Venedik: Kanallar ve Gondolların Oyuncak Şehri...

Verona tren istasyonundan 09.18 trenine (tren ücreti tek yön 6,15 €) binip Venedik Santa Lucia tren istasyonunda indiğimizde saat tam 11.00’di. Buradaki otelimiz hemen istasyonun önündeki meydandan sağ tarafa ilerleyen Lista di Spagna caddesindeki Hotel Minerva & Nettuno. İki yıldızlı bu oteli (otel.com) internet sitesinden kahvaltı dahil geceliği oda başı 65 €’ya ayarladık. Odamız hemen otelin karşısındaki yıkık dökük tek katlı bir binadaydı. Önce bayağı bir ürktüm ama içeri girince bu sorun halloldu. Gerçekten küçük fakat temiz bir oda.

Eşyalarımızı odaya yerleştirip kendimizi tren istasyonunun karşısında Büyük Kanalda karşıya geçişi sağlayan Scalzi köprüsünün üstüne attığımızda saat 12.15’i gösteriyordu. Büyük Kanal Venedik’in en popüler birkaç parçasından biri. Popüler diyorum çünkü Venedik’te pek çok eser ancak yapılacak bir kanal turuyla görülebiliyor. Ters bir “S” şeklindeki kanalın uzunluğu yaklaşık 4 km. genişliği 20-70 m. derinliği de yaklaşık 5-6 metre.arasında değişiyor. Büyük kanal Venedik’teki 6 büyük semti bir nevi ikiye bölüyor. Kanalın sol tarafında San Marco, Cannaregio ve Castello semtleri bulunuyorken sağ tarafında ise Dorsudoro, San Polo ve Santa Croce yer alıyor. Kanalın üzerinde karşıya geçişi sağlayan dört köprü var. Bunun dışındaki geçişler küçük sandallarla yapılıyor (1,50 €)



Yapımı 1934 yılında tamamlanan Scalzi köprüsü Santa Croce semtine açılıyor. Buradan sokak tabelaları iki zıt yönü göstermeye başlıyor: Bir tarafta San Marco Meydanı, diğer tarafta meşhur Rialto köprüsü. Tabelaların yolu uzattığını pek çok yerde okumama rağmen biz tercihimizi Rialto’dan yana kullandık ve başladık tabelaları ve elimizdeki haritayı takip etmeye. Oradan geçtik buradan yürüdük tarzı bir şeyler yazabilmek Venedik’te gerçekten zor. Çıkmaz sokaklar, onlarca küçük kanal ve köprü, sokak diye tabelasını gördüğünüz ama genişliği bir metreyi bulmayan daracık yerler vs.vs. Ama Frari meydanındaki Santa Maria Gloriosa Kilisesi, traji komik eserlerin ünlü yazarı Carlo Goldoni’nin doğduğu ev (Casa di Goldoni), şehrin San Marco’dan sonra en büyük meydanlarından birisi olan San Polo meydanı notlarımda yazanlar.


Bir buçuk saatlik dolambaçlı ve maske dolu dükkanların arasında meşhur Rialto köprüsü bölgesine vardık. Maske, Venedik için kanal ve gondol kadar önemli bir kelime. Pek çok farklı maske hikâyesi anlatılıyor. Bir rivayete göre veba salgını dolayısıyla sokakları saran kokudan kurtulmak ya da vebanın bulaşmasını engellemek için takılmaya başlanmış. Başka bir rivayete göre ise renkli Venedik eğlencelerinde sınıf ayrımının ortadan kalkması için kullanılmaya başlanmış. Bir diğeri de fahişelerin toplum tarafından tanınmamak amacıyla yüzlerini kapatmak için maske kullanmaları. Hatta 1800’li yıllarda her 10 kadından 6’sının sokakta maske ile dolaştığı anlatılıyormuş. Hangisi doğru olursa olsun maskelerin Venedik’e değişik bir güzellik ve renklilik kattığı kesin. Hatta şehrin en büyük festivali olan ve her yıl Ocak ayının sonu ile şubat başında yapılan Venedik Karnavalı da temelde maskeler üzerine oturtulmuş. Fiyatları 10 €’dan başlayıp yüzlerce Euro’ya çıkan maskeler iyi bir hediyelik eşya olabilir.



19. yüzyıla kadar Büyük Kanalı birleştiren tek köprü olan Rialto Köprüsü 1591 yılında tamamlanmış. Kemer yüksekliği 7,5 metre olan köprü için 6000 temel kazığı kullanılmış. Köprünün girişinde, çıkışında ve köprüye giden yollarda cam eşyalar, maskeler, kuklalar ve yiyecek içecekler satılıyor. Köprü çevresinde büyük kanal boyunca bolca restoran ve kafe mevcut. Ama dikkat fiyatlar tuzlu gelebilir. Ayrıca, köprünün üzerinden de Büyük Kanal manzarası gerçekten müthiş. Tabi başta Japonlar olmak üzere insan kalabalığından köprü kenarına ulaşabilirseniz.



