araba kiralanarak yada otobüsle aktarmalı gidileceğini öğrenmiştim. Yerel tur şirketleri ile gitmek mümkündü ancak çevredeki 3-4 turistik yerle birlikte yapılan programda Obidos’a iki saat ayrılmış olması bize yetmeyecekti, ayrıca belirtilen ücret 70-80 Euro gibi oldukça yüksek rakamdı. Sonuçta, internet denen ve yeri geldiğinde inanılmaz yararlı sihirbazdan, yol güzergahını, otobüs saatlerini öğrenip 2004’te edindiğim “Portugal” rehber kitabımın not sayfasına ilave ettim.
İlk gün, Portekiz seyahatimde mil puanlarını kullandığım THY’nin saat 10:55 teki direk seferi ile 5 saat süren yolculuğu sonrası ulaştığımız Lizbon’un Portela hava alanından, bizim Havaş gibi otobüsle yarım saatte 3.5 Euroya şehre vardık ve önceden rezerve ettiğim, şehrin en merkezi meydanı olan Rossio’daki Metropole otelin önünde indik. 5 gün konakladığımız otelimiz, yakınındaki duraklarla, Lizbon’un her bölgesi için ulaşım kolaylığı yönünden çok isabetli seçimmiş.
İlk iki gün şehrin görülecek bütün tarihi mekanlarını, Gülbenkyan müzesini gezmiş, metro, tramvay ve otobüs güzergahlarının pratiğini edinmiştik. Üçüncü gün sıra Obidos’taydı. Lizbon-Obidos arasındaki bir saatlik ulaşım için, günlük araba kiralama daha pratikti, ancak iki hanım, lastik patlama ya da başka olumsuzlukla karşılaşma olasılığını düşünerek, toplam 2 saatlik kayba rağmen otobüsü tercih ettik.
Sabah, Lizbon metro planındaki mavi hatla Jardim Zoologico istasyonuna gelip, aynı binada dışarı çıkmadan iki kat üstteki Sete Rios otobüs terminalindeki Rede Expressos otobüsleri ile saat 09 kalkışla, 70 dakikada, sayıca fazla oluşlarını kıskandığımız modern yel değirmenleri eşliğindeki yemyeşil manzaralı otoyoldan, Caldas Da Rainha şehri otobüs terminaline geldik. Hemen arka perondan kalkan Nazare- Obidos otobüsü için ikinci bileti alıp 15-20 dak. sürede Obidos kalesinin ana girişi olan Güney kapısı karşısındaki durağa saat 11 civarında ulaştık. Otobüs şoförü, yine aynı duraktan geçen otobüsle dönebileceğimizi hatırlattı. Durakta asılı tarifede dönüş saatleri yazılı idi. Bizim Taraklı ya da Beypazarı’nın tarihi merkezi büyüklüğündeki bu Ortaçağ kasabasında, öğle yemek molası dahil, hemen her sokağına girip çıkmak, elbette bol bol fotoğraflar çekmek için 5 saat yeterli geldi. Toplam gidiş-dönüş yol ücreti 22 Euro tuttu.
Lizbon’un yaklaşık 100 km kuzeyinde, tarım alanları, yel değirmenleri, üzüm bağları, ve meyve bahçelerinin çevrelediği tepelik bir alanda kurulmuş ortaçağ kasabası Obidos, çok iyi korunmuş kalesi, arnavut kaldırımlı, türlü çeşitli çiçeklerle bezeli sokakları, çanak antenlerin istila etmediği kiremit kaplı çatıları olan, sarı-mavi bordürlerle süslenmiş beyaz badanalı evleri ile Unesco Dünya mirası listesine alınmış, Portekiz’in mücevheri ve görülmeye değer en popüler turizm merkezlerinden biri. Bölgede ilk yerleşim Roma devrinde başlamış, daha sonra Vizigotların, 713’te Endülüs hakimiyetine geçmiş. Obidos’u çevreleyen kaleyi önce Endülüslüler inşa etmişler. 1143 yılında kurulan bağımsız Portekiz devletinin ilk kralı I.Alfonso Henrique 1148 de bu bölgeyi fethederek krallık sınırları içine almış. Portekiz’in 7 kralı olan Dinis (1279-1325) zamanında kale yeniden inşa edilmiş, 1288 de evlendiği Kraliçe İsabel De Aragon‘a düğün hediyesi olarak Obidos’u armağan etmiş. Ondan sonra gelen bütün Portekiz kraliçeleri gelenek olarak Obidos’u kendilerinin kabul etmiş himayelerine almış, koruyup kollamışlar ve imarı için destek vermişler. O nedenle adı QUEENS TOWN olarak ta anılmakta. Kasaba, 700 yıldan bu yana günümüze kadar böylesi korunmuşluğunu, demekki kraliçe olmuş gelinlere borçlu. 16 yy. da kale yeniden ele alınmış, kuzey bölümünde Manuelin stilli saray inşa edilmiş, uzun yıllar kraliyet ailesini konuk eden tarihi bina 1951 yılından bu yana daha çok balayı çiftlerinin tercih ettiği Pousada Do Castelo adıyla romantik-butik otel olarak hizmet vermektedir.
