Yine, Yeni, Yeniden Milano...


Venedik’ten Milano’ya gideceğimiz tren saat 08.58’de kalkıyordu. Normalde 30 € olan biletleri internetten %30’luk indirimle (Meno 30) adam başı 21 €’ya almıştım. Otelde kahvaltımızı yapıp tren istasyonuna geldiğimizde saat 08.45’ti. Trende herhangi bir rötar olmadığını öğrendiklten sonra peronun orda hemen birer sigara içip yerlerimize geçtik. Yaklaşık 2,5 saatlik yolculuğun ardından Milano’nun en büyük tren istasyonu olan Milano Centrale’ye varmıştık.

Otelimiz, Via Napo Torriani 15 numarada yer alan üç yıldızlı Canova Hotel. Toplam bir gece kalacağımız oteli (Agoda.com) internetten sitesinden 62 €’ya ayarlamıştım. Sekizinci kattaki odamız seyahat boyunca konakladığımız en güzel yerdi. Otelde Sky Box dijital paketi dahi mevcuttu. Zaten bulunduğumuz cadde bir nevi oteller caddesi olsa gerek. Tren istasyonunun ana girişinin bulunduğu Piazza Duca d’Aosta’ya olan yaklaşık 150 metrelik mesafede 15’e yakın otel saydım. Centrale metro durağının girişi de hemen caddenin başında yer alıyor.

Milano’ya ikinci gelişim. 2008 yılında da arkadaşlarımla gelip keyifli bir 30 saat geçirmiştim. “Keyif” arkadaşlardan mıydı Milano’dan mıydı orasını bilemeyeceğim. Uçağımızn buraya çok yakın mesafedeki Bergamo Havaalanına inmesi ve Arzu’nun daha önce görmemiş olması yolumuzu yeniden buraya düşürmüştü. Kısmet işte…

Şehir haritalarımızı alıp otelden çıkarak tren istasyonunun oradaki metro durağına geldiğimizde saat 12.15 olmuştu. Hemen otomatik makineden 48 saatlik sınırsız ulaşımı kapsayan biletlerden birer tane aldık (Tanesi 5,50 €). Sarı metro hattına binerek dört durak sonra indiğimizde, Milano’daki (belkide bir çok Avrupa şehrindeki) en güzel yapılardan birisi olan Duomo Katedrali karşımızdaydı. Gerçekten muhteşem.




Katedral dünyanın en büyük üç katedralinden birisi olarak kabul ediliyor. Diğer kilise ve katedrallerden farklı olarak bembeyaz görünüyor. Maggiore gölü civarından getirilen mermerler ince ince işlenmiş. Tabi bu durumda 14. yüzyılda başlayan inşaatın tamamlanması 1800’lü yılları bulmuş. 135 tane farklı irili ufaklı kulesi mevcut ve neredeyse bütün kulelerin en üst noktasında küçük heykeller var. 108 metre uzunluğundaki merkez kulede ise şehrin koruyucusu küçük Madonna heykeli bulunuyor. Katedrale giriş ücretsiz. İçindeki eserler de en az dışı kadar muhteşem. Hazineler bölümü için 1 €, Katedralin altındaki arkeolojik alan içinse ayrıca 4 € ödemeniz gerekiyor. Katedralin çatısına çıkıp hem kuleleri yakından görebilir hem de yaklaşık 70 metreden Duoma meydanı başta olmak üzere hoş bir Milano manzarası izleyebilirsiniz. (Merdivenler 5 €, asansör 8 €)

 

 
Katedralden küçük esintiler...

 




Oldukça büyük Duomo meydanında sadece Katedral yok tabiki. Zaten meydanın kendisi cıvıl cıvıl ve şehrin kalbi burada atıyor dersek yanlış olmaz. Genci, yaşlısı, yerlisi, turisti, seyyar satıcısı, güvercinleri ne ararsanız var yani. 1865 yılında ünlü mimar Menguni tarafından yapılan Kral Victor Emmanuel’in devasa atlı heykeli de meydanın ortasında yer alıyor.