Biz oraya vardığımızda neredeyse herkes toplanmıştı ama o bölgede yer alan Rialto Market de şehrin en canlı pazarlarından birisi. Günlük sebze-meyve ve balıkların satıldığı bu pazarı gezmek için öğleden önce gelmeniz gerekiyor. Köprüden karşıya geçerek yine tabelaları takip ederek şehrin kalbinin attığı San Marco meydanına geldik. Meydana, 15. yüzyılda yapılmış olan tarihi saat kulesinin (Torre dell Orologio) altından girdik. Kulenin üzerindeki saat kadranları aynı zamanda burçları da gösteriyor.

Venedik’in en büyük meydanı olan San Marco’nun gösterişli güzelliği San Marco Bazilikası ile başlıyor. Oniki havariden birisi olan San Marco’nun kemiklerini muhafaza amacıyla 11. yüzyılda yapılan Bazilika’da yer alan süslemeler nedeniyle bazı kitaplarda buraya “Altın Bazilika” deniyormuş. Giriş kapısının üzerinde yer alan dört adet at heykeli Bizans döneminde haçlı ordusunun İstanbul’u yağmalamasından sonra buraya getirilmiş. Gerçi bunların orjinalleri değil ama yine de görüntü çok güzel. Ayrıca Bazilika’nın dış bölümündeki resimlerden birisi Osmanlı sultanlarını anlatıyor. Biz oradayken onarım olduğundan Bazilika’nın şöyle tek parça fotoğrafını çekmek mümkün olmadı.



Bazilikanın hemen karşısında yer alan 99 metre yüksekliğindeki Campanile’den şehrin manzarasının çok güzel olduğu söyleniyor. Eminim öyledir ama biz çıkmadık. Meraklısına çıkış ücreti 8 €. Meydandaki restoran/cafelerde klasik müzik dinletisi sunulması çok hoş. Gerçi ben bu işten çok anlamam ama benim bile hoşuma gitti. Yalnız San Marco meydanındaki işletmelerin fiyatlarının oldukça yüksek olduğunu söylemem lazım. Espresso 4-5 €, cappuchino 8-9 €. Ayrıca meydana girerken ki küçük markette bir küçük şişe suyu da 2,5 €’ya satıyorlar.

Bazilikayı geçip deniz kenarına doğru ilerlerken sol tarafınızda Dükler Sarayı (Palazzo Ducale) yer alıyor. Etkileyici bir mimari. Düka’nın konutu olduğu kadar hükümetin merkezi olarak kullanılmış. Hemen arkasında bir hapishane ile bağlantısı varmış. Dükler sarayının karşısında Sansoviniana Kütüphanesi var ama koskocaman yapının yarısını kaplayan bir reklam yerleştirdikleri için protesto ederek fotoğrafını çekmedim. Tam burada deniz kenarında iki tane karşılıklı sütun yer alıyor. St.Marco'dan önce şehrin korucusu olan Bizans Kraliçesi Teodora'nin heykeli bir sütunun üzerine, kentin koruyucusu St.Marco'yu sembolik olarak temsil eden ve Venedik'in de sembolü olan bronz bir aslan heykeli de diğer sütunda duruyor.



San Marco’nun deniz tarafı oldukça hareketli ve renkli. Sıra sıra vaporetto durakları, seyyar satıcılar, turistler, Japon kardeşlerim yani ne ararsanız var. Bu Japonlar cidden teknolojik adamlar. Fotoğraf çekmesini rica ediyoruz, makineyi alıyor, otomatik çekimdeki makineye en uygun ayarı buluyor ve öyle çekiyor. Yani “sizin oto ayarınıza kalmadık” diyor sanki. Süper ya…

Aşağıya doğru Riva Degli Schiavoni’den ilerleyerek meşhur Sospiri Köprüsünü görelim dedik. Ne mümkün…Yine tadilat nedeniyle sadece üst tarafının küçük bir bölümünü görebildik. Yine her iki tarafında reklam afişleri tabi. Saçmalık…Neyse allahtan bu durum köprünün hikayesini anlatmamızı engellemiyor. Ponte dei Sospiri, Dükalar Sarayı ile hapishane bağlantısını sağlayan 17. yüzyıl köprüsü. Halk dilinde kullanılan adıyla “Ahlar, vahlar köprüsü”. Rivayete göre hapishaneye giden mahkumlar Venedik’in o muhteşem manzarasını en son buradan geçerken görürler ve "ah,vah" çekerlermiş. Meşhur Kasanova’nın da hapishaneden bu köprüyü kullanarak kaçtığı söyleniyor.



Bir süre deniz kenarında yürüdükten sonra tekrar iç bölgeye doğru ilerledik. Biraz sonra kalabalığı takip edince yeniden Rialto köprüsüne vardık. Burada biraz vakit geçirdikten sonra Becarie meydanında soluklanmak için köşedeki cafede birer bira içtik (tanesi 4 €). Sırasıyla Santa Maria Mater Domini ve San Giacomo kiliselerini geçtikten sonra kendimizi yeniden tren istasyonunun oradaki köprüde bulduk. Yani sizin anlayacağınız başladığımız yere gelmiştik. Arzu biraz otelde dinlenmek istediği için iki saat kadar yalnız başıma Venedik’i gezmeye karar verdim.

