Arabamla Dünya Turu – Arjantin 7 (Cabo Dos Bahias, Gaiman, Puerto Piramide) | |
4 Ekim Salı günü öğleyin Osman’ı bıraktıktan sonra, saat 12:55 itibariyle mazot ikmalimi tamamlamış olarak, Punta Arenas’ta marşa bastım. 10 Ekim Pazartesi günü öğleden sonra Buenos Aires’teki hostele giriş yapmayı hedefliyorum. Önümde 6 gün ve 3,500km yol var. Günde ortalama 585km yol yapar bu da. Güzergâhım tümüyle asfalt ve -haritaya göre de- genellikle 1. derece karayolu. Yani, rahat bir yolculuk olacak. Yolda görmeyi hedeflediğim birkaç nokta hedef var; Monte Leon Ulusal Parkı, Cabo Dos Bahias Doğal Koruma Bölgesi, Gaiman ve Valdes Yarımadası. İlk ikisi, Macellan Penguenleri türünün doğal yaşam alanları. Birincisi bir estancianın, yani özel bir çiftliğin sınırları içerisinde kalıyor. Üçüncü sırada yer alan Gaiman, okumakta olduğum Bruce Chatman’ın In Patagonia kitabından aklıma not ettiğim bir kasaba. Sonuncusu, yani Valdes Yarımadası ise balinaların, deniz aslanları ve fillerinin yaşam alanı. Göreceğiz bakalım! İlk geceyi Rio Gallegos’ta, Tierra Del Fuego’ya girmeden önceki gece kaldığım otelde geçirdim. Ertesi gün girmeyi planladığım Monte Leon Ulusal Parkı ise kapalıydı. Girişte bulunan kulübedeki genç, yağışlar yüzünden bölgenin çok çamurlu olması nedeniyle kapalı olduğunu söyledi. Nasıl olsa yolumun üzerinde bir alternatifim daha var. Buenos Aires’e dönüşteki ikinci durağım Puerto San Julian. İlk kez 1520 yılında bir batılı olarak Macellan tarafından ayak basılan San Julian Limanı daha sonraları başkalarının da uğrak yeri olmuş; örneğin Darwin’in. Fazla bir özelliği olmayan kente girdiğimde yağmurun dinmesinden istifade edip, artık çamurdan güzelliği görünmez hale gelen Lando’yu yıkatıyorum; iç-dış ve motor. Biraz kendine geldi çocuk. Sonra da arka kısmını kendim temizleyip, Türkiye’ye götüreceklerimi ayarladım, çantalarımı yerleştirdim, falan. Fazla bir özelliği yok, dediğim gibi. Müze olarak hizmet vermek üzere Macellan’ın Victoria kalyonunun bir replikası duruyor, kıyıdaki meydanda. Falkland (Arjantin’de ‘Islas Malvinas’ demeyi unutmayın) Savaşı sırasında kullanılmış bir Mirage 5’i unutmamak lâzım tabii, beton bir ayağın üzerinde duran. Tabii, bir de Göçmenler Parkı’nı… Arjantin bir göçmenler ülkesi. Parkın etrafına sıralanmış direklerde de, Arjantin’e göçmen olarak gelmiş insanların ülkelerine ait bayraklar sıralanmış. Brezilya, Şili, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve Hollanda bayraklarının dışında, Suriye, Yunanistan, Ukrayna bayraklarını da görüyorsunuz. Bence Polonya, Hırvatistan ve Lübnan bayraklarını da koymalılarmış. Özellikle Hırvat göçmenler önemli bir nüfus oluşturuyor. Arada geçen ve gece Comodoro Rivadavia’da kaldığım günü saymıyorum; ilginç bir şey olmadı çünkü. Sonraki gün ise, ana yoldan ayrılıp, Cabo Dos Bahias Doğal Koruma Bölgesi’ne gittim. Benden başka kimse yoktu. Halbuki, Macellan penguenlerini görmek için en güzel yerdir herhalde. Neden derseniz, penguenler yılın bu zamanı yumurtlamak için buraya geliyor. Denizden yukarıya doğru yayılan geniş bir alanda bulunan ufak çukurların içerisine yumurtluyorlar. Her bir oyuk, bir ailenin evi