Duomo meydanından bahsederken katedralin yan tarafında kalan meşhur Galleria Victorio Emanuele II alışveriş merkezinden bahsetmeden olmaz tabi. Dünyanın ilk alışveriş merkezlerinden birisi kabul edilen cam tavanlı bu meşhur yapıda lüks alışveriş mağazaları, kitapevleri, kafeler/restoranlar var. Ama bunun dışında tavanlar, duvarlardaki eserler ayrı bir sanatsal güzellik. Hemen ortasında yer alan boğa figüründe bulunan küçük deliğe topuğunuzu koyarak en az bir tur atarsanız şans getireceğine inanılıyor. Batıl inanç denince geri kalırmıyız. Hemen yaptık tabi…




Bu arada hafiften içimiz kıyılmaya başlamıştı. Galleria’yı gezdikten sonra daha önceki gelişimde de rehber kitapta okuduğum ama gidemediğim meşhur Luini’den panzerotti yemenin zamanının geldiğini anladım. Katedralin yanında kestane satan adama “Luini” dediğimde sanki az önce oradan gelmiş gibi tarif etti bize. Luini, katedrali önünüze aldığınızda sol yan tarafta kalan Via Santa Rodegonda 16 numarada. Dükkanı bulduk ama belki de önünde 50-60 kişi var. Çift koldan ilerleyen sıranın birine girip çıkmam 10 dakikayı geçmedi. Peki nedir bu Panzerotti? Panzerotti temelde bizim pişiye benziyor. Biz genelde boş yaparız ve çayla mideye indiririz. Luini’de yanılmıyorsam altı farklı türü olsa da klasik lezzet mozzorella peyniri ve domatesli olan. Tanesi 2,30 €. Gerçekten lezzetli. Pişi deyip geçmeyin buraya geldiğinizde bir deneyin…

 



Galleria’nın içinden geçerek Scala Meydanına çıktık. Meydanda 1778 yılında sahnesini açan dünyaca ünlü La Scala tiyatrosu ve ünlü İtalyan ressam Leonardo da Vinci’nin heykeli var. Tiyatro ikinci dünya savaşındaki bombalamalardan ciddi zarar gördüğü için restorasyona uğramış. Tiyatro salonun içinde ayrıca bir de müze var. (Giriş 5 €) Tiyatronun ve Da Vinci heykelinin bol bol fotoğrafını çektikten sonra Via Manzoni istikametinde yürüdük. Caddedeki Poldi-Pezzoli müzesini (Giriş 8 €) geçtikten sonra Piazza Cavour’a ulaştık. Oradan sola kayarak yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş sonrası Castello Sforzesco’ya vardık.

Sforzesco kalesi, 15. yüzyıldan kalma Visconti ailesinin yaptırdığı geniş avlulu tuğladan bir kale ya da şato. 19.yüzyılda restore edilmiş. Aslında kale Sempione parkının içinde kalıyor. Kalenin avlusunda eski Roma dönemine ait kalıntılar bulunuyor. Avluya girmek için ücret istemiyorlar ama içersindeki bazı sergiler için ücret ödemek durumundasınız. Arzu’yla avludaki banklarda oturup hem soluklandık hem de kalıntıları inceledik. Kalenin park tarafındaki arka çıkışında eski dönem Milano’yu simgeleyen bir resim var. Milano sur içinde surla bezenmiş bir şehir. Ortasında Duomo var. Resmin altında bugünkü popüler yerlerin eski halleri de gösteriliyor. Geçerken bir göz atın derim.

 


Kalenin arka kapısından Sempione parkına çıktık. Hemen köşe başındaki büfeden birer cafe Americano (tanesi 1 €) alıp kendimizi çimenlerin üzerine attık. Yaklaşık 47 hektarlık park şehrin tam ortasında dinlenmek ve nefes almak için çok güzel bir ortam sunuyor. Biraz soluklandıktan sonra parkı boylu boyunca yürüdük ve karşımıza devasa Arco della Pace çıktı. “Barış Anıtı” anlamındaki bu eser 1800’lü yılların başında Napolyon’un Milano’ya gelişi şerefine dikilmiş. Anıtta kullanılan mermerler Duomo’da olduğu gibi San Maggiore gölünden getirtilmiş. İlk etapta bana Berlin’deki Branderburg Kapısını hatırlattı. Anıtın çevresinde fotoğraf çekerken orada bulunan gençlere en yakındaki alışveriş merkezini sordum. Tahmin edebileceğiniz gibi sağlıklı bir cevap alamadıktan sonra yolda ilerlerken gördüğümüz ilk büfeye dalıp sorumu tekrarladım. Adamcağız çok ilgilendi ve bize harita üzerinde tramvayla ulaşabileceğimiz bir adres gösterdi: Şehrin kuzeybatı bölgesinde kalan Accursio meydanı yakınındaki Grosotto. Büfedeki adamın tarfif ettiği şekilde 1 no’lu tramvaya bindik ve Firenze Meydanından sonraki ikinci durakta inerek alışveriş merkezini bulduk.