Arzu’yu 16.30’da otele bıraktıktan sonra Dorsudoro semtini gezmeye karar verdim. Tren istasyonunun önünden ilerleyip Büyük Kanal üzerindeki 4. köprü olan Costituzione köprüsünden geçtim. Köprü uzun yıllar süren inşanın ardından Eylül 2008’de kullanıma açılmış ve neredeyse herkes resmi ismi yerine Calatrava Köprüsü adını kullanıyormuş. Köprü tren istasyonu ile Roma Meydanını birbirine bağlıyor. Roma meydanı, otobüslerin ve araçların Venedik’teki son noktası olan geniş bir alan. Buradan öteye karayolu araçları gidemiyor.



Roma meydanından aşağıya geçip Nuovo kanalının yanındaki hareketli ve kalabalık cafelerin oradan yürüdükten sonra kendimi S. Margherita meydanında buldum. Oldukça geniş, kafeler ve restoranlarla süslenmiş cıvıl cıvıl bir meydan burası. Biraz vakit geçirdikten sonra San Pantolon kilisesinin bulunduğu meydana çıktım. Artık elimdeki haritayı kullanmayı öğrenmeye başladığım için daha kolay ve bilinçli ilerleme imkanım oluyordu. Şunu anladım ki Venedik’te harita kullanmanın temeli sokaklardan değil kanallardan takip etmekte yatıyor. Aradığınız noktaya kanal isimlerinden daha kolay varabiliyorsunuz. Elbette haritanın doğru olması şartıyla…

Geniş bir U çizerek San Barnaba meydanına vardığımda saat yaklaşık 17.30 olmuştu. Meydan bir dikdörtgen gibi yapılmış. 11. yüzyıldan beri buraya hiç el değmemiş. Meydanda aynı isimli bir de kilise mevcut. Sağ taraftan kanal boyunca 20-30 metre ilerlediğimde küçük Pugni Köprüsünün üstündeydim. Köprü, 18. yüzyıla kadar çıkan buhranlarda halkın yumruk yumruğa kapıştığı yerlerden birisiymiş. Bunu temsilen köprünün üzerinde oyulmuş ayak izleri mevcut. İlginç…

Gherardini sokağından ilerlemeye devam ederek Carmini Kilisesinin oraya vardım. Hava yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı ve yanımda ne yağmurluk ne de şemsiye vardı. Briati sokağından hızlı biçimde devam edip Raffaele kilisesini de fotoğrafladıktan sonra Roma meydanına doğru yollandım. Geldiğim yere farklı bir yoldan çıkarak kendimi yeniden köprüde buldum. Henüz yağmur başlamamıştı ama hava kapkara olmuştu. Yağdı yağacak derken saat 18.45’te otelin kapısına vardım. Kupkuru olarak…

Akşam yemeği için otelden çıktığımızda saat 19.30’du. Resepsiyondaki bayandan akşam yemeği yiyebileceğimiz birkaç restoran ismi aldık. Aynı zamanda Arzu’nun daha önce Almanya’daki bir İtalyan restoranında yediği bir tür haşlanmış midye tabağının ismini de yazdıktan sonra Cannaregio bölgesinin içerlerine doğru hareketli caddelerde yürüdük. Yürüdüğümüz Leonarda caddesinde küçük bir pazar kuruluyor. Sebze-meyve ve küçük hediyelikler satanları geçtikten sonra sol tarafta kalan Trattoria da Mimmo’yu bulduk. Küçük ve temiz bir restoran. Kapı girişinde fiyatlar ve menüler yazıyor. Bu tüm Venedik’te geçerli olan kural herhalde…



İkimiz birer turist menü ısmarladık. Arzu, sebze çorbası-salata-ızgara tavuk sipariş ederken ben deniz ürünlü spagetti-kızarmış patates-balık (sole) söyledim. Bir de Arzu’nun istediği midyeyi ısmarladık: Cozze Alla Marinara. Bu Venedik’te çok sıradan ve her yerde bulunan bir başlangıç yemeği imiş. 25-30 kadar midye sarımsaklı ve özel birkaç soslu bir suda bolca kaynatılıyor ve o halde servis ediliyor. İkimiz de midyeyi sevdiğimiz için bir çırpıda tüketiverdik. Venedik’teki turistik menülerin büyük bölümünde içecekler fiyata dahil edilmiyor. Arzu su, bense orta boy bir bira söyledim. Oldukça keyifli bir yere gelmiştik. Biraz sonra içeriye akordiyonu ile bir adam girdi ve 10-15 dakikalık hoş bir konser verdi. Anladığım kadarı ile sokaktaki tüm restoranları ziyaret ediyordu.