oluyor. Önce yumurtayı yerleştirecekleri rahat bir ‘yatak’ hazırlıyorlar, yumurtalarını yerleştirmek için. Çevredeki otlardan kopardıkları parçalarla hazırladıkları yatağın üzerine 1 ya da 2 yumurta bırakıyor dişi. Daha sonra da kuluçkaya yatıyor. Kuşlar kadar olmasa da, yumurtanın üzerinde geçiriyor zamanının bir kısmını. Üzerinde olmadığı zaman ise, mutlaka çukurun başında, erkeği ile birlikte. Penguenler tam bir ‘monogam’. Hayatları boyunca tek eşleri oluyor ve birbirlerine inanılmaz bir sadakatle bağlı kalıyorlar. Macellan penguenleri Yuvasına ot taşıyan bir baba Yumurtasının başına dönen bir anne ve evin kapısındaki eşi O gece geç vakit, günlerdir peşimi bırakmayan yağmurla birlikte girdim, Gaiman’a. Gaiman, yukarıdakilerden İngiliz bayrağı altında kabul edilenlerden Galliler’in kurduğu bir kent. Galliler 19. yüzyılda gelmişler Arjantin’e, büyük umutlarla. Bildiklerini sandıkları tarımı buranın çorak topraklarında uygulamakta çok zorlanmışlar. Açlık derecesinde yoksulluk yaşamışlar. Sonunda, bölgenin yerli halkı Tehuelcheler yetişmiş imdatlarına. Onların yardımıyla buranın coğrafyası ve ikliminde tarım yapmasını öğrenmişler. Giderek Arjantin’in Chubut bölgesine yayılmışlar. Sonraları İngilizler ve Almanlar eklenmeye başlamış ve zamanla ırkları karışmış. Gaiman, Galliler’in (ya da Welshler) neredeyse karışmadan yaşadıkları ve kültürlerini sürdürmeye devam ettikleri birkaç yerden bir tanesi. Okuduğum kitaplarda bahsedilen ve halâ Galce’nin, birbiri peşi sıra dizilen sessiz harflerden oluşan kelimelerle isimlendirilen çay evleri ve pastanelerini dışarıdan görebildim ama, ‘eserlerinin’ tadına bakma şansım olmadı. Çünkü, hiç birisi açık değildi. İsimlere örnek olsun diye belirteyim; kaldığım pansiyonun adı Dyffryn Gwyrdd. Gördüğünüz gibi, iki kelimeden oluşan ismin içerisinde ilâc için bir tek sesli harf yok. Merak edenler için söyleyeyim; ‘Yeşil Vadi’ demek. Ertesi gün Valdes Yarımadası’na, Puerto Madryn üzerinden gittim. UNESCO Mirası Listesi’nde yer alan bölge, ‘doğru’ balinaların (İngilizce’si ‘right whales’ ya da Lâtince adıyla ‘eubalaena’) yaşam alanı. Türkçe’de bunların özel bir adı yok. O yüzden İngilizce’de bilinen isimlerini direkt tercüme ederek kullandım. Neden ‘doğru’ balina adı verildiğine gelince: Bu isim onlara balina avcıları tarafından konulmuş. Her zaman deniz yüzeyine yakın dolaştıkları, insanlardan ve onların ‘araçları’ndan ürküp kaçmadıkları ve kalın yağ tabakaları yüzünden, öldürüldüklerinde suyun yüzeyinde kaldıkları (yani, suyun dibine batmadıkları, avlandıkları yerde, sonradan dönüp almak üzere bırakılabildikleri) için ‘doğru bir seçim’, yani kolay bir av olarak görülmüşler. Bu yüzden ‘doğru’ adı verilmiş. Bu özellikleri onların nüfuslarının da kısa zamanda azalmasına neden olmuş, tabii. Şimdilerde, Japonya ve -yanılmıyorsam- Norveç dışında, bu türün tüm dünya ülkeleri tarafından avlanması yasaklanmış durumda. Diğer iki ülke balina avcılarıyla da Greenpeace gönüllülerinin tehlikeleri göze alarak nasıl savaşıyor olduklarını -sanırım- hepiniz basından izliyorsunuzdur. Bu türün 4 alt türü var. Güneyde yaşayan eubalaena australis‘in Güney