Kale kapısından içeri girdiğimizde Obidosun en çok fotografı çekilen güzelliklerinden, taş yapılı bir balkonun içini ve yan duvarı kaplayan 18.yy yapımı çini panolarla karşılaştık. Oldukça yaşlı bir bayan köşeye kurduğu tezgahında yerel el yapımı dantel, keten örtüler satıyordu. Alışverişi en sona bırakıp, büyük bir heyecanla keşfe çıktık. Girişin hemen solundan kalenin burçlarına çıkan, yan duvarını kırmızı gülleri süslediği merdivenlerden çok fazla yorulmadan eşsiz manzaralı, kale duvarı üstü yola ulaştık. Şansımıza pırıl pırıl bir havada, masmavi gökyüzünü, narenciye ve diğer meyve ağaçlarını, Mayıs ayının bütün bereketini sergilendiği çiçekler içindeki kiremit çatılı evleri kuşbakışı seyretmenin doyumsuz güzelliği içinde birbirimizi kutladık.
Duvar yürüyüşü, girişin tam simetriğindeki eski saray- yeni otele kadar devam ediyordu. Merdivenlerden aşağı inip otelin bahçesinde birkaç fotograf aldıktan sonra tarihin içinde 700 yıl geri ışınlanmanın mutluluğu ve coşkusuyla turumuza başladık. Daracık sokakları, sağlı sollu atlamadan görmeye dikkat ederek gezmeye başladığımızda, aklı el işlerinde, dantel örtülerde kalan kuzenimle, benim fotoğraf duraklamalarımla kendisini bunaltıp sıkmamak için 2 saat sonra kale kapısında buluşmak için ayrıldık.
Arnavut kaldırımlı o daracık eğri büğrü kimi merdivenli sokaklar, sarmaşık gülleri, sardunyalar, bizim pencere içinde saksılarda yetiştirdiğimiz orada duvarları kaplayan ağaççıklar haline gelmiş küpe çiçekleri ile sarmaş dolaştı. Oldukça görkemli genelde otele dönüşmüş ya da resmi binalar yanında minicik hemen hepsi beyaz badanalı evler, köşeleri kapı pervazları, enlice mavi yada sarı bordürle çevrelenmiş halleri ile müthiş görsel şölene dönüştürülmüş. Fotoğraf çekmenin tadına doyum olmayan bu iki saatin nasıl geçtiğini anlamadan kuzenimle buluştuk, gezerken yemeğimizi burada yiyelim diye gözüme kestirdiğim Dezembro kafe-restoranda garsonun önerdiği, fırında tuzla kaplı pişirilmiş okyanus balığını beklerken ben çekimlerimi, O da heyecanla yaptığı keyifli alışverişte aldıklarını gösterdik birbirimize. Pek bir süslü, özenli sunumla gelen balık etini alıştığımız yurdumuz balıklarından sonra biraz sert ve lezzetsiz bulduk, kuzenim “bunlar Güzelçamlı’ya gelsinler de lezzetli balık neymiş görsünler” diye söylenip durdu ama bir hayli acıkmışız. Obidos şarabı eşliğinde neşe içinde karnımızı doyurduk. Bütün bu güzellikleri yaşatan Tanrımıza şükür edip daha nice sağlıklı geziler diledik.
Neyin nerde satıldığını iyice öğrenmiş olan kuzenimle biraz da alışveriş için çarşıya daldık. Kasabanın tam orta hattındaki iki ana sokakta sıralanmış dükkanlarda özellikle Portekiz’in ikonu Horoz desenli seramik eşyalar, minyatür yel değirmenleri, geleneksel keten, dantel, her tür el işleri yanında yöreye has Obidos şarapları, kiraz ve çilekten yapılmış Ginja likörlerinin tadım ve satışları yapılıyordu. Bir saat kadar dükkanların görsel keyfini çıkardıktan sonra yeniden görmediğim sokaklara dalıp son kez çekimler yapmanın zevkini çıkardım.
Saat dörde doğru Obidosu terk edip geldiğimiz şekilde iki aktarmalı otobüs yolculuğu ile Lizbon’a döndük. Gün batımında bulunmak istediğimiz Miradouro (Portekiz dilinde, manzara seyir yeri anlamında) do Parque Eduardo VII ‘ye ulaştık. Lizbonun en çok fotografı çekilen bu park ve devamındaki Liberdade bulvarından Tajo ırmağına kadar panoramik görünümünü keyifle seyrettikten sonra yaya olarak 2 saati bulan gezinti ile Rossio meydanına gelerek günü noktaladık.
Son olarak OBİDOS için, Portekiz seyahatimizin kremasıydı diyebilirim…
İyi seyahatler…
|