Akşam yemeğimizin güzel hatıralarından birisi de Arnavut garson Lato idi. Ben tam hesabı istemek için işaret yapacakken birden “hesap” diye bir ses duydum. Arzu ile birbirimize baktık. Şaşırdık tabi. Sonra hesap geldiğinde ben sordum Türkçe anlıyormusun diye. Lato’da bana Arnavut olduğunu ve bazı kelimeleri bildiğini, ülkesinde belirli bir yaşın üstündekilerin bayağı bayağı Türkçe konuşabildiklerini söyledi. Ufak bir sohbetten sonra restorandan ayrıldık. Yediklerimizin hepsi lezzetli ve porsiyonlar doyurucu idi. Hesaba gelince: turist menü adam başı 10,50 €. Midye tabağı 8,50 €. Bira ise 5 €.

Restorandan çıktığımızda saat 21.30’u geçmişti. Her ne kadar Arzu otele gidip dinlenelim dese de O’nu gene kandırdım ve yaklaşık bir saat daha otel ve tren istasyonu civarında dolaştık. Otele yorgun argın geldiğimizde saat 23.00’a geliyordu. Yarın yepyeni bir Venedik günü bizi bekliyordu…




2. Gün
Sabah saat 08.30’da kahvaltı salonundaydık. Salon dediğime bakmayın; 4-5 masanın anca sığdığı, ince uzun şirin bir yer işte. Kahvaltıda yiyecek bir şeyler bulduk ama vasattı. Saat 09.00’da otelden çıkıp tren istasyonu önündeki “Venice Connected” danışma bürosunun önüne geldik. Ben 12 saatlik vaporetto biletini daha Ankara’da internet üzerinden adam başı 13,60 €’ya almıştım. Bu biletle 12 saat boyunca dilediğiniz kadar vaporettoya binebiliyorsunuz. Bizden internet çıktısını aldılar ve yerine bir manyetik kart verdiler. İşte bu kartı verdikleri anda 12 saat başlamış oldu.

Hemen tren istasyonunun önündeki duraktan 2 no’lu vaporettoya binerek Büyük Kanal turumuza başlamış olduk. Venedik karadan da güzel ama kanal üzerinden bir başka görünüyor. Zaten pek çok yapıyı Kanal turu yapmadan görmeniz mümkün değil. Meşhur Fransız yazar ve diplomat Philippe de Commines’in söylediği “Dünyanın en güzel evlerinin olduğu en güzel caddesi” ifadesi kesinlikle doğru. Harika evler, minik saraylar, etrafımızda gondollar ve diğer vaporettolarla beraber Rialto köprüsünün oraya geldiğimizde ortam daha da renkleniyor. Rialto, hem karadan hem kanaldan ayrı bir güzel. Bu keyifle ilerlediğimizde 1930’da yapılan tahta Accademia köprüsünün altından geçtik. 10 dakika sonra da San Marco meydanı durağında indik.



San Marco meydanı dünkü gibi kalabalık. Ama bu sefer meydanın belirli bölümlerinde yaklaşık 10 cm. bulan su birikintileri mevcut. Hiç yağmur yağmadığı için bunun oluşan gelgitler neticesinde olduğu yorumunu da yaptıktan sonra başladık demir korkulukların üzerinden yürüyerek Basilica’ya ilerlemeye. Uzun ama hızlı ilerleyen sırada bekledikten sonra beş dakika içinde Bazilikaya girdik. (Bu arada girişte çantalara izin vermiyorlar. Arka tarafta ayrı bir emanet bölümüne bıraktırıyorlar. Maksimum bir saat) Bazilikanın ilk giriş bölümünde dahi birkaç cm. su var. İlginç. Bu şehir fazla yaşamaz diyenlere katılmamak mümkün değil. Bazilika’yı gezmek ücretsiz. Pala’doro girişi 2 €, St. Mark Müzesi 4 €, Hazineler bölümü 3 €.



Bazilika gezimizi tamamladıktan sonra yürüyerek sırasıyla S. Fantin Meydanı, Büyük Tiyatro, S. Maria Giglio Kilisesi, S. Maurizio meydanını geçtikten sonra geniş ve hareketli S. Stefano meydanındaki San Vidal’da birer kahve içerek dinlendik (Espresso 2,5 €, Cafe Americano 3 €). Meydanın ortasındaki Nicolo Tommaseo heykelini ve Stefano kilisesini şöyle bir fotoğraflayıp Accademia köprüsüne vardığımızda saat 11.00’i geçiyordu. Köprüden geçer geçmez 14-18. yüzyıl arası Venedik resimlerinin en güzel örneklerini barındıran Galleria dell’Accademia’nın önündeydik. 1807 yılında kurulan Müze bir zamanlar Güzel Sanatlar Okulu öğrencilerine de hizmet veriyormuş. Burası da bakımdaydı ama ziyarete açıktı. (Giriş ücreti 6,50 €)




Lido
Bir müddet Galerinin arka sokaklarında gezdikten sonra kendimizi 2 no’lu vaporettoda Lido adasına giderken bulduk. Adaya giderken sağ taraftaki bir başka küçük ada olan San Giorgio Maggiore’daki görkemli kilise gerçekten muhteşem görünüyordu. (82 no’lu vaporetto gidiyor) Lido’ya vardığımızda saat 12.15’i gösteriyordu. Lido, bölgenin sayfiye yeri olarak kabul ediliyor. Adriyatik denizi ile Venedik arasında uzun bir set gibi. Lido’nun popüleritesi Thomass Mann’ın “Venedik’te Ölüm” kitabı ile artmış. Venedik film festivali zamanında da adaya bolca ünlü geliyormuş.