 



Alışveriş merkezi aynı bizdekiler gibi çok katlı dükkanlardan oluşuyor. Bir de “İper” adında devasa bir hipermarket var. Arzu dükkanları biraz gezerken bende orada bulunan Darty’e daldım. Dükkan gezme ve alışveriş faslını bitirdikten sonra hipermarkete daldık ve oradan da işimize yarayacak birkaç parça şeyi ve benim çok sevdiğim limoncellolu çikolatalardan aldıktan sonra bu sefer 19 no’lu tramvayla geriye döndük. Aldıklarımızı bırakmak için otele doğru giderken gözümüz sürekli basit bir el çantasındaydı. Zira Verona, Venedik derken bir sürü ufak tefek şey almıştık ve mevcut bavulumuzun bunları alması neredeyse imkansızdı. Otelin caddesine çanta bulamamanın sıkıntısı içinde gelmişken otelin yan tarafındakşi binanın zemin katında bir çok ıvır zıvır şeyin satıldığı bir Afro-American marketi olduğunu gördük. Daha önceki tecrübelerimden burada aradığımız şeyi %100 bulacağımızı bilerek daldık içeriye. Bingooo…Küçük kırmızı bir spor çantayı 4 €’dan aldık. Bu kadar ucuz olmasının sebebi çantanın bir laboratuvar firmasının promosyon olarak dağıttığı bir çanta olması. Farketmez çünkü amaç sadece Türkiye’ye dönerken kullanmak…

 



Otelde biraz soluklandıktan sonra dışarıya çıktığımızda saat 18.00’e geliyordu. Bu sferki rotamız yeşil metro hattına binerek dışarıdan da olsa Sant’Ambrogio Bazilikasını görmekti. Bazilika, 4. yüzyılda Milano’ya piskopos olarak atanan Alman soylusu San Ambrose tarafından inşa ettirilmiş. İlk adı Martyrum Bazilikasıymış. Bazilikanın iki tane çan kulesi var. İkinci dünya savaşındaki bombalardan da epey nasibini almış. Geniş avlusunu ziyaret edip fotoğrafladıktan sonra yavaş yavaş yürüyerek Borromeo meydanı üzerinden Duomo meydanına çıktık. Niyetimiz kralın heykelinin altına oturup müthiş Duomo manzarası eşliğinde marketten aldığımız biraları fıstık eşliğinde tükekmekti. Öyle de yaptık zaten.

Arzu ile sohbete başlar başlamaz bir iki metre yan tarafamızda bulunan 20-21 yaşlarındaki delikanlı Türkçe olarak “iyi akşamlar” dedi. Adı Taylan. Kuşadası’ndan ve Viyana’da üniversite okuyor. Barselona’nın şampiyonlar ligi maçına gitmiş ve dönerken bir dd Milano’yu göreyim demiş. O da iki bira almış. Bayağı bir sohbet ettik. Saat 21.00’i geçmişti ve biz Milano’da hava karardıktan sonra restoranlar, cafeler ve barlarla hareketli olan Brera bölgesine doğru yürüyüşe geçtik.

 



Brera bölgesi Pinacoteca di Brera (Brera Sanat Galerisi) ve astronomi müzesi sebebiyle gündüz de gece de oldukça hareketli bir yer. Tabi gece hareketliliği kafe ve barlardan geliyor. Sokakta yürürken kafelerin önünde ya da yan taraflarında masalarda oturup karşısındaki kişiye bir şeyler anlatan bay/bayanlar dikkatimizi çekti. Rahatsız etmemek için uzaktan şöyle bir göz attığımda bu masalarda Tarot falı bakıldığını gördüm. Sayıları o kadar fazlaki inanamazsınız. Neredeyse hepsinin önünde de oturan bir müşteri var. İnsanoğlunun (ben de dahil tabi) geleceği bilme merakının sınırı yok zaten..