Afrika ve Avustralya grupları da var ve genellikle birbirlerine karışmıyorlar. İşte Valdes Yarımadası’na bu balinaları görmeye gidiyorum. Aslında onlarla beraber, bölgede koloniler halinde yaşayan deniz aslanı ve deniz filleri ile Orcalar’ı, yani katil balinaları da görmek niyetim. Koruma bölgesinin girişinde görevli kadın, bölgedeki yolların yağmur ve neden olduğu çamur yüzünden kapalı olduğunu, ancak balina seyretmek için tekne turuna katılabileceğim Puerto Piramide kasabası yolunun -asfalt olması sayesinde- açık olduğunu söylediler. Bu yüzden, deniz aslanı ve deniz fillerini göremeyecektim. Katil balinaları ise, kıyıdan ancak yoğun olarak avlandıkları Aralık sonu-Şubat başı arasında görülebiliyorlarmış. Kıyıya sereserpe dizilmiş deniz aslanlarını avlamak için denizden ok gibi fırlayışlarını ve avlarını kapıp götürdüklerini çoğunuz belgesellerde seyretmişsinizdir, herhalde. İşte o av sahnelerini, bu koruma bölgesindeki kimi noktalardan rahatlıkla izleyebiliyorsunuz, belirttiğim dönem içerisinde. Uzaktan Puerto Piramide Otobüsler dolusu turistin istila ettiği Puerto Piramide’ye arabamı parkedip, balina turu düzenleyen şirketlerden birisine daldım. İçinde hareket etmenin neredeyse imkânsız olduğu yağmurluk ve can yeleği koşumlarına büründükten sonra, grubun diğer üyeleriyle birlikte tekneye binmek üzere sahile yürüdük. Teknemize doğru ilerliyoruz, iri civcivler gibi Koşumları giyinmiş halde hazırım Tekneler, dev traktörler tarafından çekilen römorkların üzerinde duruyor. Sürekli derin gel-gitlerin yaşandığı için bir iskele kullanılamayacağından, böyle bir yöntem keşfetmişler. Hafif bir meyille deniz doğru alçalan kumsalda, denizin başladığı yer nerede olursa bu dev traktörler, tekneleri taşıyan römorkları, yarı bellerine kadar denize girecek şekilde itip, bırakıyorlar. Tur dönüşü de yine aynı derinlikte onları bekliyorlar ki, tekne römorkun üzerine kadar yanaşıp, kendini bağlayabilsin. Bir başka ‘balinacılar’ teknesi Teknemizde, yağmur ve sağlam esen rüzgârda balık istifi vaziyeti Denize açıldıktan kısa bir süre sonra balinaları görmeye başladık bile. Zaten, kıyıdan bile, nefes alışları sırasında havaya püskürttükleri su fıskiyeleri görülebiliyordu. Penguenler gibi, balinaların da yavrulama mevsimine denk geldim. Zaten burası, dişi balinaların yavrulamaya geldikleri bir yer. Çoğu yavrulamış ve hepsi yavrusuyla birlikte, aheste aheste dolaşıyor; oynaşıp, şakalaşıyorlar. Bazen ters olarak yüzüyorlar. Bazen yavru annesinin ‘kucağına’ çıkıyor, falan. Anneler, doğumdan sonra vücutlarını rahatlatmak için kuyrukları suyun yüzeyinde kalacak ve vücutları bir yay gibi kıvrık bir şekilde dik olarak dururlarmış, bir süre. Bu, doğumun ardından yaptıkları bir egzersizmiş. Yanlarındaki bebekler de annelerini taklit ediyor, zaman zaman. Bölgede şu anda 1,200 civarında balina bulunduğunu söylüyor, rehberimiz. Annesiyle yavrusu (soldaki) Anne egzersizde, yavrusu da onu taklit etmeye çalışıyor Islak ve donmuş olarak kıyıya döndük. Buenos Aires’ten sonra iki gece San Antonio Oeste ve Azul’de kalıp, 10 Ekim Pazartesi günü öğleden sonra, plânladığım gibi Buenos Aires’teki hostele vardım. |