Vaporettodan indiğimizde karşımıza çıkan s.m. elisabetta caddesi boyunca yürüdük. Sakin, temiz, huzurlu bir ada Lido. Venedik’teki keşmekeş, kalabalık yok. Belki yazın böyle değildir ama Ekim ayının bu güzel gününde insanı rahatlatan bir dinginliği var. Bir de Lido adasındayken sanki normal bir kara parçasındaymışsınız hissine kapılıyorsunuz. Yani Venedik merkezi gibi suyun üzerinde yürüyormuş gibi değilsiniz. Cadde boyunca yaklaşık bir km. ilerlediğimizde uzun plajlara çıktık. Göz alabildiğine plaj, bolca kafeterya ve beach klüp var. Denize giren yok ama kenarında yürüyen ve kafelerde oturan oldukça fazla insan var. Plaj boyunca yüzlerce küçük bungolav tarzında şeyler sıralanmış. Tahminen buralar yaz döneminde kiralanıyor ve plaj için kullanılıyor.

Bir müddet sahil kenarında yürüdükten sonra kendimizi ara sokaklara attık. Lüks evler ve bol yıldızlı oteller hemen dikkat çekiyor. Adada her türlü bisiklet kiralamak mümkün. Tek kişilik, iki kişilik, dört ve altı kişilik bisikletlerin bir saatlik kirası sayıya göre 4-14 € arasında değişiyor. Adayı dolaşmak için güzel bir alternatif olabilirdi ama Arzu’nun yüzüne baktığımda böyle bir şeyin imkansız olduğunu anladım.



Adada fiyatlar Venedik’ten daha pahallı değil. Üç çeşit turistik menüler 10-15 € arasındayken pizzalar da 7-11 € arasında değişiyor. Geri dönerken cadde üzerindeki marketten sandviç yapmak için birkaç parça şey aldıktan sonra vaporetto durağına ilerledik. Buradan sonraki hedefimiz cam işçiliği ve eşyaları ile ünlü Murano adasına gitmek.

Murano
Saat 13.50’de hareket eden 51 no’lu vaporettoyla Fondomante Nuvo’ya yaklaşık yarım saat geçmişti. Burası Murano ve Burano adalarına en sık vaporetto bulabileceğiniz durak. 41 veya 42 no’lu vaporettolar Murano’ya gidiyor. 42 no’ya binip Murano’ya vardığımızda saat 14.45’ti. Giderken sağ tarafımızda kalan S. Michele adasının bir diğer adı da “Ölüler Adası” imiş. Zira Venedik’in mezarlığı burada yer alıyormuş. Vaporettolar Murano adası civarındaki dört faklı durakta da duruyor. Biz ilk yanaştığı Colonna durağında indik.



Murano’da her şey cam üstüne inşa edilmiş. Camın Murano’daki hikayesi 13. yüzyıla kadar gidiyormuş. Parklar ve meydanlardaki heykeller bile camdan yapılmış. Ortasından geçen küçük kanalın her iki tarafında da onlarca cam ürünleri satan mağaza, birkaç atelye ve hoş evler var. Camdan yapılmış malzemelerin fiyatları oldukça yüksek. Hatta gezi boyunca mağaza vitrinlerinden gözlerini ayırmayan Arzu buranın Venedik merkezinden daha pahallı olduğunu söyledi. Horozundan, kül tablasına, ayısından kaplanına pek çok camdan malzeme gördük ama benim hoşuma en çok camdan yapılmış orkestra gitti. Fiyatı da yanılmıyorsam 500 €’ya dayanıyordu.

Küçük kanalın sonu Murano’nun Büyük Kanalına çıkıyor. Bu birleşme yerine varmadan az önce San Pietro Martire Kilisesi var. Kilisenin içersinde kısa bir tur attıktan sonra hemen karşısındaki camdan anıtın yanına geldik. “Comet Glass Star” adındaki 2007 yılında yapılmış olan bu anıt Murano’da gördüğüm en güzel şeydi diyebilirim. Mavinin farklı tonlarında yıldız biçiminde tasarlanmış anıtın yerdeki bölümünde de binlerce küçük cam mevcut. Hemen arkasında da devasa bir saat kulesi yükseliyor.



Arzu’ya büyük kanalın etrafında dolaşmayı teklif ettim ama O bu adayı hiç sevmedi. Aslında bende sevmedim. Cama ve cam işçiliğine özel ilgisi olanlar için cazip bir yer kabul edilebilirse de bize hitap etmediği kesin. Arzu bir an önce Burano adasına gitmek talebini bilmem kaçıncı kere ilettiğinde artık bizim için Murano gezisi bitmiş oldu. Burano’ya gidecek vaporettoya binmek için Faro durağına doğru ilerlerken yol üstündeki parkta yer alan camdan heykelleri de fotoğrafladım.