Brera bölgesindeki gezimiz Cairoli metro durağında son buldu ve buradan kırmızı hatta binerek merkezin biraz dışında kalanTurro durağında indik. Buranın hikayesi eskiye dayanıyor: 2008 yılında Levent abilerle geldiğimizde ikinci gün yağan yağmur nedeniyle “metroya binelim herhangi bir durakta inelim” demiştik. Kırmızı hatta binip Turro durağını seçtik. Herhangi bir sebebi yoktu. İstasyondan Via Monza’da dışarı çıkar çıkmaz karşımıza “İstanbul Ayasofya Kebap” çıkmıştı. Bol sohbetli ve lezzetli bir öğle yemeği yemiştik. Dükkana girdiğimizde daha önceden orada çalışan tanıdık bir sima göremesem de (bu sefer üç kardeşten en küçüğü vardı) biraz sohbet ve döner kebapla akşam yemeğimizi hallettik. (Fiyatlarda bir değişiklik yok. Döner menü 5,50 €)

Caddede bir sonraki metro durağı olan Rovereto’ya kadar yürüdükten sonra saat 23.15’te otelin önüne geldik. Otele girmeden hemen 50 metre aşağıda köşedeki Hotel Mellini’nin altındaki Baldassarre Bar’da gene anılarımı canlandırıp Levent abi ve Hayati’nin kulaklarını çınlattım. Bu gelişimizde Arzu’yla nasip olmadı ama daha önce bu barda Milano’nun meşhur “Happy Hour” unu yaşamıştık. (Happy Hour’u merak edenler için “Milano’ya Gitmeden Bilmeniz Gerekenler” yazısını okuyabilirsiniz.) Geceyarısına doğru otele geçtik. Bayağı yorulmuşuz. Ne zaman uyuduğumu bile bilmiyorum… 

2. Gün 
Bugün İtalya topraklarındaki son günümüz…Sabahtan akşam üstüne kadar Como gölü kenarında olduğumuz için (Como’yu ayrı bir yazı hazırlıyorum) Milano Cadorna tren istasyonuna vardığımızda saat 17.20 idi. Aslında yürünebilecek bir mesafe olmasına rağmen Arzu’nun çılgın ısrarlarına dayanamayarak Cadorna durağından yeşil hatta binerek bir durak sonrasında yer alan Conciliazione’de indik. Burada meşhur Santa Maria delle Grazie Kilisesi bulunuyor.

 



Tarihi 15. yüzyıla dayanan Kilise aynı zamanda Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Bunun dışında kiliseyi bu kadar meşhur yapan bir diğer unsur da Leonardo da Vinci’nin en az “Mona Lisa” kadar ünlü “Son Yemek” (Last Supper) tablosunun burada bulunması. Tablo, hıristiyan inanışına göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce havarileriyle yediği son yemeği anlatıyor. Cumartesi günü olduğu için kilise erken kapanmıştı. Zaten daha önceden rezervasyon yaptırmadan (+1,50 €) tabloyu görmeniz de pek mümkün değil. Arzu’yla bana da diğer kalabalıkla beraber hemen kilisenin dışındaki bezden afişine bakmak kaldı sadece. Buna da şükür dedik ve yürümeye devam ettik.

 



Oradan bir otobüse binerek Milano’nun meşhur sokak pazarlarından birisi olan Sant’Agostino’daki Papiniano’ya gittik. Hava hafiften kararmaya başladığından pazar toplanıyordu. Yaklaşık 1-1,5 km. boyunca giyimden ayakkabıya, oyuncaktan parfümeriye ne ararsanız var. Sadece Salı ve cumartesi günleri kurulan pazarı gezmek keyifli. Yolunuz bugünlerde Milano’ya düşerse 1-2 saatinizi buraya ayırabilirsiniz.

Acıkmıştık…Arzu’nun aklına bir gün önce gittiğimiz İper hipermarkette satılan hazır yemekler gelince tramvayla alışveriş merkezinin oraya geldik. İçeride pek çok çeşit olmakla birlikte bir tür karidesli makarna (Trofie Con Mazzancolle) ve karışık deniz ürünleri (Form.Crucolo) alarak hemen alışveriş merkezinin önündeki masalarda yedik. Ayrıca daha sonra uygun bir yerdeki mola için marketten bira ve fıstık aldık. Saat 21.00’i geçiyordu. Tramvay ve metro ile otele giderek eşyalarımızı aldık. Tren istasyonu çok yakın olduğundan yavaş yavaş yürüyerek bizi Bergamo havaalanına götürecek otobüslerin oraya vardığımızda saat 23.00’e geliyordu.