Burano
LN vaporettosuyla Burano adasına vardığımızda saat 16.30 olmuştu. İskelede iner inmez içimden “İşte burası çok keyifli bir yer” diye geçirdim. Burano’nun iki etkileyici özelliği var: Birisi dantel işlemeleri, diğeri de mavi-kırmızı-yeşil-sarı-kahve aklınıza gelebilecek her renkteki evleri. İç taraflara doğru yürüdükçe rengarenk evlerin altında dantel işleme dükkanları çıktı karşımıza. Haritayı çantama koydum ve kendimizi bu şirin adanın dar ve renkli sokaklarına bıraktık. (Zaten ada o kadar küçük ki hiçbir şeye ihtiyacınız yok)



Arzu adım başı dantel işlenen ve satılan dükkanlara girerek hayranlıkla inceledi. Gerçekten bunların güzelliğini görebilmek için anlamanız da gerekmiyor. Mal meydanda…Minik kanal boyunca ilerleyip kendimizi Galuppi Meydanında bulduk. Meydandaki San Martino kilisesinin çan kulesi eğrilmişmiydi yoksa bana mı öyle geldi bilemiyorum. Arka sokaklara da girerek neredeyse tüm evlerin fotoğrafını çektim. Daracık kanallar boyunca bu kadar renkli ve şirin bir başka yer daha gördüğümü hatırlamıyorum.



Burano’da evlerin renkli olmasının hikayesine gelince: Bu şirin adanın insanları balıkçılıkla geçinirlermiş. Fazla alkol aldıklarında birbirine benzeyen evlerini karıştırırlarmış. İşte bu yüzden neredeyse bütün evlerin renkleri birbirinden farklı yapılmış ki kafası güzel biçimde evine dönen bulabilsin. Daha sonra evler dışında sandallar da farklı renklere boyanmaya başlanmış. İşte bu gelenek bugün de daha çok turistik amaçlı olarak devam ediyor. Başarıya da ulaşmış bence. Her yıl Venedik’e gelen binlerce insan Burano’ya da geldiğine göre…Evlerin pek çoğunun her yıl boyandığı belli. Bazıları o kadar canlı ve hoş ki kendinizi bir lego oyununun içinde zannedebilirsiniz. Mükemmel…



Yaklaşık bir saatlik Burano gezimizin sonunda yine LN vaporettosuyla yaklaşık 45 dakikada Venedik’e geri döndük. Diğerlerini bilmem ama siz siz olun yolunuz Venedik’e düşerse en azından gidiş-dönüş dahil toplam 2,5-3 saatinizi mutlaka Burano’ya ayırın. Pişman olmayacaksınız…

Venedik’e Devam
Nove iskelesine vardığımızda saat 18.30 olmuştu ve hava hafiften kararmaya başlamıştı. Gesuiti kilisesini şöyle bir selamlayıp ara sokaklarda ilerleyerek Maria Nova meydanına ulaştık. Oradan da ver elini Ss. Giovanni e Paolo meydanı. Venedik’te San Marco’dan sonra gördüğüm en güzel meydan burasıydı. Meydanın tam ortasında yer alan Bartolomeo Colleoni heykeli’nin hikayesi de ilginç: Bir paralı asker olan Colleoni eğer San Marco’ya heykeli dikilirse tüm servetini kent idaresine bırakacakmış. Kabul etmişler ama heykeli 1496 yılında San Marco Meydanına değil de La Scuola Grande di San Marco’nun önüne dikmişler. Adamı kandırmışlar yani…



Geniş meydanda aynı zamanda devasa Santi Giovanni Bazilikası da bulunuyor. Kafeler ve restoranlar insanların keyifli bir manzara eşliğinde dinlenmesi için düzenlenmiş sanki. Biz de öyle yaptık ve kahvelerimizi burada aldık (İki kahve 7 €) Yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşten sonra yeniden San Marco meydanına vardık. Gün içindeki sular kaybolmuştu. Bir makalede Venedik için “Kanalların ve Karanlığın Şehri” tabirini okumuştum. Bence her ikisi de %100 doğru. Dünyanın en meşhur alanlarından birisi olan San Marco bile geceleri sönük. Mükemmel Bazilikada sadece birkaç ışıklandırma yapılmış. Gerçekten dikkat çekici bir detay…



Yorulan ayaklarımızı dinlendirmek için gündüz yürüdüğümüz ama şimdi kenarda duran bariyerlere oturduk ve hemen yanıbaşımızdaki restorandan gelen klasik müzik dinletisine kulak kabarttık. Daha sonra sahil boyunca Riva Degli Schiavoni’de yürüyerek acele acele kapanmaya çalışan dükkanlardan birkaç hediyelik eşya aldık. Saat 20.00’ı geçiyordu. Büyük kanal turunu bir de gece yapalım ve muhitimize dönelim kararını aldıktan sonra 2 no’lu vaporettoya bindik. Bindik binmesine ama vaporetto Büyük Kanal yerine öbür taraftaki adaların olduğu geniş bölgeye doğru ilerledi. Sizin anlayacağınız yanlış binmiştik. Neyse bu da şehrin farklı bir bölümünü görme imkanı verdi bize…

Yaklaşık yarım saat sonra tren istasyonunun önünde indiğimizde Büyük Kanalda gece turu teklifimi yineledim. Arzu cidden yorgun olmasına rağmen Rialto köprüsüne kadar teklifimi kabul etti. Vaporettoyla hem kanalı hem de Rialto köprüsünü bir de gece gözüyle gördükten sonra saat 21.15 gibi otelin önüne gelmiştik. Yaklaşık yarım saatlik kısa bir mola verip akşam yemeği için dışarı çıktığımızda önceki akşam yemek yediğimiz bölgeye doğru yürümeye başladık. Restoranı biraz geçtikten sonra sokak hareketlendi. Barlar, kafeler oldukça kalabalıktı. Az sonra gördüğümüz Mc Donalds akşam için iyi bir alternatif oldu. (Hamburger 1 €, Big Mac Menü 7,90 €)



Sokaklarda biraz daha serseri mayın gibi dolaştıktan sonra saat 23.30 gibi otele döndük. Keyifli ama çok yorgun bir biçimde…

Venedik…Kanalların ve gondolların hakimiyetindeki oyuncak şehir… “Oyuncak şehir” ifadesi Arzu’ya ait. Böyle yakıştırmıştı tren istasyonunun merdivenlerinden Büyük Kanala ilk baktığında. Balayında gelmeyi planladığımız ama 11 yıl sonra kısmet olan bir şehir Venedik. Mutlaka görülmesi gereken ve sokaklarında kaybolunması kaçınılmaz olan bir şehir Venedik. Bin bir suratlı maskelerin kol gezdiği, önünde sonunda sular altında kalacak bir şehir Venedik. Biz sevdik… Keyif aldık…Darısı başınıza…





 Yazılan Yorumlar...
erdemeller
(25 Mart 2018)
Rica ederim üstat, asıl ben teşekkür ederim güzel anlatımınız için. 27 Martta (2018) Berline gideceğim, yine tecrübelerinizden faydalanarak gezeceğim şehri.
hakangeziyor
(23 Şubat 2018)
Erdemcim, umarım keyifli ve mutlu bir üç gün geçirmişsindir. Çan kulesinin eğri olduğuna kalıbımı basardım ama insan ihtimal vermiyor...Teşekkürler...
erdemeller
(18 Şubat 2018)
Küçük bir 2018 ’i de yapayım. Vaporetto biletleri artık 75 dakikalık (7,5€) ve 24 saatlik (20€). Ve Burano adasındaki San Martino kilisesinin çan kulesi de hakikaten eğri, üstat :)
erdemeller
(16 Şubat 2018)
Hakan üstat merhaba, bugün (16.02.2018) üç günlük bir gezi için Venedik’e geldim. Sizin, bu ve “Venedik pratik gezi rehberi” yazılarınızın ayakizlerini takip ediyorum. Teşekkürler bu fdepwrli tecrübelerinizi paylaştığınız için.
Az önce Trattoria da Mimmo’da yemek yedim, Arnavut garson Lato’nun selamı var, “uzun zamandır görmüyorum onu ve ailesini” diye sitem etti bana.
hakangeziyor
(01 Ağustos 2014)
Sevgili Esra, öncelikle güzel haberden başlayalım: Alacağın turist biletleri ile hem Venedik içinde gezebilir hem de çevre adalara gidebiliyorsun. Kısacası alacağın biletle Murano, Burano ve Lido adalarına giden vaporettoları kullanabiliyorsun.
Biraz can sıkıcı olan şeyse artık 12 saatlik bilet yok. En düşük olan 24 saatlik ve ilk kullandığın andan itibaren geçerli. Fiyatı da 20 Euro. Bundan bir tane aldığında 24 saat boyunca bir daha bilet düşünmezsin ve iyi bir planlama yaparsan aynı gün içinde bahsettiğin adalara + Lidoya gidebilirsin. Zaten 60 dakika geçerli tek biletin 7 Euro olduğunu düşünürsen daha ekonomik bir seçeneğin de yok :) Bileti online olarak internetten ya da bizzat turizm danışma noktalarından satın alabilirsin. Eğer internet kullanırsan alacağın çıktıyı ilgili vezne/turizm danışmaya götürdüğünde sana bir kart veriyorlar ve kullanmaya başlıyorsun. Bu vezne/turizm danışmalar senin otelinin bulunduğu Mestre, Verde 14 adresinde, havalimanında, Santa Lucia tren istasyonunun hemen çıkışında, Roma Meydanında, Rialto Köprüsünde bulunuyor. Yüksek sezon olduğu için fiyat farkı yok. Ben senin yerinde olsam konakladığın otelin konumuna göre Mestredeki satış yerini bulup bir 24 saatlik bilet alıp oradan da otobüsle Venedik merkeze geçerek gezime başlarım.
Bileti incelemek istersen http://www.veneziaunica.it/en/content/tourist-travel-cards adresine bakabilirsin.
Bu arada Venedik Gezi Rehberi yazıma da bakmanı tavsiye ediyorum.
Bana mesaj at bölümünden özel mesaj atabilirsin.
Şimdiden iyi seyahatler...
esrakinci
(24 Temmuz 2014)
Merhaba Hakan Bey, Gezinize ve gezi yazınıza bayıldım gercekten :) , size bir konuda danışmak istiyorum bende. Bende ağustos ayında tur ile venediğe gideceğim. Ama turla extra gezi olan murano ve burano ya katılmak yerine kendim gitmeyi tercih ediyorum. Turumuzun 2.gün programında,
"otelimizde alacağımız sabah kahvaltıaının ardından İtalyaya özgü vaperotto denilen küçük tekneler ile San Marco meydanına gidiyoruz" şeklinde belirtiliyor. Vaperotto ücreti de 15Euro yazmışlar, ancak sizinde bahsettiğiniz 12saatlik vaperotto bileti olduğunu sanmıyorum. Çünkü murano burano içinde ayrıca 40Euro talep ediyorlar. Otelimiz Mestre bölgesinde, bana ne tavsiye edersiniz ? 12saatlik bileti turdan bağımsız olarak nereden alabilirim venediğe vardığımızda ?