Otobüs 23.30’da kalkacaktı ve hiç sigaramız kalmamıştı. Ancak istasyon dahil tüm büfeler kapandığından otomatik makineler hariç sigara alabileceğimiz hiçbir yer yoktu. İstasyonun karşısındaki köşede bulunan sigara makinesine geldiğimde daha önceden bilmediğim yeni bir şey öğrendim: İtalya’da sigara alabilmek için kimliğinizi makinenin içine sokmanız ve yaşınızın 18’in üzerinde olduğunu ispatlamanız gerekiyor. Yani başka deyişle İtalyan vatandaşı değilseniz sigara alamıyorsunuz. Sigara makinesinin orada ben dahil üç kişi 18 yaş üstü birisinin kartla gelip bize sigara almasını bekliyoruz. Allahtan birkaç dakika içinde 19-20 yaşlarında birisi geldi de sırayla hepimize birer paket sigara aldı…

Otobüsün kalkmasını beklerken aldığımız biraları fıstıklarımız eşliğinde mideye indirdik. Saat tam 23.30’da otobüs kalktı ve yaklaşık 45 dakika sonra Bergamo havaalanındaydık. Havaalanında gece son uçak bizim uçağımızdı (01.55). Daha sonraki ilk uçak ise 05.45’te olduğundan küçücük havaalanında her taraf yerlere tulumlarıyla ya da başka bir şeyle uzanmış turistlerle doluydu. Bergamo Havaalanı Pansiyonu… 

Pegasus havayolları İstanbul uçağı tam saatinde havalandı. Aşırı yorgun ama keyifli İtalya yolculuğumuz sona ermişti. Ben bu İtalya’yı seviyorum. Fırsat bulduğumda yine gideceğime hiç şüphem yok… 

Seyahatle kalın…

 






 Yazılan Yorumlar...
raffaello
(31 Ocak 2014)
milano için harika bilgiler vermişsiniz. milano planım hazır ;) diğer yazılarınızı da dikkatle satır satır okudum, kendime göre uygun olanları not ettim. haziran ayında 6 günlük italya turumuz olacak. milano(1),venedik(1),floransa(2),roma(2)..Uçak biletlerim(gidiş-dönüş), otel rezervasyonlarım hepsi tamam.İnşallah tüm detayları ile birlikte burada paylaşacağım.
feyema
(23 Ocak 2013)
Selamlar.2kişi italya turu planlıyoruz ve bu konuda bize yardımcı olmanızı istiyoruz.Gidişimiz bergamo havaalanı dönüşümüz ise roma.Bir gece bergamoda konakladıktan sonra como-milano yapak istiyoruz.Oradan floransa ve roma.Hangi şehire kaç gün ayırmamız gerektiği konusunda yardımcı olabilir misinz?
TAMER
(06 Eylül 2012)
Emine Hanım,

http://www.booking.com/hotel/it/la-corte-del-26.html?label=gog235jc-hotel-en-it-la_corte_del_26-nobrand-T001-0;sid=d5a39af20bee1437afa892f42f61d597;dcid=1&lang=tr

Yukarıdaki linkte göreceğiniz La Corte del26 şahsen kaldığım bir otel, Milano merkeze trenle 5 durak uzaklıkta Certosa da sakin bir otel istasyona yürüyüş mesafesinde sevimli bir karı-kocanın işlettiği şirin bir otel. Garibaldi istasyonu ise 3 durak uzaklıkta buradan Duomo ya metro aktarması ile toplamda 15 dakikada gidebiliyorsunuz... Tavsiye ederim.
Emine
(06 Eylül 2012)
NEŞE hanım merhaba, Milano da hangi otel uygundur, bulduğunuz yani?

Ben de gitmek istiyorum, biraz Milano da biraz da Floransa da kalmak istiyorum. otel araştırıyorum.

Syg.
NEŞE
(10 Kasım 2010)
Evet,Milano için 2 gün yeter,3 gün fazla gelir.Pahalı bir şehir için otel fiyatını çok uygun buldum.Duomo yıllardır tamirdeydi,bir türlü temiz yüzünü görememiştik son yıllarda,neyse siz yakaladınız..Çukur bir ovada olduğu için yazları bunaltıcı,kışları ise çok sisli olur bu bölge,tam mevsimini yakalamışsınız.Teşekkürler.