Biraz uzun anlattığım için lütfen kusura bakmayın :) Buarada mail adresinizi alabilme şansımız var mı ? İyi günler
hakangeziyor
(22 Haziran 2012)
Aslı hanım, Mestre ile Venedik arası belediye otobüsü ile sadece 10 dahkikadır ve sizi Roma Meydanına getirir. Mestre tren istasyonu ile Venedik arası da sadece 5 dakikadır. Bu yüzden ya Mestre tren istasyonu civarında bir otel olabilir ya da önünden otobüs geçen bir otel olabilir. Yakın fiyatlarla iki şık var: Yıldızı bir-iki fazla Mestre oteli ile yıldızı düşük ya da olmayan bir Venedik oteli. Laf aramızda ben ikincisini tercih etmiştim :)
aslı fitoloğlu
(22 Haziran 2012)
hakan bey tekrar merhaba. venedik te otel fiyatları çok yüksek olduğundan mestre bölgesinde bir otel seçmeyi düşünüyoruz. görmemiz gereken yerlere çok uzak olur muyuz yada ulaşımda bir sıkıntı yaşarmıyız. bu konuda sizin bir öneriniz var mı? venedik merkez otellerine natif olarak daha ekonomik olması açısından hangi bölgede bir otel seçmeliyiz.teşekkürler
reyhane sen
(04 Şubat 2011)
gördügüm yerleri sizin sayfanizdan izlemek cok güzel,elinize saglik.
mesut ünal
(31  Aralık 2010)
Hakan Beyin yazıları, kaleme alış şekli çok başarılı. Gittiği yerlere seyahat yapacak kişiler için çok faydalı bilgilere yer veriyor. Devamını bekliyoruz.Teşekkürler
hakangeziyor
(05 Kasım 2010)
Bülent ve Gülden, bu güzel ve teşvik edici sözler için içten teşekkürler. İnşallah en kısa sürede beraber gitmek dileğiyle. Kendinize iyi bakın. Mersine sevgiler...
bülent-gülden hasbahçeci
(04 Kasım 2010)
Harika bir gezi olmuş...Ve okadar net ayrıca samimi anlatmışsınki hakan abicim,inan gitmeden görmeden oralarda zamn geçirmiş gibi olduk...Resimler süper..Arzu ablamın Venedik için OYUNCAK ŞEHİR yakıştırmasına bayıldım...Çünki bende hep aynı ifadeyi kullanırdım , muhteşem bir şehir...Senin aktarmalarınla daha da güzelleşti gözümüzde bu şahane yerler....Sonsuz teşekkürler...Umarım bir gün ,bu güzel gezilere katılma fırsatı buluruz...Sizlerle dahada keyifli olacağına inanıyoruz ve sevgilerimizi saygılarımızı gönderiyoruz...Ellerine ve emeğine sağlık.....
NEŞE
(03 Kasım 2010)
Çok güzel bir gezi olmuş...Dünyanın en pahalı şehirlerinden Venedik te 65 € ya otel bulmak harika,biz fiyatları bildiğimiz için Rialto yakınlarında tek odalı bir flat kiralamış ,bir hafta kalmış ve iki aile paylaşmıştık..Trattoria da mimmo daki fiyatlaı da iyi buldum.Lido daki plaj kabinleri müthiş paralara çok zengin aileler tarafından kiralanıyormuş ve her yıl aynı kabini elde tutabilmek için aylar,yıllar önceden paralar yatırılıyormuş.Burano konusunda tamamen aynı fikirdeyim ama bir de sizin gezmediğiniz Torcello adası var.Torcello da yerleşim yok,bir-iki lokanta ve Bizans etkili mozaikli nefis bir kilise var,benim ilgi alanım olduğu için gezmiştik.Çok teşekkürler Hakan bizi yeniden bu güzelliklere götürdüğün için.